HARUN EBU HUSEYIN - YILDIRIM
  Ahlaki Cürümler
 
 
Kişi zorlama ile fazilet sahibi olmadığı gibi zorlanma ile îman sahibi de olamaz. Nefsî ve aklî hürriyet, mesuliyet ipin esastır. İslâm bu gerçeği takdir etmiş ve ona gereken kıymeti vermiştir. İslâm, ahlâkın binasını kurmuşken, insana hayrı göstermede veya ona yönünü çevirmede niçin zora baş­vursun ki? İslâm insan fıtratına karşı hüsn-ü zan besler.
O, üstün bir nesli yetiştirmek için önündeki engelleri izale etmeyi yeterli görür. İnsan fıtratı çok kıymetlidir. Bunu de­mekle onun masum ve melek olduğunu kasdetmiyoruz. Bunun mânâsı şudur: Hayır, insan fıtratına uygundur. Bir kuşun kafesten ve bağlardan sıyrılmasıyla göreceği tesir gibi fıtrat da hayra sarılmak veya ondan ayrı kalmakla tesir görür, İslâm'da gerçek amel, ilk önce menfi engelleri yok etmek ve ağır yükleri hafifletmektir. Bundan sonra insan ye­rinde saymaya devam eder ilerlemezse artık o, İslâm'ın na­zarında hasta biridir. İyileşmesi için başka tedbirlere baş­vurmak gerekir.
İslâm böyle bir insanı, ancak başkasına zararlı olduğu zaman cemiyetten azleder. İşte bu sahada İslâm, ahlâkî cürümlerle savaşır. İslâm insan şerefinin korunmasını onun ça­lışıp çabalama gayretiyle hayat sürmesini farz kılar. Yâni onun hırsızlığa başvurmasına sebep bırakmaz. Öyle ise onu hırsızlığa sevkeden sebep nedir? Belini doğrultacak ih­tiyaçları mı? Şayet İslâm cemiyeti bunu temin edecek ve onu bu durumdan kurtaracak sebepleri o ana kadar almamış ise hemen alsın. Zaruri ihtiyaç ve huzurlu bir hayat sürmesini temin etsin. İşte İslâmi bir cemiyete farz olan budur. İnsanı hırsızlığa gitmeye zorlayan sebepler duruyorsa, hırsızlık ve­bali o kusurlu cemiyete aittir. Yokluk içinde bırakılan ferde âit değildir. Fakat ferdin zaruri ihtiyaçları karşılandıktan sonra da yine hırsızlık yapmaya teşebbüs ederse, ceza gör­meden önce durumu çok iyi araştırılır. Belki onu bu du­rumdan kurtaracak hayırlı bir kapı açılır.
İslâm, cezalan infaz etmede acele etmemeyi o kadar is­temiştir ki Resulullah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Devlet başkanının affetmede yanılması, cezayı uygulamada yanılmasından daha hayırlıdır."[1]
Bütün bunlardan sonra da artık bu durumdaki bir şahsın fıtratı bozulur, içinde yaşadığı cemiyette bir kötülük aracı ol­duğu anlaşılırsa veya bu cemiyetin huzurunu bozup manevî havasını kirletirse artık bu cemiyet de kalkıp insanları onun şerrinden muhafaza için elini kırarsa elbetteki bu ha­reketiyle kınanmaz.
Kur’an, el kesmeyi gerektiren hırsızlığı "Zulüm ve fesat unsuru" olarak vasıflandırır. Cezalı bir hırsız hakkında da şöyle der: "Kim yaptığı hırsızlık zulmünden tevbe eder ve hâlini düzeltirse, muhakkak ki Allah tevbesini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayan ve çok mer­hamet edendir."[2]
İslâm'ın meşru gördüğü hadden maksat, düzgün ve adil ce­miyeti korumaktır. Bu, cemiyeti içindeki zararlı bir unsurdan kurtarır. Çünkü bu unsur, İslâmi cemiyetin adaletine ve zulmü yok etmesine fesat ile mukabelede bulunmaktadır. Bu, İslâm'ın ahlâkî cinayetlere koyduğu hadlerin faziletleri zorlama ile yerine getirme veya insanları kerhen doğru yola koyma gibi maksadının olmadığını ispatlayan sadece bir mi­saldir. İslâm'da ideal metod: İnsan kalbine hitap, duy­gularını iyilik ve kemâle çekmek için okşamak, uyandırmak, yaratıcısına yöneltmek, buna gitmek için de sevgi, ikna ve olumlu bir davet metodu kullanmak ve yüce faziletlerin onun için tabii neticeler olduğunu bildirmektir. Bazı hallerde ce­miyetteki şahısların kabiliyetlerini olgunlaştırmak ve huylarını iyileştirmek için tahakküme başvurmak gereklidir. Ha­vuzdan bulanık suyu çekip dökmemizde bir sakınca olmasa gerektir. Bir tarladan verimli ve arzu edilen hasadı elde ede­bilmek için elbetteki yabancı ve zararlı otlar temizlenir. İşte tüm insanlığın maslahatını muhafaza etmek, kıymet ve önem bakımından bunlardan az değildir. Hal böyle iken Tev­rat ve diğer dinlerin de kabul ettiği hadleri inkar etmenin bir manası yoktur. İslâm, cemiyette hayır ve faziletlerin ya­yılmasında şer ve kötülüklerin frenlenmesinde cemiyete büyük görevler yükler. İslâm'ın adlî mekanizmasının tüm hedefi, cemiyette iffetli ve dürüst bir ortam meydana ge­tirmektir.
İşlediği günahtan tevbe isteyen bir katil hakkında Resullah (s.a.v.) şöyle buyurur: ".... Katil zamanındaki en âlim kişinin yerini sordu. Ona böyle bir âlimin yerini haber ver­diler. Katil, âlime şöyle sordu: "Ben yüz insan öldürdüm buna rağmen acaba benim için tevbe etmek mümkün müdür?" Alim: "Evet kişi ile tevbesi arasına kim girebilir ki? Sen içinde abidlerin bulunduğu falan yere git orada onlarla beraber ibadet et, bulunduğun memlekete dönme çünkü orası kötülüklerin bulunduğu bir yerdir"[3] dedi. Bir başka ri­vayette şöyledir: ''Katil bir rahibe giderek tevbe etmem müm­kün mü? dedi. Rahip: "Çok büyük günah işledin onun için bilmiyorum. Ötede Nasra ve Kefra adında iki köy vardır, Nasra halkı sadece cennet 'e vesile olacak amelde bulunuyorlar. Kefra halkı ise sadece Cehennem'e sebep olacak amellerde bulunup başka hiçbir amelde bulunmuyorlar. Sen de Nasra ya git orada amelde bulun tevben kabul edilir."[4] İşte bu naslardan da anlıyoruz ki, İslâm nazarında ahlâkın oluşumunda cemiyetin te'siri çok büyük bir âmildir. Bu âmil, zikri geçen sağlam fıtratı muhafaza ve çılgın arzuları terbiye eden diğer amillere eklenebilir.
Biz inanıyoruz ki, tüm bu hususlara önem vermek, iffetli, temiz ve her türlü kötülüklerden arındırılmış bir cemiyetin oluşumu için kâfidir.
 


[1] Timizi, Hudud, 2.
[2] el-Maide: 5/ 39.
[3] Buhari, Müslim, K. Tevbe: 9/ 45.
[4] Taberâni,Müslim, K Tevbe: 9/ 47.
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol