HARUN EBU HUSEYIN - YILDIRIM
  İMAN 3
 
İMAN BÖLÜMÜ
 ﴿ كِتَابُ الْإِيمَانِ ﴾
İMAN BÖLÜMÜ[1]
﴿ كِتَابُ الْإِيمَانِ ﴾
 
 
 
1. İMAN'IN ŞUBELERİNİN SAYISI
 (3) عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: الْإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ شُعْبَةً
3. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"İman, yetmiş küsur[2] şubedir."[3]
Buhârî'nin bir rivayetinde, Ebu Hureyre şöyle der:
الْإِيمَانُ بِضْعٌ وَسِتُّونَ شُعْبَةً وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ الْإِيمَانِ
"İman, altmış küsur şubedir. Haya da, imandan bir şubedir."[4]
Bir rivayette ise, şu ilave vardır:
فَأَفْضَلُهَا قَوْلُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَدْنَاهَا إِمَاطَةُ الْأَذَى عَنِ الطَّرِيقِ
"İmanın en üst seviyesi, "Lâ ilâhe illallah" (=Allah'tan başka ilah yok­tur) sözü ve en alt seviyesi ise, eziyet verecek şeyi yoldan kaldırmak­tır."[5]
Tirmizî,وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ الْإِيمَانِ "Haya da, imandan bir şubedir" ifa­de­sine yer vermemiştir. Fakat diğer bir rivayetinde الْإِيمَانُ أَرْبَعَةٌ وَسِتُّونَ بَابًا"İman, altmış dört bölümdür" ifadesine yer vermiştir.[6]
Nesâî ise, diğer bir rivayetinde kısa olarak şu ifadeye yer vermiştir:
َالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ الْإِيمَانِ

"Haya da, imandan bir şubedir"[7]
 
2. TEVHİDE VE İSLAMÎ HÜKÜMLERE DAVET ETMEK
 (4) عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبَّاسٍ رَضِي اللَّه عَنْهمَا قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِمُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ حِينَ بَعَثَهُ إِلَى الْيَمَنِ: إِنَّكَ سَتَأْتِي قَوْمًا أَهْلَ كِتَابٍ فَإِذَا جِئْتَهُمْ فَادْعُهُمْ إِلَى أَنْ يَشْهَدُوا أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ فَإِنْ هُمْ أَطَاعُوا لَكَ بِذَلِكَ فَأَخْبِرْهُمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ فَرَضَ عَلَيْهِمْ خَمْسَ صَلَوَاتٍ فِي كُلِّ يَوْمٍ وَلَيْلَةٍ فَإِنْ هُمْ أَطَاعُوا لَكَ بِذَلِكَ فَأَخْبِرْهُمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ فَرَضَ عَلَيْهِمْ صَدَقَةً تُؤْخَذُ مِنْ أَغْنِيَائِهِمْ فَتُرَدُّ عَلَى فُقَرَائِهِمْ فَإِنْ هُمْ أَطَاعُوا لَكَ بِذَلِكَ فَإِيَّاكَ وَكَرَائِمَ أَمْوَالِهِمْ وَاتَّقِ دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ فَإِنَّهُ لَيْسَ بَيْنَهُ وَبَيْنَ اللَّهِ حِجَابٌ
4.Abdullah ibn Abbâs (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v), Muaz b. Cebel'i Yemen'e göndereceği[8] sırada ona şöy­­le buyurdu:
"Gerçekten sen, Kitap ehli[9] olan bir kavme gidiyorsun. Buna göre on­ları; Allah'tan başka ilah olmadığına, benim de Allah'ın resulü ol­du­ğu­ma şahadet getirmeye davet eyle. Eğer buna itaat edecek olur­larsa, o zaman onlara, her gün ve gecede beş vakit namazın farz olduğunu bil­dir. Buna itaat edecek olurlarsa, o zaman onlara, Allah'ın, kendileri­ne, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek olan zekatı farz kıldığını bil­dir. Eğer buna da itaat edecek olurlarsa, o zaman sakın mallarının en kıymetlilerini alma![10] Mazlumun bedduasından da sakın! Çünkü maz­lumun yaptığı dua ile Allah arasında perde yoktur."[11]
Konu ile ilgili bir rivayette ise; Resulullah (s.a.v), Muaz b. Cebel'e şöyle der:
إِنَّكَ تَقْدَمُ عَلَى قَوْمٍ أَهْلِ كِتَابٍ فَلْيَكُنْ أَوَّلَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ عِبَادَةُ اللَّهِ فَإِذَا عَرَفُوا اللَّهَ فَأَخْبِرْهُمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ فَرَضَ عَلَيْهِمْ خَمْسَ صَلَوَاتٍ فِي يَوْمِهِمْ وَلَيْلَتِهِمْ فَإِذَا فَعَلُوا فَأَخْبِرْهُمْ أَنَّ اللَّهَ فَرَضَ عَلَيْهِمْ زَكَاةً مِنْ أَمْوَالِهِمْ وَتُرَدُّ عَلَى فُقَرَائِهِمْ فَإِذَا أَطَاعُوا بِهَا فَخُذْ مِنْهُمْ وَتَوَقَّ كَرَائِمَ أَمْوَالِ النَّاسِ
 "Gerçekten sen, Kitap ehli bir kavme gitmektesin. (Gittiğinde) ilk önce onları, Allah'a kulluk etmeye çağır. Eğer Allah'a kulluk etmeyi bilirlerse, o za­man Allah'ın, gündüz ve gecelerinde beş vakit namazı onlara farz kıldığını bil­dir. Eğer bunu yapacak olurlarsa o zaman Allah'ın, zenginlerin mallarından ze­katı alıp fakirlerine vermelerini farz kıldığını bildir. Eğer buna itaat edecek olurlarsa, o zaman onlardan zekatı al. (Fakat) insanların mallarından en iyilerini almaktan da sakın!."[12]
 
3. ALLAH'IN, İNSANIN GÖNLÜNDEN VE İÇİNDEN
GEÇİRDİĞİ (KÖTÜ) DÜŞÜNCELERDEN SORUMLU TUTMAMASI
 (5)عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: إِنَّ اللَّهَ تَعَالَى تَجَاوَزَ لِأُمَّتِي مَا حَدَّثَتْ بِهِ أَنْفُسَهَا مَا لَمْ يَعْمَلُوا بِهِ أَوْ يَتَكَلَّمُوا
5. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Gerçekten yüce Allah, ümmetimin (fiilen) yapmadıkça yada (dilleriyle) söylemedikçe, içlerinden geçirdikleri (kötü) şeylerden[13] sorumlu tutmaz.[14]
Bir rivayette iseمَا وَسْوَسَتْ بِهِ صُدُورُهَا"Gönüllerinden geçen ves­ve­seden…" ifadesi yer almaktadır.[15]
Ebu Dâvud'un rivayet ettiği lafız ise şu şekildedir:
إِنَّ اللَّهَ تَجَاوَزَ لِأُمَّتِي عَمَّا لَمْ تَتَكَلَّمْ بِهِ أَوْ تَعْمَلْ بِهِ وَبِمَا حَدَّثَتْ بِهِ أَنْفُسَهَا
"Gerçekten Allah, ümmetimin (fiilen) yapmadığı ya da (dille) söyle­mediği, (fakat) gönüllerinden geçirdikleri (kötü) şeylerden sorumlu tutmaz."[16]
 
 
4. İNSANLAR, "ALLAH'TAN BAŞKA İLAH YOKTUR"
DEYİNCEYE KADAR ONLARLA SAVAŞMA EMRİ
 (6)عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِي اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: لَمَّا تُوُفِّيَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَاسْتُخْلِفَ أَبُو بَكْرٍ بَعْدَهُ وَكَفَرَ مَنْ كَفَرَ مِنَ الْعَرَبِ. قَالَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ لِأَبِي بَكْرٍ: كَيْفَ تُقَاتِلُ النَّاسَ وَقَدْ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَقُولُوا لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ فَمَنْ قَالَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ عَصَمَ مِنِّي مَالَهُ وَنَفْسَهُ إِلَّا بِحَقِّهِ وَحِسَابُهُ عَلَى اللَّهِ؟ فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ: وَاللَّهِ لَأُقَاتِلَنَّ مَنْ فَرَّقَ بَيْنَ الصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ, فَإِنَّ الزَّكَاةَ حَقُّ الْمَالِ, وَاللَّهِ لَوْ مَنَعُونِي عَنَاقاً كَانُوا يُؤَدُّونَهُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَقَاتَلْتُهُمْ عَلَى مَنْعِهَا. فَقَالَ عُمَرُ: فَوَاللَّهِ مَا هُوَ إِلَّا أَنْ رَأَيْتُ اللَّهَ شَرَحَ صَدْرَ أَبِي بَكْرٍ لِلْقِتَالِ فَعَرَفْتُ أَنَّهُ الْحَقُّ
6.Ebu Hureyre (r.a)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.v) vefat edip ondan sonra Ebu Bekr (r.a) halife seçildiği ve bazı Arap toplulukları dinden döndüğü zaman,[17] Ömer ibnu'l-Hattâb, Ebu Bekr'e:
- 'Resulullah (s.a.v), "İnsanlar, 'Allah'tan başka ilah yoktur' de­yin­ceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Kim 'Allahtan başka ilah yoktur' derse, malını ve canını benden korumuş olur. Ancak İslam'ın hakkı müstesna. Onun asıl hesabı, Allaha kalmıştır' buyurduğu halde, nasıl olur da sen insanlarla savaşırsın?' diye sordu. Ebu Bekr:
- 'Allah'a yemin ederim ki, namaz ile zekatın arasını ayıranlarla mut­­laka savaşacağım. Çünkü zekat, malî bir haktır. Allah'a yemin ederim ki, Resulullah (s.a.v)'e vermiş oldukları bir oğlağı bile bana ver­mez­lerse, vermemelerinden dolayı onlarla muhakkak savaşırım' diye cevap verdi. Bunun üzerine Ömer:
- 'Allah'a yemin ederim ki, Allah, Ebu Bekr'in gönlünü savaş için ge­­nişletmiş ve onun (bu konudaki) görüşünün hak olduğunu anladım' dedi."[18]
Bir rivayette ise, عِقَالاً كَانُوا يُؤَدُّونَهُ"Vermiş oldukları bir deve yu­larını…." ifadesi yer almaktadır.[19]
 
 
5. İNTİHAR EDEN KİMSENİN HÜKMÜ
 (7) عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ْ: مَنْ تَرَدَّى مِنْ جَبَلٍ فَقَتَلَ نَفْسَهُ فَهُوَ فِي نَارِ جَهَنَّمَ يَتَرَدَّى فِيهَا خَالِدًا مُخَلَّدًا فِيهَا أَبَدًا وَمَنْ تَحَسَّى سُمًّا فَقَتَلَ نَفْسَهُ فَسُمُّهُ فِي يَدِهِ يَتَحَسَّاهُ فِي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِدًا مُخَلَّدًا فِيهَا أَبَدًا وَمَنْ قَتَلَ نَفْسَهُ بِحَدِيدَةٍ فَحَدِيدَتُهُ فِي يَدِهِ يَجَأُ بِهَا فِي بَطْنِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِدًا مُخَلَّدًا فِيهَا أَبَدًا
7.Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kendisini dağdan aşağıya atıp da canına kıyan kimse, cehennem ateşi içinde ebedi ve daimi olarak yuvarlanıp duracaktır. Zehir yutup da canına kıyan kimse, o zehiri cehennem ateşi içinde ebedi ve daimi olarak[20] yutmaya çalışacaktır. Kendisini bir demir parçasıyla öldüren kimse ise, elinde o demir parçası olduğu halde, onu karnına saplar bir vaziyette cehennem ateşinde ebedi olarak kalacaktır.[21]
Bu hadisi(n bu şekildeki metnin)i; Buhârî, Müslim, Tirmizî ile Nesâî rivayet etmiştir:
Yalnız Nesâî, بِحَدِيدَةٍ"bir demir parçası" ifadesinden sonra كَانَتْ حَدِيدَتُهُ يَجَأُُ بِهَا فِي بَطْنِهِ"Demir parçasını karnına saplayarak" ilavesi yer almakta­dır.[22]
Ebu Dâvud ise, (bu hadisin) "zehir" ile ilgili bölümünü rivayet etmiştir. Konu ile ilgili hadisin lafzı şu şekildedir:
مَنْ حَسَا سُمًّا فَسُمُّهُ فِي يَدِهِ يَتَحَسَّاهُ فِي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِدًا مُخَلَّدًا فِيهَا أَبَدًا
"Zehir yutup canına kıyan kimse, o zehir (kadehin)i elinde, cehennem ateşi içinde ebedi ve daimi olarak yutmaya çalışacaktır."[23]
 
 
6. DİN KARDEŞİNİ KAFİRLİKLE İTHAM EDEN
KİMSENİN DURUMU
 (8) عَنْ أَبِي قِلَابَةَ عَنْ ثَابِتِ بْنِ الضَّحَّاكِ رَضِي اللَّه عَنْه, أَخْبَرَهُ أَنَّهُ بَايَعَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ وَأَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: مَنْ حَلَفَ بِمِلَّةٍ غَيْرِ الْإِسْلَامِ كَاذِبًا مُتَعَمِّدًا فَهُوَ كَمَا قَالَ وَمَنْ قَتَلَ نَفْسَهُ بِشَيْءٍ عُذِّبَ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ, وَلَيْسَ عَلَى الرَّجُلِ نَذْرٌ فِيمَا لَا يَمْلِكُ
8. Ebu Kılâbe yoluyla Sâbit ibnu'd-Dahhâk (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Sâbit, Ebu Kılâbe'ye; Resulullah (s.a.v)'e, ağacın altında[24] bey'at ettiğini ve Allah Rasulunun şöyle dediğini haber verdi:
- 'Kim İslam'dan başka bir din adına yalan yere kasten yemin eder­se, o kimse, dediği gibi (o dinden) olur.[25] Kim de kendini herhangi bir şeyle öldürürse, kıyamet günü (kendini öldürdüğü) o şeyle azab olu­nur.[26] Kişi, sahip olmadığı bir şey hususunda adakta[27] bulunamaz' bu­yur­muştu."[28]
 Bir rivayette ise,şu ilave yer almaktadır:
وَلَعْنُ الْمُؤْمِنِ كَقَتْلِهِ وَمَنْ رَمَى مُؤْمِنًا بِكُفْرٍ فَهُوَ كَقَتْلِهِ وَمَنْ ذَبَحَ نَفْسَهُ بِشَيْءٍ ذُبِحَ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
"Mümin kimseye lanet etmek, onu öldürmek gibidir.[29] Herkim, mümin bir kimseyi küfürle itham ederse, onu öldürmüş gibidir. Kim kendisini herhan­gi bir şeyle keserse, kıyamet gününde, o şeyle kesilir."[30]
 Diğer bir rivayette ise, şu ilave yer almaktadır:
وَمَنِ ادَّعَى دَعْوَى كَاذِبَةً لِيَتَكَثَّرَ بِهَا لَمْ يَزِدْهُ اللَّهُ إِلَّا قِلَّةً
"Kim malını çok göstermek için yalan yere bir şey iddia ederse, Allah, o kimsenin malını daha ziyade azaltmaktan başka bir şey[31] yapmaz."[32]
Tirmizî'nin bir rivayetinde ise, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
 لَيْسَ عَلَى الْمَرْءِ نَذْرٌ فِيمَا لَا يَمْلِكُ وَلَاعِنُ الْمُؤْمِنِ كَقَاتِلِهِ وَمَنْ قَذَفَ مُؤْمِنًا بِكُفْرٍ فَهُوَ كَقَاتِلِهِ وَمَنْ قَتَلَ نَفْسَهُ بِشَيْءٍ عَذَّبَهُ اللَّهُ بِمَا قَتَلَ بِهِ نَفْسَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
"Kişi, sahip olmadığı bir şey hususunda adakta bulunamaz. Mümine lanet eden kimse, onu öldüren gibidir. Bir mümini kafirlikle itham eden kişi, onu öldüren gibidir. Herhangi bir şeyle kendini öldüren kişiye, Allah, kıyamet gününde, kendini öldürdüğü şeyle azab edecektir."[33]
Bazı rivayetlerde, Hz. Peygamber (s.a.v)'in  فِيمَا لَا يَمْلِكُ"Sahip olma­dı­­ğı bir şey hususunda…" ifadesi yer almaktadır.[34]
 
 
7. İMAN'IN, GÜNAHLARLA AZALMASI VE GÜNAH İŞLEYEN
KİMSENİN KÂMİL BİR MÜ'MİN OLMAMASI
  (9)عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِي اللَّه عَنْه قَالَ: إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: لَا يَزْنِي الزَّانِي حِينَ يَزْنِي وَهُوَ مُؤْمِنٌ, وَلَا يَسْرِقُ السَّارِقُ حِينَ يَسْرِقُ وَهُوَ مُؤْمِنٌ, وَلَا يَشْرَبُ الْخَمْرَ حِينَ يَشْرَبُهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ,
 قَالَ: يَعْنِي أَبَا بَكْر الرَّاوِيّ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ – وَكَانَ أَبُو هُرَيْرَةَ يُلْحِقُ مَعَهُنَّ - وَلَا يَنْتَهِبُ نُهْبَةً ذَاتَ شَرَفٍ يَرْفَعُ النَّاسُ إِلَيْهِ فِيهَا أَبْصَارَهُمْ حِينَ يَنْتَهِبُهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ
9. Ebu Hureyre (r.a)'dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Zina eden kimse, zina ederken, mümin olarak zina etmez. Hır­sız­lık yapan kimse, hırsızlık yaparken, mümin olarak hırsızlık yapmaz. İç­­ki içen kimse de, içki içerken, mümin olarak içmez."[35]
(İbn Şihâb) der ki:(Hadisin) ravisi Ebu Bekr, Ebu Hureyre'den naklen der ki: "Ebu Hureyre, bu sözlere: 'İnsanların gözleri önünde kıymetli bir şeyi zorla yağma eden kimse, yağma ederken, mümin olarak yağma et­mez' ifadesini eklemiştir."[36]
(Hadisin lafzı Müslim'e aittir.)[37]
Benzeri bir rivayette,ذَاتَ شَرَفٍ"değerli bir şey" ifadesi düşmüştür.[38]
Başka bir rivayette ise, يَرْفَعُ النَّاسُ إِلَيْهِ فِيهَا أَبْصَارَهُمْ "İnsanların gözleri önünde yağma eden kimse" ifadesi düşmüştür.
Diğer bir rivayette ise, şu ilave vardır:
وَلَا يَغُلُّ أَحَدُكُمْ حِينَ يَغُلُّ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَإِيَّاكُمْ إِيَّاكُمْ
"Sizden biriniz ganimete hainlik ederken, mümin olarak hainlik etmez. Do­layısıyla (ganimetten mal aşırmaktan) sakının! Sakının!"[39]
Müslim'in rivayetinde, حِينَ يَشْرَبُهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ"İçkiyi içerken, mümin ola­rak" ifadesinden sonra وَالتَّوْبَةُ مَعْرُوضَةٌ بَعْدُ"Tevbe (kapısı), henüz açıktır"[40] ifadesi, ilave olarak gelmemiştir.[41]
Tirmizî'nin rivayeti ise, şu şekildedir:
لَا يَزْنِي الزَّانِي حِينَ يَزْنِي وَهُوَ مُؤْمِنٌ, وَلَا يَسْرِقُ السَّارِقُ حِينَ يَسْرِقُ وَهُوَ مُؤْمِنٌ, وَلَكِنَّ التَّوْبَةَ مَعْرُوضَةٌ
"Zina eden kimse, zina ederken, mümin olarak zina etmez. Hırsızlık ya­pan kimse, hırsızlık yaparken, mümin olarak hırsızlık yapmaz. Fakat tevbe (ka­­pısı) açıktır."[42]
Nesâî'nin rivayeti de, şu şekildedir:
 لَا يَزْنِي الزَّانِي وَهُوَ مُؤْمِنٌ, وَلَا يَسْرِقُ وَهُوَ مُؤْمِنٌ, وَلَا يَشْرَبُ الْخَمْرَ وَهُوَ مُؤْمِنٌ وَذَكَرَ رَابِعَةً فَنَسِيتُهَا فَإِذَا فَعَلَ ذَلِكَ خَلَعَ رِبْقَةَ الْإِسْلَامِ مِنْ عُنُقِهِ فَإِنْ تَابَ تَابَ اللَّهُ عَلَيْهِ
"Zina eden kimse, mümin olarak zina etmez. Mümin olarak hırsızlık yap­maz. Mümin olarak içki içmez. (Ebu Hureyre der ki: Dördüncü bir şey daha söy­ledi. Fakat ben onu unuttum.) Bunları yapan kimse, İslam'ın bağları­nı ko­parmış olur. Eğer tevbe ederse, Allah onun tevbesini kabul eder."[43]
 
 
8. İSLAM'IN ŞARTLARI[44]
 (10) عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ رَضِي اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: بَيْنَمَا نَحْنُ جُلُوسٌ مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي الْمَسْجِدِ, إِذْ دَخَلَ رَجُلٌ عَلَى جَمَلٍ, ثُمَّ أَنَاخَهُ فِي الْمَسْجِدِ, ثُمَّ عَقَلَهُ, ثُمَّ قَالَ ( لَهُمْ) أَيُّكُمْ مُحَمَّدٌ؟ وَالنَّبِيُّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُتَّكِئٌ بَيْنَ ظَهْرَانَيْهِمْ, فَقُلْنَا: هَذَا الرَّجُلُ الْأَبْيَضُ الْمُتَّكِئُ, فَقَالَ لَهُ ( الرَّجُلُ): يَا ابْنَ عَبْدِالْمُطَّلِبِ؟ فَقَالَ لَهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: قَدْ أَجَبْتُكَ؟ فَقَالَ الرَّجُلُ لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنِّي سَائِلُكَ فَمُشَدِّدٌ عَلَيْكَ فِي الْمَسْأَلَةِ فَلَا تَجِدْ عَلَيَّ فِي نَفْسِكَ. فَقَالَ: سَلْ عَمَّا بَدَا لَكَ. فَقَالَ: أَسْأَلُكَ بِرَبِّكَ وَرَبِّ مَنْ قَبْلَكَ اللَّهُ أَرْسَلَكَ إِلَى النَّاسِ كُلِّهِمْ؟ فَقَالَ: اللَّهُمَّ نَعَمْ. قَالَ: أَنْشُدُكَ بِاللَّهِ, اللَّهُ أَمَرَكَ أَنْ تُصَلِّيَ الصَّلَوَاتِ الْخَمْسَ فِي الْيَوْمِ وَاللَّيْلَةِ؟ قَالَ: اللَّهُمَّ نَعَمْ. قَالَ: أَنْشُدُكَ بِاللَّهِ أَاللَّهُ أَمَرَكَ أَنْ تَصُومَ هَذَا الشَّهْرَ مِنَ السَّنَةِ؟ قَالَ: اللَّهُمَّ نَعَمْ. قَالَ: أَنْشُدُكَ بِاللَّهِ, اللَّهُ أَمَرَكَ أَنْ تَأْخُذَ هَذِهِ الصَّدَقَةَ مِنْ أَغْنِيَائِنَا فَتَقْسِمَهَا عَلَى فُقَرَائِنَا؟ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اللَّهُمَّ نَعَمْ. فَقَالَ الرَّجُلُ: آمَنْتُ بِمَا جِئْتَ بِهِ وَأَنَا رَسُولُ مَنْ وَرَائِي مِنْ قَوْمِي, وَأَنَا ضِمَامُ بْنُ ثَعْلَبَةَ, أَخُو بَنِي سَعْدِ بْنِ بَكْرٍ
10. Enes b. Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Peygamber (s.a.v) ile birlikte mescitte oturduğumuz bir sırada deve üstünde bir kimse gelip devesini mescide çökertip sonrada onu bağladı. Ondan sonra:
- 'Muhammed hanginizdir?' diye sordu. Peygamber (s.a.v), sahabilerin arasında dayanmış oturuyordu. Ona:
- 'İşte dayanmış olan şu beyaz kimsedir' dedik. Adam:
- 'Ey Abdulmuttalib'in oğlu!' diye hitap etti. Hz. Peygamber (s.a.v):
- 'Seni dinliyorum' dedi. Adam:
- 'Ben sana bazı şeyler soracağım. Fakat soracaklarım pek ağırdır. Gönlün, bana incinmesin' dedi. Hz. Peygamber (s.a.v):
- 'Aklına geleni sor?' dedi. Adam:
- 'Senin ve senden öncekilerin Rabbi aşkına, seni bütün insanlara (pey­gamber olarak) Allah mı gönderdi?' diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v):
- 'Allah'ım, evet' diye cevap verdi. Adam:
- 'Allah aşkına, bir gün ve bir gece içinde beş vakit namaz kılmanı sana Allah mı emretti?' diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v):
- ' Allah'ım, evet' diye cevap verdi. Adam:
- 'Allah aşkına, yılın şu bilinen ayında oruç tutmanı sana Allah mı emretti?' diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v):
- ' Allah'ım, evet' diye cevap verdi. Adam:
- 'Allah aşkına, şu zekatı zenginlerimizden alıp da fakirlerimize da­ğıtmanı sana Allah mı emretti?' diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v):
- ' Allah'ım, evet' diye cevap verdi. Adam:
- 'Sen ne getirdin ise, ben ona iman ettim. Kavmimden geride ka­lan­ların elçisiyim. Ben, Sa'd b. Ebi Bekr oğullarının kardeşi Dımâm ibn Sa'lebe'yim'[45] dedi. "[46]
Müslim'in rivayetinde, Enes b. Mâlik şöyle der:
نُهِينَا أَنْ نَسْأَلَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ شَيْءٍ فَكَانَ يُعْجِبُنَا أَنْ يَجِيءَ الرَّجُلُ مِنْ أَهْلِ الْبَادِيَةِ الْعَاقِلُ فَيَسْأَلَهُ وَنَحْنُ نَسْمَعُ فَجَاءَ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ الْبَادِيَةِ, فَقَالَ: يَا مُحَمَّدُ أَتَانَا رَسُولُكَ فَزَعَمَ لَنَا أَنَّكَ تَزْعُمُ أَنَّ اللَّهَ أَرْسَلَكَ, قَالَ: صَدَقَ, قَالَ: فَمَنْ خَلَقَ السَّمَاءَ, قَالَ: اللَّهُ, قَالَ: فَمَنْ خَلَقَ الْأَرْضَ, قَالَ: اللَّهُ, قَالَ: فَمَنْ نَصَبَ هَذِهِ الْجِبَالَ وَجَعَلَ فِيهَا مَا جَعَلَ, قَالَ: اللَّهُ, قَالَ: فَبِالَّذِي خَلَقَ السَّمَاءَ وَخَلَقَ الْأَرْضَ وَنَصَبَ هَذِهِ الْجِبَالَ آللَّهُ أَرْسَلَكَ, قَالَ: نَعَمْ, قَالَ: وَزَعَمَ رَسُولُكَ أَنَّ عَلَيْنَا خَمْسَ صَلَوَاتٍ فِي يَوْمِنَا وَلَيْلَتِنَا, قَالَ: صَدَقَ, قَالَ: فَبِالَّذِي أَرْسَلَكَ آللَّهُ أَمَرَكَ بِهَذَا, قَالَ: نَعَمْ, قَالَ: وَزَعَمَ رَسُولُكَ أَنَّ عَلَيْنَا زَكَاةً فِي أَمْوَالِنَا, قَالَ: صَدَقَ, قَالَ: فَبِالَّذِي أَرْسَلَكَ آللَّهُ أَمَرَكَ بِهَذَا, قَالَ: نَعَمْ, قَالَ: وَزَعَمَ رَسُولُكَ أَنَّ عَلَيْنَا صَوْمَ شَهْرِ رَمَضَانَ فِي سَنَتِنَا, قَالَ: صَدَقَ, قَالَ: فَبِالَّذِي أَرْسَلَكَ آللَّهُ أَمَرَكَ بِهَذَا, قَالَ: نَعَمْ, قَالَ: وَزَعَمَ رَسُولُكَ أَنَّ عَلَيْنَا حَجَّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلًا, قَالَ: صَدَقَ, قَالَ: ثُمَّ وَلَّى, قَالَ: وَالَّذِي بَعَثَكَ بِالْحَقِّ لَا أَزِيدُ عَلَيْهِنَّ وَلَا أَنْقُصُ مِنْهُنَّ, فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَئِنْ صَدَقَ لَيَدْخُلَنَّ الْجَنَّةَ
"Resulullah (s.a.v)'e bir şey sormaktan yasaklanmıştık.[47] Bundan dolayı çöl halkından aklı başında bir adam gelerek biz de dinlemek şartıyla Hz. Peygamber (s.a.v)'e soru sorması çok hoşumuza giderdi. Derken çöl hal­kın­dan bir adam gelip:
- 'Ey Muhammed! Bize senin elçin gelip şöyle bir söz söyledi. Gü­ya sen, Allah'ın seni peygamber olarak gönderdiği iddiasında bulu­nu­yormuşsun öyle mi?' dedi. Resulullah (s.a.v):
- '(Evet,) doğru söylemiş' buyurdu. O zat:
- 'Şu halde gökyüzünü yaratan kimdir?' diye sordu. Resulullah (s.a.v):
- 'Allah'tır' buyurdu. O zat:
- 'Ya yeri kim yaratmıştır?' diye sordu. Resulullah (s.a.v):
- 'Allah'tır' buyurdu. Adam:
- '(Peki) şu dağları kim (bu şekilde) dikti ve onlarda her ne yarattı ise kim yarattı?' diye sordu. Resulullah (s.a.v):
- 'Allah'tır' buyurdu. Adam:
- 'Öyleyse gökyüzünü ve yeri yaratan, şu dağları diken Allah aş­kına seni Allah mı (peygamber olarak) gönderdi?' diye sordu. Resu­lullah (s.a.v):
- 'Evet' buyurdu. Adam:
- 'Hem senin elçin, bize, günümüz ve gecemizde beş vakit namazın farz olduğunu söyledi?' dedi. Resulullah (s.a.v):
- 'Doğru söylemiş' buyurdu. Adam:
- 'Öyleyse seni gönderen Allah aşkına, bunu sana Allah mı emretti' di­ye sordu. Resulullah (s.a.v):
- 'Evet' cevabını verdi. Adam:
- 'Elçinbize, mallarımızdan zekat vermenin farz olduğunu söyledi' de­­di. Resulullah (s.a.v):
- 'Doğru söylemiş' buyurdu. Adam:
 - 'Seni gönderen Allah aşkına, bunu sana Allah mı emretti' diye sor­du. Resulullah (s.a.v):
- 'Evet' cevabını verdi. Adam:
- 'Elçin bize, yılda bir, Ramazan ayı orucunun farz olduğunu söy­ledi' dedi. Resulullah (s.a.v):
- 'Doğru söylemiş' buyurdu. Adam:
 - 'Seni gönderen Allah aşkına, bunu sana Allah mı emretti' diye sor­du. Resulullah (s.a.v):
- 'Evet' cevabını verdi. Adam:
- 'Elçin bize, yoluna gücü yetenlerimize Beyt(ullah)ı hac etmenin farz olduğunu söyledi.' Resulullah (s.a.v):
- 'Doğru söylemiş' buyurdu.
Enes der ki: Sonra o adam:
- 'Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, bu farz­lardan fazla ve eksik yapmam' diyerek dönüp gitti. Bunun üzerine Hz. Peygam­ber (s.a.v):
- 'Yemin olsun ki, eğer bu adam doğru söyledi ise, mutlaka cennete girer' buyurdu."[48]
Tirmizî, Müslim'in rivayetine benzerbir rivayeti nakletmiştir.[49]
Nesâî'de, Buhârî ile Müslim'in rivayetine benzer bir rivayeti naklet­miş­tir.[50]
Ebu Dâvud'da, Buhârî'nin rivayet ettiği hadisin baş tarafından إِنِّي سَائِلُكَ"sana (bir şeyler) soracağım" ifadesine kadar rivayet edip daha sonra şöyle demiştir:  "Bundan sonra Enes, hadisin tamamını zikretmiştir."[51]
9. YÜCE ALLAH'A İMAN ETME
  (11) عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ: أَتَتْهُ امْرَأَةٌ تَسْأَلُهُ عَنْ نَبِيذِ الْجَرِّ, فَقَالَ: إِنَّ وَفْدَ عَبْدِ الْقَيْسِ أَتَوْا رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ, فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنِ الْوَفْدُ أَوْ مَنِ الْقَوْمُ؟ قَالُوا: رَبِيعَةُ. قَالَ: مَرْحَبًا بِالْقَوْمِ أَوْ بِالْوَفْدِ غَيْرَ خَزَايَا وَلَا النَّدَامَى, قَالَ: فَقَالُوا: يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّا نَأْتِيكَ مِنْ شُقَّةٍ بَعِيدَةٍ وَإِنَّ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ هَذَا الْحَيَّ مِنْ كُفَّارِ مُضَرَ وَإِنَّا لَا نَسْتَطِيعُ أَنْ نَأْتِيَكَ إِلَّا فِي شَهْرِ الْحَرَامِ فَمُرْنَا بِأَمْرٍ فَصْلٍ نُخْبِرْ بِهِ مَنْ وَرَاءَنَا نَدْخُلُ بِهِ الْجَنَّةَ, قَالَ: فَأَمَرَهُمْ بِأَرْبَعٍ وَنَهَاهُمْ عَنْ أَرْبَعٍ. قَالَ: أَمَرَهُمْ بِالْإِيمَانِ بِاللَّهِ وَحْدَهُ. وَقَالَ: هَلْ تَدْرُونَ مَا الْإِيمَانُ ؟ قَالُوا: اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ. قَالَ: شَهَادَةُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ وَإِقَامُ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءُ الزَّكَاةِ وَصَوْمُ رَمَضَانَ وَأَنْ تُؤَدُّوا خُمُسًا مِنَ الْمَغْنَمِ؛ وَنَهَاهُمْ عَنِ الدُّبَّاءِ وَالْحَنْتَمِ وَالْمُزَفَّتِ وَالنَّقِيرِ. قَالَ شُعْبَةُ: وَرُبَّمَا قَالَ: الْمُقَيَّرِ وَقَالَ: احْفَظُوهُ وَأَخْبِرُوا بِهِ مِنْ وَرَائِكُمْ
11.Abdullah İbn Abbâs (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Bir kadın, Abdullah ibn Abbâs'a, küpte yapılan şırayı (=nebîzi) sor­du. Bunun üzerine Abdullah İbn Abbâs şöyle dedi:
- 'Abdulkays kabilesinin heyeti,[52] Hz. Peygamber (s.a.v)'in yanına gel­mişti. Hz. Peygamber (s.a.v):
- 'Bu gelen heyet ya da kavim kimlerdir?' diye sordu. (Yanında bu­lunan kimseler:)
- 'Rebîalılar' dediler. Hz. Peygamber (s.a.v):
- 'Ey gelen heyet ya da kavim! Hoş geldiniz. (İnşallah) bu ziya­ret­ten ötürü memnun kalır, pişman olmazsınız' buyurdu. (Gelen kim­se­ler):
- 'Ey Allah'ın resulü! Doğrusu biz, uzak bir yerden geliyoruz. Si­zin­le bizim aramızda şu kâfir kabile Mudarlılar var. Bu sebeple yanınıza ancak haram ayında gelmeye güç yetirebiliyoruz. Dolayısıyla bi­ze, (ke­sin ve) açık bir amel emret ki, hem bu ameli geride bırak­tık­la­rı­mıza da öğretelim ve hem de bu amelle cennete girelim' dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), onlara dört hususu emretti[53] ve dört hususu da yasakladı. (Emrettiği hususlar şunlar:)
(İlk önce) onlara tek olan Allah'a iman etmeyi emretti ve (daha sonra da onlara:)
- 'İman nedir biliyor musunuz?' diye sordu. Onlar da.
- 'Allah ve Resûlü daha iyi bilir!' dediler.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
- 'Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şahâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmak, harpte elde edilen ganimetten beşte birini ödemenizdir' buyurdu.
Resûlullah (s.a.v), onlara, (şıra yapmada kullandıkları şu kapları kullanmalarını) yasakladı: Dubbâ (=su kabağından yapılmış testiler), Hantem (=top­raktan yapılmış küp), Müzeffet (=içi ziftle yada katranla cilalanmış kap), Nakîr (=hurma kökünden ayrılan çanak).[54]
Hadisin ravisi Şu'be: 'Galiba Mukayyer'den de' dedi.
Resûlullah (s.a.v): 'Bunları iyi anlayın ve geride kalanlarınıza haber ve­rin' buyurdu."[55]
Benzer bir rivayette, şu ifade yer almaktadır:
أَنْهَاكُمْ عَنْ أَرْبَعٍ عَمَّا يُنْبَذُ فِي الدُّبَّاءِ وَالنَّقِيرِ وَالْحَنْتَمِ وَالْمُزَفَّتِ
"Dubbâ, Nakîr, Hantem, Müzeffet'te şıra yapmayı size yasaklıyorum."[56]
Bir rivayette ise, şu ilave vardır:
وَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ لِلأَشَجِّ _ أَشَجّ بْن عَبْدِ الْقَيْسِ _ : إِنَّ فِيكَ خَصْلَتَيْنِ يُحِبُّهُمَا اللَّهُ تَعَالَى: اَلْحِلْمَ وَالإِنَاةَ
"Resulullah (s.a.v), Eşecc b. Abdulkays'a:
- 'Sende iki özellik var ki, Allah, senin bu iki özelliğini sever. Bunlar: Yumuşak huyluluk ve acele etmemek' buyurdu."[57]
Başka bir rivayette ise, şu ilave vardır:
شَهَادَةِ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَعَقَدَ وَاحِدَةً
"Allah'tan başka ilah yoktur" (buyurmuş, daha sonra da) bir parmağını yummuştur".[58]
Tirmizî ise, hadisin bir kısmını rivayet etmiş olup rivayet ettiği hadisin laf­zı şu şekildedir:
لَمَّا قَدِمَ وَفْدُ عَبْدِ الْقَيْسِ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالُوا: إِنَّا هَذَا الْحَيَّ مِنْ رَبِيعَةَ وَلَسْنَا نَصِلُ إِلَيْكَ إِلَّا فِي أَشْهُرِ الْحَرَامِ فَمُرْنَا بِشَيْءٍ نَأْخُذُهُ عَنْكَ وَنَدْعُو إِلَيْهِ مَنْ وَرَاءَنَا. فَقَالَ: آمُرُكُمْ بِأَرْبَعٍ الْإِيمَانِ بِاللَّهِ ثُمَّ فَسَّرَهَا لَهُمْ شَهَادَةُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَنِّي رَسُولُ اللَّهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ وَأَنْ تُؤَدُّوا خُمْسَ مَا غَنِمْتُمْ
"Abdulkays heyeti, Resulullah (s.a.v)'e geldiği zaman:
- 'Biz Rebia'nın şu kabilesi (nin bir kolu)yuz. Fakat biz sana ancak haram ay­­larda gelebiliyoruz. Bize öyle bir şey emret ki, onu senden alalım ve ar­ka­mız­­­­­da olanları da ona davet edelim' dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
- 'Size dört hususu emrediyorum: 'Allah'a iman.' Sonra bunu, on­la­ra: 'Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın resulü olduğuna şa­­­hadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek ve elde ettiğiniz ga­ni­me­tin beşte birini vermeniz'[59]şeklinde açıkladı."[60]
Nesâî ve Ebu Dâvud, bu hadisi uzunca bir şekilde rivayet etmiştir. Ha­di­sin baş kısmı şu şekildedir:
قَدِمَ وَفْدُ عَبْدِ الْقَيْسِ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ, فَقَالُوا: إِنَّا هَذَا الْحَيَّ مِنْ رَبِيعَةَ وَلَسْنَا نَصِلُ إِلَيْكَ إِلَّا فِي الشَّهْرِ الْحَرَامِ فَمُرْنَا بِشَيْءٍ نَأْخُذُهُ عَنْكَ وَنَدْعُو إِلَيْهِ مَنْ وَرَاءَنَا
"Abdulkays heyeti, Resulullah (s.a.v)'e gelip:
- 'Biz Rebia'nın şu kabilesi (nin bir kolu)yuz. Fakat biz sana ancak haram aylarda gelebiliyoruz. Bize öyle bir şey emret ki, onu senden alalım ve arkamızda olanları da ona davet edelim' dediler."[61]
Bu hadis, Buhârî ve Müslim'in rivayetine benzemektedir.
Ebu Dâvud'un diğer bir rivayetinde, وَالنَّقِيرُ وَالْمُقَيَّرُ لَمْ يَذْكُرِ الْمُزَفَّتَ "Nakîr ve Mukayyer (kelimelerini rivayet etti. Fakat) Müzeffet (kelimesini) rivayet etmedi" ifadesi yer almaktadır.[62]
Yine Ebu Dâvud'un başka bir rivayeti ise, muhtasar olarak Tirmizî'nin ri­va­yetine benzemektedir. Fakat bu hadisin baş kısmı şu şekildedir:
إِنَّ وَفْدَ عَبْدِ الْقَيْسِ لَمَّا قَدِمُوا عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمَرَهُمْ بِالْإِيمَانِ بِاللَّهِ. قَالَ: أَتَدْرُونَ مَا الْإِيمَانُ بِاللَّهِ؟ قَالُوا: اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ. قَالَ: شَهَادَةُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ .... وَأَنْ تُعْطُوا الْخُمْسَ مِنَ الْمَغْنَمِ
"Abdulkays heyeti, Resulullah (s.a.v)'e geldiği zaman, (Hz. Peygamber) on­lara (ilk önce) Allah'a imanı emredip:
- 'Allah'a iman nedir biliyor musunuz?' buyurdu. Onlarda:
- 'Allah ve resulü daha iyi bilir' dediler. Hz. Peygamber (s.a.v):
- 'Allah'tan başka ilah olmadığına …..' (ve hadisin sonunda ise,) 'gani­met mallarının beşte birini[63] vermeniz' buyurdu."[64]


[1]    "İman" kelimesi, sözlükte; bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini ka­bullenmek, gönül huzuruyla benimsemek, karşısındakine güven vermek, güvenlikte olmak, şüpheye yer vermeyecek biçimde içten yürekten inanmak" anlamlarına gelir.
Terim olarak ise; Hz. Peygamber (s.a.v)'i, yüce Allah'ın getirdiği kesin olarak bilinen hüküm­ler (=zarûrât-ı diniyye)de tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir.
İmanın hakikati ve özü, kalbin tasdikidir. Kalbin tasdiki, imanın değişmeyen aslî unsurudur. Yalnız kalpte neyin gizli olduğunu insanlar bilemediği için, kalpteki inancın dil ile söylenip açığa vurulması, o kişinin, dünyada bu söz ve ikrarına göre bir işleme tabi tutulması gerekmektedir. Bu sebeple kalpte bulunan inancın dil ile ifade edilmesi, imanın bir parçası değil adeta onun dünyevi şartıdır.
      Amel: İradeye dayalı iş, davranış ve eylem demektir. Esasen tasdik ve ikrar da birer eylemdir. Ancak amel deyince daha çok kalp ile dil dışında kalan organların ameli anlaşılmaktadır. Bu durumda iman ve amel birbirinden ayrı şeyler olmasına, amelin imanın bir parçası olmamamsına rağmen her ikisi arasında çok sıkı bir bağ ve ilişki bulunmaktadır. Çünkü amelin geçerli olabilmesi için iman şart kılınmaktadır.
     Kur'an'ın bir çok ayetinde iman ile Salih amel yan yana zikredilmiş, müminlerin salih amelleri işleyerek maddi-manevi gelişmelerini sağlamaları ısrarla istenmiştir. Çünkü düşünce ve kalp alanından eylem ve hareket alanına çıkamamış olan iman, meyvesiz bir ağaca benzer. Kalpte mevcut olan iman ışığının hiç sönmeden parlaması ve giderek gücünü artırması, salih amellerle mümkün olur. Ayrıca imanın olgunluğuna ermesi, imanı üstün bir dereceye getirmek ve böyle iman sahiplerine Allah'ın vaat ettiği sonsuz nimetlere kavuşmak için de amel gereklidir.
      İnsan sadece inanılması gerekli hususları tasdik edip ameli umursamayan bir tavır sergileyip yasakları çiğnerse, dine, Allah'a ve Peygamber'ine olan bağlılığı yavaş yavaş azalır. Günün birinde kalbindeki iman ışığı da sönüp gider. O halde amelin, hem imanı güçlendirmede üstlendiği rol ve hem de müminin cehennem azabından kurtularak nimetlere ulaşmasına aracı olması ve Rabbine karşı kulluk görevini gerçek anlamda yerine getirmesi bakımından önemi çok büyüktür. (ç)
[2]    Bu hadis; imânın, amellerden teşekkül eden bir takım şubeleri ve dalları olduğunu, bu dallardan ve şubelerden tecrid edilmiş bir İmânın kamil bir İmân olmayacağını ifade etmektedir. Ayrıca İmânın yetmiş küsur şubeden meydana geldiği ve İmânın, haya gibi dışa vuran alametleri olduğu ifade edilerek İmânın dışa vuran alametleri olduğu belirtil­miştir.
      Bazı rivayetlerde, "altmış küsur", bazılarında "yetmiş küsur", bazılarında tereddütlü olarak "altmış küsur yada yetmiş küsur", Tirmizî'nin rivayetinde "altmış dört bölüm" olarak geç­mektedir. Ancak burada vurgulanan; sayısal değer değil , İmânın tezahürlerinin sayısal değerlerle kayıtlanamayacağıdır. Zira Arapça’da yetmiş, altmış veya katlarıyla ifade edilen sayısal değerler çokluktan kinaye lafızlardır.
      Kısacası: İmânın kemali, ameller ve tamamı ise taatlerledir. Taatleri benimseyerek bu şubelere katmak, tasdik cümlesinden olup tasdike delil sayılır. (ç)
[3]    Buhârî, İmân 3; Müslim, İmân 57, 58 (35); Ebu Dâvud, Sünnet 14 (4676); Tirmizî, İmân 6 (2614); Nesâî, İmân 16; İbn Mâce, Mukaddime 9 (57); Ahmed b. Hanbel, 2/414, 445
[4]    Buhârî, İmân 3
[5]    Müslim, İmân 58;
22    Tirmizî, İmân 6 (2614)
[6]    Tirmizî, İmân 6 (2614)
[7]    Nesâî, İmân 16
[8]     Muaz'ın Yemen'e vali olarak gönderilmesi, hicretin 9. yılında Tebük gazasından sonra olmuştur. (ç)
[9]    Kitap ehli: Kendilerine Allah tarafından peygamber gönderilen ve kitap indirilen gayri müslimlerdir. Yemenliler de, Kitap ehli idiler. "et-Telvih"de, Yemenlilerin, o sırada Yahudi oldukları kaydedilmektedir.
      Kitap ehli, her ne kadar Allah'ın varlığını kabul etseler bile, Allah'ı mahlukatına benzetip O'nu cisimleştiren Yahudiler ile O'na çocuk ve eş nispet eden Hıristiyanlar, gerçekte, Allah'ı bilmiş değillerdir. Dolayısıyla Resulullah (s.a.v), Muaz'a; onlara ilk önce kelime-i şahadeti teklif etmesini, daha sonra da namazın ve Zekâtın onlara farz olduğunu bildirmesini iste­miş­tir.
      Oruç hicretin 2. yılında, hac ise hicretin 9. yılında farz kılınmasına rağmen hadiste geçme­me­si ile ilgili olarak İbnu's-Salah (ö. 643/1245), bunun, ravilere ait bir hata oldu­ğu­nu belirtir. (ç)
[10]    En kıymetli mallardan Zekât alınmamasının nedeni; mal sahiplerine bir lütuf ve onların kalplerini İslam'a ısındırmaktır. (ç)
[11]    Buhârî, Zekât 1, Meğâzî 60; Müslim, İmân 29 (19); Ebu Dâvud, Zekât 5 (1584); Tirmizî, Zekât 6 (625); Nesâî, Zekât 1, 46; İbn Mâce, Zekât 1 (1783); Ahmed b. Hanbel, 1/233
[12]   Buhârî, Zekât 41, Tevhid 1
[13]   Yüce Allah, insanın gönlünden geçirip de uygulama sahasına koymadığı kötü düşüncelerden sorumlu tutmamıştır. İslam'ın ilk yıllarında Müslümanlar,bu çeşit düşüncelerden dolayı en­dişeleniyorlardı. Fakat yüce Allah, "Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez" (Bakara: 2/286) ayetiyle Müslümanları bu endişelerden kurtarmıştır. (ç)
[14]    Buhârî, Eymân 15, Itk 6; Müslim, İmân 201, 202 (127); Ebu Dâvud, Talâk 14 (2209); Tirmizî, Talâk 8 (1183); Nesâî, Talâk 22; İbn Mâce, Talâk 14 (2040); Ahmed b. Hanbel, 2/398, 425, 474, 481, 491
[15]   Buhârî, Itk 6
[16]   Ebu Dâvud, Talâk 14 (2209)
[17]   Resulullah (s.a.v), hicretin 11. yılında Rebiülevvel ayının 12'sinde Pazartesi günü öğleye doğru vefat etmiş, Benu Sâide Sakifesi denilen yerde bir araya gelen Müslümanların is­tişaresi sırasında Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekr'e hemen orada beyat etmiş, ondan sonrada oradakilerin hepsi Hz. Ebu Bekr'e beyat etmişlerdi. Böylece Hz. Ebu Bekr halife seçilmiş oldu.
      O sırada bazı Müslüman gruplar, dinden dönmeye başlamışlardı. Hattabî (ö. 388/998)'ye göre, bunlar 2 sınıftır:
      1. Dinden Tamamen Dönenler: a. Müseylimetu'l-Kezzâb'ın peygamberlik iddiasını tasdik eden Benu Hanife ile Esvedu'l-Ansî'ye uyanlar. Bunların hepsi, Hz. Muhammed (s.a.v)'in peygamberliğini inkar ediyorlardı. Hz. Ebu Bekr, onlarla savaşıp Müseylimetu'l-Kezzâb'ı Yemame'de, Esvedu'l-Ansî'yi de San'a'da öldürttü. Onlara uyanların çoğu, öldürüldü. Ka­lanlar ise kaçıp dağıldılar.
      b. Dinin bütün hükümlerini inkar edip namaz-Zekât gibi ibadetleri terk edenler. Bunlar, cahiliyet dönemindeki eski hallerine dönmüşlerdi.
      2. Namaz ile Zekâtı Birbirinden Ayıranlar: Bunlar, namazın farz olduğunu kabul ediyor, fakat Zekâtı vermiyorlardı. Bunların içinde Zekât vermek isteyip de reislerinden korktukları için veremeyenler de vardı. Bazıları da, Allah'ın, "onların mallarından, ken­dilerini temizleyeceğin bir Zekât al" (Tevbe: 9/103) hitabını, sadece Hz. Peygamber (s.a.v)'e özgü kılıp Zekât vermekten kaçınmışlardı.
      Sahabe-i kiram, namaz kılmayan kimselerle harp edileceği ile ilgili icması vardı. Hz. Ebu Bekr, Zekâtı namaza kıyas yaparak Zekât vermeyen kimselere savaş açmaya karar ver­mişti.
      Burada, Hz. Ömer'in hadisin genel anlamını dikkate almasına karşın Hz. Ebu Bekr'in kıyasla hüküm vermesi, amm (=genel) bir hükmün kıyasla tahsis edilebileceğine delildir. (ç)
[18]   Buhârî, Zekât 1, İ'tisam 2, İstitâbetu'l-Murteddîn 3; Müslim, İmân 32 (20), 33-35 (21); Ebu Dâvud, Zekât 1 (1556); Nesâî, Zekât 3; Tirmizî, İmân 1 (2610); İbn Mâce, Mukaddime 9 (71); Ahmed b. Hanbel, 2/277, 423, 475, 476, 502
[19]   Buhârî, İ'tisam 2; Müslim, İmân 32 (20)
[20] İntiharın helal olduğuna inanarak bir şekilde canına kıyan kimse ebedi cehennemliktir. Çünkü bu kimse, canına kıymayı helal görmektedir. Bu sebeple de ebedi cehennemde kal­ma­yı hak etmektedir. Fakat nefsine uyarak intihar eden kimse ise ebedi cehennemlik de­ğil­dir. Bunlar hakkında cehennemde ebedi kalmak, uzun müddet orada yanmaktan kina­ye­dir. B.k.z: Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Yayınları, İstanbul 1973, 1/424-426
      Ayrıca Allah Rasulu bu hadisinde, çeşitli metotlarla canına kıyan kimsenin yaptığı bu işin, son derece çirkin bir eylem olduğuna dikkat çekmekte ve inananları bu tür eylemlerden sakındırmak (=terhib) için şiddetli bir cehennem azabı tehdidinde bulunmuştur. (ç)
[21]   Buhârî, Tıb 56; Müslim, İmân 175 (109); Ebu Dâvud, Tıb 11 (3872); Nesâî, Cenâiz 68; Tirmizî, Tıb 7 (2044); İbn Mâce, Tıb 11 (3460); Ahmed b. Hanbel, 2/254, 478
[22]   Nesâî, Cenâiz 68
[23]   Ebu Dâvud, Tıb 11 (3872)
[24] Ağacın altında yapılan bu bey'ata, "Rıdvan Bey'atı" denilir. Bu bey'at, Mekke'ye 8 mil uzaklıkta bulunan Hudeybiye'de büyük bir ağacın altında olmuştur. Bu olayın özeti şu şekildedir:
            Hz. Peygamber (s.a.v), hicretin 6. yılında Zilkade ayında yanında 1400 kadar sahabi olduğu halde umre yapmak amacıyla Mekke'ye doğru yola çıkmıştı. Fakat Kureşliler, Müslümanların Mekke'ye girmelerine engel olmaları üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), Hz. Osman'ı, Kureyşlilerle görüşmesi için Mekke'ye göndermişti. Onun öldürüldüğü söylentileri üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), Kureyşlilerle savaşmaya karar verdi. Bunun için saha­bilerinden, ölünceye kadar savaşacaklarına ve savaş meydanından kaçmayacaklarına dair bu ağacın altında bey'at aldı. Fakat Müslümanlar ile Mekkeliler arasında bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma, İslam Tarihi'nde "Hudeybiye Anlaşması" olarak bilinir. (ç.)
[25]   Bu yeminde maksat; "Şöyle edersem kâfir olayım, Yahudi olayım…" gibi yeminlerdir. Burada tehdit ve azab bakımından mübalağaya işaret vardır. O kişinin, bu sözüyle Yahudi olacağı veya İslam'dan uzak olacağı anlamına gelmez. Hz. Peygamber (s.a.v)'in, "Namazı terk eden kafir olmuştur" sözü de bu şekildedir.
      İbn Hacer (ö. 852/1447) ve Münzirî (ö. 656/1258)'de, bu tür sözlerle yemin eden kimsenin, Yahudi ve kâfir olmayacağı doğrultusundadır.
      Bu tür sözler, şeriat örfünde yemin sayılır mı, sayılmaz mı? Bu sözlerin yerine getiril­memesi halinde kefaret gerekir mi, gerekmez mi meselesi ihtilaflıdır.
     İbnü'l-Cevzî (ö. 597/1200)'ye göre; küfür olan dinlerden birine yemin eden kişi, kâfire benzer.  İmam Şâfiî (ö. 204/819) ile İmam Mâlik (ö. 179/795)'e göre; bu tür sözler yemin olmayıp bu tür bir sözde durmamak kefareti gerektirmez.
       İmam Ebu Hanîfe (ö. 150/767), İmam Ahmed (ö.241/795), Nehaî, (ö. 95/713), Evzâî (ö. 157/774), Sevrî (ö. 161/777) ise bu tür sözlerin yemin mahiyetinde olup bozulması halinde kefaretin gerekli olduğu görüşündedirler. Örneğin, Allah zıhar yapana kefareti emretmiştir. Çünkü zıhar, günah ve yalan bir sözdür. Anılan sözlerle yemin etmek de günahtır. Bundan dolayı kefaret gerekir.
      Bununla ilgili olarak 213 nolu hadise bakabilirsiniz. (ç)  
[26] İnsanın nefsi, mutlak olarak, kendisinin değil, Allah'ındır. Kişi, kendi nefsi hususunda is­tediği gibi tasarrufta bulunmaz. Ancak Allah'ın izin verdiği şekilde tasarrufta bulunabilir.
      Burada insanın, kendisini öldürmesinin günahının başkasını öldürmenin günahı gibi ol­du­ğu anlatılmaktadır.
[27]    Bu, "Allah hastama şifa verirse, filanca kimse hür olsun" sözü gibi. Yine sahibi olmadığı hal­de bir köleyi azad etmek veya başkasının koyununu kurban etmek üzere adakta bulunan kişi, adağını yerine getirmesine gerek yoktur.
      Burada kişi, kendisine ait bir şey üzerinde değil de, başkasına ait bir şey üzerinde tasarruf sahibi olmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla da kişi, başkasıyla ilgili adakta bulunması halinde bu adağını yerine getirmesine gerek yoktur. (ç)
[28] Buhârî, Cenâiz 84, Eymân 7; Müslim, İmân 176-177 (110); Ebu Dâvud, Eymân 7 (3257); Tirmizî, İmân 16 (238); Nesâî, Eymân 7; İbn Mâce, Keffârât 3 (2098); Ahmed b. Hanbel, 4/33, 34
[29] Buradaki benzetme, günah hususundadır. Bazıları da, bunun, haram olması hususunda ol­duğunu söylemişlerdir. Çünkü mümini öldürmek, onu nasıl tasarruftan alıkoyarsa, lanet et­mekte onu rahmetten alı koyar. (ç)
[30] Buhârî, Edeb 44, 73; Müslim, İmân 177 (110)
[31]   Bu ifade, insanın, kendinde olmayan bir şeyi varmış gibi gösterme hususunda her iddiayı kapsamaktadır. Malı yok kendini zengin göstermek, soyunu büyük tanıtmak, alim değilken alim görünmek gibi. (ç)
[32]   Müslim, İmân 176 (110)
[33]   Tirmizî, İmân 16 (238)
[34] Buhârî, Edeb 44; Müslim, İmân 176 (110); Nesâî, Eymân 31; Tirmizî, İmân 16 (238); Ebu Dâvud, Eymân 7 (3257)
[35]    Burada zina yapmak, içki içmek, hırsızlık yapmak, ganimet malından aşırmak gibi günah olan fiilleri yapan kimse, bu yaptıkları eylemleri helal saymadığı müddetçe, onun için tevbe kapısı açıktır. Tevbe ederlerse, cezaları düşer. Tevbe etmeden ölecek olurlarsa, işleri Allah'a kalır. Dilerse affeder, dilemezse affetmez.
      Müminler, bu tür günahları işlemeleri sebebiyle dinden çıkmazlar. Mümindirler, fakat gü­nah­kardırlar. Bu günahları işlemek suretiyle İmânları zayıflar. (ç)
[36] Buhârî, Mezalim 30, Eşribe 1; Müslim, İmân 100 (57); Ebu Dâvud, Sünnet 15 (4689); Tirmizî, İmân 11 (2627); Nesâî, Sârik 1; İbn Mâce, Fiten 3 (3936); Ahmed b. Hanbel, 2/376
[37]   Müslim, İmân 100 (57)
[38] Müslim, İmân 101-102 (57)
[39] Müslim, İmân 103
[40]  Yüce Allah, kullarının, gerek kendi nefislerinden ve gerekse de şeytanın saptırmalarına kar­şı zaaflarını bildiği için günahkarlara bir rahmet olmak üzere tevbe kapısını onlara açık tutmuştur. Can boğaza gelmediği müddetçe, yapılan tevbe her zaman geçerlidir. (ç)
[41]    Müslim, İmân 104
[42]  Tirmizî, İmân 11 (2627)
[43]  Nesâî, Sârik 1
[44] İslam'ın şartlarını belirten hadis, "beş şart" olarak bilinmektedir. Yalnız bunların dışında da­ha başka şartları Kur'anda bulmak mümkündür: İyiliği emredip kötülükten kaçındırma, cihad, adalet, anne-babaya iyi davranma, infak, Peygambere itaat etme gibi.
      Bu beş şart, İslam'ın ibadete yönelik farzlarıdır. Bunun dışında İslam'ın inanç esasları, Mu­amelat (=insanlar arası ilişkiler), Ceza ile ilgili esaslar, Ahlak ile ilgili esaslar, Siyaset ile ilgili esas­lar vb. esaslar vardır. İslam bu şekilde bir bütün olur. Yoksa ibadet ile ilgili beş şart, İsla­m'ın kendisi değildir. (ç)
[45] Dımâm ibn Sa'lebe, Hz. Peygamber (s.a.v)in yanına Mekke'nin fethinden sonra hicretin dokuzuncu yılında gelmiştir. Bu yıl, "Heyetler Yılı" olarak bilinir.
      Dımâm ibn Sa'lebe'nin, Hz. Peygamber (s.a.v)'in yanına gelmeden önce, Müslüman olup ol­madığı konusu ihtilaflıdır. Buhârî (ö. 256/870)'ye göre, Müslüman olup Hz. Peygamber (s.a.v)'e sordukları sorular gerçekte sorular olmayıp tekrar etme mahiyetindedir. Abdullah ibn Abbâs'dan gelen rivayete göre ise; Dımâm'ın, sorularını bitirdikten sonra kelime-i şahadet getirdiği, sonra kavminin yanına dönerek onlara İslamiyeti anlattığı ve hepsinin Müslü­man oldukları kaydedilmektedir. (ç)
[46]  Buhârî, İlm 6; Müslim, İmân 10 (12); Ebu Dâvud, Salât 23 (486); Tirmizî, Zekât 2 (619); Nesâî, Sıyâm 1; İbn Mâce, İkâme 194 (1399); Ahmed b. Hanbel, 3/109
[47]  Sahabiler, Hz. Peygamber (s.a.v)'e çok soru soruyorlardı. Hatta bir defasında Hz. Pey­gam­ber (s.a.v), bazılarının kendisini zor durumda bırakmak için soru sorduklarını his­sederek ga­zaba gelip yüzü kıpkırmızı olmuştu. Onlara, kızgın ve öfkeli bir şekilde ne sorarlarsa cevap vereceğini söyledi. Bunun üzerine sahabiler sormaktan çekinir olmuşlardı. Bunun üzeri­ne "çok şeyler sormayın" (Maide: 5/101) ayeti inmiştir. Artık bu ayetten sonra bir müddet kimse Hz. Peygamber (s.a.v)'e soru sorumaz olmuştu. Enes'in sözü buna işaret etmektedir.
      Soru sormak yasak edildikten sonra sahabiler, çöl halkından birinin sormasını arzu etmeleri, onlara henüz bu yasağın ulaşmadığından ötürü onların mazur sayılacakları için­dir.
      Aklı başında biri olmasını istemeleri, böyle bir kimsenin, kendileri için lüzumlu olan şeyleri sorması içindir. Böylece herkes bundan yararlanabileceklerdi. (ç)
[48] Müslim, İmân 10 (12)
[49] Tirmizî, Zekât 2 (619)
[50] Nesâî, Sıyâm 1
[51]   Ebu Dâvud, Salât 23 (486)
[52]   Abdulkays, kabileler içerisinde Hz. Peygamber (s.a.v)'e ilk gelen heyettir. Bu kabile, Mekke'nin fethedildiği yıl gelmiştir. Heyetin başında, Eşeccu'l-Asarî lakabını taşıyan Münzir b. Âiz bulunuyordu. Kaç kişi oldukları ihtilaflıdır.
      Abdulkays kabilesi, Rebia kabilesinin bir koludur. Bahreyn tarafında yaşamaktaydılar. Mu­dar kabilesi, aslında Rebia kabilesinin kardeşi olmakla birlikte henüz o sırada müşrik idiler. Bun­dan dolayı Rebialılar, Medine'ye gidemiyorlardı. Ancak haram ayların gelmesini bekliyor­lardı. Çünkü müşrikler, haram aylara hürmetten dolayı savaşmazlardı.
      Haram aylar; Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Receb. Bu konuda alimlerin ittifakı vardır. Bu aylarda savaşmak, Hz. İbrahim (a.s) zamanında haram kılınmıştı. Bu yasak, İslam'ın ilk yılla­rına kadar devam etmişti. Nihayet Receb ayında savaş helal kılınmış, diğerlerinde yine ­haram olarak kalmıştır. Hatta bazılarına göre, Receb ayında bile savaşmak haramdır. Bunun sırrı, güvenliği sağlamaktır. (ç)
[53]   Resulullah (s.a.v)'in, "dört hususu emretmesi"ne rağmen, çoğu rivayetlerde beş şey zikredil­mektedir. Bu probleme bir çok cevap vermişlerdir. Bu probleme cevap verme mahiyetinde en makbul olanı, İbn Battâl (ö. 449/1057)'ın, "Sahîh-i Buhârî" şerhinde verdiği şu cevaptır.
      Buna göre Resulullah (s.a.v)'in, onlara dört hususu emretmesine rağmen beşinciyi de anma­­sının nedeni, onların kafir olan Mudarr kabilesine karşı girişecekleri saldırılar sebebiyle on­­lara taltifte bulunmak istemiştir. (ç)
[54] Bu yasak, bir müddet devam ettikten sonra Büreyde hadisiyle nesh edilmiştir. Ebu Hanîfe, Şâfiî ve alimlerin çoğunun görüşü de bu şekildedir. Büreyde hadisi için b.k.z: Ebu Dâvud, Eşribe 7 (3698) Bu konuda daha geniş bilgi için 253 nolu hadisin açıklamasına baka­bi­lirsiniz. (ç)
[55]   Buhârî, İmân 40, İlm 25; Müslim, İmân 23, 24, 25 (17); Ebu Dâvud, Eşribe 7 (3692); Tir­mizî, İmân 5 (2611); Nesâî, İmân 25; İbn Mâce, Zühd 18 (4187); Ahmed b. Hanbel, 1/228
[56]  Müslim, İmân 23 (17)
[57]   İbn Mâce, Zühd 18 (4186)
[58] Müslim, İmân 23 (17); Ebu Dâvud, Eşribe 7 (3692)
[59]  İbnu's-Salâh (ö. 643/1245)'a göre, hadiste haccın zikredilmemesi, o zaman henüz haccın farz kılınmamasından dolayıdır. Fakat aynı rivayette orucun zikredilmemesi, ravinin ihmalin­dendir. Yani Hz. Peygamber (s.a.v)'den meydana gelen bir ihtilaftan değil, ravilerin belle­yiş ve zabt hususundaki farklardan doğan ihtilaftandır. (ç )
[60] Tirmizî, İmân 5 (2741)
[61]   Nesâî, İmân 25; Ebu Dâvud, Eşribe 7 (3692)
[62] Ebu Dâvud, Eşribe 7 (3692)
[63]  Humus (=beşte bir) vergisinden maksat, düşmandan cihad yoluyla elde edilen malların, "Bi­liniz ki, ganimet olarak aldığınız şeylerin beşte biri; Allah'a, peygamber'e, yakın ak­rabalara, öksüzlere, muhtaçlara ve yolculara aittir" (Enfâl: 8/41) emrine uyarak ayet­te belirtilen yerlere vermektir. (ç)
[64] Ebu Dâvud, Sünnet 14 (4677)
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol