İslâm, ümmetine kültürlerin derecelerine yükselip cahillerin de seviyelerine inebilmeleri için ilim sahibi olmalarını farz kılmıştır. Çünkü bu dinin hakikatleri gerek usul gerek teferruat olsun veraset ile intikal edip hurafe ve evham ile yayılan ayinler değildir. Hayır... Bu hakikatların kaynağı hikmetle dolu bir kitap ve sağlam bir sünnettir. Bu esasları tahriç etmekle, sadece okumak ile hal olmaz. Bilakis bunları isbat etmek için parlak zeka, yüce esaslar ve şerefli bir terbiyeye sahip bir ümmet gereklidir.
Şüphesiz ki İslâmi esasları etüd etmek isteyen her toplumda; emir ve yasak esasları üzerine kaim bir İslâm hukuku mirası (Hak ve Vecibeler) iyiliği emretme, kötülüğü de yasaklama esasları üzerinde kaim çok hassas içtimai âdap mirası ile İslâm'ın şehametini yeni çıkacak meselelere ve yeni problemlere karşı koruyacak olan gerçek araştırma ve iyi niyetle oluşturulmuş içtihatlar mirası meydana getirir.
Herhangi bir cemiyette bu unsurlar çözülmeye yüz tuttu mu, susuz ve bakımsız bir toprakta taze filizlerin kuruması gibi İslami esaslar da zayıflamaya yüz tutar. Tüm bunlardan sonra kainat üzerine düşünmek te, Kur'an'da sık sık tekrarlanan ve sağlam bir iman için de esas temel olarak kabul edilen bir husustur. Bu düşünce, yeni medeniyet sahneleri karşısında zihinleri açar, kainatın sırlarını çözmeye kalkacak olan yeni keşifleri kolaylaştırıp, insanlara hiç düşünmedikleri şeyleri de müsahhar kılar.
Öte yandan zor olsa bile hakkı arama ve araştırma, kör şüpheciliği ortadan kaldırıp ardına düşmeme, kalb, göz ve kulağın vazifelerini tam olarak yapabilmeleri için sağlam bir denetim... Evet tüm bunlar, hurafelerden uzak, evhamdan münezzeh, üfürükçülük ve batıl inançlardan salim Allah'ın emrettiği kör taklitlerin tahakkümünden korunmuş bir cemiyeti taahhüt eder. İslâm için ilim, insana nisbetle hayat gibidir. Bu din, ancak yüce irfan ve gerçek akıl sahipleri insanların omuzlarında yükselebilir. Normal bir mesele için bile bakınız, Allah (c.c.) ne buyurmuş:
"Bu Kur'an insanlara açık bir tebliğdir. Bununla hem korkutulsunlar hem Allah'ın ancak tek bir ilah olduğunu bilsinler. Hem de temiz akıl sahipleri düşünüp akıl alsınlar...”[1]
Allah (c.c.) cehennem halkının konuşmalarını tasvir ederken de şöyle buyurur:
"Biz işitir veya akıl eder olmasaydık şu azgın ateşe atılanlar arasında bulunmazdık. "[2]
Allah (c.c.) akılları ölüp basiretleri sönen ve düşünceleri paslananlar hakkında ise şöyle buyurur:
"Kur'an'a inanmayan kafirler çobanın hayvanlarına benzerler, çobanın sözünü anlamazlar. Ancak bağırıp çağırışını işitirler. Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Kur'an'ı işitip anlam azlar." [3]
Allah (c.c.) kainatı zirvesine ulaşıp kuvvete eriştikten ve en yüce esaslara müsait olduğu bir sırada islam'la müşerref kılmıştır. Hayat, artık İslâm'ın yüceliği ile birlikte bütün gelişmelere müsait idi. Hatta insanlık İslâm sayesinde maddi ve manevi alanda çok büyük mesafeler kaydetmişti. İslam'da ibâdetlerin başı sayılan ezan'a bir nazar ettiğinde, onların akla hitap eden hareketler olduğunu görürsün. Namaza çağrı nidaları, aklı harekete geçirir, kalbi uyandırır. O Allah'ın (c.c.) yüceliği ve tevhidi için bir ilan, kurtuluş için bir teşviktir. Namaz, semaya yükselen meçhul yankılar değil, namaz bütün hayır ve azimetleri cam'i bir kitaptan okunan ayetlerdir. Onun kabulü düşünce uyanıklığı ve okunanların manası tedebbür etmeye bağlıdır. Şüphesiz ki kişinin İslâm'daki yeri, zekasının miktarı, fıtratının parlaklık ve istikameti nisbetindedir. İslam'da hasta vicdanlı ve bozuk görüşlü kimselerin öne geçmesi imkansızdır. Kur'an'ın ilk inen ayetleri şunlardır:
"Rabbinin adı ile oku ki her şeyi O yarattı. İnsanı bir kan pıhtısından yarattı... Oku! Senin Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir, ki O, kalem ile yazıyı öğretti... İnsana bilmediği şeyleri öğretti..."[4]
İşte bu ilk nida kalem ve ilmin kadrini yüceltmekle, gaflet ve cehalete harp ilan etmekte, büyük girişimlerin ilk temel taşının okuma ve öğrenme olmasını esas almaktadır. Allah (c.c.) Vahdaniyet ile Adaletini inkar hususunda alimlerin vereceklerini kendi ismiyle meleklerin isimlerine bitişik olarak zikretmek suretiyle yücelmiştir.
"Allah (c.c.) şu hakikati: Kendinden başka hiçbir ilahın olmadığını adaleti ayakta tutarak açıkladı. Melekler ve ilim sahipleri de böylece inandı. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O, mutlak galiptir, hepsine hüküm sahibidir." [5]
Buna şaşmamak gerek... Cılız bir akıl ve kısır bir bilgi ile yüce ve müteal olan zatın azameti nasıl idrak edilebilir?... Cehalet ve karanlıklar içinde hayattan ayrı yaşayan birinin, hayat sahibini bilmesi veya yüce sıfatları ile büyük delillerini görmesi nasıl mümkün olabilir?
İşte bundan dolayı Allah (c.c.) alimleri aziz kılmış, onları fazlu keremi ile yüceltmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Allah (c.c.) kıyamet gününde kulları arasındaki anlaşmazlıkları halletmeyi murad edeceği bir zamanda şöyle buyurur: "Ey Alimler! Sizlere ilmim ile hilm'imden verdim ki umursamadan sizleri affedeyim." [6]
Hafız el-Munzuri der ki: "Hadis-i Kudside geçen, "ilmim ve hilmim" kelimelerindeki izafeye bak ve bunları kendine nasıl nisbet ettiğine iyicene dikkat et. O zaman, şimdiki insanların çoğunun marifetullah ve ihlastan hâli olan ilimlerinin kasdedilmediğini hemen anlamış olursun". Hadiste geçen ve ilimden hemen sonra gelen "hilm" kelimesi de ilmin hoppalık ve şehvanî arzulardan uzak kalması gerekliliğine işaret etmektedir. İyi bir ma'rifet, kusurlu bir amel ile cehalet ve kusurla yapılan bir ibadetten daha makbuldür. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"İlmin fazlası ibadetin fazlasından daha hayırlıdır."[7] "
Az ilim çok ibadetten daha hayırlıdır."[8] "İbadetin en faziletlisi dini öğrenmektir."[9] Resulullah (s.a.v.) Ebu Zerre şöyle tavsiyede bulunmuşlardır:
"Ey Eba Zerr! Allah'ın (c.c.) kitabından bir ayeti öğrenmen yüz rek'at namaz kılmandan daha hayırlıdır. İnsanlar onunla amel etsin veya etmesin, ilimden bir meseleyi Öğrenmen bir rek'at namazdan daha hayırlıdır."[10]
Bunun sırrı şudur. Cahillerin ibadeti inançları gibi ciddiyetten uzaktır. Onlar kendilerine fayda yerine zarar verirler, dostlarına menfaat iddiasıyla eziyet ederler? Cahil abidler dine şiddetle sarılıp müteassıb davranırlar. Fakat hoppalık ve düşüncesizlik içinde bulundukları sıralarda ise dine en büyük zarar ve lekeyi sürüp büyük meşakkatler içinde bulundururlar. İlim sahipleri ise parlak basiretleri onlara yol gösterir, hakkı buldurur. Bunların ameli az olsa da hakka isabet etmeleri çok olur. Bundan dolayı Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş:
"Şeytanla mücadele hususunda bir alim bin abidden daha başarılıdır. "[11]
"Alimin âbide olan üstünlüğü benim sizden âmeli en az olana üstünlüğüm gibidir."[12]
Şu rivayet de Resulullah (s.a.v.) dan nakledilmiştir.
"Alimin âbide üstünlüğü yetmiş derecedir ki her iki derece arasındaki uzaklık, bir atın yetmiş yıllık yürüyüşü kadardır. Çünkü şeytanlar insanlar için bid'atlar çıkarır. Alimler de onları izale eder. Abidler ise-nemelazım-deyip ibadetleri ile meşgul olup bidatlara ses çıkarmazlar " [13]
"Hadisin sonundaki açıklamanın, ravilerin hadise tefsir babında bir izahları olma ihtimali vardır. Kainatın genişliği, iman ve insanı bir tanımadığından dolayı Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: İşte misaller;
"Biz onları insanlar için irad ediyoruz. Alim olanlardan başkası onları anlamaz. " [14]
Allah (c.c.) bu âyette de hayra giden, serden koruyan ve Allah rızasına iştiyaklı vicdanların ancak alimlerin Rablerini bilen parlak vicdanları olabileceğini beyan etmiştir.
"Yoksa o hicret azabından korkarak Rabbınm Rahmetini umarak gecenin geç saatlerinde secdeye kapanıp kıyamda durur bir halde itaat ve ibadet eden kimse gibi midir? De ki: 'Bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?' Ancak temiz akıl sahipleridir ki bunları hakkı ile düşünür." [15]
Müslümanın aradığı, bağrını açtığı şark'tan garb'a kadar peşine düştüğü ilim, mahdut birkaç ilim çeşidi değildir. Ufku açan, irfana yönelik, aklın önünden bütün engelleri izale eden, idrak ve keşiflerden daha derin kişi ile kainat arasındaki irtibatı takviye eden her şey, dünyadaki itibarını yüceltip kuvvetini artıran her konu. Kainat sırlarını açacak her mes'ele... Evet tüm bunlar müslümanın araştırması, derinleşmesi ve payını alması gereken meselelerdir. Aynı zamanda bunlara âyet ve hadislerde de işaret edilmektedir. İlmin her meselesinde derinleşmeye işaret eden hadisler çoktur. Onlardan bazıları şunlardır:
"Kim ilim talebi için yola koyulursa Allah (c.c.) bu vesile ile ona cennet yolunu kolaylaştırır."[16]
"Sahibini hayra götürecek ve onu serden koruyacak ilmin fazlası gibi hiçbir kazanç yoktur. Kişinin aklı düzelmedikçe dini de düzelmez."[17]
"İki kişiden başkasına gıpta edilmez:
1. Allah'ın (c.c.) kendisine verdiği malı Hakk yolunda sarf eden kişi,
2. Allah'ın (c.c), kendisine verdiği hikmeti Öğretip onunla amel eden."[18]
"Allah (c.c.) melekler, yuvasındaki karıncaya dek yer ve gökte bulunanların tümü insanlara hakk'ı öğretenlere duacı olurlar."[19]
Bu hadislerin iştiyakı taleb edilmekte olan tüm ilimlere yöneliktir. Hayrı öğrenme, hikmeti arama, zarardan alıkoyan şeyler ile fayda verecek mes'eleleri bilme vs. Evet tüm bunlar mü’mine tavsiye edilen hususlardır. İlmi sadece belli bir konuya tahsis etmek malı belirli servetlere tahsis gibi olur. Bu da doğru olmaz. (Mal denilince her çeşit servet anlaşılır). Şüphesiz ki insana öğrenilmesi gereken ilk şey Allah'ın (c.c.) kendi üzerindeki haklarını bilmesidir. Bundan sonra da insanların birbirlerine olan haklarının bilinmesi gerekir. Faydası umuma olan bazı ilimlere yönelmek şüphesiz ki milletlerin siyasetiyle cemiyetlerin tanzim edilmesi için büyük fayda sağlar. Şu da bir gerçektir ki, sadece tefsir ve benzeri ilimler ile yetinip: "Diğerleri ile meşgul olmak sünnettir, dileyen okur dileyen okumaz" demek te ahmaklık olur. Evet böyle bir düşünce büyük bir hatadır. Kainat hayat ilimler ile yer gök alemi ile ilgili araştırmaların ihmal edilmesi zarar neticesiyle dini ilimlerin ihmal edilmesinden az değildir. Bilakis bazen dini ilimlerin neticesi sözkonusu olan ilimlerin bilinmesine bağlı olduğu için onları öğrenmek dini ilim teferruatıyla öğrenmekten önde gelir. Bu hususu isbat için Kur'an'ın şu hükmü yeter. Kur’an ilim ve alimlerin şerefini yüceltirken, yaratıkların acaibliğinden faydalanarak Allah'ın azametini idrak eden alimleri kasdetmiştir. Kur'an ilimden de tabiat, hayvan ve bitkileri temaşa etmekten neş'et eden ilmi kasdedilmiştir. Nitekim şöyle buyurmuş:
"Allah'ın gökten su indirdiğini işte onunla nehirleri başka başka meyveleri bitirip çıkardığımızı görmedin mi? Dağlardan da beyaz beyaz, kırmızı kırmızı renkleri çeşitli kuzguni siyah yollar yaptık. Gerçek insanlardan (gerek) yerde yürür hayvanlardan (gerek) davarlardan da yine böyle renkleri nehirleri muhtelif olanlar vardır. Allah'tan kulları içinde ancak alimler korkar. Şüphe yok ki Allah mutlak galibdir. Çok yargılayıcıdır.”[20]
"O, gökleri yeri yaratması dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun ayetlerindendir. Hakikat bunlarda alimler için ibretler vardır."[21]
Hakikatların ortaya çıkması ve dine hizmet için hayati teknolojik ilimler ile dini ilimler müsavidir. Aralarındaki en mühim fark tabi ilimlerin daha fazla zaman istemesidir. Dini ilimleri tahsis eden belirli bir müddet içinde elde edilebilir. Dini konularda teferruatına inmek büyük zaman istiyor ise de böyle bir hizmet sair hizmetler gibi devletin uygun göreceği bir şekilde kısa ve uzun süreli olabilir. Mesela: Bir, hukuki ve kazai ilimlerde Ebu Hanife (r.a.) seviyesine çıksa bile bunun ilmi tıbbi ilimlerden daha Şerefli ve faziletlidir, denilmez. İlimlerde esas tercih ölçüsü sahibinin ihlas ölçüsü ve insanlara göstereceği fayda nisbetidir. Dini veya dünyevi ilimlerin arasını ayırmak veya aralarındaki farkı bulmak gerçekten çok hassas ve zor bir mes'eledir. Buradaki ölçü geçtiği gibi iyi niyet temiz gayeden kaynaklanmaktadır. Herhangi bir amel kendine riya karıştığı için büyük bir günah olduğu gibi aynı amel ihlâs neticesinde makbul bir cihad hükmüne geçebilir. Mesela insanlar:
"Mal ve çocuklar dünya hayatının ziynetidir"[22] ayetini okuduklarında mal ve çocukların sadece menfaatten ibaret olduklarını anlarlar. Oysa mal ve çocukların cihad için araç olup onların mağlup olan milletler için Allah'ın (c.c.) zafer nimetleri olarak gönderdiği silahlar olduklarının farkına varamazlar. Evet kuvvetlerini yitiren nice milletlere Allah (c.c.) tekrar kuvvet vermiş ve zaferi nasip etmiştir. Ama bu zafer ne ile ve nasıl gerçekleşmiştir?
"Sonra bunlara karşı size tekrar devlet galebe verdik, inallarla oğullarla sizin imdadınıza yetiştik. Cemiyetinizi de daha fazla çoğalttık. "[23]
Evet ayetin de belirttiği gibi mal ve çocuklar yıkılıp gerilere doğru gittikten sonra ayette geçtiği gibi milleti kurtarmış ve ilerletmiştir. İşte bu husus ilimler halkası içinde aynıdır. Mesela; bir mümin toprağın verimli hale gelmesi için gübrecilikle uğraşırsa, zerre kadar ecir kaybına uğramaz. Belki de geceleri camide namaz kılan birinden daha fazla ecir kazanır. İslâm âlimleri ve çalışmlarının kadrini yüceltmiş ve cehdlerine büyük kıymet biçmiştir. Muaz b. Cebel (r.a.):
"İlim Öğreniniz. Çünkü ilim talimi korku, talep edilmesi ibadet, müzakere edilmesi teşbih, araştırılması cihad, bilmeyenlere öğretmek sadaka, ehline vermek de itaattir. İlim helal ve haram için esas, cennet için aydınlık, yalnızlık arkadaş, gurbette dost, halvette sohbet edici, bolluk ve darlıkta kılavuz, düşmanlara karşı silah, dostlar yanında süstür. Allah (c.c.) ilim ile nice milletleri yükseltip onları takip etmede misal, hayırda lider, görüşlerinde tabi olunan meleklerin arkadaşlık ettiği ve kanatlarıyla gölgelendirdikleri yaş kuru ne varsa, balık diğer deniz ve kara hayvanlarının kendilerine duada bulundukları bir topluluk kılar. Çünkü ilim kalpleri cehaletten kurtaran gözlerin karanlıkta lambasıdır. Onun sayesinde insan iyiler zümresine iltihak eder. Dünya ve ahiret için yüce mertebelere nail olur. İlmi tefekkür etmek, oruç tutmak onu müzakere etmek de namaz kılmak gibidir. İlim taşıyla sılai rahim yapılır. Onunla helal haram bilinir. O lider, amel ona tabidir. İyiler ondan nasibini ahr. Kötüler ise ondan mahrum kalır".
İbn Abbas Berri:
Yabancı dilleri öğrenmek İslami eğitimin hedeflerindendir.
Resulullah (s.a.v.) bundan istifade etmesini bilmiş yazıcı olan Zeyd bin Sabit'e Süryanice'yi Öğrenmesini emretmiştir. Zeyd (r.a.) der ki:
"Resulullah (s.a.v.) bana emredince ben ona Yahudilerin süryanice yazılarını okumaya başladım. O da şöyle dedi: "Kasem olsun ki ben Yahudilere yazışmalarım için güvenmiyorum". Zeyd (r.a.) Allah'a (c.c.) yemin ederim ki on beş gün geçmeden süryaniceyi iyicene öğrenmiş oldum. Artık ben Resulullah'ın yazılarını yazıyor ona gelen yazıları da okuyordum.
[24]
Ulusların dillerini öğrenmek İslam'ın zaruri kıldığı ilimlerdendir. Çünkü Resulullah'ın risaleti tüm insanlığa gönderilmiştir. Tüm insanları bir dil etrafında toplamak imkansızdır. Bu nasıl olabilir. Halbuki Allah (c.c.) dil ayrılığı kendi azameti için delil kabul etmiştir. İslâm'ı herkese kendi diliyle arzetmek, arapça ile arz etmekten daha makbuldür. Müfessirler:
"Biz hiçbir peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, emir olunduklarını onlara apaçık anlatsın"[25] ayetinin tefsirinde şöyle demişlerdir: Resulullah (s.a.v.) Araplar içinden ve kendi lisanları ile gönderilmiştir. Fakat o davetçileri çeşitli topluluklara gönderir onlar da kendi lisanları ile onları davet eder ve konuşurlardı.
Alimler: Kuran ya bütün diller veya yalnız bir lisan ile nasıl olabilirdi, derler.
Kur'an mefhumunun tercemesi mümkün olduğu için sadece arapça nazil olması ile iktifa edilmiştir. Araplar Peygamberimize diğer kavimlerden daha yakın oldukları için bütün dillerden onların dili tercih edilmiştir. Kur'an'ın arapça olarak nazil olmasının bir diğer hikmeti de bu lisan ile tahrifin daha zor olmasıdır. İslâm alimlerinin bu açıklamaları Müslüman, yabancı dilleri öğrenmelerinin vacib olduğunu kesin olarak bildiriyor. Aksi takdirde mensup oldukları dine hıyanet, insanların cehalette kalmalarına sebebiyet verir. Bundan başka ilmin belirli bir vatanı ve malın bir milleti de yoktur. Eskiden beri insanlığa yayılan ilim ve irfana bir göz gezdirirsek onu havada dolaşan bulutlar gibi görürüz. Bulutun ne belirli bir ufku ne de belirli bir bölgesi vardır.
Nice ilim sahibi milletler vardır ki, arkasından yığmlarca cahil bırakmıştır. Nice kültürsüz millet te gerisinde mahir nesil bırakmıştır. Nitekim birkaç asır önce Avrupa sağır, dilsiz ve hiçbirşeyibilmeyen insanlardan müteşekkildi. Artık o, bugün önceki medeniyeti meydana getiren milletlere bile hükmedebiliyor. Müslüman kimden ve nereden olursa olsun ilmi elde etmekle mükelleftir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlar:
"Mü'min cennete girinceye kadar hikmeti arar bulur."[26]
"Hikmeti söz mü'minin yitiğidir. Onu nerede bulursa herkesten almaya daha ehildir."[27]
"İlim talebi için yola koyulan dönünceye kadar Allah (cc.) yolundadır."[28]
Öğrenmek ve öğretmek İslam'ın nurudur. Bunlar olmadan ne cevheri ne de geleceği devam edebilir. İslam'ın nazarında insanlar iki gruptur:
1. Güzelliği arayan talebe,
2. İlmini artırmaya çalışan alim.
Bunların haricinde kıymet verdiği grup yok... Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Öğretmen ve talebe ecirde ortaktır. Geriye kalanlarda ise hiçbir hayır yoktur".
Vakitten başka herşeyin telafi edilmesi mümkündür. Zaman kaybı oldu mu onu hiçbir şey geri çeviremez. Bunun içindir ki, zaman insanın sahip olduğu en kıymetli unsurdur. Akıllı kişi günlerini cimrinin kıymetli malını sevdiği gibi değerlendirebilmelidir. Zamanın en kısa süresini bile boşa harcamamalı. Ehemmiyetsiz olsa bile her şeyi yerli yerine koymalıdır, insan geçmişi hesaplamak maksadıyla varlığını bir düşünüp geçmişine şöyle bir nazar eder. Hayata atılış anını gözönüne getirebilirse bu andaki düşüncesi fazla süremez. Çünkü o sadece meçhul bir bidayeti tefekkür edebilecektir. Bundan sonra da gün ve yıllarını bir arada düşündüğünde onları, hadislerle dolu, su gibi akan bir gün gibi kısa bulacaktır. Bunlar insanın şimdilik veya kıyamet gününde hesap esnasında hatırlayabileceği hususlardır.
"O gün Allah hepsini bir araya toplayacak, sanki onlar gündüzün bir saatinden başka bir müddet eğlenmemişlerdir, birbirini tanıyacaklardır."[29]
"Aralarında gizli gizli konuşacaklar. Dünyada on geceden fazla eğlenmediniz, diye aralarında ne konuşacaklarını biz daha iyi bileniz. Onların gidiş ve aklı daha üstün olanları da, o zaman "Bir günden fazla eğlenmediniz" diyecek. "[30]
"Onlar bunu görecekleri gün sanki günün bir akşamında veya bir kuşluğundan başka durmamışlardır. "[31]
Bu hatırlatma dünyada ebedi kalacaklarını zannedip herşeyleri ile ona bağlananların kulağını çınlatıyor. Aslında böyle bir hatırlayış, şayet dünya günleri ahiret günleri ile kıyas edilecek olursa doğrudur. Fakat gece ve gündüz, ay ve yıllar üzerinden geçtiği halde gaflet içinde gezip dolaşan, eğlenen, yorulan, rahat bulmaya çalışan fakat ölüm çattığında istemîyerek uyananlar için böyle bir hatırlatma elbette ki hoş olmayacaktır. Heyhat... İş işten geçtikten sonra bunlar uyanmıştır. İnsanların dünyadaki durumları acayiptir. Takdiri ilahi onları takip ettiği halde onlar gaflet içindeler. Onların her şeyleri yazıldığı halde kendilerinden habersizdirler.
"O günde ki; Allah hepsini diriltecek de kendilerine neler yaptıklarını haber verecektir. Allah bütün onları saymıştır. Onlarsa bunu unutmuşlardır. Allah her şeye hakkı ile şahittir. "[32]
Gerçek müslüman vakti çok iyi değerlendirir. Çünkü vakit onun ömrüdür. Eğer boş vakit geçirir, fırsatları değerlendirmezse hayatın azgın dalgalan arasında Ölüme gitmiş olarak uyanır, insan, gerçekten Allah'a (c.c.) sür'atli bir şekilde gitmektedir. Hergün, bizler için ebedi hayata doğru yol aldığımız merhalelerden bir tanesidir, insanın gerçeği idrak edip devamlı olarak önceden yaptıklarını ve istikbalde ne yapacaklarını gözönünde bulundurması akıl kan değil midir? İnsanın zaman akışı karşısında hareketsiz durması, trende giden yolcunun dışardaki eşyaları beraberinde gidiyor görmesi gibi bir aldatmacadır. Vakıa şudur ki: Zaman insanı esas barınağına doğru getirmektedir, İslam, zamanın değerini boşuna harcamanın zararlarını bilen bir dindir. O, beliğ bir vecize ile bu hakikati ifade eder: "Vakit kılıç gibidir.
Onu yerinde kullanmazsak bizleri yaralayacaktır".
İslam, bu gerçeğin anlaşılmasını, mü'min için imkan ve takva alameti olarak kabul eder.
"Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde göklerde ve yerde Allah'ın yarattığı şeylerde, sakınacak bir kavim için nice ibretler vardır."[33]
İslam, yarınlarından habersiz bulundukları zaman içinde dehşete düşmüş, dünya lezzetleriyle zehirlenmiş insanları da hüsrana uğramış sefihler olarak kabul eder.
"Bize kavuşacağını ummayan, dünya hayatına razı olan ve onunla sükuna dalan kimselere bunca ayetlerimizden gafil olanlar (yok mu?) işte onların itikat etmekte oldukları masiyetler yüzünden varacakları yer ateştir."[34]
İslam, ibadetlerini gün ve senenin bölümlerine göre ayarlamıştır. Beş vakit namazı günün tüm zamanını kuşatmış ve akışına göre ayarlanmışlardır. Cebrail (a.s.) Allah (c.c.) katından namaz vakitlerinin ilk ve son vakitlerini belirlemek ve bu vesile ile de sabahtan akşama kadar olan zamanı en hassas ve İslami bir biçimde ayarlamak maksadıyla yere inmiştir:
"Haydi akşama girerken, sabaha erken Allah'ı tenzih edin (namaz kılın). Göklerde ve yerde hamd O'nundur. Gündüzün nihayetinde de öyle vaktine vardığınız vakitte de namaz kılın."[35]
Zamana kısa bir bakış ile insana vaktin kıymetli açık delil ve belirtilerini gösterir. Nitekim zaman insana şöyle seslenir: "Ben sabah ve akşamları devretmekle çocuğu gençleştirir, büyüğü de fani kılarım. İnsan günlerin geçmesiyle sevinir. Halbuki onların geçmesi onun da gitmesi demektir."
Boyu büken ecelleri yaklaştıran, medeniyetleri yıkan insanları, acaiplikleri karşısında hayrete düşüren zaman, akıllarını uyanıp hayır ve iyilikleri yaymak lazım olanı sağlamaları için bir fırsattır. Allah (c.c.) şöyle buyurur:
"Gökte burçlar yaratan, onların içinde bir çerağ ve nurlu bir ayak barındıran Allah'ın şanı ne yücedir. O iyice düşünüp ibret almak arzusunda bulunan kimseler yahut şükür etmekle dileyenler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getirendir."[36] Gezen feleklerle beraber gece gündüzü gündüzü de geceyi kovalar. Alemlerin Rabbi boşuna hiçbir şey yaratmamıştır. İnsanların bu ahenkli dünyaya başıboş yaratıldıklarını düşünmeleri çok abestir. Bu alem uzun bir yarış ve ancak Allah'ın hakkını bilenlerin ona şükredenlerin büyük rahat yeri olan cennet için zamanın akışı içinde bazı zorluklara katılabilenlerin başarabilecekleri bir meydandır. Bu hakikatlerden gafîl bulunup menfaatlerinin peşine düşenler ise hiçbir şeyden ders ve nasihat alamayan ahmaklardır.
"Münafıklar görmüyorlar mı ki onlar her yıl ya bir ya iki kere çeşitli belalara çarpılıyorlar da yine nifaklarından tövbe etmiyorlar ve onlar ibret de almıyorlar". Ömrün en büyük sermayendir... Bunu nasıl harcayıp tasarruf ettiğinden sorulacaksın... Nitekim Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde bir insan şu dört şeyden sorulmadıkça hiçbir yere gidemez.
1. Ömrünü nerede tükettiğinden,
2. Gençliğini nasıl harcadığından,
3. Malını nereden kazanıp nereye sarfettiğinden,
4. ilmiyle nasıl amel ettiğinden."[37]
İslâm emir ve yasaklarının çoğunda zaman mefhumunu gözönünde bulundurmuştur. O boş lakırtılardan yüz çevirmenin iman gereği olduğunu belirtmekle ve birbirine:
"Gelin vaktimizi teselli verici şeylerle öldürelim" diyen işsizlerin bu hareketi ile muharebe etmekle hakimane davranmıştır. Bu ahmaklar böyle bir hareketin ömrü boşuna öldürmek, zamanı boşa geçirmenin de fert ve cemiyetlerin ölümü demek olduğunu anlayamamışlardır. İnsanların gafil bulunduğu hikmetlerden bazıları da şunlardır:
"Görevler zamandan daha çoktur."
Zaman tarafsız değil, o ya sevgili bir dost veya azılı bir düşmandır".
Hasan'ül Basri'nin (r.a.) hikmetli sözlerinden birisi de şudur:
"Her sabah Allah (c.c.) tarafından bir münadi şöyle seslenir:
"Ey Ademoğlu! Ben yeni bir alemim senin yaptıklarına da şahidim. İyi amel yapmak suretiyle benden faydalan çünkü kıyamete kadar bir daha dönmeyeceğim."
Bu hikmetli sözler, ahirete daha bu dünyada iken hazırlanmak maksadıyla söylenmiş olup, İslâm'ın ruh ve terbiyesine muvafıktırlar. Kişinin bütün vakitlerini değerlendirebilmesi veya önündeki bir işi hazırlamak gayesiyle istirahata ayrılması, Allah'ın (c.c.) kendisine nasip ettiği bir nimet ve onu dünyada muvaffak ettiğine dair bir işaret sayılır.
"Onun rahmeti cümlesindendir ki O sizin faydanız için de, sükun ve istirahat etmeniz için geceyi ve gündüzü fazlu kereminden rızkınızı aramanız için yaratmıştır. Taki şükredesiniz" (el- Kasas: 73)
Ne yazıktır ki halk tabakası, kendisiyle beraber, başkalarını da zamanını boşa harcamaktan geri durmaz. Onlar, iş sahibi kişilerin değerli vakitlerini de basit mes'elelerle harcarlar. Resululah (s.a.v.) ne güzel buyurmuş:
"İnsanların çoğu iki büyük nimetten gafildirler"
1. Sıhhat,
İslâm'ın vakti en güzel şekilde değerlendirme usullerinden biri de az da olsa amellere devam etmeyi teşvik etmesi, çok olsa da aralıklı amelleri hoş karşılamamasıdır. Çünkü küçük amellere devam etmek, zaman akışı içerisinde değersiz şeyleri biriktirir ve hiç farkına varmadan dağlar kadar büyük kılar...
Bir heyecen sonucu yersiz ve israfil bir biçimde işlere girişip sonra da onu yarıda bırakmak, İslam'ın hoş arşılamadığı bir husustur. Hadisi şerif şöyledir:
"Ey İnsanlar! Yapabildiğiniz amelleri yapın. Siz usanmadıkça,Allah (c.c.) usanmaz.Allah (c.c.) indinde amellerin en makbulü az da olsa devamlı olanıdır. "[39]
Diğer bir rivayette de şöyle denilmiştir:
"İbadetlerinizde orta yolu tercih ediniz. Hiç olmazsa buna yakın olmaya gayret ediniz. Yolculuk esnasında sabah biraz, akşama doğru biraz, gece sonunda da biraz yol alınız. Bir de itidalden ayrılmayın konağınıza varmış olacaksınız. "[40]
Aişe'den (r.a.) rivayet edilmiştir:"Yanımda Beni Esed kabilesinden bir hanım bulunuyorken Resulullah (s.a.v.) içeri girip, şöyle buyurdu: "Bu kim?" Geceleri uyumayan falanca kadındır, dedim. Resulullah (s.a.v.) "Olmaz öyle şey, bırak onu. Yapabileceğiniz şeyler yapınız" buyurdu. Resulullah'ın (s.a.v.) yanında amellerin en hayırlısı, "Sahibi tarafından kendisine devam edilen ameldir." (Müslim)
İslâm'ın zamanı korumadaki diğer bir metodu, erken kalkmaya teşvik etmesi ve Müslümanlara günlük işlerini, dinç, azimli, ve morali tam yerinde olduğu bir zamanda ifa etmesidir. Çünkü günün ilk vaktinde istekli ve dinç olarak işe başlamak günün geri kalan vakitlerinde de çalışma rağbetinin devam etmesine ve zamanın boş geçmemesine vesile olur.
İslâm'ın hayat nizamı, çalışma mesaisini fecirden önce başlatıp, güneş doğmazdan önce uyumamayı farz kılmış ve sabah namazının gecikmesine sebep olabilecek geç uyumayı da kerih görmüştür. Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurulur:
"Allah'ım! Ümmetim için sabahın erken saatlerini bereketli kıl!.."(Ebu Dâvûd)
Bazı kişilerin kuşluk vaktine kadar, diğerleri dünya ve ahiretiyle ilgili işlerle meşgul bulunurlarken onların uyuması, gaflet eseri ve mahrum olmaktan başka bir şey değildir. Fatma b. Muhammed'den rivayet edildi ki:
"Ben sabah vaktinde uyuyorken babam yanıma gelerek, ayaklarıyla beni uyardı:
"Sevgili kızım kalk da Rabbinden (rızkını) taleb et ve gafillerden olma. Çünkü Allah (c.c.) kullarının rızıklarını, fecirden güneş doğmasına kadar taksim eder" buyurdu.
[41]
Gerçekten çalışkanlar ile tembeller bu vakitte birbirinden ayrılıp herkese kabiliyetine göre dünya ve ahiret kazancı dağıtılır...
Zaman, insanlara yüklenen mükellefiyetleri içine aldığı gibi, Allah'ın (c.c.) insanlara gönderdiği ve kaza ile takdir edilen hayır ve şerri ihata eder. Öyle ilahi kaza ki insanlardan ibret alanlara nice dersler ve gerçek ibretler dağıtmaktadır...
"Allah gece ile gündüzü evirip çeviriyor. Bütün bunlarda görür gözlere malik olanlar için elbette birer ibret vardır"[42]
İnsanlar hadiselere bakıp bunların yaratanı karşısında dehşete kapılırlar. Çeşitli bolluk ve darlıklara düçar olurlar...
Bunları kendilerine kimin tattırdığım bilmezler. Herhangi bir mes'ele hakkında sıkıntıya düştüklerinde günlere ve getirdiklerine lanet okumaya başlarlar.
Bu durum Allah'ı (c.c.) bilmenin ve kullarına uyguladığı takdirden de gaflet içinde bulunmanın bir neticesidir. Resulullah (s.a.v.) bizlere şu kudsi hadisi nakleder:
"Ademoğlu zamana sabretmekle beni gazaplandırmış olur. Zamanı çevirip eviren benim, Onun takdiri benim elimdedir. Gece ile gündüzü evirip çeviren benim."[43]
Yani: Zamanın insanların üzülüp sevindikleri hayır ve şerden te'sir namına hiçbir şeyi yoktur. Tüm bunları zaman ve mekan'ın Rabbi (c.c.) takdir etmektedir.
"Her can ölümü tadıcıdır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz"[44]
Allah'ın (c.c.) insanlara takdir ettiği çeşitli durumlar, çeşitli hikmetlere binaendir ki, bunları arif olanlar bilir ve bu vesile ile iman ve inançları artar:
"Her işi yerli yerinde O takdir eder, ayetleri O açıklar. Ta ki Rabbinize kavuşacağınız iyice bilesiniz. "[45]
Haksızların başına nice iyi-kötü durumlar gelir, yine onlar bundan istifade etmesini bilmezler. Nitekim Hadis-i Şerifte şöyle denilmiştir:
"Münafık kişi hastalandığında bağlanan, iyileştiğinde de salıverilen davar gibidir. O niçin bağlandığını ve niçin salıverildiğini bilmez." [46]
Evet tecrübelerden ibret almayan ve zamanın akışıyla kendine çeki düzen vermeyen, kâmil bir mü'min değildir...
Zaten musibetler, cahilin öğrenmesi, gafilin uyanması ve Allah'dan (c.c.) uzaklaşanın da başka bir maksatla mı meydana gelirler? Hayır... Allah (c.c.) şöyle buyurur:
"And olsun ki biz, senden evvelki ümmetlere de pegamber gönderdik de (küfürlerinden) dolayı kendilerini çetin bir yoksullukla, çeşitli hastalıkla yakaladık, olur ki yalvarırlar. İşte onlar kendilerine (öyle) bir azabımız gelip çattığı zaman yalvarmalı değil miydiler?..
[47]
İnsanlık, yaratılış icabı şiddet anlarında veya musibetlere düçar oldukları durumlarda, Allah'a (c.c.) yalvarırlar. Akıllı kişi, musibet anında Allah'a yalvararak O'na bağladığı bu irtibatını, musibeti hafifleşip afiyete kavuştuğu zamanda da devam ettirir. Allah'tan (c.c.) müstağni olmaya işaret ettiği için, Allah'ın (c.c.) nimetlerini inkar etmek nankörlüktür.
Musibet ve başlarına gelen hadiselerden ders almayan ve nimetlerin değerini bilmeyen, haddi aşanlara gelince, onlarda darlık zamanlarında Allah'a (c.c.) yalvarırlar. Emniyetli durumlarda ise Allah'dan (c.c.) kaçarlar.
"İnsana sıkıntı dokunduğu zaman yanı üstü yahud otururken veya ayakta iken bize dua eder. Fakat biz onun sıkıntısını açıp giderdik mi, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıya bizi çağırmamış gibi (eski yoluna) gider. İşte haddi aşanların yapar oldukları ameller böyle süslenmiştir."[48]
Böyle kötü bir hareket, nimetlerinde yüzdüğü Allah'a karşı akıllı bir kişiye yakışmaz.
Zamandan ibret almanın bir yolu da insanlık tarihini ibretle okumak ve Allah'ın (c.c.) kainatta ki delilleriyle milletlerin başına gelenleri düşünmektir. Milletler nasıl yükselir? Nasıl yıkılır? Nimetlere nasıl boğulup, sonradan bu nimetlerden nasıl olur da mahrum bırakılırlar?
Allah (c.c.) birbirini ta'kib eden bu durumlarla, insanların düşünmelerini ve bu vesile ile akıllarıyla onlardan ibret almalarını ve ders görmelerini taleb etmiştir.
“
Yerde gezip dolaşmadılar mı? Bu sebeple düşünecek kalblere bu suretle işitecek kulaklara malik olsunlar. Fakat hakikat şudur ki, (yalnız maddî) gözler kör olmaz. Fakat asıl sinelerin içindeki kalbler kör olur."[49]
İnsan iki durumla karşı karşıyadır:
a) Ya onun bazı özel tecrübeleri vardır, ki bunlar vasıtasıyla îmanını takviye eder ve düşüncelerini düzeltir.
b) Veya ilmi olur. Bu durumda da başkalarının tecrübe ve ilimlerinden istifade edebilmelidir. Fakat dalgalı dünya hadiseleri için gözü açıp tefekkür ve ibret almamak, karanlık ve körlük olup mü'mine yakışmayan bir husustur. Ömür kısa, insanın içinde yaşadığı ortam dar. Aklında büzülme ve kabuğuna çekilebilmesinden dolayı da nüfuz ve varlığı pek olmaz. Onun için insan aklıyla uzun hayat asırlarından istifade edebilmelidir.
İnsan, şurada, burada yapacağı derin bir (fikri) seyahatle kıssa, fikir, olay ve çeşitli görüşlerden meydana .gelmiş bir servet ile dönebilir... Bunlar vasıtası ile kainat hakkında tecrübeleri artar. Allah'a (c.c.) olan ma'rifeti yükselir.
İslam, güçlü imanın araştırma, düşünme, tedebbür ve sağlam temellere dayanmasını ister. İşte bundan dolayıdır ki O, müslümanlardan uzun seferler ve geniş manada seyahatlar düzenlemelerini istemiş ve onlardan; oyun, eğlence, teselli, boş vakit öldürmek için değil de; ilim, isttiade, araştırma, ders, sağ ve ölülerden ibret almaları için dünyanın dört tarafını gezmelerini taleb etmiştir:
"Gerçekten sizden evvel birçok vakalar, şeriatlar gelip geçmiştir. Onun için yeryüzünde gezin dolaşın da (peygamberleri) yalan sayanların âkibeti nice oldu görün. Bu Kur'an insanlar için bir beyandır. Sakınanlar için de bir hidayet, bir öğüttür."[50]
"Onlar yerde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilernden evvelkilerin akibetinin nice olduğuna baksınlar? Onlar kuvvet ve yerdeki eserleriyle bundan daha üstündü. Böyle iken, Allah, onları günahları yüzünden yakaladı. Onları Allah'ın (azabından) bir koruyan da olmadı." [51]
İşte Kur'an, yıkılmış medeniyetler ile yıkılış sebeplerine bakıp ders alınmasını ve bu sebep ile eskilerin yıkılmasına sebep olan bataklıklara yenilerin düşmemesini istemiştir. Gerçekten de tarihe gömülü nice acaiplikler vardır.
Zaman, aklın çözmekten aciz kaldığı bir delildir. Bizler, onun hakkında, geriye bırakmış olduğu eser ve vesikalardan başka birşey bilmeyiz. Zamanın künhünde belki kurtuluş ve yıkılış sırları mevcuttur. Fakat bunları ancak zamanın gizli ve açık durumlarından haberdar olanlar bilir.
"O, sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltandır. Hepiniz O'na toplanacaksınız. O, hem dirilten hem öldürendir. Gece ile gündüzün ihtilafı da onun eseridir. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?”[52]
Bilmemiz gereken husus şudur: İçinde yaşadığımız hayat başıboş değildir. Allah (c.c.) böyle bir şeyi yaratmaktan münezzehdir. Zamanın akışından hayırlı neticeler elde edebilirsek, kendimiz için Allah (c.c.) katında hiçbir zaman ve mekanın yıpratamıyacağı daimi mevkiler elde ederiz...
[26] Tîrmizi, ilim, 19/2826
[27] Tirmizi, İlim, 19/2827
[28] Tİrmizi, İlim, 2/2785
[38] Buhâri, Mişkâtül Mesabih, 3/1427 (5155)
[50] Al-i İmran: 3/137-138.