ANA MENÜ |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
KABİR AZABI VE NİMETİ
Kabir Hayatı, hazırlanılması için önünde dünya hayatı gibi karmaşık ve imtihan maksatlı bir dönemin bulunduğu ve belki de asıl başlangıcın olacağı tamamen gaybî içerikli bir hayattır. Gönderilmiş bütün Peygamberlerin dahi hakkında tam ve kesin bir bilgiyi haiz olmadıkları bu hayat hakkında görüş beyan etmek ya da en azından beyan edilen görüşleri serd etmek, göründüğü kadar kolay değildir.
Hakkında bilgi sahibi olunsa da olunmasa da; kesin olarak emin olunan bir husus vardır ki, bütün insanlar bir gün tabutla başlayacak olan bir kabir hayatıyla tanışacaklardır. Bu anlamda şu da açıkça kendini göstermektedir ki, insanoğlu gideceği yeri merak etmekten çok, gitmeye hazırlık yapmakla mükelleftir. Tarih boyunca insanları değişik şekillerde uyaran Peygamberler ve ilahi kitaplar, insanoğluna gaybî âlemin kemiyeti ile değil; keyfiyeti ile ilgilenmeyi tavsiye etmişlerdir. Peygamberimize kıyamet ahvalinden sorulduğu zaman ashabına, kıyametin zamanını ve ahvalini merak etmemelerini; bilakis kıyamete hazır olup olmadıklarına bakmalarını emir ve tavsiye buyurmuşlardır.
Bu buyruklar muvacehesinde hareket ederek, künhünü bilemeyeceğimizi baştan kabul ederek; kabir hayatı ve kabir hayatının gerekliliklerinden olan kabir azabı ve nimetini incelemeye gerek vardır. Kabir azabı nedir? Kabir azabı var mıdır? Yok mudur? Kabir azabına karşılık olarak kabir nimeti var mıdır? Sınırları nelerdir? Tarifi nedir? Gibi soruların cevaplandırılması gerekmektedir.
Ancak bu konuların genel çerçevesinin anlaşılması ve kavranabilmesi için terminolojiye hâkim olunmalıdır kanaatindeyiz. Terminolojik olarak konumuzla ilgili kavramlar iyice kavranabilirse, konu hakkındaki görüş farklılıkları daha rahat algılanabilecektir.
Konumuzla direkt olarak ilgili olan kabir, ecdas, berzah, merkad, azab ve nimet kavramlarını inceleyerek âyet ve hadisler doğrultusunda konumuzu işlemeye başlayabiliriz:
Ölümle başlayıp yeniden dirilmeye kadar devam edecek olan hayata, kabir hayatı denilir. Kabir hayatı, berzah diye de adlandırılmıştır. Bir hadisi şerifte “kabir, ahiret duraklarının ilkidir. Bir kimse, eğer o duraktan kurtulursa, sonraki durakları daha kolay geçer. Kurtulamazsa, sonrakileri geçmek daha zor olacaktır. [1] buyrularak, ölümle ahiret hayatının başladığı ifade edilmiştir.
1. LÜGATTA KABİR
“Kabir mastar olup, insanın ölümden sonra defnedildiği yere verilen isimdir. [2] el-Makbure ise ölünün defnedildiği yer manasına geldiği için, kabirle eş anlamladır. [3] Bu kelime “mezarlık” manasına da gelir ki her ikisinin çoğulu da “el-mekabirdir. ” Aynı kelimenin türeyenlerinden olan makber kelimesi de mastar mimi olup “ölüyü manasına gelir” Makbur kelimesi de, “metfun” yani defnedilmiş olan demektir. [4]
Kabir ölümle ikinci sura üfleme arasında geçecek zaman içerisinde, insanların kalacakları yer anlamını taşımaktadır. Buna göre kabirde kalış, geçici bir zaman olması hasebiyle ziyaretçin ziyaret için bir yere uğramasına teşbih edilmiştir. [5] Bu hayatın illa kabirde geçmesi şart değildir. Kabre gömülmeyen, yakılan, denize atılıp balıklara yem olan veya yırtıcı hayvan ve kuşlar tarafından yenilenlerde vardır. Onlarda her ne kadar kabre defnedilmemiş olsalar bile, berzah hayatını yaşayacaklardır. Berzah hayatına kabir hayatı denmesi tağlip yoluyladır. [6] (yani ekseriyetin kabre konulması sebebiyledir. ) Bu kelimelerin Kur’anî olduğunu söylemiştik. Kur’an’da kullanılan şekillerine ve ayetlerdeki manalarına da işaret edelim.
Kabir kelimesi takasur süresinin ikinci ayetinde çoğul sigasıyla geçmekte olup, bazı âlimlere göre ölümden kinaye olarak kullanılmıştır. Yani “ölüm size gelinceye yahut siz ölümü ziyaret edinceye kadar”mal ve dünyanın çokluğu, şehveti, sizi oyaladı demektir. Fakat çoğu âlimlere göre buradaki makabir, Hac süresinin yedinci ayetinde kabirlerde olanları diriltecek olan Allah’tır [7] ve daha başka birçok ayette geçtiği gibi, insanların kalacakları yer manasında kullanılmıştır.
Ölümle başlayıp yeniden dirilmeye kadar sürecek olan ara dönem dünya ile ahiret arasındaki âlem, kabir hayatı karşılığında kullanılmaktadır. [8] Bir ayette yüce Allah şöyle buyurmuştur: “onların gerisinde ise yeniden dirilecekleri güne kadar süren bir berzah (engel) vardır. [9] Yani onlarla dünya arasında, dünyaya geri dönmelerine izin vermeyecek bir berzah bir engel ulunuyor dolayısıyla yeniden dirilme gününe bu durumda kalacaklar. [10]
3. KUR’AN-I KERİM’DE KABİR
Kur’an’ı Kerim’de kabir kelimesi isim olarak yedi yerde, " أقبره " şeklinde fiil olarak da bir yerde geçmektedir. Bu ayetlerde Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
a. “Onlardan ölen kimsenin namazını sakın kılma, mezarı başında da durma!”
( و لا تقم على قبره) çünkü onlar Allah’ı ve peygamberini inkâr ettiler, fasık olarak öldüler. [11]
b. “Bunlar, yalnız Allah’ın gerçek olduğunu, ölüleri dirilttiğini, gücünün her şeye yettiğini, şüphe götürmeyen kıyamet saatinin geleceğini, Allah’ın kabirlerde olanı dirilteceğini ( وإناللهيبعثمنفيالقبور) gösterir”. [12]
c. “Kör ile gören, karanlıklar ile ışık ve gölgelikle sıcaklık bir değildir. Dirilerle ölüler de bir değildir. Doğrusu Allah, dilediği kimseye işittirir. Ey Muhammed! Sen, kabirlerde olanlara işittiremezsin. ” ( و ما أنت بمسمع من في القبور )” [13]
d. “Ey inananlar! Allah’ın gazabına uğramış milleti dost edinmeyin; inkârcıların kabirde bulunan kimselerden umutlarını kestikleri gibi, onlar da, âhiretten umutlarını kesmişlerdir. ” ( من أصحاب القبور)” [14]
e. “Kabirlerin içi dışa çıktığı zaman. . . ( إذا القبور بعثرت )” [15]
f. “O insan kabirlerde bulunanlara çıkarılacağı ve kalplerde olanların ortaya konulacağı bir zamanın geleceğini bilmez mi? ( أفلا يعلم إذا بعثر ما في القبور) [16]
g. “Çoğunluk olma iddianız sizi o kadar meşgul etti ki, mezarları ziyaretle oradakileri de sayacak kadar oldunuz. ( حتى زرتم المقابر)” [17]
h. “Allah onu meniden yaratıp merhalelerden geçirerek ona şekil vermiş, sonra ona yolu kolaylaştırmıştır. Sonra omu öldürür ve kabre koydurur. ( ثم أماته فأقبره ) Sonra dilediği zaman onu tekrar diriltir. ” [18]
Bu ayetin tefsirinde Ferrâ şöyle demiştir: Onu gömülen bir varlık yaptı. Onu yırtıcı hayvan ve kuşlara atılıveren bir varlık kılmadı. Cenabı Hak “ قبره ” demedi. Çünkü o zaman bizzat defneden olmuş olurdu. Allah Teala gömen değil gömdürendir. Allah’ın fiilleri insanoğlunun fiillerine benzemez. Ebu Ubeyde de bu fiile mana verirken gömülmesini emretti ve onun için kabir yarattı, demektedir. [19]
Bu tefsirden anlaşıldığı üzere Allah Teala bizzat defneden değil, insanın gömülmesini sağlayan, gömmeyi emreden yüce varlıktır. Burada hatıra şöyle bir soru gelmektedir: Acaba ilk kabri kazan kimdir?
Kurtubi eseri Tezkira’da şu bilgileri veriyor: “Kabri ilk kimin kazdığı hususunda ihtilaf edildi. Denildi ki: Kabri ilk defa Kabil Habil’i öldürdüğü zaman bir karga kazdı. Bu görüşün israiliyat olduğu ve aslının olmadığı söylenmiştir. Bir başka rivayete göre “Kabil kardeşini öldürünce defin yapmayı bildiği halde bu işi önemsemediği için kardeşinin cesedini ortalık yerde bırakmıştı. Allah Teala Habil’in defnedilmesi için toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. Bunun üzerine Kabil şöyle dedi: “Bana yazıklar olsun kardeşimin ölüsünü örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım dedi de ettiğine yananlardan oldu. ” [20] Bir başka rivayete göre Kabil Habil’i öldürünce ağlayarak başında bir müddet oturdu. O esnada iki karga birbiriyle dövüştü ve biri diğerini öldürdü. Sonra ona bir kuyu kazdı ve onu oraya gömdü. Kabil de kardeşine karganın yaptığı gibi bir mezar açtı ve kardeşini defnetti. İşte o zamandan beri insanoğlu aynı şeyi yapmaya devam ediyor. [21]
5. HADİS-İ ŞERİFLERDE KABİR
Hadisi Şeriflerde kabirde karşılaşılacak olan tüm haller anlatılmıştır. Ölüm anından başlayarak ta kıyamet günü yeniden dirilme anına kadar neler olacaksa tek tek anlatılmıştır. Hadisi şeriflerde sualden, azaptan, nimetten, bunların kimlere olacağından, nasıl olacağından, nimetlere nasıl ulaşılacak, azaptan nasıl korunulacak hepsi tek tek izah edilmiştir.
a- Kabir Ahiret Duraklarının İlkidir: Kabir hayatı bir başka deyişle berzah hayatı ahiret duraklarını ilkidir ve çok çetin ve korkunçtur. Bunu Peygamber Efendimiz (s. a. v. ) şu hadisi şeriflerinde haber vermişlerdir:
Tirmizi, Hz. Osman b. Affan (r. a. )’ın azatlısının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Osman (r. a. ) bir kabrin yanında durduğunda sakalı ıslanıncaya kadar ağlardı. Kendisine : “Cennet ve Cehennemi andığında ağlamıyorsun ama kabri andığın zaman ağlıyorsun” denildi. O’da şöyle cevap verdi: Ben Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Kabir ahiret duraklarının ilkidir. Eğer kişi oradan kurtulursa sonrası daha kolay olur. Eğer oradan kurtulamazsa sonrası daha zor olur. ” Rasulullah’ın şöyle dediğini duydum: “Ben kabirden daha korkunç bir manzara görmüş değilim. [22]
c- Kabirler aydınlık veya karanlıktır: Peygamber Efendimiz bir hadisi şeriflerinde : “ Bu kabirler orada yatanlar için zifiri karanlıktır. Üzerlerine kılacağım namaz sebebiyle Allah Teala onların kabirlerini aydınlatır. ” [24]
Kabre giren her insan şu hallerden geçecektir: [25]
1-Ruh cesedden ayrıldığı zaman meleklerin ruhu müjdeyle veya hakir görmeyle karşılaması: Kişi bu dünyadan ahirete göçünce ameline uygun olarak karşılık görür. Çünkü ahiret dünyadan gönderdiklerinin karşılığıdır.
2- Bundan sonra kabirde sual meleklerinin sual sorması. İnançlarından ve hallerinden sorguya çekilirler.
3- Sonra herkes için cennete ve cehenneme kapı açılır ve herkes yerine bakar.
4- Sonra kabri genişletilir ve göğsü ferahlatılır veya kabri ve göğsü daraltılır.
5- Sonra herkes amelinin karşılığını bulur. Hayırsa hayır, şerse şer olarak.
Bütün bunları Peygamberimiz uzun bir hadiste bizlere haber vermiştir:
Ahmed b. Hanbel, Bera b. Azib (r. a)’in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: “Rasulullah (a. s) ile birlikte ensardan bir adamın cenazesine çıktık. Kabre kadar gittik. Henüz cenazesinin üzerine lahitler konulmamıştı. Rasulullah (a. s) oturdu, biz de O’nun etrafına oturduk. Başlarımızda kuşlar varmışçasına (son derece edeplice ve sakin bir şekilde) oturuyorduk. Rasulullah (a. s)’ın elinde de bir ud (yakılınca koku çıkaran bir madde) vardı ve bunu yere sürüyordu. Sonra Rasulullah (a. s) başını kaldırdı ve şöyle buyurdu:
“Kabir azabından Allah’a sığının. ” Rasulullah bu sözü iki ya da üç kez tekrar etti. Sonra şöyle buyurdu:
“Mü’min kul dünyadan irtibatını keserek yönünü ahiret tarafına çevirince yüce Allah gökten yüzleri güneş gibi olan beyaz yüzlü melekler indirir. Bunların ellerinde cennet kefenlerinden kefenler ve cennet kokularından kokular bulunur. Bunlar o kişinin gözünün görebildiği kadar bir alana otururlar. Bu sırada ölüm meleği gelip başının yanında oturur ve “Ey güzel nefis (can)! Rabbinin mağfiretine ve rızasına doğru çık” der. Can çıkmaya başlar. Ölüm meleği yine: “Ey güzel nefis (can)! Rabbinin mağfiretine ve rızasına doğru çık” der. Bunun üzerine can tamamen çıkar. Melekler bu canı alırlar. Ellerindeki o kefenlere sarar ve kokularla tütsülerler. Oradan yeryüzünün en güzel miski gibi koku yararak çıkar. Melekler bu ruhu yükseltmeye başlarlar. Hangi melekler topluluğunun yanından geçseler, oradaki melekler: “Bu güzel kokulu ruh neyin nesidir”, diye sorarlar. Götüren melekler de, onun için dünyada iken kullanılan isimlerin en güzelini zikrederek “filanca oğlu filancadır” diye cevap verirler. Bu şekilde dünya göğüne kadar yükseltilir. Oranın kapılarının açılmasını isterler. Her bir gök katında, gelen göğe en yakın duran melekler onları uğurlarlar. Böylelikle yedinci kat göğe kadar çıkarlar. Yüce Allah:
“Kulumun kitabını illiyyîne (yüksek derecelilerin listesine) yazın ve sonra onu yeryüzüne bedenine iade edin” diye buyurur. Sonra burada (yeryüzünde iade edilip kabrinde bedenine konulduktan sonra) iki melek gelip onu oturturlar ve: “Rabbin kimdir? Diye sorarlar. O, “Rabbim Allah’tır” diye cevap verir. Melekler bu kez “Dinin nedir?” diye sorarlar. O, “dinim İslamdır” diye cevap verir. Melekler: “Size gönderilen şu kişi (Hz. Muhammed (a. s) kimdir)?” diye sorarlar. O, “Allah’ın peygamberidir. ” diye cevap verir. Melekler “Senin amelin nedir?” diye sorarlar. “Allah’ın kitabını okudum, O’na inandım ve onu doğruladım. ” diye cevap verir. Bunun üzerine gökten bir münadi:
“Kulum doğru söyledi. Ona cennetten döşekler hazırlayın ve kendisine cennet elbiseleri giydirin. Onun için cennete açılan bir kapı açın. ” diye seslenir. Ardından güzel yüzlü, güzel giyimli ve güzel kokulu bir adam yanına gelir ve “Senin için verilen müjde ile sevin. Bu sana önceden vadedilen günündür. ” der. Mezardaki kişi bu adama: “Sen kimsin ? Yüzün hayır getiren bir yüz. ” der. Bu kişi de: “Ben senin salih amelinim. ” diye cevap verir. Bunun üzerine mezardaki şahıs : “Ey Rabbim! Kıyameti kopar ki, aileme ve varlığıma kavuşayım” der.
Kâfir kişi de dünya ile ilişkisini keserek ahiret tarafına doğru yönünü çevirince, siyah yüzlü ve ellerinde kalın sergiler bulunan melekler gelirler ve o kişinin gözlerinin görebildiği kadar mesafeye otururlar. Bu sırada ölüm meleği gelip başının yanına oturur ve : “Ey çirkin ruh! Allah’ın kızgınlığına ve gadabına doğru çık” der. Bunun üzerine canı bedeninden çekilmeye başlar ve ölüm meleği satırın ıslak yünün içerisinden çıkarılması gibi ruhu onun bedeninden çıkarır. Sonra onu alır. Ölüm meleği bu canı alınca yanındaki melekler bir göz açıp kapama süresince o canı ölüm meleğinin elinde bırakmadan alıp hemen yanlarında getirdikleri o kalın sergilere sararlar. Buradan yeryüzünde bulunan leşlerin en fenalarının kokusu gibi bir koku çıkararak çıkar. Sonra melekler bu canı yukarılara çıkarırlar. Hangi melek topluluğunun yanından geçseler oradaki melekler: Bu pis koku da neyin nesidir? Diye sorarlar. Götüren melekler de o kişinin dünyada iken kullanılan isimlerinin en fenasını zikrederek “filanca oğlu filanca” derler. Bu şekilde dünya göğüne kadar çıkarılır. Buranın kapısının açılması istenir ama kapı açılmaz.
Rasulullah bunu söyledikten sonra şu ayeti okudu: “Doğrusu ayetlerimizi yalan sayıp onlara karşı büyüklük taslayanları göğün kapıları açılmaz. Deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız. ” [26]
Rasulullah (a. s) daha sonra sözüne şöyle devam etti; “ Daha sonra yüce Allah “Onun kitabını yerin en alt tabakasındaki siccîne (cehenneme gideceklerin listesi)ne yazın” , diye buyurur. Daha sonra o kimsenin ruhu fena bir şekilde atılır.
Rasulullah (a. s) daha sonra şu ayeti okudu: “Allah’a ortak koşan kimse gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın bir uçuruma attığı şeye benzer” [27]
Rasulullah (a. s) daha sonra sözlerine şöyle devam etti. “Sonra onun ruhu bedenine iade edilir. Bundan sonra yanına iki melek gelir ve O’nu oturturlar. Kendisine ; “Rabbin kimdir?” diye sorarlar. O: “Ne! Ne! Bilmiyorum !” diye cevap verir. Bunun üzerine gökten bir münadi: “Yalan söyledi. Ona cehennemde yatak (içine düşeceği yer) hazırlayın. Önüne de cehenneme açılan (cehennemi gösteren) bir kapı açın” diye seslenir. Bunun üzerine o kişiye cehennemin sıcaklığı ve zehirleri ulaşır. Kaburga kemikleri birbirine geçecek kadar da mezarı kendisi için daraltılır. Bu sırada çirkin yüzlü, çirkin giyimli ve fena kokulu bir adam yanına gelir ve: “Seni fena duruma düşürecek olan sonuçtan sana müjdeler olsun! Bu sana vadedilmiş olan gündür” der. Mezardaki kişi : “Sen kimsin? Yüzün de fenalıktan haber veriyor” der. Bu adam da: “Ben senin fena halinim” diye cevap verir. Mezardaki kişi de: “Ey Rabbim, kıyameti koparma” diye temennide bulunur. [28]
Bir başka rivayette yukarıdaki metnin bir benzeri nakledilmiş ve şöyle bir ilaveye yer verilmiştir:
“Sonra (o mezardaki inkârcı kişinin) yanına çirkin yüzlü, çirkin görünümlü ve fena kokulu biri gelir ve: “Allah’ın seni içine düşüreceği derin çukurdan ve kalıcı azaptan sana müjdeler olsun” der. Mezardaki kişi de: “Allah sana fena haberler ulaştırsın. Sen de kim oluyorsun?” diye sorar. Bu gelen de:
“Ben senin fena amelinim. Sen Allah’a itaat konusunda yavaş hareket ediyordun. Ama O’na isyan olan işlere hemen koşuyordun. Allah da sana fena karşılık verdi. ” diye cevap verir. Sonra bu mezardaki kişinin başına kör, sağır, dilsiz ve elinde bir tokmak bulunan biri musallat edilir. Bu kişinin elindeki tokmak dağa vurulacak olsa dağ toz toprak halini alır. İşte bu kişi ona elindeki tokmağı ile öyle bir vurur ki toprak halini alır. Sonra yüce Allah onu eski haline dönüştürür. Bu kez başındaki şahıs elindeki tokmağı ile bir kez daha vurur. Bu sırada o azaba maruz kalan kişi öyle bir ses çıkarır ki insanlarla cinlerin dışındaki bütün yaratıklar onun sesini duyarlar.
Bera b. Azib der ki: “Sonra o kişinin önüne cehenneme açılan bir kapı açılır ve kendisi için cehennemden yer hazırlanır. ” [29]Örüldüğü üzere kabre giren insan bu halleri yaşayacak ve bu kabir hayatı insanların tekrar dirilecekleri güne kadar devam edecektir.
Peygamberimizin hadislerinde kabir sualinden, kabirde sorulacak suallerden kabir nimet ve azabından bahsedilmektedir. İleriki bölümlerde bu hadisi şerifler konusuna göre yeri geldikçe izah edilecektir. Bu konulara girmeden önce kabir hayatı boyunca ruhların kalacağı yer hakkında bilgi vermekte fayda mülahaza etmekteyiz.
6. KABİRDE RUHLARIN YERLERİ
Ölümle kıyamet saati arasındaki zamanda ruhların bulunduğu yer hakkında ihtilaf edilmiştir. Bu konudaki görüşler şöyledir: [30]
a. Mü’minlerin ruhları cennette, kâfirlerin ruhları cehennemdedir.
b. Mü’minlerin ruhları cennetin kapısının yanındadır. Cennetin kokusunu duyarlar, onlara cennet nimetleri ve rızkı gelir.
c. Ruhlar kabirlerinin başındadır.
d. Malik şöyle dedi: “Bana ulaşan haberlere göre ruhlar serbesttir, diledikleri yere giderler. ”
e. Bir gruba göre Mü’minlerin ruhları Allah Teala’nın yanındadır.
f. Ka’b şöyle dedi: “Mü’minlerin ruhları yedi kat gökte illiyyûndadır. Kâfirlerin ruhları da yedi kat yerin altında siccîndedirler”.
g. Mü’minlerin ruhları zemzem kuyusunda, kâfirlerin ruhları da Berhut kuyusundadır.
h. Mü’minlerin ruhu Adem (as) sağında, kafirlerin ruhları da solundadır.
i. İbn Kayyım’a göre cesetleri yaratılmadan önce nerede iseler orada olacaklardır.
k. Ebû Amr İbn Abdilber’e göre şehitlerin ruhları cennette, mü’minlerin ruhları kabirlerinin başındadır.
l. İbn Şihab’a göre şehidlerin ruhu arşa bağlıdır. Cennetten gıdasını alır, onun kokusunu duyar. Her gün Rabbin yanına gelir ve onu selamlar.
Bu konudaki görüşleri zikrettikten sonra bu konunun yani ruhların yerlerinin çok farklı olduğu ve bu durumun kişiden kişiye değişik olduğu ortaya çıkmaktadır. Kişinin ameline göre ruhu farklı yerlerde olacaktır. Buna göre ruhların yerini, Peygamberlerin ruhlarının yeri, şehidlerin ruhlarının yeri, mü’minlerin ruhlarının yeri ve kâfirlerin ruhlarının yeri olarak ayrı ayrı düşündüğümüzde âlimler şöyle demişlerdir:
Peygamberlerin ruhlarının yeri İlliyyûn’ün en üstünde mele-i A’lâ’dadır. Peygamberlerin ruhları da derecelerine göre orada derece derecedir. Şehitlerin ruhları cennettedir. İstedikleri yerde gezerler. Bazı şehitlerin ruhları borçları nedeniyle cennetin girişindedirler.
Mü’minlerden bazılarının ruhları cennetin kapısında, bazıları kabirlerinde mahpusturlar. Kâfirlerin ruhları da yedi kat yerin altında siccindedirler. [31]
B. ECDAS
1. LÜGATTA ECDAS:
أجداث kelimesi, Arapça’da الجدث kelimesinin çoğulu olarak kullanılmaktadır. الجدث, lugatta kabir manasındadır [32].
2. ISTILAHTA ECDAS:
Istılâhî manası, Kur’ân-ı Kerim’deki âyetlerden anlaşıldığı kadarıyla, kabirler manasına gelmektedir [33].
3. KUR’ÂN-I KERİM’DE ECDAS
Kerim’de ecdas kelimesi şu ayetlerde geçmektedir:
Sura üflenince kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar” ( من الأجداث ). [34]
Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi yayılmış, o çağırana koşarak kabirlerinden çıkarlar. İnkârcılar “bu zorlu bir gündür” derler. ” [35]
Kabirlerden çabuk çabuk çıkacakları gün, gözleri dönmüş yüzlerini zillet bürümüş olarak sanki dikili taşlara doğru koşarlar. İşte bu onlara söz verilmiş olan gündür.” [36]
C. MERKAD
1. LUGATTA MERKAD:
İki manada kullanılmaktadır.
Birincisi: Mastar manasındadır ki; ölüm anlamında kullanılmaktadır.
İkincisi: İsm-i Mekân manasındadır ki; o da, kabir anlamında kullanılmaktadır [37].
Ayrıca uyuma yeri ve kabir manasında da kullanılmaktadır [38].
2. ISTILAHTA MERKAD
Merkad kelimesi, bahsedilen manaları içinde barındırmak kaydı ile Kur’ân-ı Kerim’deki kullanımına göre yatılan yer, kabir, uyku yeri anlamında ıstılâhî olarak kullanılmaktadır [39].
3. KUR’AN-I KERİM’DE MERKAD
Bu kelime bir ayette geçmiştir:
Vay halimize! Yattığımız yerden ( من مرقدنا) bizi kim kaldırdı? derler. Onlara; “ İşte Rahman olan Allah’ın vâdettiği budur. Peygamberler doğru söylemişlerdi”, denir. [40]
D. BERZAH
1. LUGATTA BERZAH
İki şey arasındaki perde ve ayırıcı sınır, manasındadır[41]. Berzah kelimesi lügatte iki şey arasındaki engel, mânia, hail ve ayırıcı hudut demektir. [42] Engel olmak hâdiselerde olduğu gibi mesafede de olur ve engel olan her şeye berzah tabiri kullanılır. [43]
2. ISTILAHTA BERZAH
Ölümden sonra başlayan ve mahşerdeki dirilişe kadar devam edecek olan kabir hayatıdır. Buna göre ölen herkes, berzah alemine girecektir. Berzah hayatı, daha çok kabir hayatı şeklinde de anılır. Ölümden sonra beden, genellikle çürüyüp ortadan kalktığı için; insanın göz ettiği berzah alemine Alem-i Ervah veya Daru’l-Ervah da denilir[44].
Ölen herkes berzaha girer ki berzah iki maddi hayat (dünya hayatı ile ahiretteki cismani haşirden sonraki ebedi hayat) arasında bir engel olduğu için iki maddi hayatı birbirinden ayırması sebebiyle bu adı almıştır. [45] Bu tarife göre ölümle mahşerdeki diriliş arasında insanın kalacağı yer olan kabir ve berzah âlemi ahiretten ve dünyadan ayrı bir âlem olarak düşünülmektedir. [46]Bu âlemde insanlar sorgu sual olunacak nimet ya da azap içinde olacaklardır. Berzah hayatına kabir hayatı denmesi insanların ölünce çoğunlukla kabre gömülmesi nedeniyledir. Bir insan kabre konulmasa bile yine de kabir hayatını yaşayacak, kabir nimetine ulaşacak ve kabir azabına maruz kalacaktır.
Kabirde karşılaşılacak olan azap aslında berzah azabıdır. İnsanlar genellikle kabre konulduğu için berzah azabına kabir azabı denilmiştir. Allah azabını gömülsün ya da gömülmesin dilediğine ulaştırır. Bir kimse asılsa, ya da denizde boğulsa ya da hayvanlar onu yese veya yanıp kül olsa ve rüzgâr onu dört bir tarafa savursa yine de azap ya da nimete nail olur. Bu konuda ehlisünnetin ittifakı vardır. [47] Allah Teala’nın mülkünde ve melekûtundaki acaib ve hayret verici şeyler üzerinde düşünenler, kudret ve ceberutunun garib ve akla durgunluk veren yönlerini göz önünde bulunduranlar bu ve emsali olan şeyleri yadırgamaz ve uzak bir ihtimal olarak görmezler. [48]
3. KUR’AN-I KERİM’DE BERZAH
K. Kerim’de Berzah kelimesi de kabir hayatını ifade etmek için kullanılmış olup kabirdeki hayatın asıl adı Berzah hayatıdır. İnsanlar genellikle ölünce kabre konduğundan Berzah hayatına Kabir hayatı denilmiştir. Berzahla ilgili K. Kerim’deki ayet şöyledir:
Onlardan birine ölüm gelince: “Rabbim! Beni geri çevir, belki yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim”, der. Hayır, bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel ( برزخ ) vardır. ” [49]
“Onların gerisinde ise, yeniden diriltilecekleri güne kadar (süğren) bir berzah vardır.” [51] Bu ayette geçen Berzah ise, ölümden sonra yeniden dirilişe kadar geçecek zaman dilimin oluşturduğu engel anlamındadır.
D. AZAB
1. LUGATTA AZAB
Mastar olarak sonsuzluğun şiddetinden yemeği terk etmek, vurmak, عن edatı ile kullanıldığında, men etmek; isim olarak, ceza, zarar, eza, işkence, insana elem veren ve zor gelen şey anlamına gelmektedir [52].
2. ISTILAHTA AZAB
İnkar ve isyan edenlerin, dünya ve ahirette Allah tarafından cezalandırılmalarını ifade etmek için kullanılmıştır. Allah, hiç kimseye suçu olmadan azab etmez.
İnsanların birbirine yaptıkları kötü muamele de “azab” kelimesi ile ifade edilmiştir. Firavunun, İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldürmesine azab denilmektedir [53].
Kur’an’ın cehennem tasvirlerinden anlaşıldığına göre ahiret azabı, fizyolojik ve psikolojik olmak üzere iki kısımdır.
Birincisi: Bedeni etkileyen yakıcı ateşler, dondurucu ya da kaynar sular, demir topuzlar, ateş yalaklar, örtüler, zakkum, dikenli ağaçlar, katranlar ve kelepçelerdir [54].
İkincisi ise: Ruhlara şiddetli ızdırab ve tasa kaynağı olan azabdır ki, suçluların Allah’ı görmemeleri; Allah’ın onları azarlaması, onlarla konuşmaması ve yüzlerine bakmamasıdır [55].
3. KUR’AN-I KERİM’DE AZAB
Kur’an-ı Kerim’de,
a) İnkar ve isyan edenlerinya dünya ve ahirette Allah tarafından cezalandırılmaları [56].
b) İnsanların birbirlerine taptıkları kötü muamele [57].
c) Zina yapanların, Cumartesi günü balık avlayanların cezalandırılması [58].
d) Kâfirler için büyük, alçaltıcı, acıklı, şiddetli, sürekli azab olduğu bildirilmektedir [59].
E. NİMET
1. LUGATTA NİMET
Hayatı güzel ve hoş olmak, müreffeh olmak, yumuşak olmak, dal yeşil ve taze olmak anlamlarındaki “ن ع م” kökünden türeyen bir kelimedir. Mal, refah, rahmet, iyi hal, insana lutfedilen şey, iyi durum, iyilik, zenginlik demektir.
2. ISTILAHTA NİMET
İnsanın sahip olduğu ve kendisine dünya ve ahirette yararı dokunan maddi ve manevi varlıklar, imkanlar ve ihsanlar anlamında kullanılmaktadır. İnsanın eşi, işi,evi, çocukları, itibarı ve makamı, malı ve mülkü, aklı, görme, duyma, okuma, anlama, dinleme ve benzeri yetenekleri, aklı, yiyip, içtikleri, giyip kullandığı eşyası, sağlığı ve benzeri imkanlar birer nimettir [60].
3. KUR’AN-I KERİM’DE NİMET
Nimet kelimesi ve türevleri Kur’an’da 122 yerde geçmiştir ve
a) Allah’ın lütfu ve nimeti [61],
f) Rahmet,iyilik, ikram, İslam [66],
g) Yeryüzü, gökyüzü, yerde ve göklerde bulunanlar, ay, güneş, yıldızlar, gezegenler, hava, su, toprak, ateş, hayvanlar, bitkiler, ağaçlar, meyveler, sebzeler, madenler, maddi ve manevi nice varlıklar Allah’ın insanlara birer nimetidir [67].
KABİR AZABI ve NİMETİ, İLGİLİ AYETLER
A. KABİR AZABI, İLGİLİ AYETLER
Azap, Allah’ı tanımayan veya emirlerine karşı gelenlere dünyada ve ahirette verilen ilahi cezadır. Azap “terk etmek, vazgeçmek, vazgeçirmek” gibi manalara gelen “azb” kökünden isim olup “işkence, eziyet ve elem” anlamında kullanılır. Kur’an’da türevleriyle birlikte 490 yerde geçen azap, genellikle ilahi emirlere karşı gelenlere verilen cezanın adı olarak kullanılır. Kur’an’da azap manasında geçen başka kelimeler de vardır. Bunlardan en çok tekrarlananlar “ nâr, cehennem, ricz, be’s ve ikab”dır. İlgili ayetlerin incelenmesinden anlaşıldığına göre ilahi azap dünyada, kabir hayatında ve ahirette olmak üzere üç safhada gerçekleşmektedir. [68]
Kabir azabına sebep olan amelleri hadisi şeriflerden öğrenmekteyiz. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Kabir azabı nemime ve bevlden sakınmama sebebiyle olmaktadır.
Buhari ve Müslim, Abdullah b. Abbas (r. a)’ın şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir: Rasulullah (a. s) iki kabrin yanından geçti ve şöyle buyurdu: “Bu kabirlerde yatanlar azap görmektedirler. Ama büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar”. Rasulullah (as) daha sonra sözüne şöyle devam etti: “Evet bunlardan birisi, insanlar arasında söz taşırdı. Diğeri ise bevlinden (bevlini üzerine sıçratmaktan) sakınmazdı. [69]
2- Ölen kişinin ardından ağıt yakılması halinde ölü kabirde bu ağıt sebebiyle azap görmektedir.
Ömer İbni Hattab (r. a) Rasulullah (a. s)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Ölü kabirde ağıt sebebiyle azap görür. ” [70] Bu konudaki hadisler çoktur. Bu hadislerde ölünün üzerine yakılan ağıt sebebiyle azap göreceğine delalet vardır. Ancak bu durumda şu problem ortaya çıkmaktadır: Kişi başkasının yaptığı bir şeyle niye azap görür? Bu soruya verilen cevaplar farklı farklı olup Hz. Âişe bunu kabul etmemiş ve “kimse kimsenin günahını çekmez” [71] ayetiyle delil getirerek başkasının ağıt yakması sebebiyle ölünün kabirde azap çekmeyeceğini söylemiştir. Ebu Hureyre de bu konuda Hz. Âişe ile aynı görüştedir. [72] Bazı âlimler de bu hadisi te’vil etmişler ve “bu durum ağıt yakılmasını vasiyet etmiş ise öyledir. Vasiyet etmemişse azap görmez” demişlerdir. [73]
3- Kabir azabı ganimet mallarından gizlemek sebebiyledir.
Ömer İbni Hattab (r. a) şöyle dedi: “Hayber gazvesi günü idi. Nebi (s. a. v. )’in ashabından bir grup geldi ve “falanca şehittir. Falanca şehittir” dediler. Sonra bir adamın yanından geçtiler: “falanca kimse de şehittir” dediler. Nebi (s. a. v. ): “Hayır, ben onu ganimetten çaldığı bir hırka –veya aba- içinde cehennemde gördüm” buyurdu. [74]
Görüldüğü üzere kişi şehit olsa bile cehenneme gidebilmektedir. Bunun sebebi de her ne kadar şehitlik, kişinin birçok günahına kefaret olsa da ammenin malına hıyaneti ve kul haklarını ortadan kaldırmaz. Bu sebeple, Peygamber Efendimiz şehit olduğu haber verilen bir kişinin ganimetten çaldığı bir hırkadan dolayı cehennemde olduğunu bildirmiş, amme malına ihanetin ve kul hakkının affedilmeyeceğini ümmete öğretmiştir. [75]
4- Kabir azabı borç sebebiyledir. Kişi ödemediği borçları ödeninceye kadar azap görür. Bu konuda Ebû Hüreyre’den Rasulullah (s. a. v)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Müminin borcu ödeninceye kadar ruhu borcuna takılıdır. ” [76]
Ölen kimsenin dünya ile alakası kesilir. Ancak bu hadisi şerif, bu ilginin bir konuda devam ettiğini bildirmektedir: Borç. Borçlu olarak ölen mü’minin ruhu kavuşacağı ikram ve iyiliklere borcu ödeninceye kadar ulaşamaz. Bir başka anlayışa göre, borçlu ölmüş mü’min hakkında, ilk iş olarak borcunun ödenip ödenmediğine bakılır. Her iki yoruma göre de borçlu ölen mü’min için borcu, bir çeşit ayak bağıdır, onu yerinden kıpırdatmaz. [77] Borç Beyhaki’nin belirttiğine göre kabir azabına sebep olan şeylerden birisidir. [78]
5- Allah Teala’ya isyan olan her davranış da kabirde azaba sebeptir. Çünkü kabirdeki azabın Kâfir ve Münafıklarla, Allah’a asi olan mü’min kullara olacağı belirtilmektedir. [79]
6- Hadesten temizlenmeyi terk etmenin de kabirde azaba sebep olacağı söylenmiştir. [80]
7- Yardım etme gücü ve imkânı varken mazluma yardım etmeyi terk etmek de kabir azabına sebep olan ameller arasında zikredilmiştir. [81]
8- Allah’ın zikrinden yüz çevirmek de kabir azabına sebep olan davranışlardandır. Cenab-ı Hak K. Kerim’de: “Benim kitabımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz” [82] buyurarak Allah’ın zikrinden yüz çevirmenin kabir azabına sebep olacağını belirtmiştir. Ayette geçen dar geçimi Peygamberimiz bizzat kendisi kabir azabı olarak açıklamıştır. [83]
Kabirde azaba sebep olan amellerin yanında bir takım ameller de vardır ki onlar da kişiyi kabirdeki azaptan muhafaza ederler. Bu amelleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
1- Allah’a itaat edip onun emirlerine karşı gelmekten sakınmanın kabir azabından koruyacağı söylenmiştir. [84] Nitekim Cenab-ı Hak: “Kim inkâr ederse inkarı kendi aleyhine olur. Yararlı iş işleyen kimseler kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar. Çünkü Allah inanıp yararlı iş işleyenlere lütfundan karşılık verecektir. Doğrusu o inkârcıları sevmez. ” [85] Buyurmaktadır. Mücahid ayette geçen, “kendileri için rahat bir yerin” kabir olduğunu haber vermektedir. [86]
2- Allah yolunda sınırda nöbet tutmak kabir azabından kişiyi koruyacağı umulan ameller arasındadır. Selman (r. a) Rasulullah (s. a. v. )’i şöyle buyururken işittim demiştir: “Bir gün ve bir gece hudut nöbeti tutmak, gündüzü oruçlu gecesi ibadetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şayet kişi bu nöbet esnasında vazife başında iken ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar devam eder, şehit olarak rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde olur” [87]
Bir kimse askerlik görevi yaparken vazife başında ölürse, o şehit olarak Rabbine kavuşur. Şehidin amel defteri kapanmaz ve dünyada işlediği güzel ve hayırlı işlerin sevabı da kıyamete kadar devam eder. Şehit kabirde meleklerin sorgulamalarından ve kabir azabından muaf tutulur. Sağlıklı bir imana ve cihad ruhuna sahip olmak bunun yegâne şartıdır. [88]
3- Allah yolunda şehit olmak da kabir azabından koruyan amellerdendir. Cenab-ı Mevla “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyiniz. Bilakis onlar diridirler. Lakin siz anlamazsınız” [89] buyurmaktadır. Bir başka ayet bu konuda biraz daha bilgi vermektedir : “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler. Allah’ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında bol bol nimetler içindedirler. ” [90] Görüldüğü üzere şehitler bizim fark etmediğimiz bir hayatı yaşamakta ve Allah’ın nimetleriyle nimetlenmektedirler.
4- Mülk Suresini okumak da kişiyi kabir azabından koruyan amellerdendir.
Ebû Hüreyre (r. a)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s. a. v. ) şöyle buyurdu: “Kur’an’da otuz ayetten ibaret bir sure bir adama şefaat etti. Neticede o kişi bağışlandı. O sure; تبارك الذى بيده الملك’tür. ” [91]
Mülk suresi Kur’an’ın 67. suresi olup 30 ayetten ibarettir. Bu sure Mülk suresi diye anılır ve Kur’an’daki adı böyledir. Ancak ona Mânia, Münciye, Vakiye gibi isimler de verilmiştir. Bu surenin bir adama şefaat etmesi ve bu vesileyle onun mağfirete nail olup bağışlanması, onu sürekli okuması ve kadrini kıymetini bilmesi sebebiyledir. Bu şekilde davrananları Cenab-ı Hak kabir azabından koruyacak veya kıyamet gününde kendilerini bağışlayıp affedecektir. Hatta sureye “Mânia” ve “Münciye” adlarının verilmesinin sebebi, onun mana ve mahiyetini kavrayarak ve inanarak okuyanın kabir azabı görmesine engel olacağı ve kurtuluşuna da vesile teşkil edeceği içindir. [92]
5- İshal hastalığından ölenin de kabir azabından korunacağı söylenmiştir.
Nesai, Abdullah b. Dinar (r. a)’ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir; “Ben, Süleyman b Surad ve Halid b. Arfata birlikte oturuyorduk. Bu sırada bir adamın ishalden öldüğünü söylediler. Baktım, benimle beraber olan (adı geçen) iki kişi öldüğü bildirilen adamın cenazesinde bulunmayı arzu ediyorlar. Bunlardan birisi diğerine: Rasulullah (a. s): “Kim ishalden ölürse, kabrinde azap görmez” diye buyurmadı mı? diye sordu. Öteki de: “Evet öyle buyurdu” diye cevap verdi. [93]
Ebu Hüreyre (r. a)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s. a. v. ) ; “Siz kimleri şehit sayıyorsunuz? diye sordu. Sahabiler “Ya Rasulallah! Kim Allah yolunda öldürülürse o şehittir” dediler. Peygamber Efendimiz: “Öyleyse ümmetimin şehitleri oldukça azdır” buyurdu. Ashab: “O halde kimler şehittir Ya Rasulallah?” dediler. Rasulü Ekrem: “Allah yolunda öldürülen şehittir. Bulaşıcı hastalıktan ölen şehittir. İshalden ölen şehittir. Boğularak ölen şehittir” buyurdu. [94]
Görüldüğü üzere Peygamberimiz ishalden ölenleri de şehit saymıştır. Biz bunlara bilindiği üzere Hükmî Şehit diyoruz. Diğer hükmî şehitleri de ishalden ölene kıyas edersek onların da kabir azabından korunacağı ortaya çıkar.
6- Cuma gecesi ölmenin kabir fitnesinden korunmaya sebep olacağı umulmaktadır. [95]
7- Hadesten temizlenmek kabir azabından korur. [96]
8- Emri bil Ma’ruf Nehyi ani’l-Münker yapmak da kabir azabından koruyan amellerdendir. Çünkü bunda insanlar için dinleri hususunda çok büyük faydalar vardır. [97]
Hadisi şeriflerde kabirlerde olacak azap şekilleri hakkında da bilgiler verilmiştir. Kabirdeki azap gayba ait bilgilerden olduğu için akılla bilinemez ancak Allah ve Rasulü’nün bildirmesiyle bilinebilir. Orada karşılaşılan azap dünya şartlarında düşündüğümüz azabın tamamen dışındadır. Bizler varlığını kabul ederiz fakat nasıl olacağını bilemeyiz. Hz. Peygamberin haber verdiğiyle yetiniriz.
Hadislerde belirtildiği üzere azap şu şekillerde gerçekleşecektir:
1- Demirden bir tokmak ya da başka bir şeyle ölen kişinin ensesine vurulması.
Peygamber Efendimiz (s. a. v. )’den Enes b. Malik yoluyla rivayet edilen kabir suali hakkındaki hadisin sonunda, kâfir ve münafıklar cevap veremeyince enselerine tokmakla vurulacağı haber veriliyor. Rasulullah (s. a. v. ) “. . . sonra onun (kâfir veya münafık) ense köküne öyle bir vurulur ve o (o vuruşun acısıyla) öyle bir feryat eder ki onun feryadını, insan ve cinler hariç kendisine yakın olan her mahlûk duyar” [98] buyurarak bunu anlatmaktadır.
2- Yılanların, akreplerin kabirde ölüye musallat kılınması
Ebû Said el-Hudri’den rivayet edilen bir hadisi şerifte Rasulullah (s. a. v. ) : “Kabirde kâfire doksan dokuz tinnin (ejderha) saldırtılır ve kıyamet gününe kadar onu ısırırlar ve sokarlar ki eğer onlardan birisi yeryüzüne üfleyecek olsa, orada hiçbir yeşillik kalmazdı” [99] buyurmaktadır.
Hz. Esma (ra)’dan dan rivayet edilen bir hadisi şerifin sonunda ise; “Daha sonra bu adama (kâfir ya da facir) elinde kamçı bulunan bir hayvan musallat olur. Onun elindeki kamçıya deve gibi ateş korları takılı olur. Bu hayvan Allah’ın dilediği kadar süre o adamı döver. Hayvan sağır olduğundan dolayı adamın sesini duymaz ki, ona merhamet etsin” [100] buyrulmuştur.
Bir başka hadisi şerifte Ebû Hüreyre (r. a), Peygamberimiz (s. a. v. )’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Onun için dar bir geçim vardır [101]ayetinde geçen dar bir geçimin ne olduğunu biliyor musunuz? diye sorunca , “Allah ve Rasulü daha iyi bilir” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz: “o kâfirin kabirdeki azabıdır. Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki onun üzerine doksan dokuz tinnin musallat kılınır. Tinnin’i bilir misiniz? O doksan dokuz yılandır ve her yılanın da yedi başı vardır. (Bir rivayette dokuz başı vardır) Kıyamet gününe kadar onun cismine üfürürler, sokarlar ve onu tırmalarlar” buyurmuştur. [102]
3- Ölünün başına taşla vurulup başının ezilmesi ve avurdunun yarılması v. b.
Semure b. Cündeb (r. a. )’in peygamberimizden rivayet ettiği uzun bir hadiste peygamberimizin görmüş olduğu bir rüyasını anlatıyor. Bu rüyada; Kur’an öğrendiği halde terk eden ve farz namaz vaktini uykuda geçiren kimseye kafasına bir taşla vurulup ezilerek, etrafındaki insanlara yalan söyleyenlere avurdu, burnu ve gözleri demir çengellerle yarılarak, zina eden erkek ve kadınlara fırın içine doldurarak, faiz yiyen kimseye taş yutturularak azap edildiği ve bu azabın kıyamet gününe kadar devam edeceği peygamberimize gösteriliyor ve peygamberimiz bu rüyasını ashabına anlatıyor. [103]
Bilindiği gibi peygamberlerin rüyası haktır, hüküm ifade eder. Rüya peygamberlerin bilgilendirilme vasıtalarındandır. Bu sebeple Hz. Peygamberin “Rüyamda gördüm” diye anlattıkları ile ona melek aracılığıyla ya da daha başka yollarla bildirilenler arasında fark yoktur. Yani bu hadiste anlatılanlar asla bir hikâye değildir. Hadiste anlatılan cezalandırma şekilleri kabir azabının varlığını, belli günahlar için belli şekillerde sürdürüldüğünü göstermektedir. [104]
4- Kabrin ölüyü kemikleri birbirine geçinceye kadar sıkıştırması
Ebû Hüreyre(r. a. )’den rivayet edilen bir hadisi şerifin sonunda münafık olan kişiye soru sorulduktan sonra yere “bunu sıkıştır” denileceği ve yerin de o kişiyi kaburga kemikleri birbirine geçinceye kadar sıkıştıracağı haber verilmekte ve bu azabın kıyamet gününe kadar devam edecek olan bir azap olduğu da belirtilmektedir. [105]
Kabir sıkıştırması şeklindeki azap peygamberler dışındaki bütün insanlaradır. Bu azaptan salih kimseler de kâfir olanlar da kurtulamaz. Ancak kâfir ile Müslüman arasındaki fark kâfire bu azap süreklidir. Müslüman’a ise kabre konduğu ilk andadır. [106] Bu görüşü şu hadisler doğrulamaktadır:
Nesai’nin Abdullah b. Ömer (r. a)’den rivayet ettiği bir hadiste peygamberimiz : “Bu (yani Sa’d b. Muaz (r. a. ) kendisi için arşın titrediği, kendisine göklerin kapılarının açıldığı ve yetmiş bin meleğin cenazesinde bulunduğu kimsedir. O, önce kuvvetlice sıkıldı. Sonra rahat bırakıldı” [107] buyurmuşlardır.
Bir başka rivayette ise; “Eğer bir kimse kabrin sıkmasından kurtulacak olsaydı şu çocuk kurtulurdu” [108] buyurmuşlardır.
5- Kabirdeki kişiye sabah akşam cehennemdeki yerinin gösterilmesi
Buhari ve Müslim’in Abdullah b. Amr’dan rivayet ettikleri bir hadiste peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: “Sizden biri öldüğünde, gideceği yer sabah akşam kendisine gösterilir. Eğer cennet ehlinden ise, cennet ehli arasında, cehennem ehlinden ise cehennem ehli arasında yerini görür. Kendisine de “Allah Teala’nın insanları yeniden dirilteceği zamana kadar senin yerin işte burasıdır” denilir. [109]
Yukarıda saymış olduğumuz azap çeşitleri ve şekilleri sadece kâfirlere ve münafıklara değildir. Mü’minlerden bir grup onlarla beraber kabirde azap çekecektir. [110] Ümmetin cumhuru kâfirler ve mü’minlerden bazı asiler için kabir azabının olduğunda ittifak etmişlerdir. [111] Ancak kâfirlerle mü’minlerin azabı aynı değildir. Hatta asi mü’minlerin azapları da aynı değildir. Herkes ameline göre değerlendirilir ve hatasına göre karşılık bulur. [112]
Geçmiş ümmetlerin kâfirleri de kabirde sorguya çekilip deliller ortaya konduktan sonra kabirlerde azap görürler. [113] Buna peygamberimizden rivayet edilen hadisler delalet etmektedir. Buhari ve Müslim’in Ebû Eyyub el-Ensari (r. a. )’dan dan rivayet ettikleri bir hadiste peygamberimiz “Yahudiler kabirlerinde azap görüyorlar” [114] demiştir.
Bazı Mutezile âlimlerine göre ise (mesela Cubbai) kabir azabı sadece kâfire olacak mü’minlere kabirde azap olunmayacaktır. [115]
Kabirdeki azaptan kabirde sual olunmayanlar ile hadislerle azaptan muaf oldukları açıklananlar korunmuşlardır. Onlara azap edilmez. [116] Bunlar “Nebiler, sıddıklar, sınırda nöbet bekleyenler, şehitler, Mülk suresi veya Secde suresini her gece okuyanlar, ishal hastaları, Cuma günü ya da gecesi ölenler, Taun hastalığından ölenler, ölüm hastalığında iken ihlâs suresini okuyanlar”, şeklinde ifade edilmiştir [117].
Bu konuda dört görüş olup ehlisünnet âlimlerine göre kabir azabının vakti ölünün kabre konmasından başlayıp kıyamet günü yeniden dirilme gününe kadardır.
Bir kısım âlime göre de kabir azabı iki nefha arasındadır. Bu görüş Ebû Huzeyl ve Bişr’in başını çektiği grubun görüşüdür. [118]
Bazılarına göre de kabir azabı birinci sura üflenene kadar yani dünya durdukça devam edecektir. [119]
Bazı âlimlere göre de azap kabir hayatı boyunca devam edecek ancak azabın elemi, acısı yeniden dirilme gününde bir anda hissedilecektir. Bu Mutezile’nin bir kısmının görüşüdür. [120]
Kabir azabı devamlı mıdır yoksa bir zaman sonra kesilir mi? sorusuna şu şekilde cevap verilmiştir: “Kabir azabı iki nevidir: 1- Sürekli olan azap 2- Belirli bir süre devam edip sonra kaldırılan azap.
Sürekli olan azap kâfirlerle münafıkların azabıdır. Onların azabı yeniden dirilme gününe kadar devam edecektir. “Onlar sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı gün, “Firavunun adamlarını azabın en ağırına sokun” denir” [121] ayeti ile Bera b. Azib’in rivayet ettiği bir hadisin kâfirle ilgili bölümünde: “Sonra onun için cehenneme giden bir kapı açılır ve kıyamet saatine kadar cehennemdeki yerine bakar” sözleri azabın kâfirler ve münafıklar için devamlı olacağına delalet eder.
Belirli bir süre devam edip sonra kaldırılan azap ise, bazı asi mü’minlerden suçları hafifletilenlerin azabıdır. Bunlar günahlarına göre azap görürler sonra onlardan bu azap kaldırılır. [122]
Nesefi, Bahru’l-Kelam adlı eserinde şöyle demektedir: “Kabir azabı kâfirlerden Cuma günü ve gecesiyle, Ramazan ayının tamamında kaldırılır. Bu vakitlerde onlara azap olunmaz. Bu vakitler geçince azaba devam edilir. Asi Müslümancın azabına gelince ona da Cuma günü ve gecesiyle Ramazan ayında azap edilmez. Ancak ondan azap kaldırılınca kıyamet gününe kadar tekrar azaba döndürülmez. Asi Müslüman eğer Cuma günü ya da gecesi ölürse onun azabı sadece bir saat olur, sonra azab ondan kesilir ve kıyamet gününe kadar o azaba döndürülmez. ” [123]
Görüldüğü üzere kâfirler Cuma günü ve gecesiyle, Ramazan ayında kabir azabından kurtuluyorlar. Bunlar daha sonra tekrar azap olunmaya devam ediyorlar. Asi Müslüman gelince o bu vakitlerde azaptan kurtuluyor ve bir daha azaba uğramıyor. Böyle olunca Cuma günü ya da gecesi ölen bir kimse çok kısa bir süre azap görünce ondan bu azap kaldırılıyor ve kıyamet gününe kadar tekrar azaba döndürülmüyor. İmam Suyuti bu görüşün delili olmadığını, böyle bir şeyi söylemek için delile ihtiyaç olduğunu belirtirken [124]Molla Aliyyü’l-Kari de “bu kesinlikle batıldır” diyor. [125]
Bir kısım âlimlere göre de kabirdeki azap sabah ve akşam olup bu iki vakit arasında azaba ara verilir. [126]
Bazılarına göre de kabir azabı Nefalar arasında kabir ehlinden kaldırılır. Bu vakitlerde azab olunmazlar. Ancak Nebi öldüren, Nebinin öldürdüğü ve peygamberle savaşta öldüren bunun dışındadır. Onlardan azap kaldırılmaz. Bu görüşü savunanlar “Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı?” [127] Ayetini delil getiriyorlar [128]. Said b. Beşir bu şekilde görüş belirtmiştir. [129]
Buhari ve Müslim, Abdullah b. Abbas (r. a)’ın şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir: “Rasulullah (a. s) iki kabrin yanından geçti ve şöyle buyurdu: “Bu kabirlerde yatanlar azap görmekteler. Ama büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar”. Rasulullah (a. s) daha sonra sözüne şöyle devam etti: “Evet, bunlardan birisi insanlar arasında söz taşırdı. Diğeri ise bevlinden sakınmazdı. ”. Rasulullah (a. s) daha sonra yeşil bir hurma dalı istedi, onu ikiye ayırdı ve bir parçayı kabirlerin birine, diğerini de diğer kabre dikti ve: “Umulur ki, bu dal kuruyuncaya kadar onların azapları biraz hafifletilir” diye buyurdu. [130]
Ahmed b. Hanbel de Ebû Hüreyre(r. a)’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Rasulullah (as) bir kabrin yanından geçti ve “bana iki adet hurma çubuğu getirin” diye buyurdu. Bu çubukların birini kabrin baş tarafına, diğerini de ayak tarafına dikti. Kendisine; “Ey Allah’ın Rasulü! Bunun kabirdeki ölüye bir yararı olacak mıdır?” diye soruldu. Rasulullah (a. s) şöyle buyurdu: “Bunlarda yeşillik olduğu sürece içindekinin azabı hafifletilecektir. ” [131]
Görüldüğü üzere peygamberimiz kabirlere yaş hurma dalları dikmiştir. Bunun da kabirlerde yatanların azabının hafiflemesine sebep olacağını belirtmiştir. Peygamberimizin bu davranışı kabristanların yeşilliklerle donatılması gerektiğini bizlere hatırlatmaktadır. Müslüman kabristanları Yahudi ve Hristiyan kabristanlarından daha güzel, daha bakımlı ve düzenli olmalı, yeşilliklerle donatılmalıdır.
Peygamberimiz hadisi şeriflerinde kabirdeki azabı insanlar ve cinler dışında tüm yaratıkların duyduğunu haber vermiştir. Bu konudaki rivayetlerden bir kaçı şöyledir:
Ahmed b. Hanbel, Ümmü Mübeşşir (r. a)’in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: “Neccaroğullarının bahçelerinden, içerisinde o kabileden cahiliye döneminde ölmüş olan birtakım kimselere ait mezarlar bulunan bir bahçede olduğum sırada, Rasulullah (as) yanıma geldi. Onların azap gördüklerini duyunca dışarı çıktı ve : “Kabir azabından Allah’a sığının” diye buyurdu. Ben kendisine: “Ey Allah’ın Rasulü! Onlar kabirlerinde azap görüyorlar mı? Diye sordum. “Evet, hayvanların tümünün duyduğu bir azap görüyorlar” diye buyurdu. [132]
Bir başka rivayette de Hz. Âişe (r. a)’den şöyle bildirilmiştir: “Bir yahudi kadın Hz. Âişe (r. a)’nin yanına girdi. O’ndan bir hediye istedi. Hz. Aişe (r. a)de onun istediği hediyeyi verdi. Bunun üzerine kadın: “Allah seni kabir azabından korusun” diye dua etti. Hz. Aişe (r. a) dedi ki: “Onun böyle söylemesinden içime bir tereddüt düştü. Daha sonra Rasulullah (a. s) gelince bu konuyu kendisine hatırlattım. Rasulullah (a. s) şöyle buyurdu: “Onlar kabirlerinde hayvanların duyduğu bir azap görmektedirler” [133]
Ahmed b. Hanbel, Ebû Said el-Hudri(r. a)’den Peygamberimiz (sav)’in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: “. . . Sonra önüne cenneti gösteren bir kapı açılır ve: “Eğer Rabbine inanmış olsaydın varacağın yer burası olacaktı. Ama Rabbini inkâr ettiğinden dolayı yüce Allah sana bunun yerine şu yeri verdi” der ve hemen ardından önüne cehennemi gösteren bir kapı açılır. Ardından çekiçle kendisine öyle bir vurur ki bundan dolayı çıkardığı haykırış sesini insanlar ve cinler dışında yüce Allah’ın bütün yaratıkları duyarlar. ” [134]
Taberani, Abdullah b. Mesud (r. a)’dan dan rivayet etmiştir. Rasulullah (a. s) şöyle buyurdu: “Ölüler kabirlerinde azap görmektedirler. Onların gördükleri azaptan dolayı çıkardıkları sesleri, hayvanlar duyar” [135]
Peygamber Efendimiz kabirdeki azabın korkunçluğunu şu ifadelerle anlatmaktadır: “Bu ümmet, kabirlerinde imtihan edilecektir. (zorlukla karşılaşacaktır) Eğer ki birbirinizi kabirlere defnetmemenizden endişe etmemiş olsaydım, benim duyduğum şu kabir azabı ile ilgili sesleri sizin de duymanız için dua ederdim” [136]Bir başka rivayette: “Kabir, ahiret duraklarının ilkidir. Eğer kişi oradan kurtulursa, sonrası daha kolay olur. Eğer oradan kurtulmazsa sonrası daha zorlu olur. Ben kabirden daha korkunç bir manzara görmüş değilim” [137]
Peygamber Efendimiz kabir azabından Allah’a sığınmış ve ashabına da kabir azabından sığınmalarını emretmiştir. Bu konudaki rivayetlerden bir kaçı şöyledir:
Sa’d b. Ebû Vakkas (r. a)’dan dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s. a. v. ) namazlardan sonra şu duayı okuyarak Allah’a sığınırdı: “Allahım! Korkaklıktan, cimrilikten sana sığınırım. Erzeli ömürden sana sığınırım. Dünya fitnesinden sana sığınırım. Kabir fitnesinden sana sığınırım. ” [138]
Ebu Hüreyre (r. a)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s. a. v. ) şöyle buyurdu: “Biriniz namazda tahiyyatı bitirdiği zaman, dört şeyden Allah’a sığınarak şöyle desin: Allahım! Cehennem azabından ve kabir azabından, hayat ve ölüm fitnesinden, kör deccalın fitnesine uğramaktan sana sığınırım. ” [139]
Enes (r. a)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s. a. v. ) şöyle dua ederdi: “Allahım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve cimrilikten sana sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım. ” [140]
Zeyd b. Erkam (r. a)’da n rivayet edildiğine göre Rasulullah (s. a. v. ) şöyle dua ederdi: “Allahım! Acizlikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azabından sana sığınırım. Allahım! Nefsime takva nasip et ve onu her türlü günahtan temizle, onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip eğitecek sadece sensin. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım. ” [141]
Hz. Ömer: Kabir azabını inkâr edenlerin ortaya çıkacağını, onlar daha ortaya çıkmadan önce haber vermiştir. Sadece Kabir azabını değil, Deccali, Havzı, Mü’minlerin cezalarını çektikten sonra cehennemden çıkacaklarını inkâr edecek ve Recm cezasını inkâr edecek, bunların olmadığını, olamayacağını ileri sürecek bir takım insanlar türeyeceğini söyleyerek ta o günden Müslümanları uyarmıştır. Hz. Ömer’in bu uyarısını Abdurrezzak İbn Hemmam Musannefinin iki yerinde (VII, 330 ve XI, 412) zikretmiştir. [142]Kabir azabının asıl adı Berzah azabıdır. Ölünce insanların çoğunun kabre konulması ve azabın çoğunun bu nedenle kabirde gerçekleşmesi nedeniyle berzah azabına kabir azabı denilmiştir. Bir kimse herhangi bir nedenle kabre gömülmese bile ona yine kabir azabı ulaşır.
Kabir azabının varlığını bir kaç mezhep grubu hariç çoğunluk kabul etmiştir. Kabul etmeyenlere ayetler ve hadislerle delil getirilmiş onların görüşleri çürütülmüştür.
1- “Allah o adamı, kurmak istedikleri tuzaktan korudu. Kötü azap Firavun’un adamlarını sardı. Onlar sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı gün “Firavun’un adamlarını azabın en ağırına sokun” denilir. ” [143]
2- “Onlar günahları yüzünden suda boğuldular, ateşe sokuldular, kendilerine Allah’tan başka yardımcı bulamadılar. ” [144] Allah Teala’nın Nuh kavminin durumunu beyan buyurduğu bu ayet kabir azabına delil olmaktadır. [145]Buradaki nar berzahtır ve kast olunan kabir azabıdır. [146]
3- “Çevrenizdeki bedeviler içinde ikiyüzlüler ve Medineliler içinde de iki yüzlülükte direnenler vardır. Onları siz değil ancak biz biliriz. Kendilerine iki defa azap edeceğiz. Onlar sonra da büyük bir azaba uğratılırlar. ” [147]
4- “Şu da muhakkak ki onlara o en büyük azaptan beride (evvel) o yakın azaptan da tattıracağız. Gerek ki doğru yola gelip küfürden dönerler” [148]
5- “Zulmedenlere şüphesiz bundan başka da azap vardır. Fakat onların çoğu bilmezler” [149]
6- “Benim kitabımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur. Ve kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. ” [150]
7- “Allah’a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahy edilmemişken bana vahyolundu, Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim, diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış “Canlarınızı verin, bugün Allah’a karşı haksız yere söylediklerinizden, onun ayetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız” derken bir görsen”. [151]
8- “Allah inananları dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar. Zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar” [152]
9- “Çoğunluk olmak iddianız sizi o kadar meşgul etti ki, mezarları ziyaretle oradakileri de sayacak kadar oldunuz. Hayır, öyle olmayın yakında bileceksiniz. Hayır gözünüzü açın yakında bileceksiniz. ” [153]
10- “Doğduğu günde, öleceği günde, dirileceği günde ona selam olsun” [154]
11- “Onlar : “Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik. Bir daha çıkmaya yol var mıdır? Derler” [155]
Kabir azabının varlığı ayetler ve mana yönünden mütevatir hadislerle sabit olduğu için kabir nimetinin varlığına inanmak kabir suali ve kabir azabı gibi mü’minlerin itikadi görevleri arasındadır. Kabir azabının varlığı konusunda hadisler mütevatir derecesinde olduğundan kabir azabının varlığı kesindir ve kabirde nimet görme ve sual de buna bağlı olarak kesinleşmiş olur. Çünkü kabir azabını kabul eden herkes nimeti ve suali de kabul etmiştir. [156]
İnsana kabirde nimetin ulaşmasını sağlayan amelleri iki sınıfa ayırmak mümkündür. 1- Kendi yaptıkları, 2- Ölenin ardından evlatlarının veya yakınlarının onun için hayır dua etmesi ve bazı ibadetleri onun adına yapması. Ölen kişi bu ameller sebebiyle kabirde nimete nail olmaktadır. Çünkü kabir nimeti yapılan amellere verilen bir mükâfat olup hem kabirde hem de ahirette karşılığı ve faydası görülecektir.
Peygamberimiz: “Kişiyi kabrinin başına kadar üç şey takip eder: Malı, ehli ve ameli. Malı ve ehli geri döner, onunla yalnız ameli kalır” [157], buyurmuşlardır. Buna göre kişinin yaptığı her türlü ibadetler, iyilikler, güzellikler, ilim vs. O’na kabirde nimeti nasip eden kendi amelleridir. Ne kadar çok amel ederse ve dinini yaşarsa karşılaşacağı nimet de ona göre çok olacaktır.
Bir başka hadiste de peygamberimiz; “İslam’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslam’da kötü bir çığır açarsa o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayrılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey noksanlaşmaz”[158] buyurarak iyilik yolunda açılan bir çığırın o yolda yürüyenler bulunduğu sürece ölüye sevap getireceğini ve kabirde faydası olacağını haber vermişlerdir.
c- Sadaka-i cariye, salih evlat ve ilimle elde edeceği sevaplar
Bir hadiste de peygamberimiz “insan ölünce üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: sadaka-i cariye, kendisinden istifade edilen ilim arkasından dua eden hayırlı evlat”(Müslim, Vasiyet 14) buyurmuştur. Bu amelleri sebebiyle ölü sevap kazanmaya devam etmekte ve kabirde kendisine faydası olmaktadır.
Ölenin ardından yapılan duaların ölüye faydası hususunda icma vardır. [159] Buna şu ayeti kerime delil olarak gösterilmiştir: “Onlardan sonra gelenler: Rabbimiz, bize ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla, kalbimizde mü’minlere karşı kin bırakma. Rabbimiz, şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin derler”. [160]
Hz. Aişe’den (ra) rivayet edildiğine göre, Peygambere bir adam: “Annem ansızın öldü. Öyle sanıyorum ki, şayet konuşabilseydi, sadaka verilmesini vasiyet ederdi. Şimdi ben onun adına sadaka versem, sevabı ona ulaşır mı? Diye sordu. Nebi (sav) de: “Evet” buyurdu. [161]
Evlatlar ana-babası adına hac yapıp sevabını onlara bağışlayabilir. Cuheyne kabilesinde bir kadın Peygamberimize geliyor ve “Annem haccetmeyi adadı. Ancak haccedemeden öldü. Onun yerine haccedebilir miyim?” diye sordu. Peygamberimiz “Evet, onun yerine haccedebilirsin. Şayet annenin bir borcu olsa onu ödemez misin? Allah’a olan borçları ödeyiniz. Allah borcu ödenmeye daha layık olandır” [162] buyurmuştur. Görüldüğü üzere evlatlar ana ve babasının hac ibadetini yapıp sevabını onlara bağışlayabilirler. Ayrıca buna teşvik de vardır.
Hz. Aişe (ra)’den rivayet edilen bir hadisi şerifte Peygamberimiz (sav) “Bir kimse oruç borcuyla ölürse, yakını onun yerine orucu tutar” [163] buyurmuşlardır. Görüldüğü üzere oruç tutup ebeveyne sevabı bağışlamak mümkündür.
Âlimler, ölüye Kur’an okuma sevabının ulaşıp ulaşmaması hususunda ihtilaf etmişlerdir. Selef âlimlerinin çoğu ve İmam Şafi dışındaki Üç imam ölene Kur’an okuma sevabının ulaşacağı görüşündedirler. [164]
Kabir nimetinin varlığına şu ayeti kerimeler delil olarak kullanılmaktadır:
1- Vakıa suresinde Cenab-ı Hak “Ölen kişiye gelince, eğer o rahmete yaklaştırılanlardan ise ona rahatlık, güzel rızık ve Naim cenneti vardır” [165] buyurmaktadır.
2- Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala, iyilik yapanlarla kötülük yapanların bir olmayacağını haber vererek: “Yoksa kötülük işleyenler hayatlarında ve ölümlerinde kendilerini iman edip iyi ameller işleyen kimselerle bir tutacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar” [166] buyuruyor.
3- Allah Teala şehitlerin berzah hayatlarında diri olduklarını ve kendi katından rızıklandıklarını haber vererek şöyle buyuruyor: “Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma. Bilakis onlar Rableri katında diridirler. Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Allah’ın lütfundan verdiği nimetle sevinçlidirler. Arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere de hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Allah’ın nimetini, keremini ve Allah’ın, mü’minlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelerler. ” [167]
4. Diğer bir ayette ise; “Allah yolunda öldürülenlere, onlar ölülerdir, demeyin. Hakikatte onlar diridirler. Fakat siz anlayıp bilemezsiniz” (Bakara, 2/154) buyrularak, onların diriliklerini ve nimetlerini bizim – ölmeden önce, daha hayatta iken- müşahede edemeyeceğimiz haber verilmektedir.
KABİR AZABI VE NİMETİ, İLGİLİ HADİSLER
A. KABİR AZABI VE İLGİLİ HADİSLER
Kabir azabının varlığına delalet eden hadisler mütevatirdirler. [168] Bu konuda varid olan haberler şöhret derecesine ulaştı ve bu dereceye ulaşan haberler istidlali ilmi gerektirir. [169] Ayrıca kabirde azabın olması aklen mümkün olan bir şeydir. Aklın olmasını caiz gördüğü bir şeye sem’i deliller de şahitlik ediyorsa bunu kabul etmek gerekir. Rasulullah (a. s)’ın kabir azabından Rabbine sığındığı haberleri tevatür derecesine ulaşmış olup bu konuda ahad haberler de varid olmuştur. [170] Kabir azabının olacağına dair Peygamberimizin hadislerini Beyhaki, İsbatü azabil-Kabr [171]; Suyuti, Şerhu’s-Sudur bi şerhi hali’l-mevta ve’l-Kubur [172]; İbn Recep el-Hanbelî, Ahvalü’l-Kubur ve ahvalü ehliha ile’n-Nuşur [173]; Kurtubi, et-Tezkira fi ahvali’l-Mevta ve Umuri’l-Ahira [174] adlı kitaplarında toplamışlardır. İmam Buhari de Sahihinde bu konuyla ilgili bir bab ayırmıştır [175]İmam Buhari bu bab başlığında K. Kerim’den ayetler de zikretmiş olup bununla kabir azabıyla ilgili delillerin sadece hadisler olmayıp ayetlerin de kabir azabına delalet ettiğini göstermek istemiştir. Ve “K. Kerim’de kabir azabına delil yoktur” diyenleri de reddetmiştir. [176]Bu konudaki hadisi şeriflerden birkaçı şu şekildedir:
1- Buhari ve Müslim Hz. Âişe’den rivayet etmişlerdir.
“Yahudi bir kadın Hz. Âişe (r. a. )’nin yanına girdi. Kabir azabından söz etti ve: “Allah seni kabir azabından korusun” dedi. Hz. Âişe (r. a. ) dedi ki: “Ben daha sonra Rasulullah (a. s)’a kabir azabından sordum, o da “evet kabir azabı haktır” diye cevap verdi. Bundan sonra ben Rasulullah (a. s)’ın bir namaz kılıp ardından kabir azabından yüce Allah’a sığınmadığını görmedim” [177]
2- Yine Hz. Âişe (r. a)’den nakledilen bir rivayette Hz. Âişe(r. a)’nin şöyle söylediği bildirilmiştir: “Medine’deki yaşlı yahudi kadınlarından iki kadın yanıma geldi ve “Şüphesiz kabirde bulunanlar, kabirlerinde azap görmektedirler” dediler. Ben onların sözlerini doğrulamadım ve onların sözlerini doğrulamayı pek hoş bulmadım. Bu kadınlar sonra çıkıp gittiler. Ardından Rasulullah (a. s) girdi. Kendisine : “Ey Allah’ın Rasulü! Medine’deki yaşlı yahudi kadınlarından iki kadın yanıma geldi ve kabirde bulunanların kabirlerinde azap gördüklerini ileri sürdüler” dedim. Rasulullah (a. s) şöyle buyurdu : “Onlar doğru söylemişler. Onlar (kabirdekiler) hayvanların duyduğu bir azap ile azaplandırılmaktadırlar”. Bundan sonra ben Rasulullah(a. s)’ın bir namaz kılıp da ardından kabir azabından yüce Allah’a sığınmadığını görmedim” [178]
3- Rasulullah (as) şöyle buyurdu: “Bana vahyedildiğine göre siz kabirlerinizde Deccal fitnesine yakın bir fitne ile karşılaşacaksınız. ” [179]
4- İbn Abbas, Rasulullah (as)’ın şu duayı K. Kerim’den bir sûre ezberletir gibi onlara ezberlettiğini söylemiştir: “Allahım, cehennem azabından, kabir azabından, Deccal’in fitnesinden, ölümün ve hayatın fitnesinden sana sığınırım. ” [180]
5- Buhari ve Müslim Abdullah b. Abbas (ra)’ın şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir. Resulullah (as) iki kabrin yanından geçti ve şöyle buyurdu: “Bu kabirlerde yatanlar azap görmektedirler. Ama büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar. Bunlardan birisi insanlar arasında söz taşırdı. Diğeri ise bevlini üzerine sıçratmaktan sakınmazdı.” [181]
6- Müslim Zeyd b. Sabit (ra)’in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: “Rasulullah (as) kendine ait bir katırın üzerinde Neccaroğulları’na ait bir bahçede dolaşıyordu. Bir ara birden sendeledi. Az kalsın düşecekti. O yurdu beş veya altı tane kabir bulunuyordu. Rasulullah (as) böyle sendeleyince : “Bu kabirlerin kimlere ait olduğunu kim bilir?” diye sordu. Bir adam: “ben bilirim” dedi. Rasulullah (as): “Bunlar ne zaman ölmüşlerdi?” diye sordu. Adam: “şirk döneminde” diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasulullah (as) : “Bu ümmet kabirlerinde imtihan edilecektir. Eğer ki birbirlerinizi kabirlere koymamanızdan endişe etmeseydim benim duyduğum şu kabir azabı ile ilgili sesleri sizin de duymanız için Yüce Allah’a dua ederdim” buyurdu. Rasulullah (as) bunu söyledikten sonra bize doğru döndü ve “Kabir azabından Yüce Allah’a sığının” buyurdu. Oradakiler : “Kabir azabından Yüce Allah’a sığınırız” dediler. [182]
7- Buhari ve Müslim, Ebû Eyyub el-Ensari (ra)’den rivayet etmişlerdir. Rasulullah (as) güneş battıktan sonra dışarı çıktı. Bir ses duydu ve şöyle buyurdu: “Yahudiler kabirlerinde azap görüyorlar. ” [183]
8- Ahmed, Enes b. Malik (ra)’in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: “Rasulullah (as) Ebû Talha’ya ait bir hurmalıkta ihtiyacını gidermek üzere dolaşıyordu. Bilal (ra) de arkasında yürüyordu. Rasulullah (as)’a hürmeten yanında yürümekten çekiniyordu. Rasulullah (as) bir kabrin yanından geçti ve Bilal (ra) yanına varıncaya kadar o kabrin yanında durdu. Rasulullah (as) Bilal (ra)’e: “Yazık sana ey Bilal! Sen de benim duyduğumu duymuyor musun?” diye sordu. Bilal (ra) de “bir şey duymuyorum” diye cevap verdi. Rasulullah (as): “Bu kabirde bulunan kişi azap görmektedir” buyurdu. Sonra o kabirde bulunanın kim olduğunu soruşturdu ve bir yahudi olduğunu öğrendi. [184]
9- Ahmed, Ümmü Mübeşşir (ra)’ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
Neccaroğullarının bahçelerinden, içerisinde o kabileden cahiliye döneminde ölmüş olan bir takım kimselere ait mezarlar bulunan bir bahçede olduğum sırada, Rasulullah (as) yanıma geldi. Onların azap gördüklerini duyunca “kabir azabından Allah’a sığının” diyerek hemen dışarı çıktı. Ben kendisine “Ey Allah’ın Rasûlu! Onlar kabirlerinde azap mı görüyorlar? Diye sordum. “Evet, hayvanların tümünün duyduğu bir azap görüyorlar” buyurdu. [185]
10- Buhari ve Müslim’in Enes b. Malik (ra)’ten rivayet ettikleri bir hadisin sonunda “ölen kişi kâfir veya münafık ise ateşten bir çekiçle ensesine vurulacağı ve o kişinin bundan dolayı insanların ve cinlerin dışındaki bütün canlıların duyacağı bir çığlık atacağı” haber veriliyor. [186]
B. KABİR NİMETİ ve İLGİLİ HADİSLER
Kabir nimetinin varlığı hadisi şeriflerle de sabittir. Kabirde karşılaşılan nimetleri anlatan hadisi şerifler kabir nimetinin varlığının delilleridir. Biz burada kabirdeki nimetleri sayarak hadislerin kabirde nimetin olduğuna delaletini göstermeye çalışacağız.
Kabir nimetiyle ilgili birkaç hadis şöyledir:
“Kul kabrine konulup dost ve yârânı geri dönüp gittikleri zaman ölü olan kişi, onlar yürürken ayaklarının çıkardığı gürültü sesini işitir (daha sonra) ona iki melek gelir. Bunlar ölüyü oturturlar ve “Şu adam (Hz. Muhammed)(s. a. v. ) hakkında ne derdin?” diye sorarlar. O kul da: “Ben şehadet ederim ki O Allah’ın kulu ve Rasulüdür”diye cevap verir. Bunun üzerine melekler tarafından kendisine “Sen cehennemdeki yerine bak, Allah bu azap yerini senin için cennetten bir yere tebdil eyledi” denilir. Peygamber (s. a. v. ) de ; “o kul cehennem ve cennetteki her iki yeri de görür” [187]buyurdular.
Bir rivayette de “Kişiyi (ölüyü) kabrinin başına kadar üç şey takip eder. Malı, ehli ve ameli. Malı ve ehli döner, onunla yalnız ameli kalır” [188] buyrulmaktadır. Bu amel iyi amel de olabilir kötü amel de olabilir. Her iki durumda da kişiyle birliktedir
Yine bir rivayette “sizden biriniz öldüğü ve kabre defn edildiği zaman, kendisine sabah akşam yeri gösterilir. Eğer ölü cennet ehlinden ise cennetteki yeri, eğer cehennem ehlinden ise cehennemdeki yeri gösterilir. Sonra “işte burası, Allah’ın kıyamet günü seni tekrar dirilteceği güne kadar yerindir” [189] denilir.
Bir başka rivayette “Mü’minin ruhu diriltileceği gün cesedine dönünceye kadar cennet ağaçlarından yiyen bir kuştur” buyrulmuştur. [190]
Bir de “Mü’min kabrine konduktan sonra sual melekleri tarafından mü’mine cennetteki makamı gösterilip kabrinden cennete bir kapı açılacak, oradan cennetin güzel kokuları gelecek. Mü’min bunu görünce hemen cennetteki yerine gitmek isteyecek. Bunun üzerine melekler kendisine; “Biraz uyu. Gelin güvey uykusu gibi rahat bir şekilde uyu”diyecekler [191], diye rivayet vardır. Diğer bir rivayette de şu ziyadelik vardır: “Daha sonra kabrinin cennet yaygılarıyla donatılması ve kendisine cennet elbiselerinin giydirilmesi emredilir. ” [192]
Sayılan bütün bu nimetler mü’minlere Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu olup kabirde inananlar bu nimetlerin lezzetini duyacaklardır. Ancak bu nimetlere ulaşabilmek için neler yapılmalıdır? Bu nimetlere nasıl nail olunur? Buna da cevap vermek gerekir.
KABİR AZABI VE NİMETİ İLE İLGİLİ MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ
1. Kabir Azabını Kabul Edenler ve Kullandıkları Deliller
Kabir azabını ümmetin büyük çoğunluğu kabul etmiş ve kabir azabını kabul etmeyenlere karşı şu delillerle görüşlerini savunmuşlardır:
1- “Allah o adamı, kurmak istedikleri tuzaktan korudu. Kötü azap Firavun’un adamlarını sardı. Onlar sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı gün “Firavun’un adamlarını azabın en ağırına sokun” denilir. ” [193]
Bu ayet ehlisünnetin kabirlerde azap olduğuna dair kullandıkları en güçlü delildir. [194] Firavun ve ailesi ahirete kadar berzah âleminde sabah akşam ateşe sunularak azab olunmaktadırlar. [195]Bu ateşe sunulma günde iki defa (sabah akşam) gerçekleşmekte olup bir kısım âlimlere göre kıyamete kadar devam edecek, [196] bazı ilim ehline göre de dünya durdukça devam edecektir. [197] Mücahid, İkrime, Mukatil, Muhammed b. Kaab “bu ayet kabir azabının delilidir” demişlerdir. [198] Ayetin devamından anlaşıldığı üzere bu kabirdedir [199] ve bu ancak kabir azabıdır. [200] Kabir azabı cehennem azabına nisbetle daha ehven olacağı için ayetin sonunda ifade edilen şiddetli azapla cehennemdeki ebedi azabın kasdedildiği açıktır. [201]
2- “Onlar günahları yüzünden suda boğuldular, ateşe sokuldular, kendilerine Allah’tan başka yardımcı bulamadılar. ” [202] Allah Teala’nın Nuh kavminin durumunu beyan buyurduğu bu ayet kabir azabına delil olmaktadır. [203]Buradaki nar berzahtır ve kast olunan kabir azabıdır. [204]
Âlimlerimiz Cenab-ı Hakk’ın “. . . boğuldular, ardından bir ateşe atıldılar” ifadesine şu iki izahı yapmışlardır:
ifadesinin فادخلوا (a başındakiفateşe sokulmanın boğulmanın hemen peşinden olduğuna delalet etmektedir. Dolayısıyla ayetin bu ifadesini ahiret azabı manasına almak mümkün değildir. Aksi halde ف nin delaleti yok olmuş olur.
b) Allah Teala mazi sigasını kullanmıştır. Bu sokulma işinin bir fiil gerçekleşmiş olması halinde doğru olan bir ifadedir. [205] Bazı âlimler ayeti boğulmalarından sonra nara girdiler şeklinde anlarken, kabir azabını inkâr edenler nara girmeyi hak ettiler veya cehennemdeki yerleri kendilerine arz edildi, şeklinde anlamışlardır. [206]Ayrıca suda boğulmakla ateşe atılmak gibi iki zıt azabın bir araya getirilmesinde eşsiz bir tıbak sanatı vardır. [207] Dahhak da “o bir andadır, bir yandan boğuluyorlar bir yandan da azap görüyorlar”, demiştir. [208]
3- “Çevrenizdeki bedeviler içinde ikiyüzlüler ve Medineliler içinde de iki yüzlülükte direnenler vardır. Onları siz değil ancak biz biliriz. Kendilerine iki defa azap edeceğiz. Onlar sonra da büyük bir azaba uğratılırlar. ” [209]
Cenab-ı Hakkın “kendilerine iki defa azap edeceğiz. Onlar sonra da büyük bir azaba uğratılırlar” ayeti etrafında değişik görüşler ileri sürülmüştür. Hemen hepsinde iki azaptan birinin kabir azabı olduğu tefsirler incelendiğinde ortaya çıkmaktadır. İbnü’l Cevzi Zadü’l Mesir adlı tefsirinde bu konuda 10 görüş vardır diyor ve bütün görüşleri tek tek sayıyor. [210] Biz burada kabir azabıdır diyenlerden bir kaçını zikretmekle yetineceğiz. Mücahid’in ayeti esir edilmeleri ve öldürülmeleri, bir başka rivayetinde de açlık ve kabir azabı, sonra da büyük azaba uğratılırlar şeklinde tefsir ettiği bildirilmektedir. [211] İbn Cerir, Hasan el-Basri ve Katade; dünyada azap ve kabirde azap [212], İbn Zeyd; mal ve evlada musibetin gelmesi, ikincisi kabir azabı [213], Muhammed b. İshak; İslam’a girememeleri sonra da kabirlerde azap görmeleri sonra da içinde temelli kalacakları cehennem azabı [214] şeklinde tefsir etmişlerdir. Açıklamalardan anlaşıldığı üzere ayeti şu şekilde tefsir edebiliriz: Muhakkak ki biz onları iki kere cezalandıracağız. Ki bunun biri dünya azabı, biri kabir azabıdır. Sonra azim bir azaba uğratılacaklar ki bu da kıyamette ebedi olarak kalacakları cehennem azabıdır. [215]
Bazı âlimler sonra büyük bir azaba uğratılacaklar sözünden dolayı merrateyn diye sıfatlandırılan azap dünyadaki bir azaptır, demişlerdir. [216]
4- “Şu da muhakkak ki onlara o en büyük azaptan beride (evvel) o yakın azaptan da tattıracağız. Gerek ki doğru yola gelip küfürden dönerler” [217]
Allah Teala kâfir ve münafıklar için edna ve ekber olmak üzere iki azap olduğunu haber vermiştir. En büyük azap cehennem azabı olduğuna göre [218], edna olan azaptan kasıt cehennem azabından başkadır. [219] Bera b. Azib, Mücahid, Ebû Ubeyde “Bununla kabir azabı kastediliyor” demişlerdir. [220] İbn Abbas Cenab-ı Hak Azab-ı Edna ile dünyanın musibetlerini, afetlerini ve hastalıklarını kastediyor demiştir. İbn Abbas’tan bir başka rivayette onlar üzerinde hadlerin uygulanmasıdır” görüşü nakledilmiştir. Ubey b. Ka’b, Ebû’l-Aliye, Hasan, İbrahim en-Nehai, Dahhak, Alkame, Atiyye, Mücahid, Katade, Abdülkerim el-Cezeri ve Hasif’ten de aynı görüş rivayet edilmiştir. [221] Abdullah b. Mesud da yakın azabın müşriklerin bedirde uğradıkları ölüm ve esir olma olduğunu söylemiştir. [222]
5- “Zulmedenlere şüphesiz bundan başka da azap vardır. Fakat onların çoğu bilmezler” [223]
Burada iki muhtemel mana söz konusudur. Birincisi o günden önce yani dünyada da bir azap var demektir. Nitekim Mekkeliler yedi sene kıtlık çekmişlerdi. İkincisi o günden sonra yani ölüm sonrası kabirde ve ahirette bir azap daha vardır. [224]Âlimler bu konuda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazısı bu kabir azabıdır, demişlerdir. [225] Berra b. Azib ve İbn Abbas’tan onun kabir azabı olduğu rivayeti gelmiştir [226]. Kurtubi eseri Tezkira’da o kabir azabıdır, çünkü Allah onu şu sözün peşi sıra zikretti: “O gün düzenleri kendilerine bir fayda vermez, yardım da görmezler” [227]. Bugün dünya günlerinin son günüdür. Bu da gösteriyor ki içinde oldukları azap kabir azabıdır. [228]
O ya kabir azabıdır ya da kuraklıktır veya canlarını ve mallarını götüren felakettir. Lafız hepsi için de doğrudur. [229] Ölümlerinden önce onlara dünyada bir azap vardır. Açlık, kıtlık ve bedirde öldürülmekle azap olunmuşlardır. [230] Eğer ayette geçen azabın Bedir azabı olduğunu söylersek bu ayette bahsi geçen zalimler Mekkeliler olmuş olur. Yok, bu ayette kabir azabının kastedildiğini söylersek ayette geçen zalimler kelimesi bütün zalimleri kapsayan bir ifade olmuş olur. [231]
6- “Benim kitabımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur. Ve kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. ” [232]
Bu ayeti kerimede geçen ( معيشة ضنكا ) kelimesi üzerinde âlimler çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Demişlerdir ki;
a- O kabir azabıdır. Bunu İbn Mesud, Ebû Said el-Hudri ve Süddi söylemiştir
b- Kaburgalar birbirine geçinceye kadar kabrin sıkıştırmasıdır. Bunu İbn Abbas’tan Ata rivayet etmiştir.
c- Ateşteki şiddetli yaşantıdır. Hasan, Katade ve İbn Zeyd’in görüşü böyledir.
d- Haram kazançtır. Dahhak ve İkrime’nin görüşü budur. [233]
Bu görüşlerden en doğru olanı kabir azabı şeklindeki görüştür [234] Çünkü Ebû Said el-Hudri’den Peygamberimiz (s. a. v. )’in bu dar geçimi kabir azabı şeklinde tefsir ettiği rivayeti gelmiştir. [235] Abdullah b. Mesud da kabir azabıdır, demiştir. [236]Ayrıca Ebû Hureyre’den rivayet edilen uzunca bir hadiste de Peygamberimiz, kâfirin kabirde kaburga kemikleri birbirine geçinceye kadar sıkıştırılacağını bu durumun yukarıda geçen ayeti kerimede ifade edildiğini haber vermiştir. [237]
Razi de tefsirinde bu ayeti kerimeyle ilgili olarak şöyle demektedir: Bil ki kendisiyle tehdit edilen bu darlık ya dünyada, ya kabirde, ya ahirette, ya dinde yahut her şeyde veyahut da her şeyin ekserisinde olabilir. [238]
7- “Allah’a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahy edilmemişken bana vahyolundu, Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim, diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış “Canlarınızı verin, bugün Allah’a karşı haksız yere söylediklerinizden, onun ayetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız” derken bir görsen”. [239]
Bu ayeti kerime kabirde yaşanacak olan hayatın daha başında zalimler ve kâfirler için azabın başladığını ve azabın kâfirin ve facirin yüzüne ve sırtına vurarak gerçekleşeceğini gösteriyor. [240] İbn Abbas da bunun ölüm anında olduğunu, ayette geçen bast kelimesinin de Darb manasında olduğunu söylemektedir. [241]Kıtal sûresindeki 27. ayet de buna şahadet etmektedir; “Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nice olur”. Bu azap definden önce bile gerçekleşse kabir azabıdır. O kıyamet günü gerçekleşecek olan azaptan öncedir. [242]
8- “Allah inananları dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar. Zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar” [243]
Beyhaki kabir azabını ispatlamak için yazmış olduğu İsbatü Azabi’l-Kabr adlı eserinde: “Bu ayeti kerimede kâfirler için kabir azabıyla ilgili bir vaid (korkutma) vardır” diyerek bu ayetin de kabir azabına delil olduğunu haber vermektedir [244]. Ayrıca Bera b. Azib’den rivayet edilen bir hadiste şöyle denmektedir: Rasulullah (s. a. v. ) “Allah mü’minleri, dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar” ayeti kerimesini okudu ve şöyle buyurdu: “Bu ayeti kerime, kabir azabı hakkında inmiştir. ” [245]
9- “Çoğunluk olmak iddianız sizi o kadar meşgul etti ki, mezarları ziyaretle oradakileri de sayacak kadar oldunuz. Hayır, öyle olmayın yakında bileceksiniz. Hayır gözünüzü açın yakında bileceksiniz. ” [246]
Hz. Ali; “Biz bu ayetler inene kadar kabir azabından şüphe ediyorduk ve bu ayetler kabir azabı hakkında indi” demektedir. [247]
Aynı şüpheyi Ebû Zer (r. a)’in de yaşadığını şu sözünden anlıyoruz “Hz. Ali’nin, “Bu ayet kabir azabına delalet ediyor. Hak Teala burada “ ثم ” edatını kullanmıştır. Çünkü bu iki âlemin ve iki hayatın arasında ölüm var” sözünü duyuncaya kadar kabir azabından şüphe ediyordum” [248]
İbn Abbas da ; “Birinci كلا سوف تعلمون bu size kabirde inen azaptır, ikinci
كلا سوف تعلمونBu size ahirette inen azaptır. Sizin başınıza azap gelmesi helal olunca birincisi kabirde, ikincisi ahirettedir. Sözün tekrarı iki hale de delalet içindir” [249] demektedir. Bu iki halden biri kabir azabıyla ilgili, diğeri de kıyamet günü azabıyla ilgilidir. [250]
10- “Doğduğu günde, öleceği günde, dirileceği günde ona selam olsun” [251]
Bu ayeti kerimede Yahya (a. s) için bir selamet dileği vardır. Muhammed İbn Cerir et-Taberi و سلام عليه يوم ولد cümlesine, doğduğu günde şeytanın diğer insanları tutup sıkması gibi onu tutup sıkmasına karşı Allah tarafından verilmiş bir emandır.
ويوميموتİfadesine kabir azabı anında bu ona bir emandır. ويوميبعثCümlesine de kıyamet azabına karşı ona bir emandır şeklinde mana vermiştir. [252]
11- “Onlar : “Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik. Bir daha çıkmaya yol var mıdır? Derler” [253]
Bu ayeti kerimeyi Bedruddin el-Ayni Buhari’nin şerhinde kabir azabına delil olarak gösteriyor ve şöyle diyor; “Muhakkak ki Allah Teala ölümü iki defa zikretti. Ölümün iki defa gerçekleşmesi ancak kabirde hayatın ve ölümün olmasıyla mümkündür. Ta ki iki ölümden biri dünya hayatının sonunda, diğeri de kabir hayatının sonunda gerçekleşir. ” [254] Suddi ise, “dünyada öldürüldüler, sonra kabirlerinde diriltildiler de sorgu suale çekildiler. Sonra kabirlerinde öldürüldüler ve ahirette diriltildiler. ” demektedir. [255] Anlaşıldığı üzere iki hayattan biri kabirdedir. [256]
Böyle olunca üç hayat ortaya çıkmaktadır. Oysa ayeti kerimede iki hayattan bahsedilmektedir. Nasıl olur da Cenab-ı Hak iki hayattan bahsederken bunu üç hayat (dünya, kabir, ahiret) şeklinde izah edersiniz? Sorusuna şu şekilde cevap verilmiştir: İki ölümden biri dünyada, biri de kabirdedir. İki hayat da aynı şekildedir. Cenab-ı Hak ahirette olan hayatı zikretmeyi terk etmiştir. Çünkü o bellidir, apaçıktır. [257] Yani o sözü söyledikleri onda o ahiret hayatını yaşamakta olduğundan onu zikretmeye gerek kalmamıştır.
b) Hadis-i Şeriflerden Deliller:
1- Buhari ve Müslim Hz. Âişe’den rivayet etmişlerdir.
“Yahudi bir kadın Hz. Âişe (r. a. )’nin yanına girdi. Kabir azabından söz etti ve: “Allah seni kabir azabından korusun” dedi. Hz. Âişe (r. a. ) dedi ki: “Ben daha sonra Rasulullah (a. s)’a kabir azabından sordum, o da “evet kabir azabı haktır” diye cevap verdi. Bundan sonra ben Rasulullah (a. s)’ın bir namaz kılıp ardından kabir azabından yüce Allah’a sığınmadığını görmedim” [258]
2- Yine Hz. Âişe (r. a)’den nakledilen bir rivayette Hz. Âişe(r. a)’nin şöyle söylediği bildirilmiştir: “Medine’deki yaşlı yahudi kadınlarından iki kadın yanıma geldi ve “Şüphesiz kabirde bulunanlar, kabirlerinde azap görmektedirler” dediler. Ben onların sözlerini doğrulamadım ve onların sözlerini doğrulamayı pek hoş bulmadım. Bu kadınlar sonra çıkıp gittiler. Ardından Rasulullah (a. s) girdi. Kendisine : “Ey Allah’ın Rasulü! Medine’deki yaşlı yahudi kadınlarından iki kadın yanıma geldi ve kabirde bulunanların kabirlerinde azap gördüklerini ileri sürdüler” dedim. Rasulullah (a. s) şöyle buyurdu : “Onlar doğru söylemişler. Onlar (kabirdekiler) hayvanların duyduğu bir azap ile azaplandırılmaktadırlar”. Bundan sonra ben Rasulullah(a. s)’ın bir namaz kılıp da ardından kabir azabından yüce Allah’a sığınmadığını görmedim” [259]
3- Rasulullah (as) şöyle buyurdu: “Bana vahyedildiğine göre siz kabirlerinizde Deccal fitnesine yakın bir fitne ile karşılaşacaksınız. ” [260]
4- İbn Abbas, Rasulullah (as)’ın şu duayı K. Kerim’den bir sûre ezberletir gibi onlara ezberlettiğini söylemiştir: “Allahım, cehennem azabından, kabir azabından, Deccal’in fitnesinden, ölümün ve hayatın fitnesinden sana sığınırım. ” [261]
5- Buhari ve Müslim Abdullah b. Abbas (ra)’ın şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir. Resulullah (as) iki kabrin yanından geçti ve şöyle buyurdu: “Bu kabirlerde yatanlar azap görmektedirler. Ama büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar. Bunlardan birisi insanlar arasında söz taşırdı. Diğeri ise bevlini üzerine sıçratmaktan sakınmazdı. ” [262]
6- Müslim Zeyd b. Sabit (ra)’in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: “Rasulullah (as) kendine ait bir katırın üzerinde Neccaroğulları’na ait bir bahçede dolaşıyordu. Bir ara birden sendeledi. Az kalsın düşecekti. O yurdu beş veya altı tane kabir bulunuyordu. Rasulullah (as) böyle sendeleyince : “Bu kabirlerin kimlere ait olduğunu kim bilir?” diye sordu. Bir adam: “ben bilirim” dedi. Rasulullah (as): “Bunlar ne zaman ölmüşlerdi?” diye sordu. Adam: “şirk döneminde” diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasulullah (as) : “Bu ümmet kabirlerinde imtihan edilecektir. Eğer ki birbirlerinizi kabirlere koymamanızdan endişe etmeseydim benim duyduğum şu kabir azabı ile ilgili sesleri sizin de duymanız için Yüce Allah’a dua ederdim” buyurdu. Rasulullah (as) bunu söyledikten sonra bize doğru döndü ve “Kabir azabından Yüce Allah’a sığının” buyurdu. Oradakiler : “Kabir azabından Yüce Allah’a sığınırız” dediler. [263]
7- Buhari ve Müslim, Ebû Eyyub el-Ensari (ra)’den rivayet etmişlerdir. Rasulullah (as) güneş battıktan sonra dışarı çıktı. Bir ses duydu ve şöyle buyurdu: “Yahudiler kabirlerinde azap görüyorlar. ” [264]
8- Ahmed, Enes b. Malik (ra)’in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: “Rasulullah (as) Ebû Talha’ya ait bir hurmalıkta ihtiyacını gidermek üzere dolaşıyordu. Bilal (ra) de arkasında yürüyordu. Rasulullah (as)’a hürmeten yanında yürümekten çekiniyordu. Rasulullah (as) bir kabrin yanından geçti ve Bilal (ra) yanına varıncaya kadar o kabrin yanında durdu. Rasulullah (as) Bilal (ra)’e: “Yazık sana ey Bilal! Sen de benim duyduğumu duymuyor musun?” diye sordu. Bilal (ra) de “bir şey duymuyorum” diye cevap verdi. Rasulullah (as): “Bu kabirde bulunan kişi azap görmektedir” buyurdu. Sonra o kabirde bulunanın kim olduğunu soruşturdu ve bir yahudi olduğunu öğrendi. [265]
9- Ahmed, Ümmü Mübeşşir (ra)’ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
Neccaroğullarının bahçelerinden, içerisinde o kabileden cahiliye döneminde ölmüş olan bir takım kimselere ait mezarlar bulunan bir bahçede olduğum sırada, Rasulullah (as) yanıma geldi. Onların azap gördüklerini duyunca “kabir azabından Allah’a sığının” diyerek hemen dışarı çıktı. Ben kendisine “Ey Allah’ın Rasûlu! Onlar kabirlerinde azap mı görüyorlar? Diye sordum. “Evet, hayvanların tümünün duyduğu bir azap görüyorlar” buyurdu. [266]
10- Buhari ve Müslim’in Enes b. Malik (ra)’ten rivayet ettikleri bir hadisin sonunda “ölen kişi kâfir veya münafık ise ateşten bir çekiçle ensesine vurulacağı ve o kişinin bundan dolayı insanların ve cinlerin dışındaki bütün canlıların duyacağı bir çığlık atacağı” haber veriliyor. [267]
c) İcmâ Delili
Selef uleması kabirde azap olacağı hususunda icma etmişlerdir.
İmamu’l Harameyn’in “Şamil” adlı kitabında şöyle dediği belirtilmektedir. “Ümmetin selefi kabir azabının varlığında, ölülerin kabirlerinde diriltildiğinde ve ruhların cesetlerine iade edildiği hususunda ittifak etmişlerdir. [268]
Ayrıca Seyfuddin Amidi kitabı Ebkaru’l- Efkâr”da şöyle demektedir: “Ümmetin selefi muhalifler çıkmadan önce ve çoğu da onların zuhurundan sonra iki meleğin sorguya çekmesi, ölülerin kabirlerinde diriltilmesi, mücrimler ve kâfirler için kabirde azap olduğu hususunda ittifak ettiler. [269]
d) Akıl Delili
Kabirde azabın olduğu akli delillerle de ispatlanmaya çalışılmış olup şu deliller ileri sürülmüştür:
Bilindiği üzere bir şeyin varlığı akıl açısından ya vacip, ya mümkün ya da müstahildir. [270] Kabir azabının varlığı da aklen mümkün olan şeylerden olup böyle bir şey aklen imkânsız değildir. Müstahil olmayan bir şey caizdir. Zira ölü için kabirde nimetin ve azabın sabit olması aklen tenakuz oluşturmaz. [271] Ayrıca vuku bulması aklen mümkün olan bir şey hakkında nass varid olunca onu kabul etmek ve ona inanmak gerekir. [272]
1. Kabir Nimetini Kabul Edenler ve Kullandıkları Deliller
1- Vakıa suresinde Cenab-ı Hak “Ölen kişiye gelince, eğer o rahmete yaklaştırılanlardan ise ona rahatlık, güzel rızık ve Naim cenneti vardır” [273] buyurmaktadır.
Ölen kişi “mukarrebun”dan ise ona üç nimetin olduğu bu ayeti kerimede belirtilmektedir. O nimetler “ravh, reyhan ve Naim cenneti”dir. Ravh rahmet, rahat, ferah ve devamlı hayat manalarına gelir. Reyhan da güzel bir rızık demektir. Naim cenneti de hiç kederi olmayan bir nimet ve saadet cenneti demektir. [274] Bu ayeti İbn Receb kitabında kabir nimetine delil olarak göstermektedir. [275]
2- Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala, iyilik yapanlarla kötülük yapanların bir olmayacağını haber vererek: “Yoksa kötülük işleyenler hayatlarında ve ölümlerinde
Kendilerini iman edip iyi ameller işleyen kimselerle bir tutacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar” [276] buyuruyor. Bu ayet inananlarla inkârcıların hayatta, ölümde ve ahiretin diğer devrelerinde eşit olmayacaklarına delalet eder. İnkârcılara azabın olacağı akli ve nakli delillerle sabit olduğuna göre inananlara da nimetin olması kesinleşmiş olur. Yine Cenab-ı Hak bu iki sınıfın eşit olmadığını aynı muameleyi görmeyeceklerini başka ayetlerle de açıklamaktadır. [277]
3- Allah Teala şehitlerin berzah hayatlarında diri olduklarını ve kendi katından rızıklandıklarını haber vererek şöyle buyuruyor: “Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma. Bilakis onlar Rableri katında diridirler. Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Allah’ın lütfundan verdiği nimetle sevinçlidirler. Arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere de hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Allah’ın nimetini, keremini ve Allah’ın, mü’minlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelerler. ” [278]
4. Diğer bir ayette ise; “Allah yolunda öldürülenlere, onlar ölülerdir, demeyin. Hakikatte onlar diridirler. Fakat siz anlayıp bilemezsiniz” (Bakara, 2/154) buyrularak, onların diriliklerini ve nimetlerini bizim – ölmeden önce, daha hayatta iken- müşahede edemeyeceğimiz haber verilmektedir.
Bu ayetlerde geçen hayatın hakiki hayat olup, rızıklanmalarının da berzahta devam ettiğinde ehlisünnet âlimleri ittifak etmişlerdir. [279]
a) Hadis-i Şeriflerden Deliller:
Kabir nimetiyle ilgili birkaç hadis şöyledir:
“Kul kabrine konulup dost ve yârânı geri dönüp gittikleri zaman ölü olan kişi, onlar yürürken ayaklarının çıkardığı gürültü sesini işitir (daha sonra) ona iki melek gelir. Bunlar ölüyü oturturlar ve “Şu adam (Hz. Muhammed)(s. a. v. ) hakkında ne derdin?” diye sorarlar. O kul da: “Ben şehadet ederim ki O Allah’ın kulu ve Rasulüdür”diye cevap verir. Bunun üzerine melekler tarafından kendisine “Sen cehennemdeki yerine bak, Allah bu azap yerini senin için cennetten bir yere tebdil eyledi” denilir. Peygamber (s. a. v. ) de ; “o kul cehennem ve cennetteki her iki yeri de görür” [280]buyurdular.
Bir rivayette de “Kişiyi (ölüyü) kabrinin başına kadar üç şey takip eder. Malı, ehli ve ameli. Malı ve ehli döner, onunla yalnız ameli kalır” [281] buyrulmaktadır. Bu amel iyi amel de olabilir kötü amel de olabilir. Her iki durumda da kişiyle birliktedir
Yine bir rivayette “sizden biriniz öldüğü ve kabre defn edildiği zaman, kendisine sabah akşam yeri gösterilir. Eğer ölü cennet ehlinden ise cennetteki yeri, eğer cehennem ehlinden ise cehennemdeki yeri gösterilir. Sonra “işte burası, Allah’ın kıyamet günü seni tekrar dirilteceği güne kadar yerindir” [282] denilir.
Bir başka rivayette “Mü’minin ruhu diriltileceği gün cesedine dönünceye kadar cennet ağaçlarından yiyen bir kuştur” buyrulmuştur. [283]
Bir de “Mü’min kabrine konduktan sonra sual melekleri tarafından mü’mine cennetteki makamı gösterilip kabrinden cennete bir kapı açılacak, oradan cennetin güzel kokuları gelecek. Mü’min bunu görünce hemen cennetteki yerine gitmek isteyecek. Bunun üzerine melekler kendisine; “Biraz uyu. Gelin güvey uykusu gibi rahat bir şekilde uyu”diyecekler [284], diye rivayet vardır. Diğer bir rivayette de şu ziyadelik vardır: “Daha sonra kabrinin cennet yaygılarıyla donatılması ve kendisine cennet elbiselerinin giydirilmesi emredilir. ” [285]
Sayılan bütün bu nimetler mü’minlere Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu olup kabirde inananlar bu nimetlerin lezzetini duyacaklardır. Ancak bu nimetlere ulaşabilmek için neler yapılmalıdır? Bu nimetlere nasıl nail olunur? Buna da cevap vermek gerekir.
1- Mü’minin ruhunun, Azrail’den rahmet melekleri tarafından alınıp yedi kat semaya yükseltilişi, gök kapılarının açılışı, güzel isim ve sıfatlarla çağrılma, Allah’ın manevî katına yükselme [286]. Bütün bunlar hadisi şeriflerde sabit olup mü’min için bir nimettir.
2- Mü’mine cennet kapısının açılması, makamını görmesi, cennet kokusunu duyması, cennet elbiselerinin giydirilmesi ve kabrin cennet yaygılarıyla donatılması kabirde karşılaşılan nimetlerdendir. [287]
3- Mü’min kul için kabrinin genişletilmesi, aydınlatılması, genişletilen ve aydınlatılan kabrin yeşilliklerle doldurulması ve cennet bahçelerinden bir bahçe halini alması da birer nimettir. Bütün bunlara hadis-i şerifler delalet etmektedir. [288]
4- Mü’minlere sabah akşam yerlerinin gösterilmesi [289]de kabir nimetlerindendir.
5- Mü’minlere kabirlerinde iyi amellerinin arkadaşlık etmesi ve onu iyiliklerle müjdelemesi [290]de kabir nimetlerindendir.
Kabirde karşılaşılacak olan bütün bu nimetler sadece bu ümmete olmayıp bu nimete geçmiş ümmetler de nail olacaklardır. Aynı şekilde bu nimet sadece mükellef olanlara değil çocuklara da verilecektir. [291]
B. KABİR AZABI VE NİMETİNİ İNKÂR EDENLER VE KULLANDIKLARI DELİLLER
1. Kabir Azabını İnkâr Edenler ve Kullandıkları Deliller
Kabir azabını inkâr edenler değişik kaynaklarda farklı farklı izah edilmiştir. Özellikle Mutezile mezhebi ile ilgili çok farklı rivayetler vardır. Bazı kaynaklarda Mutezilenin büyük kesimi [292], bazılarında Mutezilenin müteahhir âlimleri [293]bazısında bazı mutezililer [294]bazı kaynaklarda da mutezilenin tamamı [295], kabir azabını inkâr etmiştir şeklinde bilgiler vardır. Mutezilenin tamamının kabir azabını inkâr ettiği şeklindeki bilgi yanlıştır. [296] Nitekim Mutezile mezhebinin büyük âlimlerinden Kadı Abdülcebbar (Ö. 415/1024) , mezhebin beş temel esasını şerh etmek üzere yazdığı hacimli eserinde kabir azabını inkâr etmediklerini, kabul ve isbat ettiklerini belirterek subutunu, keyfiyetini, vaktini ve faydasını anlatmakta, inkâr edenlere de cevap vermektedir. [297] Mutezile mezhebinin kabir azabını inkâr edenler olarak tanınmasında Dırar b. Amr’ın etkisi olmuş, İbnü’r-Ravendi bu kişi yüzünden “Mutezile kabir azabını inkâr ediyor, kabul etmiyor” diyerek Mutezile’nin böyle tanınmasına yol açmıştır. Hâlbuki Dırar b. Amr, önceleri mutezile mezhebinde iken sonraları Cebriye mezhebine geçmiştir. [298]
Kabir azabını sadece bir kısım mutezile mensubu değil, Hariciler ve bazı Mürcieler [299], Rafiziler [300] ve bir kısım Cehmiyye [301]mezhebine mensub olanlar da mutlak olarak inkâr etmektedirler. Bişr en-Nuraysi de Dırar b. Amr gibi kabir azabını mutlak olarak inkâr edenlerdendir. [302]
Kabir azabını mutlak olarak inkâr edenler akli ve nakli delillerle bu görüşlerini ispatlamaya çalışmışlardır. [303] Ancak ayetlerde kabirde azap yoktur şeklinde açık bir ifade yoktur ve onlar ayetleri akli teviller ile kendilerine delilmiş gibi göstermektedirler. [304]
İnkârcıların kendilerine delil olarak tutundukları ayetler şunlardır.
1- “Orada (cennette) ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Rabbin lütfuyla onları cehennem azabından korumuştur. İşte büyük kurtuluş budur. ” [305]
2- “Birinci ölümden sonra bir daha ölmeyeceğiz değil mi? Azap da görmeyeceğiz. İşte büyük kurtuluş budur. ” [306]
Kabir azabını inkâr edenler : “Şayet kabirde sizin iddia ettiğiniz gibi bir hayat olsa ve bu hayatın sonunda da ölüm olsa cennete giren bu kimseler için bir ölüm değil iki ölüm olması gerekirdi. [307] Yani kabirlerde diri olsalardı ölümü bir defa değil iki defa tadarlardı. [308] Ayette birinci ölümden başka ölümün tadılmayacağı bildiriliyor bu da dünyada tadılan ölüm olduğuna göre kabirde hayat yoktur” diyorlar.
Bu görüşe şöyle cevap verilmiştir: “Bu cennet ehlinin bir vasfıdır ve فيها daki zamir cennete gider. Yani cennet ehli cennette ölümü tatmazlar, ölümle dünya ehlinin nimetlerinin kesilmesi gibi nimetleri kesintiye uğramaz. Ayette sorgulamadan sonraki ve cennete girmeden önceki ölümün olmadığına delalet yoktur.
(إلاالموتةالأولى) sözüne gelince o, onlara ölüm olmadığına delildir. Sanki şöyle denilmiştir: Şayet onların ilk ölümü tatmaları mümkün olsa cennette ilk ölümü tadarlardı. Lakin böyle bir şey şüphesiz mümkün değildir. Onların cennette ölmeleri düşünülemez.
Bazen, ( إلاالموتةالأولى) tek kişi için değil cins içindir denir. ( إن الإنسان لفي خسر) de olduğu gibi ve bu ayette ölümün taaddüdünün nefyi yoktur. Çünkü cins müteaddiyi de içine alır. Bunun delili de muhakkak ki Allah Teala Musa ve İsa zamanlarında ve o ikisinin dışındaki zamanlarda birçok ölüler diriltmiştir. Bu; ayetin zikrettiğimiz şekilde te’vilini gerektirir. [309]
Şöyle de cevap verilebilir; “Bu ayeti kerimedeki mevte-i ula muhale ta’lik edilerek cennete, ehli cennetin ebedi ölmeyeceklerine dair hüküm ve haberi te’kidden ibarettir. Cennette dünyadaki gibi o tek ölüm acısını tatmak da yoktur. ” [310]
3- “Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek, sonra yine diriltecek, sonra da döndürülüp ona götürüleceksiniz. ” [311]
4- “Onlar: Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik. Bir daha çıkmaya yol var mıdır? Derler. ” [312]
Kabirdeki hayatı inkâr edenler bu iki ayete bakarak ayetlerde iki hayatın varlığından bahsediliyor. Şayet sizin dediğiniz gibi kabirde hayat olsaydı ayette üç hayattan bahsedilmesi gerekirdi.
Bahsedilmediğine göre kabirde hayat yoktur [313]diyorlar.
Mü’min suresi 11. ayeti kerime kabir azabını kabul edenler tarafından da delil olarak kullanılmaktadır. Bu ayeti kabir hayatının olmadığına delil olarak kullananlara şöyle cevap verilmiştir. “İki ölümden biri dünyada biri de kabirdedir. İki hayat da aynı şekilde biri dünyada biri kabirdedir. Cenab-ı Hak ahirette olan hayatı zikretmeyi terk etmiştir. Çünkü o bellidir, apaçıktır. [314]
Bakara suresindeki ayetten maksat Allah’ın insanı öldüren ve dirilten olduğunu isbat etmektir. Böyle olunca bütün diriltme ve öldürmeleri sıralamaya hacet kalmaz. En açık ve kesin olan dünyada ve kıyametteki diriltme ve öldürmenin zikredilmesi burada maksadı ifadeye yetmiştir. Ve Allah Teala’nın her ne zaman isterse insanı diriltmeye ve öldürmeye muktedir olduğunu ortaya koymuştur. [315]
5- “Kör ile gören, karanlıklar ile ışık ve gölgelikle sıcaklık bir değildir. Dirilerle ölüler de bir değildir. Doğrusu Allah dilediği kimseye işittirir. Ey Muhammed! Sen kabirlerde olanlara işittiremezsin, sen sadece bir uyarıcısın. ” [316]
Kabirde hayatı inkâr edenler “ Eğer kabirde hayat olsaydı sesleri işitmeleri gerekirdi. İşitmediklerine göre kabirde hayat yoktur” diyorlar. Hâlbuki burada kâfirlerin hali kabirdeki ölülere benzetilmiştir. Nasıl ki kabirdeki ölüler senin davetini işitip icabet edemezlerse bu kâfirler de ölüler gibi senin davetine icabet etmezler. Bunların kalpleri ölüdür. ” denilmektedir. Zaten ayetin siyakından anlaşılan da kâfirlerin duymama hususunda kabir ehline benzetilmesidir. [317]
b) Akıl Delili ve Buna Verilen Cevap
Kabir azabını inkâr edenler akli deliller de ileri sürmüşlerdir. “Muhakkak ki biz bir şahsın asıldığını görüyoruz ve bu şahıs bazen bedeni çürüyünceye kadar asılı kalıyor da biz onda herhangi bir hayat belirtisi ve sorgulama görmüyoruz. Münker ve Nekir ile olan konuşmalarını da duymuyoruz. Bazen insanı yırtıcı hayvan ve kuşlar yer, organları paramparça olur, bazen de daha da kötüsü olur, ceset kül oluncaya kadar yanar ve şiddetli rüzgârla külleri dört bir tarafa savrulur. Bu kişinin sorgulanması ve azap görmesi nasıl mümkün olabilir? Böyle bir durumda nasıl olur da hayat bulur, azap görür, sual sorulur ve cevap verir?[318] Diyerek kabir azabının olmayacağını ispata çalışmışlardır.
Bazen de “cesedin hayatı yoktur. Cansız bir şeye nasıl azap edilir, sual sorulur, ondan cevap alınır. Böyle bir şey müstahildir” [319] diyerek kabir azabının olmayacağını iddia etmişlerdir.
Bütün bu iddialara şu şekilde cevap verilmiştir: “Allah Teala’nın ölünün bütün parçalarında azabın acısını veya nimetin tadını idrak edecek ölçüde bir çeşit hayat yaratması mümkündür. Kabirdeki ölünün bu nevi bir hayata kavuşması, ruhunun bedenine iade edilmesini, hareket etmesini ve kıpırdamasını veya çektiği azabın eserinin üzerinde görülmesini gerektirmez. Hatta suya batarak boğulan hayvanlar tarafından parçalanarak yenilen ve idam sehpasında sallandırılarak havada can veren kimseler de –biz farkına varmasak bile azap görürler. Allah Teala’nın mülkünde ve melekûtundaki acaib ve hayret verici şeyler üzerinde düşünenler, kudret ve ceberutunun garip ve akla durgunluk veren yönlerinin göz önünde bulunduranlar bu ve emsali olan şeyleri imkânsızlığını iddia etme bir yana- yadırgamaz ve uzak bir ihtimal olarak görmezler. [320]
C. KABİR AZABI KONUSUNDA EHLİ SÜNNET DIŞI İNANIŞLAR
Bir kısım mezhepler kabir azabını mutlak olarak kabul etmezken bazı görüşler de var ki onlar kabir azabını kabul ettikleri halde ehlisünnetin inanışı dışında farklı bir şekilde inandıkları için fasit bir inanç olarak isimlendirilmişlerdir. Biz bu grupları ehlisünnet dışı inanışlar olarak ayrı bir başlık altında incelemeyi uygun gördük. Bu grupları Kurtubi Tezkirasında kabir azabını inkâr edenler başlığı altında sıralamaktadır. [321]
1. Grup: Ebû Huzeyl ve Bişr’in başını çektiği grup: Bunlar “Kim imandan ayrılırsa o iki nefha arasında azap görür. Sorgulama da bu vakitlerde olur. ” diyerek azabın ve sualin birinci sûra üfleme ile ikinci sûra üfleme arasında olacağını iddia etmişlerdir. Ehlisünnete göre ise kabir azabı, ölümle bunlar yeniden dirilişe kadar devam eder.
2. Grup: Belhi, Cübbai ve oğlunun grubu: Bunlar kabir azabının varlığını kabul ediyorlar fakat onlar kabirde mü’minlerin azab görmeyeceğini söylüyorlar. Onlara göre azab kâfirlere ve fasıklara olacaktır. Ehlisünnetin kabulüne göre ise kabirde azap mü’min, münafık ve kâfire olacaktır.
3. Grup: Mutezile’nin çoğunluğuna göre Allah’ın meleklerine Münker ve Nekir denilmesi caiz değildir. Ehlisünnete göre, bu iki isim hadiste geçtiği için kullanmakta bir sakınca yoktur. (Tirmizi, Cenaiz 70)
4. Grup: Salih şöyle dedi: “Kabir azabı caizdir. Bu azap ruhların cesedlere iadesi olmadan ölüler üzerinde gerçekleşir. Cesedin elemi bilmesi, duyması caizdir. ” Bu görüş aynı zamanda Kerramiye’den bir grubun da görüşüdür. Ehlisünnete göre kabirdeki azap ruhların cesede iadesiyle veya cesedin bir parçasına iadesiyle gerçekleşecektir. Sadece ruha ya da sadece bedene şeklinde bir görüş kabul edilmemiştir.
5. Grup: Mutezile’nin bir kısmına göre “Muhakkak ki Allah ölülere kabirlerinde azap eder ve o ölülerde elem meydana gelir. Ancak onlar bu azabın farkında değildirler yani hissetmezler. Diriltildikleri zaman bu elemi duyarlar. ” Onlara göre sarhoş ve bayılan kişi dövüldüklerinde nasıl ki darbın acısını duymazlar ve onlar bu darbın acısını sarhoşluğu geçince ya da ayılınca hissederlerse kabirde azap görenler de bu acıları diriltilince duyarlar. Ehlisünnete göre azap ölüm anından diriltilme anına kadar sürecek berzah hayatının her anında hissedilecek ve cezası bitenlerden bu azap kaldırılacaktır.
6. Grup: Mutezile’den bir kısmına göre de mesela Dırar b. Amr, Bişr el-Mersi, Yahya b. Kamil, vd. kabir azabını inkâr etmişlerdir. Onlara göre ölen kimse kabrinde kıyamet gününe kadar ölüdür. Ehlisünnete göre ise kabirde diridir. Sorguya çekilir. Nimet görür ya da azap çeker.
SONUÇ
Kabir azabından ve nimetinden kasıt, ölümden sonra başlayıp kıyamete kadar sürecek olan dönemdeki azab ve nimettir.
Aslında berzah hayatı da denilen bu hayattaki azab, nimet ve sorgulamanın kabre izafe edilerek “kabir sorgulaması, azabı ve nimeti”, tağlib yoluyla; yani ölenlerin çoğunun kabre konulması sebebiyledir. Yoksa bunların illa da kabirde olacakları anlamında değildir. Öyle olsaydı, çeşitli sebeplerle kabre konulmayanların, kabirdeki azabdan kurtulmaları gerekirdi.
Kabir azabının olacağını kabul edenler, sorgulama ve nimeti de kabul edip; bu konuda yukarıda zikredilen âyetleri delil getirmişlerdir [322]. Bu âyetlerden bazıları, kabir azabına açıkça delalet etmekte, bazıları ise, sadece işaret etmektedir.
Kabir azabı, geçici ve devamlı olarak ikiye ayrılmaktadır. Kabir nimetinin varlığı ise, âyetler ve mana yönünden tevatür derecesine oluşan hadislerle sahiptir. Nimeti hak etmiş olanlar, normal yollarla kabre konulmamış olsalar bile; öldükten sonra mutlaka, bu nimeti idrak edeceklerdir.
Ölen kimsenin çekeceği azab iki şekilde açıklanabilir:
a. Ruh Açısından: Ölen kimselerin ruhları, kabirdeki sorgulamalarına göre gittikleri berzah hayatında eğer dünyada günahkar kimselerden iseler, orada mutsuz ve huzursuz bir şekilde hayat sürmeleri, onlar için bir azab çeşididir. Çünkü kıyamet kopuncaya kadar, bu şekilde bir hayat geçirmeleri, manevi açıdan onları hüzünlendirecektir. Bu da, azab olarak onlara yetecektir.
b. Beden Açısından: Ölen kimsenin kabirde; yılan-çıyan ve haşerat tarafından ısırılması ve sokulması, cehennemlik olacak kimseye sabah-akşam cehennemdeki yerinin gösterilmesi, bazı kötü kimselerin toprak tarafından kabul edilmeyip; insanlara ibret olsun diye dışarı atılması gibi hususlar…
İşte Hz. Peygamber (sav), ümmetinin ve sahabilerinin bütün kabir azaplarına uğramamsı için uyarıda bulunmuştur. Bunu, bazen kedi şahsında; bazen de direkt olarak ümmetine karşı ve bazen de hanımlarına karşı yapmıştır. Hz. Peygamber (sav)’in, ‘Kabir azabından Allah’a sığınması’ ve kabirde azaptan korunması için Allah’a dua etmesi, duayla azabın hafifletileceğine ya da tamamen kaldırılacağına delalet etmektedir.
Kabirde sualle başlayacak olan bu hayat, kabir azabı yahut kabir nimetiyle devam edecek ve yeniden dirilişe kadar bu hayat devam edecektir. İsrafil (a.s.)’in sura üflemesiyle kabirlerinden kalkacak olan insanlar mahşerde toplanacak, böylece ahiret hayatı başlayacaktır.
Gerek kabirde ve gerekse ahirette azap ve cezadan kurtulup mükâfata ermek ve vaad olunan nimetlere kavuşmak, iman ve amelde doğru ve ihlâslı olmaya, bağlıdır. Kabir ve Ahiret hayatına inanan mü’minler, oraya hazırlıklı olmak zorundadırlar. Ebedi hayatlarında mutluluğa ermek isteyenler, dünyada Allah’ın emirlerine uyarak ve yasaklarından uzak durarak yaşarlarsa, hem dünyada adalet içinde mutlu bir hayat yaşayacaklar, hem de ahiretteki ebedi mutluluk ve nimete kavuşacaklardır.
Dileğimiz odur ki bütün inanan kardeşlerimiz Allah’ın istediği yolda yürüyerek hem bu dünyada hem kabirde hem de Ahirette huzura, mutluluğa ve nimetlere kavuşsunlar, Allah’ın azabından ve gazabından emniyet içinde olsunlar.
BİBLİYOGRAFYA
ABDULCEBBAR B. Ahmed, “Şerhu’l-Usuli’l-hamse”, 3. baskı, Kahire 1996.
AHMED b. HANBEL, “Müsned” (1-VI) Çağrı Yay., İstanbul 1982.
AHMED b. Muahammed Şakir, “Şerhu Müsnedi Ahmed b. Hanbel” (1-XX) 1. baskı., Daru’l- Hadis, Kahire 1995.
el-AKL, Nasır b. Abdil-Kerim, “Dirasat fi’l-ehvâ ve’l- Firak vel- Bid’a ve Mevkıfi’s-Selef Minha”, 1. baskı, Riyad 1992.
ÂLÛSÎ, Ebû’l- Fadl Şehabuddin es-seyyid Mahmud, “Ruhu’l- Meani fi Tefsiri’l- Kur’ani’l- Azim ve’s- Sebi’l- Mesani” (1-XV), Daru’l- Fikr, Beyrut 1987.
el-ASKALANİ, Ahmed b. Ali b. Hacer, “Fethu’l- Bârî bi Şerhi Sahihi’l- Buhari”, Beyrut trs.
ASIM EFENDI, “Kamus Tercemesi” Hasan Şerbetli neşri, İst. 1305.
ALIYYÜ’L-KARI, Nuruddin, “Şerhu’l-Emali Şerhu Li Da’vi’l-Meali ala Bed-i’l- Emali” Hanefiyye Kitabevi, ” İst. Trs.
ATEŞ Süleyman, “Kur’an-ı Kerim Tefsiri”, Milliyet 1995.
el-AYNÎ, Bedruddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed, “Umdetü’l-Kari Şerhu Sahihi’l-Buhari”, Daru’l –Fikr, Baskı yeri ve tarihi yok.
el-BACURI, İbrahim, “Şerhu Cevheretü’t-Tevhid”, baskı yeri yok, 1972.
BEĞAVİ, Ebû Muhammed el-Hüseyin b.Mesud, “Mealimu’t-Tenzil”,(I-VII), Daru Tıybe, Riyad 1409
BEYHAKİ, Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyin, “İsbatü Azabi’l-Kabr ve Suali’l-Melekeyn”, Mektebetü’t-Turas, Kahire trs.
BOZKURT, Alettin, Kur’an’da Kıyamet, 2. Baskı, Konya, Olgun Çelik Ofset, 2003.
BUHARİ, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail , “el-Camiu’s-Sahih” (I-VIII), Çağrı Yay. , İst.1981
CANAN, İbrahim, “Kütüb-ü Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi” (I-XVIII), 1.Baskı, Akçağ Yay. Ank.1988
el-CEZAİRİ, Ebû Bekir Cabir, “Akidetü’l-Mü’min” Kahire 1985.
el-CÜVEYNİ, İmamu’l-Harameyn Ebi’l-Meali Abdi’l-Melik, “Kitabu’l-İrşad ila Kavatıi’l-Edille fi Usuli’l-İtikad”, 1.baskı, Beyrut 1985.
DARİMİ, Muhammed b.Abdillah b. Abdurrahman b. el-Fadl, “Sünen” Çağrı Yay. İst. 1982.
ed-DIMEŞKİ, Ali b. Ali b. Muhammed b. Ebu’l-ız, “Şerhu’l-Akideti’t-Tahaviyye”, 1. baskı, Beyrut 1987
DIMEŞKİ, İsmail b. Ömer b. Tesir el- Busari, “Tefsiru’l-Kurani’l Azim” (1-V) Daru’s-Sadr, 1. Baskı, Beyrut 1999.
DOĞAN, D.Mehmed, “Temel Büyük Türkçe Sözlük”, Bahar yay. İst. 1994.
EBÛ DAVUD, Süleyman b. Esas es-Sicistani, “Sünen” Mısır 1950.
el-EŞ’ARİ, İmam Ebi’l-Hasen Ali b. İsmail, “el-İbane an Usuli’d-Diyane”, Mektebetü Dari’l-Beyan, 3. baskı, 1990.
el-EZHERİ, Ebû Mansur Muhammed b. Ahmed, “ Tehzibu’l- Luğa” Kahire 1966.
GÖLCÜK, Şerafettin, “İslam Akaidi” 5. baskı, Esra yayınları, Konya 1997.
GÖLCÜK, Şerafettin ve Toprak, Süleyman, “Kelam” s. 367, 2. baskı, Tekin kitabevi, Konya 1991.
el-GAYNEVİ, Cemaluddin Ahmed b. Muhammed el-Hanefi, “Kitabu Usuli’d-Din”, 7.baskı, Beyrut1998
HEYSEMÎ, Hafız Nuruddin Ali b. Ebû Bekir, “Mecmeu’z-Zevaid ve Menbeu’l- Fevaid”, (I-X) , Beyrut 1986.
el-HUMEYYİS, Muhammed b. Abdurrahman, “Usuli’d-Din İnde’l-İmam Ebi Hanife” 1. baskı, Riyad 1996.
IBNÜ’L- CEVZİ, Ebu’l –Ferec Cemaluddin Abdurrahman Ali b. Muhammed, “Zadü’l-Mesir fi İlmi’t- Tefsir” , el-Mektebetü’l-İslami 3. baskı, Beyrut 1984.
İBN MACE, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid el-Kazvinî, “es-Sünen”, Dâru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, 1975.
İBN MANZUR, Ebû’l-Fadl Cemaluddin Muhammed b. Mükrim, “Lisanu’l-Arab” (I-XV), 1.Baskı, Daru Sadr, Beyrut 1990.
İBN RECEP, el-Hanbeli, Ebû’l-Ferec Zeynuddin Abdurrahman b. Ahmed, “Ehvalü’l-Kubur ve Ahvalü Ehliha ile’n-Nuşur”, Daru’l-Kitabi’l-Arabi, 3. Baskı, Beyrut 1995.
İBRAHİM, Mustafa ve Ark., “el-Mu’cemu’l-Vasît”, Çağrı Yay., İst.1992.
el-İSFAHANİ, Rağıb, “Müfredat-ı Elfazıl-Kur’an” , Daru’ş-Şamiye 1.Baskı, Beyrut 1992.
el-İŞBİLİ, Abdulhak b. Abdurrahman, “Kitabu’l-Akibet”, 1.Baskı, Beyrut 1995.
KARAMAN, Hayrettin ve Ark., “İlmihal”, Baskı yeri ve tarihi yok.
KASİMİ, Muhammed Cemaluddin, “Mehasinu’t-Te’vil” (I-XVII) , Daru’l-Fikr 2.Baskı, Beyrut 1978.
el-KURTUBİ, Ebu Abdillah Muhammed b. el-Ensari, “el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’an”(I-XXII), Baskı yeri ve tarihi yok.
___________,-“et-Tezkiratü fi Ahvali’l-Mevtâ ve Umuri’l-Âhire” Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1986.
el-KUSARİ,Ebu Muhammed Abdü’l-Celil b.Musa b.Abdilcelil, “Şuabü’l-Iman”, 1.Baskı, Kahire 1996.
MAHALLİ, Celaluddin Muhammed b. Ahmed ve Suyuti, Celaluddin Abdurrahman b. Ebî Bekr, “Tefsiru’l-Celaleyn”, 9.Baskı, Beyrut 1998.
MALİK B. ENES, “el-Muvatta”, (I-II), Çağrı yay. İst.1981.
el-MALİKİ, İbnü’l-Arabi, “Arıdatü’l-Ahvezi Şerhu Sahihi’t-Tirmizi”, Beyrut trs.
el-MERAĞİ, “Tefsiru’l- Meraği”, 5.Baskı, Baskı yeri ve tarihi yok.
el-MEYDANİ, Abdurrahman Habenneke, “el-Akidetü’l-İslamiyye ve Ususuha”, 5.Baskı, Dımeşk 1988.
MUHAMMED AHMED, Eminü’l-Hac, “Şerhu Mukaddime İbn Ebi Zeyd el- Kayravani fi’l-Akide”, 1. baskı, Cidde 1991.
MUHAMMED FUAD, Abdulbaki, “el-Mucemu’l- Müfehres li Elfazi’l-Kur’ani’l- Kerim” Çağrı yay. İst. 1990.
MUSA MUHAMMED ALİ, “Hakikatü Tevessül ve’l –Vesile alâ dav’i’l-Kitab ve’s-Sünne”, Beyrut 1985.
MÜSLİM,Ebû’l-Huseyn Müslim b. el-Haccac , “es-Sahih”, Beyrut 1955.
en-NESEFİ, Ebu’l-Mu’in, Meymun b. Muhammed, “Tabsıratu’l-Edille fi Usuli’d-Din”, Dımeşk 1993.
NESAİ, el-Hafız Ebu Abdirrahman b. Şuayb, “Sünen” (I-VIII) Çaürı yay. Ist. 1981.
NEVEVİ, Ebu Zekeiyya Muhyiddin b. Şeref, “Şerhu Sahihi Müslim”, baskı yeri yok. 1991.
_______,-“ Riyazü’s-Salihin Peygamberimizden Hayat Ölçüleri” (Terc. Ve Şerh M. Yaşar Kandemir ve Ark.) Erkam Yay., İst.1997.
RAZİ, Fahreddin, “et-Tefsiru’l-Kebir ”, (I-IX), Daru’l-İhyai’t-Truasi’l- Arabi, 1. baskı , Beyrut.
________, “Tefsir-i Kebir Mefatihu’l Gayb” (Terc. Suat yıldırım ve Ark.) Akçağ yay., Ankara 1988.
SANANİ, Muhammed b. İsmail, “Sübülü’s-Selam Şerhu Buluğu’l –Meram min Cemi Edilleti’l-Ahkam” ,(I-IV), Daru’l –Marifet 6. baskı, Beyrut 2000.
es-SAVİ, Ahmed b. Muhammed el-Maliki, “Kitabu Şerhu’s-Savi ala Cevherü’t-Tevhid”, 1. baskı, Dımeşk 1998.
SUYUTİ, Celalüddin Abdurrahman, “Şerhu’s-Sudur bi Şerhi Hâli’l-Mevta ve’l-Kubur”, 2.baskı, Beyrut, 1992.
es-SABUNİ, Nurettin, “Maturidiyye Akaidi”, (Terc. Bekir Topaloğlu), 4. baskı, D.İ.B. yay. Ank. 1991
ŞENTÜRK, Lütfi ve Yazıcı Seyfettin, “Diyanet İslam İlmihali”, 5.baskı, Ankara 1988.
eş-ŞANKITI, Muhammed el-Hıdr el-Cekini, “Kevseru’l-Meani ed-Derari fi keşfi hâbâya Sahihi’l-Buhari”, 1.baskı , Beyrut 1995.
TABERI, Ebu Ca’fer Muhammed b. Cerir, “Camiu’l- Beyan an Te’vili Âyi’l-Kur’an”, 3.Baskı, 1968.
et-TAFTEZANI, Sa’duddin, (Mesud b. Ömer b. Abdillah),“Şerhu’l-Makasıd”, 1.baskı , Beyrut 1989.
_____________,“Kelam İlmi ve İslam Akaidi Şerhu’l –Akaid”, (Haz. Süleyman Uludağ), Dergah yay. 3. baskı, İst. 1991.
TAHIR b. AŞUR, Muhammed, “et-Tahrir ve’t-Tenvir”, (1-30), Daru’t-Tunusiyye, Baskı yeri ve tarihi yok.
TOPRAK, Süleyman, “Ölümden Sonraki Hayat Kabir Hayatı”,Esra yay. 6. baskı, Konya 1994.
TİRMİZİ, Ebu İsa Muhammed b. Sevr,“Sünen”(I-X) el-Mektebetü’l-İslami, İst. trs.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (1-23)
YAZIR, Elmalılı Hamdi, “Hak Dini Kur’an Dili” (sadeleştirenler İsmail Karaçam ve ark. ) (I-X), Azim Yay. , İst. Trs.
YEĞİN, Abdullah ve ark.“Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat” ,İst. 1993
ez-ZEBİDİ, Zeynuddin Ahmed b.Ahmed, “ Sahihi Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi” (Mütercim, Kamil Miras), Ank.1991.
ZUHAYLİ, Vehbe, “İslam Fıkhı Ansiklopedisi”, Risale Yay., 2.Baskı, İst.1992.
[2] el-Cevheri, Ebu’n-Nasır İsmail b. Hammad, es-Sıhah, Mısır, trs, 784.
[3] İbni Manzur, Ebu’l-Fadl Cemalu’d-Din Muhammed b. Mükrim, Lisanü’l-Arap, I. baskı, Daru Sadır, Beyrut 1990, VII, 376.
[4] Develi Oğlu Ferid, Osmanlıca Türkçe Lügat, Doğuş Matbaası, Ankara 1970, s. 686.
[5] Sıracu’d-Din, Abdullah, el-İman bi Avalimi’l-Ahireti ve Mevakıfıha, Halep 1977, s. 40.
[6] Sıracü’d-Din, a.g.e., s. 40
[7] Kur’an-ı Kerim, Hac, 27/7.
[8] Gökçe Cüneyt, T. D. V. İslam Ansiklopedisi, V, 525.
[10] Mevdudi, a.g.e., III, 434 11. Tevbe, 9/84
[19] el-Kurtubi, Şemsüddin Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Ebi Bekr b. Fahr el-Ensari et-Tezkiratü fi Ahvali’l-Mevtâ ve Umuri’l-Âhire, 2. baskı, Beyrut 1987, s. 111; İbnü’l-Cevzi, Ebu’l-Ferec Cemaluddin Abdurrahman Ali b. Muhammed, Zadü’l-Mesir fi İlmi’t- Tefsir el-Mektebetü’l-İslami 3. baskı, Beyrut 1984, c. 9, s. 31.
[21] el-Kurtubi, a.g.e., s. 111.
[23] Tirmizi, Kıyamet, 26
[25]el-Kusari, Abdü’l-Celil, a.g.e., s. 453.
[28]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 287.
[29]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 287.
[30] ed-Dımeşki, Ebu’l-Iz, Şerhu’l-Akaidi’t-Tahaviyye, Beyrut 1987, s. 582–584.
[31] ed-Dımeşki, Ebu’l-İz, a.g.e., s. 584-585; Musa Muhammed Ali, Hakikatü’t-Tevessül ve’l-Vesile ala Davi’l-Kitab ve Sünnet, Beyrut 1985, s. 260.
[32]Mu’cemu’l-Vasit, c. I, s. 109.
[37]Mu’cemu’l-Vasit, c. III, s. 1702.
[38]Mu’cemu’l-Vasit, c. I, s. 365.
[41] Karagöz, İsmail, Dini Kavramlar Sözlüğü, D. İ. B. Yay., Ankara 2005, s. 67.
[42]Rağıb el-İsfehani, a.g.e., s. 118; el-Kusari, Abdü’l-Celil, Şuabü’l-Iman, Kahire 1996, s. 451.
[43]el-Ezheri, Tehzibü’l-Luğa, Kahire 1967, c. 7, s. 670.
[44]Karagöz, İsmail, a.g.e., s. 67.
[45]el-Meydani, Abdurrahman Habenneke, el-Akidetü’l-İslamiyye ve Ususuha, Şam 1979, s. 642-643.
[46]Gölcük, Şerafettin ve Toprak, Süleyman, a.g.e., s. 372.
[47]Suyuti, Şerhu’s-Sudur bi şerhi hâli’l-mevta ve’l-Kubur, Beyrut 1992, s. 247.
[48] Taftazani, Şerhu’l-Akaid, (Haz. Süleyman Uludağ), Dergâh yay. İst. 1991, s. 253.
[52] Karagöz, İsmail, a.g.e., s. 46.
[53] Karagöz, İsmail, a.g.e., s. 46.
[54]Saffat, 37/62-63; Nisa, 4/55; İbrahim, 14/16-17, 49; İnsan, 76/4; Kehf, 18/29; Mü’min, 40/71-72.
[55]Kıyame, 75/24-25; Mutaffifin, 83/15; Al-i İmran, 3/75.
[56] Bakara, 2/7, 90, 100.
[60] Karagöz, İsmail, a.g.e., s. 528.
[66] Hucurat, 49/8; Leyl, 92/19; Ahzab, 33/37.
[67] İbrahim, 14/34; Lokman, 31/20; Bakara, 2/29.
[68] Yavuz, Yusuf Şevki, T. D. V. İslam Ansiklopedisi, c. 4, s. 302
[69] Buhari, Vudu, 56; Müslim, Taharet, 34; Nesai, Cenaiz, 166; Diğer rivayetler için bkz. Beyhaki, a.g.e., s. 115
[70] Buhari, Cenaiz, 34; Müslim, Cenaiz, 28; Beyhaki, a.g.e., s. 124.
[72] es-Sanâni, Muhammed b. İsmail, Sübülü’s-Selam Şerhu Buluğu’l-Meram, c. 2, s. 183.
[73] Beyhaki, a.g.e., s. 124; Diğer teviller için bkz. es-Sanani, a.g.e., c. 2, s. 184; Abdulcebbar b. Ahmed, a.g.e., s. 732.
[74] Müslim, İman, 182; ayrıca bkz. Buhari, Cihad, 190; Beyhaki, a.g.e., s. 125.
[75] Nevevi, Riyazü’s-Salihin Peygamberimizden hayat ölçüleri (Terc. Ve Şerh M. Yaşar Kandemir ve Ark. ) c. 2, s. 163-164, İst. 1997.
[76] Tirmizi, Cenaiz, 74; Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 508; ayrıca bkz. Beyhaki, a.g.e., s. 127.
[77] Nevevi, a.g.e., (Terc. Ve Şerh) c. 4, s. 585.
[78] Beyhaki, a.g.e., s. 127.
[79] Taftazani, Sa’duddin, Şerhu’l-Makasıd, c. 5, s. 113; en-Nesefi, Ebu’l-Muin, Tebsıratü’l-edille fi Usuli’d-din, c. 2, s. 763.
[80] el-Hanbeli, İbn Recep, a.g.e., s. 90.
[81] el-Hanbeli, İbn Recep, a.g.e., s. 90.
[83] Bkz. Beyhaki, a.g.e., s. 71.
[84] Beyhaki, a.g.e., s. 130.
[86]Beyhaki, a.g.e., s. 130.
[87] Müslim, İmaret, 163; Ayrıca bkz. Fezailü’l-Cihad, 2; Nesai, Cihad, 39; İbn Mace, Cihad, 7.
[88] Nevevi, , Riyazü’s-Salihin (Terc. Ve Şerh M. Yaşar Kandemir ve Ark. ) c. 6, s. 24, İst. 1997.
[90] Ali İmran, 3/169-170.
[91] Ebu Davud, Salat, 327; Tirmizi, Fezailü’l-Kur’an, 9; ayrıca bkz. İbn Mace, Edep, 52.
[92] Nevevi, a.g.e., c. 5, s. 139.
[93] Nesai, Cenaiz, 111; Tirmizi, Cenaiz, 65.
[94] Müslim, İmare, 165, ayrıca bkz. İbn Mace, Cihad, 17.
[95] Beyhaki, a.g.e., s. 141.
[96] el-Hanbeli, İbn Recep, a.g.e., s. 90.
[97] el-Hanbeli, İbn Recep, a.g.e., s. 90.
[98] Buhari, Cenaiz, 66, 85; Nesai, Cenaiz, 110; Ebu Davud, Sünnet, 27.
[99] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 38; Rivayetler için bkz. el-Hanbeli, İbn Recep, a.g.e., s. 95.
[100] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 252.
[102] İbn Hıbban, Sahih, Cenaiz, 34; Diğer rivayetler için bkz. el-Hanbeli, İbn Recep, a.g.e., s. 95-98.
[103]Hadis için bkz. Buhari, Cenaiz, 93, Tabir, 48.
[104]Nevevi, a.g.e., (Terc. Ve Şerh M. Yaşar Kandemir ve Ark. ) c. 6, s. 512.
[105]Tirmizi, Cenaiz, 70.
[106]Suyuti, a.g.e., s. 160.
[108]Taberani, Mu’cemu’l-Kebir’de rivayet etmiştir. Mecmau’z-Zevaid, 3/47.
[109]Buhari, Cenaiz, 89; Müslim, Cennet, 17
[110]el-İşbili, Abdulhak b. Abdirrahman, Kitabü’l-Akibet, Beyrut 1995, s. 162.
[111] et-Taftazani, Sa’duddin, a.g.e., c. 5, s. 113; en-Nesefi, Ebu’l-Muin, a.g.e., c. 2, s. 763.
[112] el-İşbili, Abdulhak b. Abdirrahman, , a.g.e., s. 162.
[113] el-Askalani, İbn Hacer, a.g.e., c. 3, s. 240.
[114] Buhari, Cenaiz, 87; Müslim, Cennet, 17; ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/362, 3/151.
[115] el-Askalani, İbn Hacer, a.g.e., c. 3, s. 233.
[116] el-Bacuri, İbrahim, Şerhu Cevheretü’t-Tevhid, s. 466.
[117] es-Savi, Ahmed b. Muhammed el-Maliki, a.g.e., s. 365.
[118] Kurtubi, Tezkira, s. 156; el-Askalani, İbn Hacer, a.g.e., c. 3, s. 235; el-Ayni, Bedruddin, a.g.e., c. 8, s. 146; Abdulcebbar b. Ahmed, a.g.e., s. 732.
[119] Beyhaki, a.g.e., s. 173; Kurtubi, Tefsir, c. 15, s. 318-319.
[120] Kurtubi, Tezkira, s. 156.
[122] ed-Dımeşki, Ebu’l-İz, Şerhu’l-Akaidi’t-Tahaviyye, c. 2, s. 582, Beyrut 1987; es-Savi, Ahmed b. Muhammed el-Maliki, Kitabu Şerhu’s-Savi ala Cevherü’t-Tevhid, s. 365; el-Bacuri, İbrahim, Şerhu Cevheretü’t-Tevhid, s. 466; Suyuti, a.g.e., s. 247
[123] Suyuti, a.g.e., s. 247-248
[124] Suyuti, a.g.e., s. 247
[125] Aliyyü’l-Kari, Şerhu Kitabi’l- Fıkhı’l-Ekber, s. 15, Beyrut 1984
[126] Musa Muhammed Ali, Hakikatü Tevessül ve’l-Vesile, s. 268; el-Meraği, Tefsir, c. 24, s. 77
[128] Musa Muhammed Ali, a.g.e., , s. 268.
[129] el-Hanbeli, İbn Recep, a.g.e., s. 105.
[130] Buhari, Vudu, 56; Müslim, Taharet, 34.
[131] Ahmed b. Hanbel. Müsned, c. 2, s. 441.
[132] Ahmed b. Hanbel. Müsned, c. 6, s. 362
[134] Ahmed b. Hanbel. Müsned, c. 3, s. 3
[135] Taberani, Mu’cemu’l-Kebir, c. 10, s. 247
[136] Müslim, Cennet, 17.
[138] Buhari, Cihad, 25, Daavat 37, 41, 44; Müslim, Zikir 50, 52; Nesai, İstiaze 5, 6, 27, 39; İbn Mace, Dua 3.
[139] Müslim, Mesacid, 128, 130, 134; Ebu Davud, Salat, 149, 179 ; Nesai, Sehv, 64.
[140] Müslim, Zikir, 50; Ebu Davud, Vitir, 32; Nesai, İstiaze, 7.
[141] Müslim, Zikir, 73; Nesai, İstiaze, 13, 65.
[142] Nevevi, a.g.e., (Terceme ve Şerh M. Yaşar Kandemir ve ark. ), c. 4, s. 528.
[145] el-Meraği, a.g.e., c. 29, s. 89; Yazır, Elmalılı Hamdi, a.g.e., c. 8, s. 357
[146] Âlûsi, Ebu’l-Fadl, Ruhu’l-Meani fi Tefsiri’l-Kur’an’il-Azim, Beyrut 1987, c. 15, s. 98.
[156] el-Ayni, Umdetü’l-Kari Şerhu Sahihi’l-Buhari, Baskı yeri ve tarihi yok, c. 8, s. 146. .
[158] Müslim, Zekât, 69; Nesai, Zekat, 69
[159] Suyuti, a.g.e., s. 395.
[161] Buhari, Cenaiz, 95, Vasaya, 19; Müslim, Zekât, 51.
[162] Buhari, el-Eyman ve’n-Nuzûr, 30.
[163] Buhari, Savm, 42; Müslim, Savm, 153.
[164] Suyuti, a.g.e., s. 102
[167] Âl-i İmran 3/169-171
[168]el-Ayni, Bedruddin, Umdetü’l-Kari şerhu Sahihi’l-Buhari, c. 8, s. 146; el-Hanbeli, İbn Recep, Ahvali’l-Kubur, s. 81; Taftazani, Şerhu’l-Akaid, s. 253.
[169]en-Nesefi, Ebu’l-Muin, Tebsıratü’l-Edille, Dimeşk 1993, c. 2, s. 763.
[170] Cüveyni, Kitabu’l-İrşad, Beyrut 1985, s. 317.
[171] Beyhaki, a.g.e., s. 1-185.
[172] es-Suyuti, Celalüddin, Şerhu’s-Sudur bi Şerhi Hali’l-Mevta ve’l-Kubur, Beyrut 1992.
[173] el-Hanbeli, İbn Recep, a.g.e., s. 81.
[174] Kurtubi, et-Tezkira fi ahvali’l Mevta ve Umuri’l-Ahira, Beyrut 1986.
[175] Buhari, Cenaiz, Kabir Azabını İsbat Babı.
[176] eş-Şankiti, Kevseru’l-Meani ed-Derari fi Keşfi hâbâya Sahihi’l-Buhari, Beyrut 1995, c. 12, s. 138; el-Askalani, İbn Hacer, a.g.e., c. 3, s. 233.
[177] Buhari, Cenaiz, 86; Müslim, Mesacid, 24; Nesai, Sehv, 63, Cenaiz, 115.
[178] Müslim, Mesacid, 24.
[180] Müslim, Mesacid, 25, bkz. Buhari, Cenaiz, 87.
[181] Buhari, Vudu’, 56; Müslim, Taharet, 34.
[182] Müslim, Cennet, 17.
[183] Buhari, Cenaiz, 87; Müslim, Cennet, 17; Nesai, Cenaiz, 114.
[184] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/151.
[185] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/362.
[186]Buhari, Cenaiz, 86; Müslim, Cennet, 17.
[187] Buhari, Cenaiz, 86; Müslim, Cennet, 70
[188] Buhari, Rikak, 43; Müslim, Zühd, 5; Tirmizi, Zühd, 46
[189] Buhari, Cenaiz, 89; Müslim, Cennet, 65; Nesai, Cenaiz, 116; İbn Mace, Zühd 32
[191] Buhari, Cenaiz, 89; Nesai, Cenaiz, 110.
[192] Buhari, Cenaiz, 65.
[194] İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azîm, Beyrut 1999, c. 4, s. 375.
[195] Yazır, Elmalılı Hamdi, a.g.e., c. 6, s. 527.
[196] Taberi, Ebu Ca’fer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan an Te’vil-i Âyi’l-Kur’an (ö. 310), 3. Baskı, 1968, c. 24, s. 71.
[197] Kurtubi, Ebu Abdullah Muhammed b. el-Ensari, el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’an, c. 15, s. 318, 319; Kasimi, Muhammed Cemaluddin, Mehasinu’t-Te’vil, Beyrut 1978, c. 14, s. 239.
[198] Kurtubi, a.g.e., c. 15, s. 318, 319.
[199] et-Taftezani, Sa’du’d-Din, Şerhu’l-Makasıd, Beyrut 1989, c. 5, s. 113.
[200] en-Nesefi, Ebu’l-Mu’in, Tabsıratu’l-Edille, Dımeşk 1993, c. 2, s. 763.
[201] Toprak, Süleyman, Ölümden Sonraki Hayat Kabir Hayatı, Konya 1994, s. 317.
[203] el-Meraği, a.g.e., c. 29, s. 89; Yazır, Elmalılı Hamdi, a.g.e., c. 8, s. 357
[204] Âlûsi, Ebu’l-Fadl, Ruhu’l-Meani fi Tefsiri’l-Kur’an’il-Azim, Beyrut 1987, c. 15, s. 98.
[205] Razi, Fahreddin, et-Tefsiru’l-Kebir Mefatihu’l-Gayb, Ankara 1988, c. 10, s. 659.
[206] Kurtubi, a.g.e., c. 18, s. 311; İbn Kesir, a.g.e., c. 5, s. 144
[207] Yazır, Elmalılı Hamdi, a.g.e., c. 8, s. 357; Tahir b. Aşur, Muhammed, et-Tahrir ve’t-Tenvir, Baskı yeri ve tarihi yok, c. 29, s. 212.
[208] Beğavi, Ebu Muhammed el-Hüseyn b. Mesud, Meâlimu’t-Tenzil, Riyad 1409, Mücelled: 8, s. 233.
[210] İbnü’l-Cevzi, Ebu’l-Ferec Cemaluddin Abdurrahman, Zadü’l-Mesir fi İlmi’t-Tefsir, Beyrut 1984, c. 3, s. 492.
[211] İbn Kesir, a.g.e., c. 3, s. 51; Kurtubi, a.g.e., c. 8, s. 241.
[212] İbn Kesir, a.g.e., c. 3, s. 51; Kurtubi, a.g.e., c. 8, s. 241.
[213] Kurtubi, a.g.e., c. 8, s. 241.
[214] İbn Kesir, a.g.e., c. 3, s. 51.
[215] Yazır, Elmalılı Hamdi, a.g.e., c. 4, s. 400; Ateş Süleyman, Kuran-ı Kerim Tefsiri, c. 3, s. 1186; Taberi, a.g.e., c. 11, s. 9.
[216] Tahir b. Aşur, a.g.e., c. 11, s. 20; el-Meraği, a.g.e., c. 11, s. 13.
[218]es-Suyuti, Celaluddin, Tefsiru Celaleyn, Beyrut 1998, s. 417.
[219]Toprak Süleyman, a.g.e., s. 322
[220] İbn Kesir, a.g.e., c. 4, s. 200; Âlûsi, a.g.e., c. 11, s. 135; Kurtubi, a.g.e., c. 14, s. 107; İbnü’l-Cevzi, a.g.e., c. 6. s. 341.
[221]İbn Kesir, a.g.e., c. 4, s. 200.
[222] İbn Kesir, a.g.e., c. 4, s. 200; Ateş Süleyman, a.g.e., c. 4, s. 2036.
[224] Yazır, Elmalılı Hamdi, a.g.e., c. 7, s. 283.
[225]Taberi, a.g.e., c. 27, s. 36.
[226] Kurtubi, a.g.e., c. 18, s. 78; Beğavi, a.g.e., Mücelled: 7, s. 394; İbnü’l-Cevzi, a.g.e., c. 8, s. 19-20; Âlûsi, a.g.e., c. 14, s. 40; Beyhaki, Ebu Bekr Ahmed b. el-Hüseyin, İsbatu Azabü’l-Kabr ve Suali’l-Melekeyn, , Kahire trs, s. 77.
[228] el-Kurtubi, Şemsüddin, et-Tezkira fi Ahvali’l-Mevta ve Umûri’l-Ahire, Beyrut 1986, s, 160.
[229] Kâsimi, a.g.e., c. 15, s. 217.
[230] es-Suyuti, Celalüddin, a.g.e., s. 525.
[231] Razi, Fahreddin, a.g.e., c. 20, s. 467.
[233]İbnü’l-Cevzi, a.g.e., c. 5, s. 331; Kurtubi, a.g.e., c. 11, s. 259.
[234]Kurtubi, a.g.e., c. 11, s. 259.
[235]Beyhaki, a.g.e., s. 71; Diğer rivayetler için bkz. s. 71, 77; İbn Kesir, a.g.e., c. 3, s. 385-386.
[236]Kurtubi, Tezkira, s. 160.
[237](Mecmau’z-Zevaid, 3/51).
[238]Razi, a.g.e., c. 16, s. 71.
[240] el-Cezairi, Ebu Bekir Cabir, Akidetü’l-Mü’min, Kahire 1985, s. 329.
[241] el-Askalani, İbn Hacer, Fethu’l-Bari bi Şerhi Sahihi’l-Buhari, Beyrut trs, c. 3, s. 233.
[242] el-Askalani, a.g.e., c. 3, s. 233.
[244] Beyhaki, a.g.e., s. 25.
[245] Buhari, Cenaiz, 86; Müslim, Cennet, 17; Tirmizi, Tefsir, 15.
[247] Tirmizi, Tefsir (5/117, 118) ; Taberi, Tefsir, c. 30, s. 284; Beyhaki, a.g.e., s. 178.
[248] Razi, Tefsir-i Kebir, c. 11, s. 272.
[249] Kurtubi, Tezkira, s. 160.
[250] Razi, a.g.e., c. 11, s. 272.
[252] Taberi, a.g.e., c. 16, s. 58; Razi, a.g.e., c. 15, s. 302–303.
[254] el-Ayni, Bedruddin, Umdetü’l-Kari Şerhu Sahihi’l- Buhari, Baskı yeri ve tarihi yok, c. 8, s. 146.
[255] Taberi, a.g.e., c. 24, s. 48.
[256] et-Taftazani, Sa’duddin, Şerhu’l-Makasıd, Beyrut 1989, c. 5, s. 113.
[257]et-Taftazani, Sa’duddin, a.g.e., c. 5, s. 115.
[258] Buhari, Cenaiz, 86; Müslim, Mesacid, 24; Nesai, Sehv, 63, Cenaiz, 115.
[259] Müslim, Mesacid, 24.
[261] Müslim, Mesacid, 25, bkz. Buhari, Cenaiz, 87.
[262] Buhari, Vudu’, 56; Müslim, Taharet, 34.
[263] Müslim, Cennet, 17.
[264] Buhari, Cenaiz, 87; Müslim, Cennet, 17; Nesai, Cenaiz, 114.
[265] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/151.
[266] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/362.
[267]Buhari, Cenaiz, 86; Müslim, Cennet, 17.
[268] Musa Muhammed Ali, Hakikatü Tevessül ve’l-Vesile alâ Dav’i’l-Kitab ve’s-Sünne, Beyrut 1985, s. 2
[269] Musa Muhammed Ali, a.g.e., s. 260.
[270] Gölcük, Şerafettin ve Toprak, Süleyman, Kelam, Konya 1991, s. 90.
[271] el-Cezairi, Ebu Bekir Cabir, Akidetü’l- Mü’min, Kahire 1985, s. 330, 331.
[272] es- Sabuni, Nurettin, Maturidiyye Akaidi, D. İ. B. yay. Ank. 1991, s. 177.
[274] Yazır, Elmalılı Hamdi, a.g.e., c. 7, s. 413.
[275] el-Hanbeli, İbn Receb, a.g.e., s. 107.
[277] Bkz. Fussilet, 41/30-32; Fecr, 89/27-30; Enam, 6/93.
[278] Âl-i İmran 3/169-171
[279] Gölcük, Şerafettin ve Toprak, Süleyman, a.g.e., s. 379.
[280] Buhari, Cenaiz, 86; Müslim, Cennet, 70
[281] Buhari, Rikak, 43; Müslim, Zühd, 5; Tirmizi, Zühd, 46
[282] Buhari, Cenaiz, 89; Müslim, Cennet, 65; Nesai, Cenaiz, 116; İbn Mace, Zühd 32
[284] Buhari, Cenaiz, 89; Nesai, Cenaiz, 110.
[285] Buhari, Cenaiz, 65.
[286] Müslim, Cennet 17; İbn Mace, Zühd 31; Nesai, Cenaiz 9; Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 287
[287] Buhari, Cenaiz, 86; Müslim, Cennet, 17; Ebu Davud, Cenaiz, 4/239; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 287.
[288] Müslim, Cennet, 17; Nesai, Cenaiz, 109, 110; Tirmizi, Cenaiz, 71; Buhari, Salat, 72.
[289] Buhari, Cenaiz, 88; Müslim, Cennet, 17; İbn Mace, Zühd 32; Tirmizi, Cenaiz, 71; Malik b. Enes, Muvatta, Cenaiz, 16; Nesai, Cenaiz, 116.
[290]Ahmed b. Hanbel, 4/287
[291]es-Savi, Ahmed b. Muhammed, Kitabu Şerhu’s-Savi ala Cevherü’t-Tevhid, s. 366, Dımeşk 1998
[292]Nevevi, Şerhu Sahihi Müslim, 1991, c. 17, s. 201.
[293] el-Ayni, Bedruddin, Umdetü’l-Kari Şerhu Sahih’l- Buhari, c. 8, s. 145.
[294] en-Nesefi, Ebu’l-Muin, Tebsıratü’l-Edille, c. 2 s. 763; et-Taftezani, Sa’duddin, Şerhu’l-Makasıd, c. 5, s. 113.
[295] Aliyyü’l-Kari, Şerhu Kitabi’l-Fıkhu’l-Ekber, s. 148; Aliyyu’l Kari, Şerhu’l- Emali, İst. trs. , s. 118
[296] Aliyyü’l-Kari, a.g.e., s. 118 (2 nolu dipnot).
[297] Bkz. Abdülcebbar b. Ahmed, Şerhu Usuli’l-Hamse, Kahire 1996, 3. baskı, s. 730–734.
[298] Abdülcebbar b. Ahmed, a.g.e., s. 730.
[299] Nevevi, a.g.e., c. 17, s. 201.
[300] Aliyyü’l-Kari, a.g.e., s. 148.
[301] en-Nesefi, Ebu’l- Muin, a.g.e., c. 2 s. 763.
[302] el-Ayni, a.g.e., c. 8, s. 145.
[303] et-Taftezani, Sa’duddin, a.g.e., c. 5, s. 116.
[304] Toprak, Süleyman, Kelam, s. 402.
[307] et-Taftezani, Sa’duddin, a.g.e., c. 5, s. 116
[308] el-Ayni, a.g.e., c. 8, s. 145.
[309] el-Ayni, a.g.e., c. 8, s. 146.
[310] Zebidi, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, (Mütercim, Kamil Miras), Ank. 1991, c. 4, s. 504.
[313] et-Taftazani, Sadeddin, a.g.e., c. 5, s. 116; el-Askalani, İbn Hacer, a.g.e., c. 3, s. 240.
[314] et-Taftazani, Sadeddin, a.g.e., c. 5, s. 115. bkz. Kabir azabının varlığının delilleri. 11 nolu ayet.
[315] Toprak, Süleyman, a.g.e., s. 403.
[317] el-Ayni, a.g.e., c. 8, s. 145; et-Taftazani, Sadeddin, a.g.e., c. 5, s. 116
[318] et-Taftazani, Sadeddin, a.g.e., c. 5, s. 116; el-Ayni, a.g.e., c. 8, s. 145.
[319] En-Nesefi, Ebu’l-Muin, a.g.e., c. 2, s. 763; et-Taftazani, Kelam İlmi ve İslam Akâidi (Şerhu’l Akaid), (Haz. Süleyman Uludağ), İst. 1991, s. 253.
[320] et-Taftazani, Şerhu’l- Akaid, (Haz. Süleyman Uludağ)s. 258.
[321] Kurtubi, Tezkira, s. 156
[322]Tevbe, 9/101; İbrahim, 14/27; Meryem, 19/15, Ta-Ha, 20/124; Secde, 32/21; Mü’min, 40/11; Tur, 52/47; Nuh, 71/25; Tekasür, 102/1-4.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|