HARUN EBU HUSEYIN - YILDIRIM
  KİTÂBUT-TEVHÎD
 

 
٩٧- كِتَاب التَّوْحِيدِ
 
TEVHİD KİTABI
١-بَاب مَا جَاءَ فِي دُعَاءِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أُمَّتَهُ إِلَى تَوْحِيدِ اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى
٧۳٧١- حَدَّثَنَا أَبُو عَاصِمٍ حَدَّثَنَا زَكَرِيَّاءُ بْنُ إِسْحَاقَ عَنْ يَحْيَى بْنِ مُحَمَّدِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ صَيْفِيٍّ عَنْ أَبِي مَعْبَدٍ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعَثَ مُعَاذًا إِلَى الْيَمَنِ.
7371- İbnu Abbâs -Allah ondan ve babasından razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Muâz ibnu Cebel'i Yemen'e vali ve bir davetçi olarak gönderdi. (Hadisin geçtiği yer: 1395, 1458, 1496, 2448, 4347, 7371, 7372)
٧۳٧٢- و حَدَّثَنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَبِي الْأَسْوَدِ حَدَّثَنَا الْفَضْلُ بْنُ الْعَلَاءِ حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ أُمَيَّةَ عَنْ يَحْيَى بْنِ مُحَمَّدِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ صَيْفِيٍّ أَنَّهُ سَمِعَ أَبَا مَعْبَدٍ مَوْلَى ابْنِ عَبَّاسٍ يَقُولُ سَمِعْتُ ابْنَ عَبَّاسٍ يَقُولُ لَمَّا بَعَثَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُعَاذَ بْنَ جَبَلٍ إِلَى نَحْوِ أَهْلِ الْيَمَنِ قَالَ لَهُ إِنَّكَ تَقْدَمُ عَلَى قَوْمٍ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ فَلْيَكُنْ أَوَّلَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَى أَنْ يُوَحِّدُوا اللَّهَ تَعَالَى فَإِذَا عَرَفُوا ذَلِكَ فَأَخْبِرْهُمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ فَرَضَ عَلَيْهِمْ خَمْسَ صَلَوَاتٍ فِي يَوْمِهِمْ وَلَيْلَتِهِمْ فَإِذَا صَلَّوْا فَأَخْبِرْهُمْ أَنَّ اللَّهَ افْتَرَضَ عَلَيْهِمْ زَكَاةً فِي أَمْوَالِهِمْ تُؤْخَذُ مِنْ غَنِيِّهِمْ فَتُرَدُّ عَلَى فَقِيرِهِمْ فَإِذَا أَقَرُّوا بِذَلِكَ فَخُذْ مِنْهُمْ وَتَوَقَّ كَرَائِمَ أَمْوَالِ النَّاسِ.
7372- İbnu Abbâs -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Muâz ibnu Cebel'i Yemen'e vali ve bir davetçi olarak gönderdi ve ona şöyle buyurdu:
"Sen Kitâb Ehli olan bir topluluğa gidiyorsun. Onları ilk davet edeceğin şey Allah'ı birleme olsun. Allah’ı bir olarak tanıdıkları zaman, Allah’ın onlara bir gün içinde beş vakit namazı farz kıldığını haber ver. Namazı kıldıkları zaman, Allah’ın onlara mallarından alınıp fakirlerine verilecek olan zekâtı haber ver. Şayet senin sözünü dinlerler ve sana itaat ederlerse, zekât olarak mallarından al. Ancak onların mallarının en güzellerini almaktan sakın."[1771] (Hadisin geçtiği yer: 1395, 1458, 1496, 2448, 4347, 7371, 7372)
٧۳٧٣- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ حَدَّثَنَا غُنْدَرٌ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ أَبِي حَصِينٍ وَالْأَشْعَثِ بْنِ سُلَيْمٍ سَمِعَا الْأَسْوَدَ بْنَ هِلَالٍ عَنْ مُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ قَالَ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَا مُعَاذُ أَتَدْرِي مَا حَقُّ اللَّهِ عَلَى الْعِبَادِ قَالَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ أَنْ يَعْبُدُوهُ وَلَا يُشْرِكُوا بِهِ شَيْئًا أَتَدْرِي مَا حَقُّهُمْ عَلَيْهِ قَالَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ أَنْ لَا يُعَذِّبَهُمْ.
7373- Muâz ibnu Cebel -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bana:
-"Ey Muâz! Allah'ın kulları üzerindeki hakkını bilir misin?" diye sordu. Ben:
-Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dedim. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
-"Allah'ın kulları üzerindeki hakkı, O’na ibadet etmeleri ve hiçbir şeyi O’na şirk koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı nedir bilir misin?" Ben yine:
-Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dedim. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
-"Kulların Allah üzerindeki hakkı ise, kendisine şirk koşmayan kuluna azab etmemesidir."[1772] (Hadisin geçtiği yer:  2856, 5967, 6267, 6500, 7373)
٧۳٧٤- حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ حَدَّثَنِي مَالِكٌ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِي صَعْصَعَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ أَنَّ رَجُلًا سَمِعَ رَجُلًا يَقْرَأُ قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ يُرَدِّدُهَا فَلَمَّا أَصْبَحَ جَاءَ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَذَكَرَ لَهُ ذَلِكَ وَكَأَنَّ الرَّجُلَ يَتَقَالُّهَا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ إِنَّهَا لَتَعْدِلُ ثُلُثَ الْقُرْآنِ زَادَ إِسْمَاعِيلُ بْنُ جَعْفَرٍ عَنْ مَالِكٍ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ أَخْبَرَنِي أَخِي قَتَادَةُ بْنُ النُّعْمَانِ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ.
7374- Ebû Saîd Hudrî -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Bir adam, bir adamın gece boyunca ﴿هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ  İhlas Sûresi’ni[1773] okuduğunu işitti. Bu sureyi sürekli tekrarlıyordu. Sabah olunca bu adam Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme gelip bu olayı haber verdi. Sanki o, bu okuyuşu azımsamış gibiydi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki İhlas Sûresi, Kurân’ın üçte birine denktir." (Hadisin geçtiği yer: 5013, 6643, 7374)
٧۳٧٥- حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ صَالِحٍ حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ حَدَّثَنَا عَمْرٌو عَنْ ابْنِ أَبِي هِلَالٍ أَنَّ أَبَا الرِّجَالِ مُحَمَّدَ بْنَ عَبْدِ الرَّحْمَنِ حَدَّثَهُ عَنْ أُمِّهِ عَمْرَةَ بِنْتِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ
وَكَانَتْ فِي حَجْرِ عَائِشَةَ زَوْجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ عَائِشَةَ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعَثَ رَجُلًا عَلَى سَرِيَّةٍ وَكَانَ يَقْرَأُ لِأَصْحَابِهِ فِي صَلَاتِهِمْ فَيَخْتِمُ بِقُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ فَلَمَّا رَجَعُوا ذَكَرُوا ذَلِكَ لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ سَلُوهُ لِأَيِّ شَيْءٍ يَصْنَعُ ذَلِكَ فَسَأَلُوهُ فَقَالَ لِأَنَّهَا صِفَةُ الرَّحْمَنِ وَأَنَا أُحِبُّ أَنْ أَقْرَأَ بِهَا فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَخْبِرُوهُ أَنَّ اللَّهَ يُحِبُّهُ
.
7375- Âişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir adamı bir seriyyenin başında komutan olarak bir yere gönderdi. Bu adam emri altındaki askerlere namaz kıldırıyor ve namazında zamlı sureden sonra ﴿هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ   Sûresi ile bitiriyordu. Onlar seferden döndükleri zaman bunu Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme haber verdiler. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Oba bir sorun bakalım, bunu neden yapmış?" buyurdu. Onlar da bunu ona sordular. O da şöyle dedi:
-Çünkü bu sure, Rahman’ın sıfatıdır. Ve ben o sureyi okumayı seviyorum.
Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de: "Allah’ında onu sevdiğini ona habere verin" buyurdu.
٢-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى ﴿ قُلْ ادْعُوا اللَّهَ أَوْ ادْعُوا الرَّحْمَنَ أَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى ﴾
 
«Ey Muhammed! De ki: İster Allah'a dua edin, ister Rahmana dua edin; hangisiyle dua ederseniz, en güzel isimler O'nundur.» (İsrâ: 110)[1774]
٧۳٧٦- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سَلَامٍ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ عَنْ الْأَعْمَشِ عَنْ زَيْدِ بْنِ وَهْبٍ وَأَبِي ظَبْيَانَ عَنْ جَرِيرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا يَرْحَمُ اللَّهُ مَنْ لَا يَرْحَمُ النَّاسَ.
7376- Cerîr ibnu Abdullah -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "İnsanlara merhamet etmeyen kimseye Allah merhamet etmez."[1775] (Hadisin geçtiği yer: 6013, 7376)
٧۳٧٧- حَدَّثَنَا أَبُو النُّعْمَانِ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ عَاصِمٍ الْأَحْوَلِ عَنْ أَبِي عُثْمَانَ النَّهْدِيِّ عَنْ أُسَامَةَ بْنِ زَيْدٍ قَالَ كُنَّا عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذْ جَاءَهُ رَسُولُ إِحْدَى بَنَاتِهِ يَدْعُوهُ إِلَى ابْنِهَا فِي الْمَوْتِ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ارْجِعْ إِلَيْهَا فَأَخْبِرْهَا أَنَّ لِلَّهِ مَا أَخَذَ وَلَهُ مَا أَعْطَى وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِأَجَلٍ مُسَمًّى فَمُرْهَا فَلْتَصْبِرْ وَلْتَحْتَسِبْ فَأَعَادَتْ الرَّسُولَ أَنَّهَا قَدْ أَقْسَمَتْ لَتَأْتِيَنَّهَا فَقَامَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَقَامَ مَعَهُ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ وَمُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ فَدُفِعَ الصَّبِيُّ إِلَيْهِ وَنَفْسُهُ تَقَعْقَعُ كَأَنَّهَا فِي شَنٍّ فَفَاضَتْ عَيْنَاهُ فَقَالَ لَهُ سَعْدٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا هَذَا قَالَ هَذِهِ رَحْمَةٌ جَعَلَهَا اللَّهُ فِي قُلُوبِ عِبَادِهِ وَإِنَّمَا يَرْحَمُ اللَّهُ مِنْ عِبَادِهِ الرُّحَمَاءَ.
7377- Usâme ibnu Zeyd -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin kızı Zeyneb, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme: Oğlum öldü, benim yanıma gel, diye haber yolladı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de ona birini gönderip selam yolladı ve şöyle buyurdu: "Veren de alan da Allah’tır. Herkesin ömrü Allah’ın katında belirli bir zamana kadardır. Sabret ve sabrın karşılığı Allah’tan dile."
Bu defa Zeyneb, muhakkak gelmesi için yemin etti. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de beraberinde Sa’d ibnu Ubâde, Muaz ibnu Cebel, Ubey ibnu Ka’b ve Zeyd ibnu Sâbit ve başkalarıyla Zeyneb’in yanına geldiler. Çocuk Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme verildi. Çocuk can çekişmekte idi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin gözleri yaşardı. Sa’d dedi ki: Bu gözyaşı da nedir ey Allah’ın Rasûlü? Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bu, Allah’ın kullarının kalplerine koyduğu bir rahmettir. Allah, ancak merhametli kullarına rahmet eder." ( Hadisin geçtiği yer: 1284, 5655, 6602, 6655, 7277, 7448)
٣-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى﴿ إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ ﴾
 
«Şüphesiz asıl rızık veren, çetin kuvvet sahibi olan Allah'tır.» (Zâriyat: 58)[1776]
٧۳٧٨- حَدَّثَنَا عَبْدَانُ عَنْ أَبِي حَمْزَةَ عَنْ الْأَعْمَشِ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ عَنْ أَبِي عَبْدِ الرَّحْمَنِ السُّلَمِيِّ عَنْ أَبِي مُوسَى الْأَشْعَرِيِّ قَالَ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا أَحَدٌ أَصْبَرُ عَلَى أَذًى سَمِعَهُ مِنْ اللَّهِ يَدَّعُونَ لَهُ الْوَلَدَ ثُمَّ يُعَافِيهِمْ وَيَرْزُقُهُمْ.
7378- Ebû Mûsâ -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurdu: "İşittiği ezaya karşı Allah Azze ve Celle’den daha hilm sahibi yani hak edene cezasını hemen vermeyen başka bir kimse yoktur. Onlardan bir kısmı Allah’a oğul isnad ederek O’na şirk koşuyorlar, Allah Azze ve Celle ise onları afiyette kılıyor ve onlara dünyada iken her türlü rızkı veriyor." (Hadisin geçtiği yer: 6099, 7378)
٤-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى
 ﴿ عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَدًا ﴾ وَ ﴿ إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ﴾ وَ ﴿ أَنْزَلَهُ بِعِلْمِهِ ﴾ ﴿ وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنْثَى وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ ﴾ ﴿ إِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِ ﴾.
 
«Ğaybın alimi olan Allah, ğaybını dilediği peygamberden başka hiç kimseye bildirmemiştir.» (Cin: 26)[1777]
«Kıyamet gününün vakti hakkındaki bilgi, şüphesiz Allah katındadır.» (Lokmân: 34)[1778]
«Bununla beraber Allah, sana indirdiği Kurân'a şâhidlik eder ki, onu bizzat kendi ilmiyle indirmiştir.» (Nisâ: 166)
«Bir dişi, O'nun ilmi olmadan ne gebe kalır, ne de doğurur.» (Fussilet: 47)
«Kıyametin vakti hakkındaki bilgi Allah'a havale edilir.» (Fussilet: 47)[1779]
قَالَ يَحْيَى الظَّاهِرُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا وَالْبَاطِنُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا.
Yahya ibnu Ziyâd el-Ferra şöyle dedi: Her şey üzerinde ilmen zahir, her şey üzerinde ilmen bâtındır.
٧۳٧٩- حَدَّثَنَا خَالِدُ بْنُ مَخْلَدٍ حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ بِلَالٍ حَدَّثَنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ دِينَارٍ عَنْ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ مَفَاتِيحُ الْغَيْبِ خَمْسٌ لَا يَعْلَمُهَا إِلَّا اللَّهُ لَا يَعْلَمُ مَا تَغِيضُ الْأَرْحَامُ إِلَّا اللَّهُ وَلَا يَعْلَمُ مَا فِي غَدٍ إِلَّا اللَّهُ وَلَا يَعْلَمُ مَتَى يَأْتِي الْمَطَرُ أَحَدٌ إِلَّا اللَّهُ وَلَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِلَّا اللَّهُ وَلَا يَعْلَمُ مَتَى تَقُومُ السَّاعَةُ إِلَّا اللَّهُ.
7379- Abdullah ibnu Ömer -Allah ondan ve babasından razı olsun- şöyle dedi:  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Ğaybın anah­tarları beştir. Onları Allah 'tan başkası bilemez: Yarın ne olacağını Allah'tan başka kimse bilemez. Rahimlerde olanı Allah'tan başkası bilemez. Allah'tan başka kimse yağ­murun ne zaman yağacağını bilemez. Hiçbir nefis nerede ölece­ğini bilemez. Kıyametin ne zaman kopacağını Allah'tan başkası bilemez."[1780] (Hadisin geçtiği yer: 1039, 4627, 4697, 4778, 7379)
 
٧۳٨۰- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يُوسُفَ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ إِسْمَاعِيلَ عَنْ الشَّعْبِيِّ عَنْ مَسْرُوقٍ عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا قَالَتْ مَنْ حَدَّثَكَ أَنَّ مُحَمَّدًا صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَأَى رَبَّهُ فَقَدْ كَذَبَ وَهُوَ يَقُولُ ﴿ لَا تُدْرِكُهُ الْأَبْصَارُ ﴾ وَمَنْ حَدَّثَكَ أَنَّهُ يَعْلَمُ الْغَيْبَ فَقَدْ كَذَبَ وَهُوَ يَقُولُ لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ.
7380-  Mesrûk -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Âişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Her kim Muhammed, Rabb'ini gördü derse, muhakkak yalan söylemiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: «Gözler O'nu idrak edemez.» (Enâm: 103) [1781]
Her kim de sana, yarın ne olacağını bilirim derse, muhak­kak o yalan söylemiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: «Göklerde ve yerde ğaybı Allah'tan başka kimse bilmez.» (Neml: 65) (Hadisin geçtiği yer: 3235, 4612, 4855, 7380, 7531)
٥-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ ﴾
 
 
«O, kendisinden başka ilah olmayan Allah, Selâmdır; güvenlik verendir.» (Haşr: 23)
٧۳٨۱- حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ يُونُسَ حَدَّثَنَا زُهَيْرٌ حَدَّثَنَا مُغِيرَةُ حَدَّثَنَا شَقِيقُ بْنُ سَلَمَةَ قَالَ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ كُنَّا نُصَلِّي خَلْفَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَنَقُولُ السَّلَامُ عَلَى اللَّهِ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ اللَّهَ هُوَ السَّلَامُ وَلَكِنْ قُولُوا التَّحِيَّاتُ لِلَّهِ وَالصَّلَوَاتُ وَالطَّيِّبَاتُ السَّلَامُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِيُّ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ السَّلَامُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللَّهِ الصَّالِحِينَ أَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ.
7381- Abdullah ibnu Mesud’dan, -Allah ondan razı olsun- O şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber namaz kıldığımızda: Kullarından Allah’a selam olsun, derdik. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Selam, Allah’tır. Ancak şöyle deyin: Ettehiyyâtu lillâhi vessalavâtu vet tayyibât. Eslâmu aleyke eyyuhen-Nebiyyu ve rahmetullâhi ve berakâtuh. Esselâmu aleynâ ve a’lâ i’badillâhis-sâlihin. Eşhedu ellâ ilâhe illalâh ve eşhedu enne Muhammeden a’bduhu ve Rasûluh"
(Bütün selamlar, salavât ve güzellikler Allah’adır. Allah’ın selâmı rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. Selam, bizim ve Allah’ın Salih kullarının üzerine olsun. Ben şehadet ederim ki, Allah’tan başka hakkıyla ibâdet edilecek başka bir ilâh yoktur. Yine şehâdet ederim ki Muhammed Allah’ın kulu ve Rasûlüdür.)[1782] (Hadisin geçtiği yer: 835, 1202, 6230, 6265, 6328, 7381)
٦-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ مَلِكِ النَّاسِ ﴾ فِيهِ ابْنُ عُمَرَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
 
Bu “Melik”[1783] ismi hakkında İbnu Ömer'in Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden rivayet ettiği bir hadîs vardır.
٧۳٨۲- حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ صَالِحٍ حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنِي يُونُسُ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ سَعِيدٍ هُوَ ابْنُ الْمُسَيَّبِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَقْبِضُ اللَّهُ الْأَرْضَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَيَطْوِي السَّمَاءَ بِيَمِينِهِ ثُمَّ يَقُولُ أَنَا الْمَلِكُ أَيْنَ مُلُوكُ الْأَرْضِ وَقَالَ شُعَيْبٌ وَالزُّبَيْدِيُّ وَابْنُ مُسَافِرٍ وَإِسْحَاقُ بْنُ يَحْيَى عَنْ الزُّهْرِيِّ عَنْ أَبِي سَلَمَةَ مِثْلَهُ.
7382- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah yeryüzünü dürecek, sağ eliyle gök­leri dürecek, sonra: Melik benim. Yeryüzünün hükümdarları nerede? diyecek."[1784] (Hadisin geçtiği yer: 4812, 6519, 7382, 7413)
۷-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴾ ﴿ سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ ﴾ ﴿ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ ﴾ وَمَنْ حَلَفَ بِعِزَّةِ اللَّهِ وَصِفَاتِهِ.
 
 
«Allah, dâima gâlibtir; hikmet sahibidir.» (Haşr: 24)[1785]
«Daima kuvvet ve galebenin  Rabbi olan  Rabbin, onların isnad ettikleri sıfatlardan münezzehtir.» (Sâffât: 180)[1786]
«Şeref, Allah'a ve Rasûlü’ne aittir.» (Munâfikun: [1787]
 
Allah'ın izzeti ve sıfatları üzerine yemin eden kimsenin durumu.
وَقَالَ أَنَسٌ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ تَقُولُ جَهَنَّمُ قَطْ قَطْ وَعِزَّتِكَ وَقَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَبْقَى رَجُلٌ بَيْنَ الْجَنَّةِ وَالنَّارِ آخِرُ أَهْلِ النَّارِ دُخُولًا الْجَنَّةَ فَيَقُولُ يَا رَبِّ اصْرِفْ وَجْهِي عَنْ النَّارِ لَا وَعِزَّتِكَ لَا أَسْأَلُكَ غَيْرَهَا قَالَ أَبُو سَعِيدٍ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ لَكَ ذَلِكَ وَعَشَرَةُ أَمْثَالِهِ وَقَالَ أَيُّوبُ وَعِزَّتِكَ لَا غِنَى بِي عَنْ بَرَكَتِكَ.
Enes ibnu Mâlik şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Cehennem: İzzetine yemîn ederim ki, yeter, yeter! diyecek." [1788]
Ebû Hureyre, -Allah ondan razı olsun- Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Cennetle cehennem arasında bir adam kalır. O, cehennem ehlinden cennete en son girecek olan kimsedir. O kimse: Yâ Rabbi! Yüzümü şu ateşten döndür! Senin izzetine yemîn ederim ki senden bundan başkasını istemem! der."  
Hadîsi Ebû Hureyre'den rivayet edenlerden biri olan Atâ İbnu Yezîd el-Leysî şöyle dedi: Ebû Hureyre bunu rivayet ederken Ebû Saîd de orada oturuyordu. Ebû Hureyre'nin dediklerinden hiçbirini değiştirmeye lüzum görmedi. "Bunların hepsi ve bir o kadar dahası hep senindir" sözüne gelince Ebû Saîd Hudrî -Allah ondan razı olsun- Ebû Hureyre'ye: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Allah Azze ve Celle: Bunların hepsi ve daha on misli senindir! buyuracaktır."
"Eyyûb çıplak bir vaziyette yıkanırken üzerine altından çekirgeler düştü. Eyyûb bunları elbisesinin içine almaya başladı. Rabbi O’na şöyle nida etti: Ey Eyyûb! Seni bu gördüklerinden zengin kılmamış mı idim. Eyyüp de dedi ki: Senin izzetine yemin olsun ki evet. Fakat senin bereketinden yetinmek yoktur. "
٧۳٨۳- حَدَّثَنَا أَبُو مَعْمَرٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَارِثِ حَدَّثَنَا حُسَيْنٌ الْمُعَلِّمُ حَدَّثَنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ بُرَيْدَةَ عَنْ يَحْيَى بْنِ يَعْمَرَ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَقُولُ أَعُوذُ بِعِزَّتِكَ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ الَّذِي لَا يَمُوتُ وَالْجِنُّ وَالْإِنْسُ يَمُوتُونَ.
7383- İbnu Abbâs -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle derdi: "Allahım! Senin izzetine sığınırım. Senden başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah yoktur. Sen ki ebedi hayat sahibisin. Bütün insan ve cinler ölürler."
٧۳٨٤- حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِي الْأَسْوَدِ حَدَّثَنَا حَرَمِيٌّ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَنَسٍ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لَا يَزَالُ يُلْقَى فِي النَّارِ ح و قَالَ لِي خَلِيفَةُ حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ زُرَيْعٍ حَدَّثَنَا سَعِيدٌ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَنَسٍ وَعَنْ مُعْتَمِرٍ سَمِعْتُ أَبِي عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَنَسٍ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لَا يَزَالُ يُلْقَى فِيهَا
﴿ وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَزِيدٍ ﴾
 حَتَّى يَضَعَ فِيهَا رَبُّ الْعَالَمِينَ قَدَمَهُ فَيَنْزَوِي بَعْضُهَا إِلَى بَعْضٍ ثُمَّ تَقُولُ قَدْ قَدْ بِعِزَّتِكَ وَكَرَمِكَ وَلَا تَزَالُ الْجَنَّةُ تَفْضُلُ حَتَّى يُنْشِئَ اللَّهُ لَهَا خَلْقًا فَيُسْكِنَهُمْ فَضْلَ الْجَنَّةِ.
7384-  Enes İbnu Mâlik -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyur­muştur:
 
 "Cehennemlikler cehenneme atılmaya devam ettikçe cehennem: Daha var mı? der. Sonunda Allah Azze ve Celle ayağını cehenneme koyar ve bazısı bazısına toplanıp dürülür. Cehennem de: Senin izzet ve keremine yemin olsun ki yeter, yeter, der. Cennet ise içine girenlerle devamlı artıp büyüyecek, ni­hayet Allah onun boşluğunu doldurmak için yeniden birtakım halk yaratıp da bunları kalan cennet fazlalığında iskân edecektir."[1789] (Hadisin geçtiği yer: 4848, 6661, 7384)
۸-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ ﴾
 
 
«Gökleri ve yeri hak ile yaratan O’dur.» (En'âm: 73,[1790] İbrâhîm: 19,[1791] Nahl: 3,[1792] Ankebût: 44,[1793] Zumer: 5,[1794] Câsiye: 21,[1795] Teğâbun: 3[1796])
٧۳٨٥- حَدَّثَنَا قَبِيصَةُ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ ابْنِ جُرَيْجٍ عَنْ سُلَيْمَانَ عَنْ طَاوُسٍ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَدْعُو مِنْ اللَّيْلِ اللَّهُمَّ لَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ لَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ قَيِّمُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَنْ فِيهِنَّ لَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ نُورُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ قَوْلُكَ الْحَقُّ وَوَعْدُكَ الْحَقُّ وَلِقَاؤُكَ حَقٌّ وَالْجَنَّةُ حَقٌّ وَالنَّارُ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ حَقٌّ اللَّهُمَّ لَكَ أَسْلَمْتُ وَبِكَ آمَنْتُ وَعَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْكَ أَنَبْتُ وَبِكَ خَاصَمْتُ وَإِلَيْكَ حَاكَمْتُ فَاغْفِرْ لِي مَا قَدَّمْتُ وَمَا أَخَّرْتُ وَأَسْرَرْتُ وَأَعْلَنْتُ أَنْتَ إِلَهِي لَا إِلَهَ لِي غَيْرُكَ حَدَّثَنَا ثَابِتُ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ بِهَذَا وَقَالَ أَنْتَ الْحَقُّ وَقَوْلُكَ الْحَقُّ.
7385- İbnu Abbas -Allah ondan ve babasından razı olsun- Allah  şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem teheccüd namazı için gece kalktığında şöyle derdi:
"Allahım! Hamd sanadır. Sen yerin, göklerin ve ikisi arasındakilerin Kayyumusun. Hamd sanadır. Yeri, göklerin ve ikisi arasındakilerin mülkü senindir. Hamd sanadır. Sen yerin ve göklerin nûrusun. (Yeri ve gökleri nurlandıransın ve o ikisinde bulunanlar seninle doğru yolu bulurlar.) Senin sözün haktır. Senin vadin haktır. (Vadin muhakkak gerçekleşir.) Ölümden sonra dirilmek haktır.. Cennet haktır. Cehennem haktır. Kıyamet günü haktır. Allahım! Sana teslim oldum, sana iman ettim, sana tevekkül ettim, sana yöneldim, bana verdiğin delillerle mücadele ettim ve aramızda seni hakem tayin ettim. Geçmiş ve gelecek, gizlediğim ve açığa vurduğum günahlarımı bağışla. Sen benim ilahımsın, Sen’den başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah yoktur."
 
Sâbit ibnu Muhammed, Sufyan’dan: "Sen haksın, senin sözün haktır" lafzını ziyade etmiştir. (Hadisin geçtiği yer: 1120, 7385, 7442, 7499)
۹-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ وَكَانَ اللَّهُ سَمِيعًا بَصِيرًا ﴾
 
«Allah, her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.» (Nisâ: 56, 134,147)[1797]
وَقَالَ الْأَعْمَشُ عَنْ تَمِيمٍ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي وَسِعَ سَمْعُهُ الْأَصْوَاتَ فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ﴿ قَدْ سَمِعَ اللَّهُ قَوْلَ الَّتِي تُجَادِلُكَ فِي زَوْجِهَا ﴾.
Âişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: İşitmesi bütün sesleri kavrayan Allah'a hamd olsun!
Allah Azze ve Celle, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme şu âyeti indirdi: «Allah, kocası hakkında seninle münakaşa eden ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözlerini elbette işitmiştir.» (Mucâdele: 1)[1798]
٧۳٨٦- حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ حَرْبٍ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ أَيُّوبَ عَنْ أَبِي عُثْمَانَ عَنْ أَبِي مُوسَى قَالَ كُنَّا مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي سَفَرٍ فَكُنَّا إِذَا عَلَوْنَا كَبَّرْنَا فَقَالَ ارْبَعُوا عَلَى أَنْفُسِكُمْ فَإِنَّكُمْ لَا تَدْعُونَ أَصَمَّ وَلَا غَائِبًا تَدْعُونَ سَمِيعًا بَصِيرًا قَرِيبًا ثُمَّ أَتَى عَلَيَّ وَأَنَا أَقُولُ فِي نَفْسِي لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ فَقَالَ لِي يَا عَبْدَ اللَّهِ بْنَ قَيْسٍ قُلْ لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ فَإِنَّهَا كَنْزٌ مِنْ كُنُوزِ الْجَنَّةِ أَوْ قَالَ أَلَا أَدُلُّكَ بِهِ.
7386- Ebû Mûsâ el-Eş'arî -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi:
 
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Hayber savaşı dönüşümüzde bizler bir vâdî üzerinde yükseldikçe "Allâhu Ekber" diyerek seslerimizi yükseltiyorduk. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
-"Ey insanlar! Nefislerinize yumuşak davranın! Şüphesiz sizler sağır ve gâib olan birini çağırmıyorsunuz. Muhakkak ki Allah sizinle beraberdir. Allah işitendir, yakın onladır."[1799]
 
Bu sırada ben, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin bineğinin arkasında idim. Ben de: "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" (Allah’tan başkasında güç ve kuvvet yoktur) diyordum. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bana dedi ki:
-"Ey Abdullah ibnu Kays! Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" (Allah’tan başkasında güç ve kuvvet yoktur) de! Muhakkak ki o cennet hazinelerinden bir hazinedir." Veya da Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Sana bir kelimeyi sana bildireyim mi?" buyurdu. (Hadisin geçtiği yer: 2992, 4205, 6384, 6409, 6610, 7386)
٧۳٨۷-٧۳٨۸- حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سُلَيْمَانَ حَدَّثَنِي ابْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنِي عَمْرٌو عَنْ يَزِيدَ عَنْ أَبِي الْخَيْرِ سَمِعَ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَمْرٍو أَنَّ أَبَا بَكْرٍ الصِّدِّيقَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَا رَسُولَ اللَّهِ عَلِّمْنِي دُعَاءً أَدْعُو بِهِ فِي صَلَاتِي قَالَ قُلْ اللَّهُمَّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي ظُلْمًا كَثِيرًا وَلَا يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلَّا أَنْتَ فَاغْفِرْ لِي مِنْ عِنْدِكَ مَغْفِرَةً إِنَّكَ أَنْتَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ.
7387,7388-  Abdullah ibnu Amr -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi:  Ebû Bekir -Allah ondan razı olsun- Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme: Ey Allah'ın Rasûlü! Bana bir dua öğret de onunla namazımda dua edeyim, dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de O’na şöyle buyurdu: "Şöyle dua et:
Allahım! Ben nefsime çok zulmettim. Günâhları senden başkası bağışlamaz. Katından bir mağfiretle beni bağışla. Bana merhamet et. Muhakkak ki sen kullarının günâhlarını bağışlayan ve bütün insanlara merhamet edensin."[1800] ( Hadisin geçtiği yer: 834, 6326, 7388)
٧۳٨۹- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يُوسُفَ أَخْبَرَنَا ابْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنِي يُونُسُ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ حَدَّثَنِي عُرْوَةُ أَنَّ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا حَدَّثَتْهُ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلَام نَادَانِي قَالَ إِنَّ اللَّهَ قَدْ سَمِعَ قَوْلَ قَوْمِكَ وَمَا رَدُّوا عَلَيْكَ.
7389-  Âişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle bu­yurdu: "Ben, Taif’ten kederli ve hayretli bir hâlde yüzümün doğrusuna Mekke’ye dönmüştüm. Bu hayretim Karnu’s-Seâlib mevkine kadar devam etti. Burada başımı kaldırıp semâya baktığımda beni gölgelendirmekte olan bir bulut gördüm. Buluta dikkatle baktığımda bunun içinde Cibril bulunduğunu gördüm. Cibril bana nida edip şöyle dedi: Allah, kavminin Sen’in hakkında dediklerini ve Seni korumayı reddettiklerini muhakkak işitti."[1801] (Hadisin geçtiği yer: 3231, 7389)
۱۰-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ قُلْ هُوَ الْقَادِرُ ﴾
 
«Onlara de ki: Allah, size üstünüzden, yahut ayaklarınızın altından herhangi bir azâb göndermeye, yahut sizi fırkalara ayırıp birbirinize düşürerek kötülüklerinizi birbirinize tattırmaya kadirdir!» (En'âm: 65)
٧۳٩۰- حَدَّثَنِي إِبْرَاهِيمُ بْنُ الْمُنْذِرِ حَدَّثَنَا مَعْنُ بْنُ عِيسَى حَدَّثَنِي عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ أَبِي الْمَوَالِي قَالَ سَمِعْتُ مُحَمَّدَ بْنَ الْمُنْكَدِرِ يُحَدِّثُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ الْحَسَنِ يَقُولُ أَخْبَرَنِي جَابِرُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ السَّلَمِيُّ قَالَ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُعَلِّمُ أَصْحَابَهُ الِاسْتِخَارَةَ فِي الْأُمُورِ كُلِّهَا كَمَا يُعَلِّمُهُمْ السُّورَةَ مِنْ الْقُرْآنِ يَقُولُ إِذَا هَمَّ أَحَدُكُمْ بِالْأَمْرِ فَلْيَرْكَعْ رَكْعَتَيْنِ مِنْ غَيْرِ الْفَرِيضَةِ ثُمَّ لِيَقُلْ اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْتَخِيرُكَ بِعِلْمِكَ وَأَسْتَقْدِرُكَ بِقُدْرَتِكَ وَأَسْأَلُكَ مِنْ فَضْلِكَ فَإِنَّكَ تَقْدِرُ وَلَا أَقْدِرُ وَتَعْلَمُ وَلَا أَعْلَمُ وَأَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ اللَّهُمَّ فَإِنْ كُنْتَ تَعْلَمُ هَذَا الْأَمْرَ ثُمَّ تُسَمِّيهِ بِعَيْنِهِ خَيْرًا لِي فِي عَاجِلِ أَمْرِي وَآجِلِهِ قَالَ أَوْ فِي دِينِي وَمَعَاشِي وَعَاقِبَةِ أَمْرِي فَاقْدُرْهُ لِي وَيَسِّرْهُ لِي ثُمَّ بَارِكْ لِي فِيهِ اللَّهُمَّ وَإِنْ كُنْتَ تَعْلَمُ أَنَّهُ شَرٌّ لِي فِي دِينِي وَمَعَاشِي وَعَاقِبَةِ أَمْرِي أَوْ قَالَ فِي عَاجِلِ أَمْرِي وَآجِلِهِ فَاصْرِفْنِي عَنْهُ وَاقْدُرْ لِي الْخَيْرَ حَيْثُ كَانَ ثُمَّ رَضِّنِي بِهِ.
7390- Câbir ibnu Abdullah’tan, -Allah ondan razı olsun- O şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bize, Kurân’dan bir sûre öğretir gibi işlerimizin hayrını istemeyi yani istihâreyi öğretirdi. Şöyle buyurdu: “Sizden biriniz bir iş yapmaya niyetlendiğinde farz olmaksızın iki rekât namazı kılsın. Sonra da şöyle desin:
Allâhumme innî estahîruke bi i’lmike ve estagdiruke bi gudratik ve es eluke min fadlikel azîm fe inneke tagdiru vela agdiru ve  ta’lemu vela a’lemu ve ente a’llâmul ğuyûb. Allâhumme in kunte ta’lemu enne haze-l emra (kişi bu­rada hacetini söyler) hayrul-lî fî dînî ve meâşî ve â’gibeti emrî a’cilihî ve ê-cilihi fagdurhu lî ve yessir hu lî sümme bârik lî fîhi ve in kunte ta’lemu enne hazel emra şerrul-lî fi dînî ve meâ’şî ve a’gibeti emrî â’cilihi ve ê-cilihî fasrifhu a’nnî vasrifnî a’nhu vakdur liyel-hayra haysu kâne summe raddinî bih.
 
"Allahım! İlminle senden işimin hayrını dilerim. Kudretinden güç ve senin fazlu kereminden dilerim. Çünkü senin gücün her şeye yeter, halbuki benim gücüm yetmez. Sen her gizli şeyi bilirsin, ben ise bundan âcizim. Allahım! Bu işim, dinim, geçimim, akıbetim (bugünüm ve geleceğim) için hayırlı ise onu bana nasib eyle, kolaylaştır ve onu bana mübarek kıl. Şayet bu işim, dinim, geçimim, akibetim için şerli ise, bunu benden, beni de ondan uzaklaştır. Hayır nerede ise onu bana ihsan eyle, sonra beni onunla hoşnud eyle." (Hadisin geçtiği yer: 1162, 6382, 7390)
 
۱۱-بَاب مُقَلِّبِ الْقُلُوبِ وَقَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ وَنُقَلِّبُ أَفْئِدَتَهُمْ وَأَبْصَارَهُمْ ﴾
٧۳٩۱- حَدَّثَنِي سَعِيدُ بْنُ سُلَيْمَانَ عَنْ ابْنِ الْمُبَارَكِ عَنْ مُوسَى بْنِ عُقْبَةَ عَنْ سَالِمٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ أَكْثَرُ مَا كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَحْلِفُ لَا وَمُقَلِّبِ الْقُلُوبِ.
7391- Abdullah ibnu Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem çokça: "Ha­yır, kalpleri evirip çeviren Allah’a yemin ederim ki" şeklinde yemin ederdi. (Hadisin geçtiği yer: 6617, 6628, 7391)
۱۲-بَاب إِنَّ لِلَّهِ مِائَةَ اسْمٍ إِلَّا وَاحِدًا
قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ ﴿ ذُو الْجَلَالِ ﴾ الْعَظَمَةِ ﴿ الْبَرُّ ﴾ اللَّطِيفُ.
İbnu Abbâs şöyle dedi: ﴿ ذُو الْجَلَالِ ﴾ Azamet, ﴿ الْبَرُّ ﴾ Latif, demektir.
٧۳٩۲- حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ حَدَّثَنَا أَبُو الزِّنَادِ عَنْ الْأَعْرَجِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِنَّ لِلَّهِ تِسْعَةً وَتِسْعِينَ اسْمًا مِائَةً إِلَّا وَاحِدًا مَنْ أَحْصَاهَا دَخَلَ الْجَنَّةَ ﴿ أَحْصَيْنَاهُ ﴾ حَفِظْنَاهُ.
7392- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah'ın yüzden bir eksik olarak doksan dokuz ismi vardır. Kim bu isimleri sayarsa cennete girer" [1803]
Buhârî şöyle dedi:أَحْصَيْنَاهُ  Onu ezberledik, manasınadır. (Hadisin geçtiği yer: 2736, 6410, 7392)
۱۳-بَاب السُّؤَالِ بِأَسْمَاءِ اللَّهِ تَعَالَى وَالِاسْتِعَاذَةِ بِهَا
٧۳٩۳- حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنِي مَالِكٌ عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَبِي سَعِيدٍ الْمَقْبُرِيِّ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِذَا جَاءَ أَحَدُكُمْ فِرَاشَهُ فَلْيَنْفُضْهُ بِصَنِفَةِ ثَوْبِهِ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ وَلْيَقُلْ بِاسْمِكَ رَبِّ وَضَعْتُ جَنْبِي وَبِكَ أَرْفَعُهُ إِنْ أَمْسَكْتَ نَفْسِي فَاغْفِرْ لَهَا وَإِنْ أَرْسَلْتَهَا فَاحْفَظْهَا بِمَا تَحْفَظُ بِهِ عِبَادَكَ الصَّالِحِينَ تَابَعَهُ يَحْيَى وَبِشْرُ بْنُ الْمُفَضَّلِ عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ عَنْ سَعِيدٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَزَادَ زُهَيْرٌ وَأَبُو ضَمْرَةَ وَإِسْمَاعِيلُ بْنُ زَكَرِيَّاءَ عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ عَنْ سَعِيدٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَرَوَاهُ ابْنُ عَجْلَانَ عَنْ سَعِيدٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ.
7393- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sizden biriniz yatacağına yatacağı zaman izârının iç tarafıyla döşeğini üç kere silksin. Çünkü o kimse, kendisinden sonra ne olduğunu bilmez. Sonra da şöyle desin:
Rabbim, ancak senin isminle yan tarafımı yatağıma koydum. Senin isminle de kaldırırım. Eğer canımı tutup alacaksan, beni öldüreceksen bana merhamet et! Şayet beni yaşatacaksan, tıpkı salih kullarını koruduğun gibi beni koru!" (Hadisin geçtiği yer: 6320, 7393)
٧۳٩٤- حَدَّثَنَا مُسْلِمٌ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ عَبْدِ الْمَلِكِ عَنْ رِبْعِيٍّ عَنْ حُذَيْفَةَ قَالَ كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا أَوَى إِلَى فِرَاشِهِ قَالَ اللَّهُمَّ بِاسْمِكَ أَحْيَا وَأَمُوتُ وَإِذَا أَصْبَحَ قَالَ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَحْيَانَا بَعْدَ مَا أَمَاتَنَا وَإِلَيْهِ النُّشُورُ.
7394- Huzeyfe ibnul-Yemân -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem yatağına girdiği zaman: "Bismike emûtu ve ehyâ" (Senin ismini anarak ölür ve dirilirim) der idi. Uyandığı zaman da şöyle derdi: "Elhamdulil-lâhil-lezi ehyânâ ba’de mâ emâtenâ ve ileyhin-nuşûr" (Öldürdükten sonra bizi dirilten Allah’a hamd olsun. Dönüş O’nadır.)[1804] (Hadisin geçtiği yer:  6312, 6314, 6324, 7394)
٧۳٩٥- حَدَّثَنَا سَعْدُ بْنُ حَفْصٍ حَدَّثَنَا شَيْبَانُ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ رِبْعِيِّ بْنِ حِرَاشٍ عَنْ خَرَشَةَ بْنِ الحُرِّ عَنْ أَبِي ذَرٍّ قَالَ كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا أَخَذَ مَضْجَعَهُ مِنْ اللَّيْلِ قَالَ بِاسْمِكَ نَمُوتُ وَنَحْيَا فَإِذَا اسْتَيْقَظَ قَالَ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَحْيَانَا بَعْدَ مَا أَمَاتَنَا وَإِلَيْهِ النُّشُورُ.
7395- Ebû Zer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem geceleyin yatağına yattığı zaman: "Bismike emûtu ve ehyâ" (Senin ismini anarak ölür ve dirilirim) der idi. Uyandığı zaman da şöyle derdi: "Elhamdulil-lâhil-lezi ehyânâ ba’de mâ emâtenâ ve ileyhin-nuşûr" (Öldürdükten sonra bizi dirilten Allah’a hamd olsun. Dönüş O’nadır.) (Hadisin geçtiği yer:  6325, 7395)
٧۳٩٦- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ سَالِمٍ عَنْ كُرَيْبٍ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَوْ أَنَّ أَحَدَكُمْ إِذَا أَرَادَ أَنْ يَأْتِيَ أَهْلَهُ فَقَالَ بِاسْمِ اللَّهِ اللَّهُمَّ جَنِّبْنَا الشَّيْطَانَ وَجَنِّبْ الشَّيْطَانَ مَا رَزَقْتَنَا فَإِنَّهُ إِنْ يُقَدَّرْ بَيْنَهُمَا وَلَدٌ فِي ذَلِكَ لَمْ يَضُرُّهُ شَيْطَانٌ أَبَدًا.
7396- İbnu Abbas -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Şayet biriniz eşiyle cinsi münasebetinden önce: Bismillah Allâhumme cennibneş-şeytân ve cennibiş-şeytâne mâ razektenâ  [Bismillah (Allah’ın adıyla),  Allahım, bizi ve bizden olacak çocuğu şeytandan uzaklaştır] derse ve bu ilişkiden sonra da Allah onlara bir çocuk nasip ederse, şeytan o çocuğa zarar veremez." [1805] (Hadisin geçtiği yer: 141, 3271, 3233 5165, 7396)
٧۳٩۷- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْلَمَةَ حَدَّثَنَا فُضَيْلٌ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ هَمَّامٍ عَنْ عَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ قَالَ سَأَلْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قُلْتُ أُرْسِلُ كِلَابِي الْمُعَلَّمَةَ قَالَ إِذَا أَرْسَلْتَ كِلَابَكَ الْمُعَلَّمَةَ وَذَكَرْتَ اسْمَ اللَّهِ فَأَمْسَكْنَ فَكُلْ وَإِذَا رَمَيْتَ بِالْمِعْرَاضِ فَخَزَقَ فَكُلْ.
7397- Adiy ibnu Hatim -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme: Av köpeklerimi avın üzerine salıyorum, dedim. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: "Sen av için eğitilmiş olan köpeklerini Allah'ın ismini[1806] zikredip de av üzerine saldığında onlar avı senin için tutmuşlarsa, sen o av etini ye. Sen demirli okunu ava attığında avı yaralamışsa, onu da ye!" (Hadisin geçtiği yer: 2054, 5475, 5476, 5477, 5483, 5484, 5485, 5486, 5487, 7397)
٧۳٩۸- حَدَّثَنَا يُوسُفُ بْنُ مُوسَى حَدَّثَنَا أَبُو خَالِدٍ الْأَحْمَرُ قَالَ سَمِعْتُ هِشَامَ بْنَ عُرْوَةَ يُحَدِّثُ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ هَا هُنَا أَقْوَامًا حَدِيثٌ عَهْدُهُمْ بِشِرْكٍ يَأْتُونَا بِلُحْمَانٍ لَا نَدْرِي يَذْكُرُونَ اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهَا أَمْ لَا قَالَ اذْكُرُوا أَنْتُمْ اسْمَ اللَّهِ وَكُلُوا تَابَعَهُ مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ وَالدَّرَاوَرْدِيُّ وَأُسَامَةُ بْنُ حَفْصٍ.
7398- Âişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Bir topluluk şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlü! Bir kavim bize et getiriyor. Biz, hayvanları keserken onların besmele çekip çekmediklerini bilmiyoruz. Bu etleri yiyelim mi? Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Bu etler üzerine siz besmele çekin ve yiyin" buyurdu.[1807] (Hadisin geçtiği yer: 2057, 5507, 7398)
٧۳٩۹- حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ عُمَرَ حَدَّثَنَا هِشَامٌ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَنَسٍ قَالَ
ضَحَّى النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِكَبْشَيْنِ يُسَمِّي وَيُكَبِّرُ
.
7399 -Enes ibnu Mâlik -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kurban bayramın­da Allah'ın ismini söyleyerek ve tekbir getirerek iki koç kurbanı kes­ti. (Hadisin geçtiği yer: 5553, 5554, 5558, 7399)
٧٤۰۰ - حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ عُمَرَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ الْأَسْوَدِ بْنِ قَيْسٍ عَنْ جُنْدَبٍ أَنَّهُ شَهِدَ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ النَّحْرِ صَلَّى ثُمَّ خَطَبَ فَقَالَ مَنْ ذَبَحَ قَبْلَ أَنْ يُصَلِّيَ فَلْيَذْبَحْ مَكَانَهَا أُخْرَى وَمَنْ لَمْ يَذْبَحْ فَلْيَذْبَحْ بِاسْمِ اللَّهِ.
7400- Cundub -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kurban bayramında bayram namazını kıldırdı. Sonra hutbe verip şöyle buyurdu: "Her kim bayram namazını kılmadan önce kurbanını kesmişse onun yerine bir başkasını kurban kessin. Her kim de kurbanını kesmemişse “Bismillah” deyip kurbanını kessin." (Hadisin geçtiği yer: 985, 5500, 5562, 6674, 7400)
٧٤۰۱- حَدَّثَنَا أَبُو نُعَيْمٍ حَدَّثَنَا وَرْقَاءُ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ دِينَارٍ عَنْ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا تَحْلِفُوا بِآبَائِكُمْ وَمَنْ كَانَ حَالِفًا فَلْيَحْلِفْ بِاللَّهِ.
7401- İbnu Ömer -Allah ondan ve babasından razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Babalarınız isimleriyle ye­min etmeyin. Yemin edecek olan kimse Allah adına yemin etsin veya da sussun"[1808] (Hadisin geçtiği yer: 2679, 3836, 6108, 6646, 6648)
.
۱٤-بَاب مَا يُذْكَرُ فِي الذَّاتِ وَالنُّعُوتِ وَأَسَامِي اللَّهِ
 
وَقَالَ خُبَيْبٌ وَذَلِكَ فِي ذَاتِ الْإِلَهِ فَذَكَرَ الذَّاتَ بِاسْمِهِ تَعَالَى.
Hubeyb İbnu Adiyy el-Ensârî: “Ve zâlik fî zâti'l-ilâhî...” demiş de, Zâtı Yüce Allah'ın ismine yapışarak zikretmiştir.
٧٤۰۲- حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنْ الزُّهْرِيِّ أَخْبَرَنِي عَمْرُو بْنُ أَبِي سُفْيَانَ بْنِ أَسِيدِ بْنِ جَارِيَةَ الثَّقَفِيُّ حَلِيفٌ لِبَنِي زُهْرَةَ وَكَانَ مِنْ أَصْحَابِ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ قَالَ بَعَثَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَشَرَةً مِنْهُمْ خُبَيْبٌ الْأَنْصَارِيُّ فَأَخْبَرَنِي عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ عِيَاضٍ أَنَّ ابْنَةَ الْحَارِثِ أَخْبَرَتْهُ أَنَّهُمْ حِينَ اجْتَمَعُوا اسْتَعَارَ مِنْهَا مُوسَى يَسْتَحِدُّ بِهَا فَلَمَّا خَرَجُوا مِنْ الْحَرَمِ لِيَقْتُلُوهُ قَالَ خُبَيْبٌ الْأَنْصَارِيُّ
مَا أُبَالِي حِينَ أُقْتَلُ مُسْلِمًا      عَلَى أَيِّ شِقٍّ كَانَ لِلَّهِ مَصْرَعِي
       وَذَلِكَ فِي ذَاتِ الْإِلَهِ وَإِنْ يَشَأْ     يُبَارِكْ عَلَى أَوْصَالِ شِلْوٍ مُمَزَّعِ
 فَقَتَلَهُ ابْنُ الْحَارِثِ فَأَخْبَرَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَصْحَابَهُ خَبَرَهُمْ يَوْمَ أُصِيبُوا.
7402- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Uhud savaşından dönünce on kişilik bir topluluğu casusluk için bir seriyye gönderdi. Bu gönderilenlerden biri de Hubeyb el-Ensârî idi.
 Zuhrî dedi ki: Bana Ubeydullah ibnu İyâd haber verdi ki, ona da Hâris’in kızı Zeyneb şöyle haber vermiştir: O kabîleler zulme­dip Hubeyb'i öldürmeye ittifak ettiklerinde Hubeyb, avret yerlerinin kıllarını temizlemek için bu kızdan bir ustura emânet alıp kullanmış­tır. Onlar Hubeyb'i öldürmek üzere Harem'den çıkardıkları zaman, Hubeyb şu beyitleri söylemiştir:
Ben müslümân olarak Allah için öldürülürken, atılacağım yerim arzın hangi yanı olsa aldırmam. Çünkü öldürülmem Allah'ın zâtı yolundadır.
Şayet O isterse kesilip parçalanmış organ eklemleri üzerine bereketler yağdırır!
Akabinde Hubeyb iki rekat namaz kılmış sonra onu Ukbe İbnul-Hâris Tenîm bölgesinde öldürmüş ve asmıştır.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Hu­beyb ve arkadaşlarının musibete uğradıkları gün sahâbîlerine onla­rın haberini bildirmiştir. (Hadisin geçtiği yer: 3045, 3989, 4086, 7402)
١٥-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ وَيُحَذِّرُكُمْ اللَّهُ نَفْسَهُ ﴾ وَقَوْلِهِ جَلَّ ذِكْرُهُ ﴿تَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِي وَلَا أَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِكَ ﴾
 
Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: «Allah Meryem'in oğlu İsa'ya demişti ki: Ey Meryem oğlu İsâ! Beni ve anamı Allah'tan başka iki ilâh edinin diye insanlara sen mi söyledin? İsâ ise, şöyle demişti: Seni tenzih ederim. Hakkım olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Zaten bunu söylemiş olsam, sen onu muhakkak bilirdin. Sen, benim içimde olanı bilirsin; fakat ben senin içindekini bilmem. Şüphe yoktur ki sen, ğaybları hakkıyla bilirsin.» (Mâide: 116)[1810]
٧٤۰۳- حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ حَفْصِ بْنِ غِيَاثٍ حَدَّثَنَا أَبِي حَدَّثَنَا الْأَعْمَشُ عَنْ شَقِيقٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ مَا مِنْ أَحَدٍ أَغْيَرُ مِنْ اللَّهِ مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ حَرَّمَ الْفَوَاحِشَ وَمَا أَحَدٌ أَحَبَّ إِلَيْهِ الْمَدْحُ مِنْ اللَّهِ.
7403- Abdullah ibnu Mesud -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi:  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: " Allah'tan daha kıskanç hiçbir kimse yoktur. Mü'minleri Allah'tan ziyâde kötülüklerden koruyan bir kimse yoktur. Mü'minlerin en büyük koruyucusu olduğu için Allah, açık, gizli bütün kötü­lükleri, çirkin işleri haram kılmıştır. Bir de Allah'tan daha çok övülmeyi seven kimse yoktur."  (Hadisin Geçtiği yer:  4634, 4637, 5220, 7403)
٧٤۰٤- حَدَّثَنَا عَبْدَانُ عَنْ أَبِي حَمْزَةَ عَنْ الْأَعْمَشِ عَنْ أَبِي صَالِحٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لَمَّا خَلَقَ اللَّهُ الْخَلْقَ كَتَبَ فِي كِتَابِهِ وَهُوَ يَكْتُبُ عَلَى نَفْسِهِ وَهُوَ وَضْعٌ عِنْدَهُ عَلَى الْعَرْشِ إِنَّ رَحْمَتِي تَغْلِبُ غَضَبِي.
7404- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah mahlukları yarattığı zaman kendi yanında Arş’ın üstünde olan kitabında ‘Rahmetim öfkeme gâlip olmuştur’ diye yazdı."  (Hadisin geçtiği yer:  3194, 7404, 7416, 7553, 7554)
 
٧٤۰٥- حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ حَفْصٍ حَدَّثَنَا أَبِي حَدَّثَنَا الْأَعْمَشُ سَمِعْتُ أَبَا صَالِحٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ اللَّهُ تَعَالَى أَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِي بِي وَأَنَا مَعَهُ إِذَا ذَكَرَنِي فَإِنْ ذَكَرَنِي فِي نَفْسِهِ ذَكَرْتُهُ فِي نَفْسِي وَإِنْ ذَكَرَنِي فِي مَلَإٍ ذَكَرْتُهُ فِي مَلَإٍ خَيْرٍ مِنْهُمْ وَإِنْ تَقَرَّبَ إِلَيَّ بِشِبْرٍ تَقَرَّبْتُ إِلَيْهِ ذِرَاعًا وَإِنْ تَقَرَّبَ إِلَيَّ ذِرَاعًا تَقَرَّبْتُ إِلَيْهِ بَاعًا وَإِنْ أَتَانِي يَمْشِي أَتَيْتُهُ هَرْوَلَةً.
 
7405-Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Allah Azze ve Celle şöyle buyurur: Ben kulumun beni zannı ya­nındayım. Kulum beni andığı zaman ben muhakkak onunla beraber bulunurum. O beni nefsinde zikrederse, ben de onu zâtımda zikrederim. Eğer o beni bir topluluk içinde anarsa, ben de onu o topluluktan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. Ku­lum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yü­rüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim!" (Hadisin geçtiği yer:  7405, 7505, 7537)
١٦-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ ﴾
 
«Ey Muhammed! Allah ile beraber başka bir ilaha ibadet etme! Zira Allah’tan başka hakkıyla kendisine ibadet edilecek hiçbir ilah yoktur. Allah'ın yüzü dışında her şey helak olacaktır.» (Kasas: 88)
٧٤۰٦- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ عَمْرٍو عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ لَمَّا نَزَلَتْ هَذِهِ الْآيَةُ ﴿ قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلَى أَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِنْ فَوْقِكُمْ ﴾ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَعُوذُ بِوَجْهِكَ فَقَالَ ﴿ أَوْ مِنْ تَحْتِ أَرْجُلِكُمْ ﴾ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَعُوذُ بِوَجْهِكَ قَالَ ﴿ أَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعًا ﴾ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ هَذَا أَيْسَرُ.
7406- Câbir ibnu Abdullah -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi:
 
«De ki: Allah, sizin üzerinizden[1811] azab göndermeye kâdirdir.» âyeti inince Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-"Allahım! Senin vechine sığınırım" dedi.
«veya sizin ayaklarınızın altından» Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-"Allahım! Senin vechine sığınırım" dedi.
« yahut sizi fırkalara ayırıp birbirinize düşürerek kötülüklerinizi birbirinize tattırmaya kadirdir!"» Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-"Bu daha kolaydır" buyurdu. (Hadisin geçtiği yer: 4628, 7313, 7406)
١٧-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي ﴾ تُغَذَّى وَقَوْلِهِ جَلَّ ذِكْرُهُ ﴿ تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا ﴾
 
Ey Mûsâ! gözümün önünde terbiye olup yetişesin diye de üzerine kendimden bir sevgi koydum. (Tâhâ: 39)[1812]
 
وَلِتُصْنَعَ  Gıdâlandırılman için, demektir.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: «Onu, tahta levhalardan çivilenip yapılmış, inkâr edilen Nuh'a mükâfat olarak verilmiş, gözümüzün önünde ve korumamız altında yüzüp giden bir gemiye bindirmiştik.» (Kamer: 14)
٧٤۰۷- حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ حَدَّثَنَا جُوَيْرِيَةُ عَنْ نَافِعٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ ذُكِرَ الدَّجَّالُ عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَخْفَى عَلَيْكُمْ إِنَّ اللَّهَ لَيْسَ بِأَعْوَرَ وَأَشَارَ بِيَدِهِ إِلَى عَيْنِهِ وَإِنَّ الْمَسِيحَ الدَّجَّالَ أَعْوَرُ الْعَيْنِ الْيُمْنَى كَأَنَّ عَيْنَهُ عِنَبَةٌ طَافِيَةٌ.
7407-Abdullah ibnu Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanında Deccâl zikrolundu. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Şübhesiz Allah sizin üzerinize gizli olmaz. Muhakkak ki Allah şaşı değildir. -Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem gözüne işaret etti ve- Mesih Deccal’ın sağ gözü şaşıdır. Onun gözü sanki salkımından dışarı çıkmış, iri bir üzüm tanesi gibidir."[1813] (Hadisin geçtiği yer:  3057, 3337, 3439, 4402, 6175, 7123, 7127, 7407)
٧٤۰۸- حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ عُمَرَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ أَخْبَرَنَا قَتَادَةُ قَالَ سَمِعْتُ أَنَسًا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ مَا بَعَثَ اللَّهُ مِنْ نَبِيٍّ إِلَّا أَنْذَرَ قَوْمَهُ الْأَعْوَرَ الْكَذَّابَ إِنَّهُ أَعْوَرُ وَإِنَّ رَبَّكُمْ لَيْسَ بِأَعْوَرَ مَكْتُوبٌ بَيْنَ عَيْنَيْهِ كَافِرٌ.
7408-  Enes ibnu Mâlik -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Ümmetini, bir gözü şaşı ve çok yalancı olan Deccal’den sakındırmayan hiçbir peygamber gönderilmedi. Haberiniz olsun ki, o şaşı gözlüdür. Rabb'iniz ise şaşı gözlü değildir. Muhakkak ki Deccâl'in iki gözünün arasında “Kâfir” (كَافِرٌ) yazılmıştır." (Hadisin geçtiği yer: 7131, 7408)
۱٨-بَاب قَوْلِ اللَّهِ ﴿ هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ ﴾
 
«O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır.» (Haşr: 24)
٧٤۰۹- حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ حَدَّثَنَا عَفَّانُ حَدَّثَنَا وُهَيْبٌ حَدَّثَنَا مُوسَى هُوَ ابْنُ عُقْبَةَ حَدَّثَنِي مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى بْنِ حَبَّانَ عَنْ ابْنِ مُحَيْرِيزٍ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ
فِي غَزْوَةِ بَنِي الْمُصْطَلِقِ أَنَّهُمْ أَصَابُوا سَبَايَا فَأَرَادُوا أَنْ يَسْتَمْتِعُوا بِهِنَّ وَلَا يَحْمِلْنَ فَسَأَلُوا النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ الْعَزْلِ فَقَالَ مَا عَلَيْكُمْ أَنْ لَا تَفْعَلُوا فَإِنَّ اللَّهَ قَدْ كَتَبَ مَنْ هُوَ خَالِقٌ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ
 وَقَالَ مُجَاهِدٌ عَنْ قَزَعَةَ سَمِعْتُ أَبَا سَعِيدٍ فَقَالَ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَيْسَتْ نَفْسٌ مَخْلُوقَةٌ إِلَّا اللَّهُ خَالِقُهَا.
7409- Ebû Saîd el-Hudrî -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Mustalik oğulları savaşında Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber çıktık. Arap kadınlarından bir çok esir elde ettik. Esir aldığımız kadınlara yaklaşmak ve onların hamile kalmamaları için azil yapmak istedik. Bu azil meselesini Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme soralım dedik ve O’na bundan sorduk. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Azli yapmamanız üzerinize vacip değildir. Çünkü şu muhakkak ki, Allah'ın kıyamet gününe kadar dünyâya gelmesini yazmış olduğu her bir hayât sahibi insan, mutlak dünyaya gelecektir."
 
Mucâhid ibnu Cebr: Râvî Kazaa'dan söyledi ki, o: Ben Ebû Sa-îd'den azl hakkında işittim, o: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Yaratılması takdir edilmiş olan hiçbir nefis hâriç olmamak üzere muhakkak Allah onların hepsini yaratacaktır."  (Hadisin geçtiği yer: 2229, 2542, 4138, 5210, 6603, 7409)
۱۹-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ ﴾
 
«Rabbi ona şöyle demişti: Ey İblîs! Ellerimle yarattığım insana secde etmekten seni alıkoyan nedir?» (Sâd: 75)[1814]
٧٤۱۰- حَدَّثَنِي مُعَاذُ بْنُ فَضَالَةَ حَدَّثَنَا هِشَامٌ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَنَسٍ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَجْمَعُ اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَذَلِكَ فَيَقُولُونَ لَوْ اسْتَشْفَعْنَا إِلَى رَبِّنَا حَتَّى يُرِيحَنَا مِنْ مَكَانِنَا هَذَا فَيَأْتُونَ آدَمَ فَيَقُولُونَ يَا آدَمُ أَمَا تَرَى النَّاسَ خَلَقَكَ اللَّهُ بِيَدِهِ وَأَسْجَدَ لَكَ مَلَائِكَتَهُ وَعَلَّمَكَ أَسْمَاءَ كُلِّ شَيْءٍ اشْفَعْ لَنَا إِلَى رَبِّنَا حَتَّى يُرِيحَنَا مِنْ مَكَانِنَا هَذَا فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكَ وَيَذْكُرُ لَهُمْ خَطِيئَتَهُ الَّتِي أَصَابَهَا وَلَكِنْ ائْتُوا نُوحًا فَإِنَّهُ أَوَّلُ رَسُولٍ بَعَثَهُ اللَّهُ إِلَى أَهْلِ الْأَرْضِ فَيَأْتُونَ نُوحًا فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ وَيَذْكُرُ خَطِيئَتَهُ الَّتِي أَصَابَ وَلَكِنْ ائْتُوا إِبْرَاهِيمَ خَلِيلَ الرَّحْمَنِ فَيَأْتُونَ إِبْرَاهِيمَ فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ وَيَذْكُرُ لَهُمْ خَطَايَاهُ الَّتِي أَصَابَهَا وَلَكِنْ ائْتُوا مُوسَى عَبْدًا آتَاهُ اللَّهُ التَّوْرَاةَ وَكَلَّمَهُ تَكْلِيمًا فَيَأْتُونَ مُوسَى فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ وَيَذْكُرُ لَهُمْ خَطِيئَتَهُ الَّتِي أَصَابَ وَلَكِنْ ائْتُوا عِيسَى عَبْدَ اللَّهِ وَرَسُولَهُ وَكَلِمَتَهُ وَرُوحَهُ فَيَأْتُونَ عِيسَى فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ وَلَكِنْ ائْتُوا مُحَمَّدًا صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَبْدًا غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبهِ وَمَا تَأَخَّرَ فَيَأْتُونِي فَأَنْطَلِقُ فَأَسْتَأْذِنُ عَلَى رَبِّي فَيُؤْذَنُ لِي عَلَيْهِ فَإِذَا رَأَيْتُ رَبِّي وَقَعْتُ لَهُ سَاجِدًا فَيَدَعُنِي مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَدَعَنِي ثُمَّ يُقَالُ لِي ارْفَعْ مُحَمَّدُ وَقُلْ يُسْمَعْ وَسَلْ تُعْطَهْ وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ فَأَحْمَدُ رَبِّي بِمَحَامِدَ عَلَّمَنِيهَا ثُمَّ أَشْفَعُ فَيَحُدُّ لِي حَدًّا فَأُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ ثُمَّ أَرْجِعُ فَإِذَا رَأَيْتُ رَبِّي وَقَعْتُ سَاجِدًا فَيَدَعُنِي مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَدَعَنِي ثُمَّ يُقَالُ ارْفَعْ مُحَمَّدُ وَقُلْ يُسْمَعْ وَسَلْ تُعْطَهْ وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ فَأَحْمَدُ رَبِّي بِمَحَامِدَ عَلَّمَنِيهَا رَبِّي ثُمَّ أَشْفَعُ فَيَحُدُّ لِي حَدًّا فَأُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ ثُمَّ أَرْجِعُ فَإِذَا رَأَيْتُ رَبِّي وَقَعْتُ سَاجِدًا فَيَدَعُنِي مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَدَعَنِي ثُمَّ يُقَالُ ارْفَعْ مُحَمَّدُ قُلْ يُسْمَعْ وَسَلْ تُعْطَهْ وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ فَأَحْمَدُ رَبِّي بِمَحَامِدَ عَلَّمَنِيهَا ثُمَّ أَشْفَعْ فَيَحُدُّ لِي حَدًّا فَأُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ ثُمَّ أَرْجِعُ فَأَقُولُ يَا رَبِّ مَا بَقِيَ فِي النَّارِ إِلَّا مَنْ حَبَسَهُ الْقُرْآنُ وَوَجَبَ عَلَيْهِ الْخُلُودُ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَخْرُجُ مِنْ النَّارِ مَنْ قَالَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَكَانَ فِي قَلْبِهِ مِنْ الْخَيْرِ مَا يَزِنُ شَعِيرَةً ثُمَّ يَخْرُجُ مِنْ النَّارِ مَنْ قَالَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَكَانَ فِي قَلْبِهِ مِنْ الْخَيْرِ مَا يَزِنُ بُرَّةً ثُمَّ يَخْرُجُ مِنْ النَّارِ مَنْ قَالَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَكَانَ فِي قَلْبِهِ مَا يَزِنُ مِنْ الْخَيْرِ ذَرَّةً.
7410-  Enes -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Müminler kıyamet günü toplanırlar ve:
-Rabbimizin katında bize şefaat edecek birini bulsak, derler.
Akabinde Âdem'e gelirler ve şöyle derler:
-Sen insanların babası Âdem'sin. Allah seni kendi eliyle ya­rattı, meleklerini sana secde ettirdi ve sana her şeyin ismini öğret­ti. Bulunduğumuz şu durumdan bizleri rahata erdirmesi için Rabb'in katında bizler için şefaatçi ol!
Âdem aleyhisselam Allah Azze ve Celle’nin yasaklamış olduğu ağaca yaklaşarak onun meyvesinden yediği günahını hatırlayarak utanır ve:
-Ben Allah katında sizin için şefaatçi olamam. Siz, Allah’ın yeryüzüne ilk Rasûl olarak gönderdiği  Nuh aleyhisselama gidin.
Akabinde insanlar Nûh aleyhisselama gelirler. Nûh da Rabb'inden, hakkında hiçbir bilgisinin bulunmadığı «Rabbim! Yeryüzünde kafirlerden tek bir kişi bırakma» (Nuh: 26) sözünü söylediğini, bundan dolayı utandığını söyler ve:
-Ben şefaat edecek durumda değilim. Sizler Halîlur-Rahman olan İbrahim aleyhisselama gidin.
Onlar da İbrahim aleyhisselamın yanına gelirler. İbrahim aleyhisselam da diğer peygamberler gibi şöyle der:
-Ben buna ehil değilim. Siz Allah'ın, onunla konuştuğu ve kendisine Tevrat’ı verdiği bir kul olan Musa'ya gidin.
Bu defa da onlar da Musa'ya gelirler. Mûsâ da bir nefis karşılığında olmak­sızın bir kimseyi öldürdüğünü ve bu sebepten dolayı Rabbisinden utandığını beyan eder ve:
-Ben buna ehil değilim. Siz Allah'ın kulu ve Rasûlü, Allah’ın Kelimesi ve Ruhu olan İsa aleyhisselama gidin, der.
Onlar İsâ aleyhisselamın yanında kendilerine Allah katında şefaat etmesini istemek için gittiklerinde İsâ aleyhisselam onlara:
-Ben buna ehil değilim. Siz bir kul olan ve gelmiş geçmiş bütün günahları bağışlanmış olan Muhammed'e gidin, der.
Onlar da benim yanıma gelirler. Ben de Rabb'imin huzuruna izin istemek üzere giderim. Bana izin verilir. Rabb'imi görünce secde­ye kapanırım. Allah beni dilediği kadar bu vaziyette bırakır. Sonra Allah tarafından:
-Başını kaldır, iste; sana verilir; söyle, sözün işitilir; şefaat et, şefaatin kabul edilir, denilir.
Ben başımı kaldırır ve bana öğreteceği bir hamd ile Rabb'ime hamd eylerim. Sonra şefaat ederim. Benim için bir miktar belirlenir. Ben de o miktâr insanı cennete girdiririm. Sonra tekrar Rabbime dönerim. Rabb'imi görünce, bundan evvel yaptığım gibi, secdeye kapanırım. Sonra şefaat ederim. Yine benim için bir miktar belirlenir. Ben o belirlenen insanları cennete girdiririm. Sonra üçüncü defa Rabb'ime dönerim, sonra dördüncü defa dönerim ve şöyle derim:
-Cehennemde Kurân’ın hapsettiği ve üzerlerine orada ebedi cehennemde kalmaları vacib olanlardan başkası kalmadı."
"Lâ ilahe illallah diyen ve kalbinde bir arpa ağırlığınca ha­yır yânî îmân bulunan kimseler ateşten çıkar. Bundan sonra Lâ ila­he illallah diyen ve kalbinde bir buğday tanesi ağırlığı kadar hayır bulunan kimseler ateşten çıkar. Daha sonra Lâ ilahe illallah diyen ve kalbinde bir tek zerre ağırlığı kadar hayır olan kimseler ateşten çıkar."[1815] (Hadisin geçtiği yer: 44, 4476, 6565, 7410, 7440, 7509, 7510, 7516.)
٧٤۱۱- حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ حَدَّثَنَا أَبُو الزِّنَادِ عَنْ الْأَعْرَجِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَدُ اللَّهِ مَلْأَى لَا يَغِيضُهَا نَفَقَةٌ سَحَّاءُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَقَالَ أَرَأَيْتُمْ مَا أَنْفَقَ مُنْذُ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ فَإِنَّهُ لَمْ يَغِضْ مَا فِي يَدِهِ وَقَالَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ وَبِيَدِهِ الْأُخْرَى الْمِيزَانُ يَخْفِضُ وَيَرْفَعُ.
7411- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Muhakkak ki Allah’ın eli doludur ve elindekini gece-gündüz infak etmesiyle, kullarına vermesi onu eksiltmez. [1816] Allah'ın göğü ve yeri yarat­tığı günden bu yana O’nun kullarına verdiği nimetleri hiç düşündünüz mü? Bundan bana haber verebilir misiniz? Muhakkak ki Allah’ın elinde olandan hiçbir şey eksilmemiştir. O'nun Arş'ı[1817] su üzerinde idi. Mizan da O’nun elindedir ve mizan alçalır ve yükselir." (Hadisin geçtiği yer: 4684, 5352, 7411, 7419, 7496)
٧٤۱۲- حَدَّثَنَا مُقَدَّمُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ يَحْيَى قَالَ حَدَّثَنِي عَمِّي الْقَاسِمُ بْنُ يَحْيَى عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ عَنْ نَافِعٍ عَنْ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُ قَالَ إِنَّ اللَّهَ يَقْبِضُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ الْأَرْضَ وَتَكُونُ السَّمَوَاتُ بِيَمِينِهِ ثُمَّ يَقُولُ أَنَا الْمَلِكُ.
7412- Abdullah ibnu Ömer -Allah ondan ve babasından razı olsun-  şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:  "Şübhesiz Allah kıyamet gününde bütün yeryüzünü avu­cuna alır, gökler de O'nun sağ elinde olur. Sonra da: Melik ancak benim! buyurur."
٧٤۱۳- رَوَاهُ سَعِيدٌ عَنْ مَالِكٍ وَقَالَ عُمَرُ بْنُ حَمْزَةَ سَمِعْتُ سَالِمًا سَمِعْتُ ابْنَ عُمَرَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِهَذَا وَقَالَ أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنْ الزُّهْرِيِّ أَخْبَرَنِي أَبُو سَلَمَةَ أَنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقْبِضُ اللَّهُ الْأَرْضَ.
7413- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selem: "Allah yeryüzünü dürecek" buyurdu. (Hadisin geçtiği yer: 4812, 6519, 7382, 7413)
٧٤۱٤- حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ سَمِعَ يَحْيَى بْنَ سَعِيدٍ عَنْ سُفْيَانَ حَدَّثَنِي مَنْصُورٌ وَسُلَيْمَانُ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عَبِيدَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ أَنَّ يَهُودِيًّا جَاءَ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا مُحَمَّدُ إِنَّ اللَّهَ يُمْسِكُ السَّمَوَاتِ عَلَى إِصْبَعٍ وَالْأَرَضِينَ عَلَى إِصْبَعٍ وَالْجِبَالَ عَلَى إِصْبَعٍ وَالشَّجَرَ عَلَى إِصْبَعٍ وَالْخَلَائِقَ عَلَى إِصْبَعٍ ثُمَّ يَقُولُ أَنَا الْمَلِكُ فَضَحِكَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَتَّى بَدَتْ نَوَاجِذُهُ ثُمَّ قَرَأَ
﴿ وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ ﴾
 قَالَ يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ وَزَادَ فِيهِ فُضَيْلُ بْنُ عِيَاضٍ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عَبِيدَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ فَضَحِكَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ تَعَجُّبًا وَتَصْدِيقًا لَهُ.
7414- Abdullah ibnu Mesud -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına yahûdî hahamlarından bir haham geldi ve şöyle dedi:
-Ey Muhammed! Bizler kitâplarımızda şu lafızları bulmaktayız: Allah gökleri bir parmağında, yer tabakalarını bir parmağında, bütün ağaçları bir parmağında, suları ve toprakları bir parmağında, diğer mahlûkları da bir parmağında tuta­r ve: Melik benim, der.
Haham’ın Tevrat’tan naklettiği bu sözlerine karşılık Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem azı dişleri gözükecek şekilde güldü. Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şu âyeti okudu: «Allah'ı gerektiği gibi takdir edememişlerdir. Kıyamet günü, yeryüzü bütünüyle O'nun elinde, gökler de elinde dürülmüş olacaktır. Allah, onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir ve çok yücedir.» (Zumer: 67)
 
Yahya İbnu Saîd el-Kattân bu hadîsi söyledi de bunda şunu ziyâde etti: Fudayl ibnu Iyâd, Mansur'dan; O da İbrahim'den; O da Abîde'den; O da Abdullah ibnu Mesud'dan şunu ziyade etti: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, yahûdî âliminin Tevrat'tan naklettiği bu sözünden hoşlanarak ve onu tasdîk ederek, azı dişleri görülünceye kadar güldü. (Hadisin geçtiği yer: 4811, 7414, 7415, 7451, 7513)
 
٧٤۱٥- حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ حَفْصِ بْنِ غِيَاثٍ حَدَّثَنَا أَبِي حَدَّثَنَا الْأَعْمَشُ سَمِعْتُ إِبْرَاهِيمَ قَالَ سَمِعْتُ عَلْقَمَةَ يَقُولُ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ فَقَالَ يَا أَبَا الْقَاسِمِ إِنَّ اللَّهَ يُمْسِكُ السَّمَوَاتِ عَلَى إِصْبَعٍ وَالْأَرَضِينَ عَلَى إِصْبَعٍ وَالشَّجَرَ وَالثَّرَى عَلَى إِصْبَعٍ وَالْخَلَائِقَ عَلَى إِصْبَعٍ ثُمَّ يَقُولُ أَنَا الْمَلِكُ أَنَا الْمَلِكُ فَرَأَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ضَحِكَ حَتَّى بَدَتْ نَوَاجِذُهُ ثُمَّ قَرَأَ ﴿ وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ ﴾.
 
7415- Abdullah ibnu Mesud -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına Ehli Kitaptan bir adam geldi ve şöyle dedi:
-Ey Ebul-Kâsim! Allah gökleri bir parmağında, yer tabakalarını bir parmağında, bütün ağaçları bir parmağında, suları ve toprakları bir parmağında, diğer mahlûkları da bir parmağında tuta­r ve: Melik benim, der.
Bunun üzerine ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin azı dişleri gözükünceye kadar güldüğünü gördüm. Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şu âyeti okudu: «Allah'ı gerektiği gibi takdir edememişlerdir.» (Zumer: 67) (Hadisin geçtiği yer: 4811, 7414, 7415, 7451, 7513)
٢٠-بَاب قَوْلِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا شَخْصَ أَغْيَرُ مِنْ اللَّهِ
وَقَالَ عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ عَمْرٍو عَنْ عَبْدِ الْمَلِكِ لَا شَخْصَ أَغْيَرُ مِنْ اللَّهِ.
Ubeydullah ibnu Amr -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Abdulmelik; "Allah’tan daha kıskancı yoktur" demiştir.
٧٤۱٦- حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ التَّبُوذَكِيُّ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْمَلِكِ عَنْ وَرَّادٍ كَاتِبِ الْمُغِيرَةِ عَنْ الْمُغِيرَةِ قَالَ قَالَ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ لَوْ رَأَيْتُ رَجُلًا مَعَ امْرَأَتِي لَضَرَبْتُهُ بِالسَّيْفِ غَيْرَ مُصْفَحٍ فَبَلَغَ ذَلِكَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ أَتَعْجَبُونَ مِنْ غَيْرَةِ سَعْدٍ وَاللَّهِ لَأَنَا أَغْيَرُ مِنْهُ وَاللَّهُ أَغْيَرُ مِنِّي وَمِنْ أَجْلِ غَيْرَةِ اللَّهِ حَرَّمَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَلَا أَحَدَ أَحَبُّ إِلَيْهِ الْعُذْرُ مِنْ اللَّهِ وَمِنْ أَجْلِ ذَلِكَ بَعَثَ الْمُبَشِّرِينَ وَالْمُنْذِرِينَ وَلَا أَحَدَ أَحَبُّ إِلَيْهِ الْمِدْحَةُ مِنْ اللَّهِ وَمِنْ أَجْلِ ذَلِكَ وَعَدَ اللَّهُ الْجَنَّةَ.
7416- Muğîra ibnu Şu'be -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Sa'd ibnu Ubâde:  Karımla beraber bir erkek görürsem, hiç aman vermeden onu kılıcımın keskin ağzıyla vurur öldürürdüm, demişti. Onun bu sözü Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme ulaşınca, yanında bulunanlara şöyle buyurdu: "Sizler Sa'd'ın bu kıskançlığına şaşıyor musunuz? Emîn olu­nuz ki, ben ondan daha kıskancım. Allah da muhakkak benden da­ha çok kıskançtır. İşte Allah'ın bu kıskançlığından dolayıdır ki, Allah açık, kapalı bütün çirkin işleri haram kıl­mıştır. Allah'tan daha çok hücceti seven hiçbir kimse de yoktur. İşte bundan dolayıdır ki, Allah birçok müjdeciler ve uyarıcılar gönder­miştir. Bir de Allah Azze ve Celle’den daha fazla övülmeyi seven kimse de yoktur. İşte bundan dolayıdır ki, kendisine itaat edenlere cenneti vaad etmiştir." (Hadisin geçtiği yer: 6846, 7416)
٢۱-بَاب ﴿ قُلْ أَيُّ شَيْءٍ أَكْبَرُ شَهَادَةً قُلْ اللَّهُ ﴾
21- Allah Azze ve Celle'nin Şu Kavli Bâbı
 
«De ki: Şahidliği en büyük olan şey hangisidir? Yine de ki: Benimle sizin aranızdaki yegâne şahit Allah'tır.» (En'âm: 19)
فَسَمَّى اللَّهُ تَعَالَى نَفْسَهُ شَيْئًا وَسَمَّى النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْقُرْآنَ شَيْئًا وَهُوَ صِفَةٌ مِنْ صِفَاتِ اللَّهِ وَقَالَ ﴿ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ ﴾
Allah Azze ve Celle kendi nefsini "Şey" diye isimlendirmiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de Kurân’ı "Şey" diye isimlendirmiştir. O ise, Allah’ın sıfatlarından bir sıfattır.
Allah Azze ve Celle: «Allah'ın yüzü dışında her şey helak olacaktır.» (Kasas: 88)[1818] buyurmuştur.
٧٤۱٧- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يُوسُفَ أَخْبَرَنَا مَالِكٌ عَنْ أَبِي حَازِمٍ عَنْ سَهْلِ بْنِ سَعْدٍ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِرَجُلٍ أَمَعَكَ مِنْ الْقُرْآنِ شَيْءٌ قَالَ نَعَمْ سُورَةُ كَذَا وَسُورَةُ كَذَا لِسُوَرٍ سَمَّاهَا.
7417- Sehl ibnu Sa'd es-Sâidî -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir kadınla evlenmek isteyen bir erkeğe: "Kurân'dan ezberinde bir şey var mı?" diye sordu. O da: Ezberimde şu ve şu âyetler var, diyerek surelerin adını söyledi. (Hadisin geçtiği yer: 5029, 5030, 5087, 5121, 5126, 5132, 5135, 5141, 5149, 5150, 5871, 7417)
۲۲-بَاب ﴿ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ ﴾ ﴿ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ ﴾
 
«O'nun arşı su üstünde idi.» (Hûd: 7) «O, büyük Arş'ın Rabbidir.» (Tevbe: 129)
قَالَ أَبُو الْعَالِيَةِ ﴿ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاءِ ﴾ ارْتَفَعَ ﴿ فَسَوَّاهُنَّ ﴾ خَلَقَهُنَّ وَقَالَ مُجَاهِدٌ ﴿ اسْتَوَى ﴾ عَلَا عَلَى الْعَرْشِ وَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ ﴿ الْمَجِيدُ ﴾ الْكَرِيمُ وَ ﴿الْوَدُودُ ﴾ الْحَبِيبُ يُقَالُ ﴿ حَمِيدٌ مَجِيدٌ ﴾ كَأَنَّهُ فَعِيلٌ مِنْ مَاجِدٍ مَحْمُودٌ مِنْ حَمِدَ.
Ebul-Âliye şöyle dedi: ﴿ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاءِ ﴾ (Araf: 54) Yükseldi manasına gelir. ﴿ فَسَوَّاهُنَّ ﴾ (Bakara: 29) Onları yarattı. Manasına gelir.
Mucâhid şöyle dedi:  ﴿ اسْتَوَى ﴾ (A'râf: 53) Allah, Arş'ın üzerine yükseldi, manâsına gelir.
İbnu Abbâs şöyle dedi: ﴿ الْمَجِيدُ ﴾ (Buruc: 14) Keremde nihayeti olmayan manasına gelir. ﴿الْوَدُودُ ﴾ (İbrâhîm: 14) Çok seven, manasına gelir.
٧٤۱۸- حَدَّثَنَا عَبْدَانُ قَالَ أَخْبَرَنَا أَبُو حَمْزَةَ عَنْ الْأَعْمَشِ عَنْ جَامِعِ بْنِ شَدَّادٍ عَنْ صَفْوَانَ بْنِ مُحْرِزٍ عَنْ عِمْرَانَ بْنِ حُصَيْنٍ قَالَ إِنِّي عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذْ جَاءَهُ قَوْمٌ مِنْ بَنِي تَمِيمٍ فَقَالَ اقْبَلُوا الْبُشْرَى يَا بَنِي تَمِيمٍ قَالُوا بَشَّرْتَنَا فَأَعْطِنَا فَدَخَلَ نَاسٌ مِنْ أَهْلِ الْيَمَنِ فَقَالَ اقْبَلُوا الْبُشْرَى يَا أَهْلَ الْيَمَنِ إِذْ لَمْ يَقْبَلْهَا بَنُو تَمِيمٍ قَالُوا قَبِلْنَا جِئْنَاكَ لِنَتَفَقَّهَ فِي الدِّينِ وَلِنَسْأَلَكَ عَنْ أَوَّلِ هَذَا الْأَمْرِ مَا كَانَ قَالَ كَانَ اللَّهُ وَلَمْ يَكُنْ شَيْءٌ قَبْلَهُ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ ثُمَّ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَكَتَبَ فِي الذِّكْرِ كُلَّ شَيْءٍ ثُمَّ أَتَانِي رَجُلٌ فَقَالَ يَا عِمْرَانُ أَدْرِكْ نَاقَتَكَ فَقَدْ ذَهَبَتْ فَانْطَلَقْتُ أَطْلُبُهَا فَإِذَا السَّرَابُ يَنْقَطِعُ دُونَهَا وَايْمُ اللَّهِ لَوَدِدْتُ أَنَّهَا قَدْ ذَهَبَتْ وَلَمْ أَقُمْ.
7418- İmrân ibnu Husayn -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanında idim. O sırada Temîm oğullarından bir topluluk geldi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onlara: "Müjdeyi kabul edin ey Temîm oğulları!" buyurdu. Onlar:
-Sen bizi müjdeledin. Bize dünyalık maldan yana da bir şeyler ver, dediler.
Bu sırada Yemen halkından birtakım insanlar içeriye girdiler. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu sefer onlara şöyle buyurdu:
 -"Ey Yemenliler! Temîm oğulları madem ki müjdeyi kabul et­mek istemediler, İslâm'ın o hayır ve saadet müjdesini sizler kabul edi­n."
Yemenliler dediler ki:
-Kabul ettik ey Allah'ın Rasûlü! Esasen bizler senin yanına din hususunda iyi anlayışlar kazanalım ve senden bu işin yaratılı­şın evvelinde neler olduğunu soralım diye geldik!
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:
-"Ezelde Allah vardı ve Allah'tan başka bir şey yoktu. Ve Allah’ın Arş’ı su üzerinde bulunuyordu. Sonra Allah gökleri ve yeri yarattı. Sonra Allah zikirde (levhi mahfuz) her şeyi yazmıştır.
Sonra tam bu sırada bana bir adam geldi ve: Ey İmrân! Yetiş, deven kaçıp gitti! dedi.
Ben hemen deveyi aramak üzere gittim. Bu sırada benimle devem arasını serâb kesiyordu. Allah'a yemîn ederim ki, keşke devem gitmiş olsaydı da ben yerimden kalkmasaydım ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin söz­lerini dinleseydim diye arzu ettim! (Hadisin geçtiği yer: 3191, 4365, 4366, 7418)
٧٤۱۹- حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنْ هَمَّامٍ حَدَّثَنَا أَبُو هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِنَّ يَمِينَ اللَّهِ مَلْأَى لَا يَغِيضُهَا نَفَقَةٌ سَحَّاءُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ أَرَأَيْتُمْ مَا أَنْفَقَ مُنْذُ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ فَإِنَّهُ لَمْ يَنْقُصْ مَا فِي يَمِينِهِ وَعَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ وَبِيَدِهِ الْأُخْرَى الْفَيْضُ أَوْ الْقَبْضُ يَرْفَعُ وَيَخْفِضُ.
7419- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Muhakkak ki Allah’ın sağ eli doludur ve elindekini gece-gündüz infak etmesiyle, kullarına vermesi onu eksiltmez. Allah'ın göğü ve yeri yarat­tığı günden bu yana O’nun kullarına verdiği nimetleri hiç düşündünüz mü? Bundan bana haber verebilir misiniz? Muhakkak ki Allah’ın elinde olandan hiçbir şey eksilmemiştir. O'nun Arş'ı su üzerinde idi. Mizan da O’nun elindedir ve mizan alçalır ve yükselir." (Hadisin geçtiği yer: 4684, 5352, 7411, 7419, 7496)
٧٤۲۰- حَدَّثَنَا أَحْمَدُ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ أَبِي بَكْرٍ الْمُقَدَّمِيُّ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ ثَابِتٍ عَنْ أَنَسٍ قَالَ جَاءَ زَيْدُ بْنُ حَارِثَةَ يَشْكُو فَجَعَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ اتَّقِ اللَّهَ وَأَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ قَالَ أَنَسٌ لَوْ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَاتِمًا شَيْئًا لَكَتَمَ هَذِهِ قَالَ فَكَانَتْ زَيْنَبُ تَفْخَرُ عَلَى أَزْوَاجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ تَقُولُ زَوَّجَكُنَّ أَهَالِيكُنَّ وَزَوَّجَنِي اللَّهُ تَعَالَى مِنْ فَوْقِ سَبْعِ سَمَوَاتٍ وَعَنْ ثَابِتٍ ﴿ وَتُخْفِي فِي نَفْسِكَ مَا اللَّهُ مُبْدِيهِ وَتَخْشَى النَّاسَ ﴾ نَزَلَتْ فِي شَأْنِ زَيْنَبَ وَزَيْدِ بْنِ حَارِثَةَ.
7420- Enes ibnu Mâlik -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Zeyd ibnu Harise gelip Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme hanımı Zeyneb bintu Cahş'ı şikâyet ediyordu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  de Zeyd’e: "Allah’tan kork ve hanımı elinde tut, onu boşama" diyordu.
Şayet Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir şeyi gizleyecek olsaydı, muhakkak bunu (Ahzâb: 37) gizlerdi.
Zeyneb bintu Cahş, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin diğer hanımlarına karşı övünür ve şöyle derdi:
-Sizleri Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile aileleriniz evlendirdi. Beni ise Allah Azze ve Celle, yedi göğün üzerinden evlendirdi.
«(Ey Muhammed!) Hani sen, Allah’ın kendisine nimet verdiği ve senin de nimete kavuşturduğun kimseye "eşini kendinde tut, Allah’tan sakın" diyor, Allah’ın açıklayacağı şeyi içinde gizliyor ve insanlardan korkuyordun.» (Ahzâb: 37) âyeti, Zeyneb ibnu Cahş ile Zeyd ibnu Harise hak­kında inmiştir. (Hadisin geçtiği yer: 4787, 7420)
٧٤۲۱- حَدَّثَنَا خَلَّادُ بْنُ يَحْيَى حَدَّثَنَا عِيسَى بْنُ طَهْمَانَ قَالَ سَمِعْتُ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ يَقُولُ نَزَلَتْ آيَةُ الْحِجَابِ فِي زَيْنَبَ بِنْتِ جَحْشٍ وَأَطْعَمَ عَلَيْهَا يَوْمَئِذٍ خُبْزًا وَلَحْمًا وَكَانَتْ تَفْخَرُ عَلَى نِسَاءِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَكَانَتْ تَقُولُ إِنَّ اللَّهَ أَنْكَحَنِي فِي السَّمَاءِ.
7421- Enes ibnu Mâlik -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Hicâb âyeti (Ahzâb: 53) Zey­neb bintu Cahş'ın evlenmesinde indi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  o gün Zeyneb'in düğün yemeği olarak insanlara et ve ekmek yedirdi. Zeyneb bintu Cahş, -Allah ondan razı olsun- Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin diğer hanımlarına karşı övünür ve: Muhakkak ki Allah, beni semada evlendirdi, derdi. (Ahzâb: 37) (Hadisin geçtiği yer: 4791, 4792, 4793, 4794, 5154, 5163, 5166, 5168, 5170, 5171, 5466, 6238, 6239, 6271, 7421)
 
٧٤۲۲- حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ حَدَّثَنَا أَبُو الزِّنَادِ عَنْ الْأَعْرَجِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِنَّ اللَّهَ لَمَّا قَضَى الْخَلْقَ كَتَبَ عِنْدَهُ فَوْقَ عَرْشِهِ إِنَّ رَحْمَتِي سَبَقَتْ غَضَبِي.
 
7422- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah Azze ve Celle bütün mahlûkları yaratmayı hükmettiği zaman, Arş'ının üs­tünde, yanında: «Muhakkak ki rahmetim öfkemi geçmiştir» yazmıştır." (Hadisin geçtiği yer: 7404, 7416, 7553, 7554)
٧٤۲۳- حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ الْمُنْذِرِ حَدَّثَنِي مُحَمَّدُ بْنُ فُلَيْحٍ قَالَ حَدَّثَنِي أَبِي حَدَّثَنِي هِلَالٌ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَأَقَامَ الصَّلَاةَ وَصَامَ رَمَضَانَ كَانَ حَقًّا عَلَى اللَّهِ أَنْ يُدْخِلَهُ الْجَنَّةَ هَاجَرَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَوْ جَلَسَ فِي أَرْضِهِ الَّتِي وُلِدَ فِيهَا قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ أَفَلَا نُنَبِّئُ النَّاسَ بِذَلِكَ قَالَ إِنَّ فِي الْجَنَّةِ مِائَةَ دَرَجَةٍ أَعَدَّهَا اللَّهُ لِلْمُجَاهِدِينَ فِي سَبِيلِهِ كُلُّ دَرَجَتَيْنِ مَا بَيْنَهُمَا كَمَا بَيْنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ فَإِذَا سَأَلْتُمُ اللَّهَ فَسَلُوهُ الْفِرْدَوْسَ فَإِنَّهُ أَوْسَطُ الْجَنَّةِ وَأَعْلَى الْجَنَّةِ وَفَوْقَهُ عَرْشُ الرَّحْمَنِ وَمِنْهُ تَفَجَّرُ أَنْهَارُ الْجَنَّةِ.
7423- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Her kim Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne îmân eder, namazı dosdoğru kılar, Ramazân ayında oruç tutarsa onu cennete girdirmek Allah üzerine bir hak olur. O kimse ister Allah yolunda cihâd etsin, isterse üzerinde doğduğu toprağında otursun."
Bunun üzerine sahabeler:
-Ey Allah’ın Rasûlü! Bununla insanları müjdeleyelim mi? dediler. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Şüphesiz cennette yüz derece vardır. Allah onları Allah yolunda cihad edenler için hazırlamıştır. İki derece arasındaki uzaklık, gökle yer arasındaki uzaklık gibidir. Siz Allah'tan istediğinizde Firdevs'i isteyin! Çünkü o, cennetin en üstün olanıdır. Firdevs'in üstünde Rahmân'ın Arş'ı vardır. Cennetin ırmakları Firdevs'ten fışkırıp akarlar." (Hadisin geçtiği yer: 2790, 7423)
٧٤۲٤- حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ جَعْفَرٍ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ عَنْ الْأَعْمَشِ عَنْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ التَّيْمِيُّ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِي ذَرٍّ قَالَ دَخَلْتُ الْمَسْجِدَ وَرَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جَالِسٌ فَلَمَّا غَرَبَتْ الشَّمْسُ قَالَ يَا أَبَا ذَرٍّ هَلْ تَدْرِي أَيْنَ تَذْهَبُ هَذِهِ قَالَ قُلْتُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ فَإِنَّهَا تَذْهَبُ تَسْتَأْذِنُ فِي السُّجُودِ فَيُؤْذَنُ لَهَا وَكَأَنَّهَا قَدْ قِيلَ لَهَا ارْجِعِي مِنْ حَيْثُ جِئْتِ فَتَطْلُعُ مِنْ مَغْرِبِهَا ثُمَّ قَرَأَ ذَلِكَ مُسْتَقَرٌّ لَهَا فِي قِرَاءَةِ عَبْدِ اللَّهِ.
7424- Ebû Zer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem güneş battığı zaman bana:
-"Güneş nereye gider, bilir misin?" diye sordu. Ben:
-Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dedim. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
"Güneş secde etmek için Arşın altına gider. Tekrar doğudan doğmak için izin ister ve kendisine izin verilir. Güneş yine secde etmek ister, ancak kendisine izin verilmez. Her zamanki doğduğu yerden doğmak ister, ancak ona yine izin verilmez. Kendisine:
-Battığın yerden geri doğ! denilir. Bunun üzerine güneş de battığı yerden yani batıdan doğar."
Sonra da şu âyeti okudu:
«Güneş, kendine âit bir yer çevresinde akar gider. Bu, daima gâlib olan ve her şeyi hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir.» (Yâsîn: 38)[1819]
Bu okuyuş, Abdullah ibnu Mesud'un okuyuşunda böyledir. (Hadisin geçtiği yer: 3199, 4802, 7424)
٧٤۲٥- حَدَّثَنَا مُوسَى عَنْ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنَا ابْنُ شِهَابٍ عَنْ عُبَيْدِ بْنِ السَّبَّاقِ أَنَّ زَيْدَ بْنَ ثَابِتٍ وَقَالَ اللَّيْثُ حَدَّثَنِي عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ خَالِدٍ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ ابْنِ السَّبَّاقِ أَنَّ زَيْدَ بْنَ ثَابِتٍ حَدَّثَهُ قَالَ أَرْسَلَ إِلَيَّ أَبُو بَكْرٍ فَتَتَبَّعْتُ الْقُرْآنَ حَتَّى وَجَدْتُ آخِرَ سُورَةِ التَّوْبَةِ مَعَ أَبِي خُزَيْمَةَ الْأَنْصَارِيِّ لَمْ أَجِدْهَا مَعَ أَحَدٍ غَيْرِهِ ﴿ لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ أَنْفُسِكُمْ ﴾ حَتَّى خَاتِمَةِ بَرَاءَةٌ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ بُكَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ يُونُسَ بِهَذَا وَقَالَ مَعَ أَبِي خُزَيْمَةَ الْأَنْصَارِيِّ.
7425- Zeyd ibnu Sabit -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ebû Bekir bana haber gönderip çağırttı ve bana Kurân'ın bir araya getirilmesi için çalışma yapmamı emretti. Tevbe Suresi’nin sonlarını Ebu Huzeyme el-Ensari’nin dışında kimsenin yanında bulamadım:
«Ey mü'minler! Size, kendi içinizden, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, mü'minlere karşı şefkatli ve  merhametli bir Peygamber gönderilmiştir. Bununla beraber (ey Muhammed! Senden ve senin getirdiklerinden yine de) yüz çevirirlerse, de ki: "Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. O’na güvenip dayandım. O, büyük Arş’ın sahibidir.» (Tevbe: 128-129) (Hadisin geçtiği yer: 2807, 4049, 4679, 4784, 4988, 4989, 7191, 7425)
٧٤۲٦ - حَدَّثَنَا مُعَلَّى بْنُ أَسَدٍ حَدَّثَنَا وُهَيْبٌ عَنْ سَعِيدٍ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَبِي الْعَالِيَةِ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ عِنْدَ الْكَرْبِ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ الْعَلِيمُ الْحَلِيمُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَرَبُّ الْأَرْضِ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ.
7426- İbnu Abbâs -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  keder ve şiddet zamanında şöyle derdi: "Lâ ilahe illallâhul-Azîmul-Halîm. Lâ ilahe illallâhu Rabbul-Arşil-Azîm. Lâ ilahe illallâhu Rabbus-semâvâti ve Rabbul-Ardi ve Rabbul-Arşil-Kerîm."
"Azim ve Halim olan Allah’tan başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah yoktur. Yüce Arşın Rabbi olan Allah’tan başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah yoktur. Göklerin ve yerin Rabbi olan, Yüce Arşın Rabbi olan Allah’tan başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah yoktur." (Hadisin geçtiği yer: 6346, 7426, 7431)
٧٤۲٧ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يُوسُفَ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ عَمْرِو بْنِ يَحْيَى عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ النَّاسُ يَصْعَقُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَإِذَا أَنَا بِمُوسَى آخِذٌ بِقَائِمَةٍ مِنْ قَوَائِمِ الْعَرْشِ.
7427- Ebû Saîd el-Hudrî -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde insanlar (o günün şiddetinden) bayılıp düşecekler. O anda ben kendimi Mûsâ'ya yakın bulacağım. Mûsâ Arş'ın direklerinden birisine tutunmuş bulunacak." (Hadisin geçtiği yer: 2412, 3398, 4638, 6916, 7427)
٧٤۲٨ - وَقَالَ الْمَاجِشُونُ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الْفَضْلِ عَنْ أَبِي سَلَمَةَ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ فَأَكُونُ أَوَّلَ مَنْ بُعِثَ فَإِذَا مُوسَى آخِذٌ بِالْعَرْشِ.
7428- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "(On­larla beraber ben de bayılacağım.) Ben ilk ayıltılan olurum. O anda ben Musa'yı Arş'a yapışmış bulurum." (Hadisin geçtiği yer:  2410, 3408, 3414, 4813, 5063, 6517, 6518, 7428, 7477)
٢٣-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ ﴾ وَقَوْلِهِ جَلَّ ذِكْرُهُ ﴿ إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ ﴾
 
Melekler ve Rûh, ona yükselirler. (Meâric: 4) «Güzel sözler O'na çıkar.» (Fâtir: 10)
وَقَالَ أَبُو جَمْرَةَ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ بَلَغَ أَبَا ذَرٍّ مَبْعَثُ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ لِأَخِيهِ اعْلَمْ لِي عِلْمَ هَذَا الرَّجُلِ الَّذِي يَزْعُمُ أَنَّهُ يَأْتِيهِ الْخَبَرُ مِنْ السَّمَاءِ وَقَالَ مُجَاهِدٌ ﴿ الْعَمَلُ الصَّالِحُ ﴾ يَرْفَعُ الْكَلِمَ الطَّيِّبَ يُقَالُ ﴿ ذِي الْمَعَارِجِ ﴾ الْمَلَائِكَةُ تَعْرُجُ إِلَى اللَّهِ.
İbnu Abbâs -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ebû Zer'e, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin gönderilmesi haberi ulaştığında, kardeşi Uneys'e şöyle dedi: Benim için şu kendisine semadan haber gelmekte olduğunu söyleyen adamın ilmini öğren!
Mucâhid şöyle dedi: Salih amel, güzel kelimeyi yükseltir. “Zil-Meâric” ise Meleklerdir, onlar Allah'a yükselirler.
٧٤۲۹- حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ حَدَّثَنِي مَالِكٌ عَنْ أَبِي الزِّنَادِ عَنْ الْأَعْرَجِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَتَعَاقَبُونَ فِيكُمْ مَلَائِكَةٌ بِاللَّيْلِ وَمَلَائِكَةٌ بِالنَّهَارِ وَيَجْتَمِعُونَ فِي صَلَاةِ الْعَصْرِ وَصَلَاةِ الْفَجْرِ ثُمَّ يَعْرُجُ الَّذِينَ بَاتُوا فِيكُمْ فَيَسْأَلُهُمْ وَهُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ فَيَقُولُ كَيْفَ تَرَكْتُمْ عِبَادِي فَيَقُولُونَ تَرَكْنَاهُمْ وَهُمْ يُصَلُّونَ وَأَتَيْنَاهُمْ وَهُمْ يُصَلُّونَ.
7429- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Gecenin melekleri ile gündüzün melekleri sizlere birbirinin peşi sıra gelirler. Sabah ve ikindi namazlarında bir araya gelirler. Sonra sizinle beraber geceleyen (gecenin melekleri) semaya yükselir. Rableri, meleklere: -O en iyi bilen olduğu halde- "Kullarımı nasıl bıraktınız?" diye sorar. Melekler derler ki:  "Onları namaz kılar bir halde terk ettik ve yanlarına da namaz kılarken vardık." (Hadisin geçtiği yer: 555, 3223, 7429, 7486)
٧٤۳۰- وَقَالَ خَالِدُ بْنُ مَخْلَدٍ حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ حَدَّثَنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ دِينَارٍ عَنْ أَبِي صَالِحٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ تَصَدَّقَ بِعَدْلِ تَمْرَةٍ مِنْ كَسْبٍ طَيِّبٍ وَلَا يَصْعَدُ إِلَى اللَّهِ إِلَّا الطَّيِّبُ فَإِنَّ اللَّهَ يَتَقَبَّلُهَا بِيَمِينِهِ ثُمَّ يُرَبِّيهَا لِصَاحِبِهِ كَمَا يُرَبِّي أَحَدُكُمْ فُلُوَّهُ حَتَّى تَكُونَ مِثْلَ الْجَبَلِ
وَرَوَاهُ وَرْقَاءُ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ دِينَارٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَلَا يَصْعَدُ إِلَى اللَّهِ إِلَّا الطَّيِّبُ
.
7430- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Her kim, helâl kazancından bir hurma tanesi değerinde bir sadaka verirse -ki Allah helâl maldan verilen sadakadan başka hiçbir sadaka yükselmez- Allah bu sadakayı sağ eliyle kabul eder. Sonra bu yapılan sadakayı sizden birinizin tıpkı sütten kesilmiş tayını bakıp büyütmesi gibi bu yapılan sadakayı dağ misali oluncaya kadar büyütür."
 
Bu hadîsi Verka da Abdullah İbnu Dinar'dan; o da Saîd İbnu Ye-sâr'dan; o da Ebû Hureyre'den; o da Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'den: “Allah'a ancak güzel olan yükselir” lafzıyla rivayet etmiştir. (Hadisin geçtiği yer: 1410, 7430)
٧٤۳۱ - حَدَّثَنَا عَبْدُ الْأَعْلَى بْنُ حَمَّادٍ حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ زُرَيْعٍ حَدَّثَنَا سَعِيدٌ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَبِي الْعَالِيَةِ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّ نَبِيَّ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَدْعُو بِهِنَّ عِنْدَ الْكَرْبِ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ الْعَظِيمُ الْحَلِيمُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ.
7431- İbnu Abbâs -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  keder ve şiddet zamanında şöyle derdi: "Lâ ilahe illallâhul-Azîmul-Halîm. Lâ ilahe illallâhu Rabbul-Arşil-Azîm. Lâ ilahe illallâhu Rabbus-semâvâti ve Rabbul-Arşil-Kerîm."
"Azim ve Halim olan Allah’tan başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah yoktur. Yüce Arşın Rabbi olan Allah’tan başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah yoktur. Göklerin ve yerin Rabbi olan, Yüce Arşın Rabbi olan Allah’tan başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah yoktur." (Hadisin geçtiği yer: 6345, 6346, 7426, 7431)
٧٤۳۲- حَدَّثَنَا قَبِيصَةُ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ أَبِيهِ عَنْ ابْنِ أَبِي نُعْمٍ أَوْ أَبِي نُعْمٍ شَكَّ قَبِيصَةُ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ قَالَ بُعِثَ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِذُهَيْبَةٍ فَقَسَمَهَا بَيْنَ أَرْبَعَةٍ و حَدَّثَنِي إِسْحَاقُ بْنُ نَصْرٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا سُفْيَانُ عَنْ أَبِيهِ عَنْ ابْنِ أَبِي نُعْمٍ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ قَالَ بَعَثَ عَلِيٌّ وَهُوَ بِالْيَمَنِ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِذُهَيْبَةٍ فِي تُرْبَتِهَا فَقَسَمَهَا بَيْنَ الْأَقْرَعِ بْنِ حَابِسٍ الْحَنْظَلِيِّ ثُمَّ أَحَدِ بَنِي مُجَاشِعٍ وَبَيْنَ عُيَيْنَةَ بْنِ بَدْرٍ الْفَزَارِيِّ وَبَيْنَ عَلْقَمَةَ بْنِ عُلَاثَةَ الْعَامِرِيِّ ثُمَّ أَحَدِ بَنِي كِلَابٍ وَبَيْنَ زَيْدِ الْخَيْلِ الطَّائِيِّ ثُمَّ أَحَدِ بَنِي نَبْهَانَ فَتَغَيَّظَتْ قُرَيْشٌ وَالْأَنْصَارُ فَقَالُوا يُعْطِيهِ صَنَادِيدَ أَهْلِ نَجْدٍ وَيَدَعُنَا قَالَ إِنَّمَا أَتَأَلَّفُهُمْ فَأَقْبَلَ رَجُلٌ غَائِرُ الْعَيْنَيْنِ نَاتِئُ الْجَبِينِ كَثُّ اللِّحْيَةِ مُشْرِفُ الْوَجْنَتَيْنِ مَحْلُوقُ الرَّأْسِ فَقَالَ يَا مُحَمَّدُ اتَّقِ اللَّهَ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَمَنْ يُطِيعُ اللَّهَ إِذَا عَصَيْتُهُ فَيَأْمَنُنِي عَلَى أَهْلِ الْأَرْضِ وَلَا تَأْمَنُونِي فَسَأَلَ رَجُلٌ مِنْ الْقَوْمِ قَتْلَهُ أُرَاهُ خَالِدَ بْنَ الْوَلِيدِ فَمَنَعَهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَلَمَّا وَلَّى قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ مِنْ ضِئْضِئِ هَذَا قَوْمًا يَقْرَءُونَ الْقُرْآنَ لَا يُجَاوِزُ حَنَاجِرَهُمْ يَمْرُقُونَ مِنْ الْإِسْلَامِ مُرُوقَ السَّهْمِ مِنْ الرَّمِيَّةِ يَقْتُلُونَ أَهْلَ الْإِسْلَامِ وَيَدَعُونَ أَهْلَ الْأَوْثَانِ لَئِنْ أَدْرَكْتُهُمْ لَأَقْتُلَنَّهُمْ قَتْلَ عَادٍ.
7432-  Ebû Saîd -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Alî Yemen’den Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme tabaklanmış bir deri içinde, henüz toprağından arıtılmamış altın cevheri gönderdi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bunu şu dört kişi arasında paylaştırdı: Akra’ ibnu Hâbis el-Hanzali, sonra Mecaşi’ oğullarından biri ile Uyeyne ibnu Bedr el-Fezzariy ve Alkame ibnu Alâse el-Âmiri arasında; sonra da Kilab oğullarından biri ile Zeyd el-Hayl et-Tâiy arasında; sonra da Nebhân oğullarından biri arasında paylaştırdı. Bunun üzerine Kureyş ve Ensar öfkelendi ve:
-Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Necd halkından başkalarına veriyor da bizleri bırakıyor, dediler. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-"Ben onların kalplerini İslam’a ısındırmak için böyle yaptım" buyurdu. Bunun üzerine iki gözü çökük, yanağının iki elmacığı çıkık, alnı yüksek, gür sakallı, başı tıraşlı bir adam geldi ve:
-Allah’tan kork Ey Allah'ın Rasûlü! dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:
-"Şayet ben isyan edersem, Allah’a kim itaat eder? Allah beni yeryüzünde yaşayanların üzerine emin kılmış iken sizler beni emin olarak kabul etmiyor musunuz?"
Halid ibnu Velid o adamı öldürmek için Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden izin istedi. Ancak Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem buna izin vermeyip onu öldürmesine mani oldu. O adam gidince Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bu adamın soyundan veya arkasından öyle bir kavim gelecek ki, onlar Kurân okuyacaklar ancak onların Kurân okuyuşları boğazlarını geçmeyecek. Onlar tıpkı okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. Onlar Müslümanları öldürürler de puta tapanlara dokunmazlar. Şayet ben onlara yetişirsem, Ad kavminin öldürülüşü gibi onlardan hiç kimse kalmayıncaya kadar onları öldürürdüm." (Hadisin geçtiği yer:  3344, 3610, 4351, 4667, 5058, 6163, 6931, 6933, 7432, 7562)
٧٤۳۳- حَدَّثَنَا عَيَّاشُ بْنُ الْوَلِيدِ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ عَنْ الْأَعْمَشِ عَنْ إِبْرَاهِيمَ التَّيْمِيِّ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِي ذَرٍّ قَالَ سَأَلْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ قَوْلِهِ ﴿وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ﴾ قَالَ مُسْتَقَرُّهَا تَحْتَ الْعَرْشِ.
7433- Ebû Zerr -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:e «Güneş, kendine âit bir yer çevresinde akar gider.» (Yâsîn: 38) âyetin manasını sordum. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kendisine ait bir çevresinde akıp gittiği yer Arş'ın altındadır." (Hadisin geçtiği yer: 3199, 4802, 7424)
۲٤-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌ إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ ﴾
 
«O gün parıldayan yüzler vardır, Rablerine bakarlar.» (Kiyâme: 22-23)
٧٤۳٤- حَدَّثَنَا عَمْرُو بْنُ عَوْنٍ حَدَّثَنَا خَالِدٌ وَهُشَيْمٌ عَنْ إِسْمَاعِيلَ عَنْ قَيْسٍ عَنْ جَرِيرٍ قَالَ كُنَّا جُلُوسًا عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذْ نَظَرَ إِلَى الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ قَالَ إِنَّكُمْ سَتَرَوْنَ رَبَّكُمْ كَمَا تَرَوْنَ هَذَا الْقَمَرَ لَا تُضَامُونَ فِي رُؤْيَتِهِ فَإِنْ اسْتَطَعْتُمْ أَنْ لَا تُغْلَبُوا عَلَى صَلَاةٍ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَصَلَاةٍ قَبْلَ غُرُوبِ الشَّمْسِ فَافْعَلُوا.
7434- Cerîr ibnu Abdullah el-Becelî -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Bir ge­ce Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanında oturuyorduk. Ayın ondördüncü gecesi idi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem aya baktı da şöyle buyurdu: "Muhakkak ki sizler, şu dolunayı nasıl izdiham olmaksızın apaçık bir şekilde görüyorsanız, işte Rabbinizi de (kıyamet günü) öylece göreceksiniz. Güneşin doğuşundan ve batışından önceki (sabah ve yatsı) namazlarını kılmanıza mani olan uyku ve meşguliyetten uzaklaşıp bunları (cemaatle ve vaktinde) kılabilirseniz, bunu yapın." (Hadisin geçtiği yer: 573, 4851, 7434, 7435, 7436)
٧٤۳٥- حَدَّثَنَا يُوسُفُ بْنُ مُوسَى حَدَّثَنَا عَاصِمُ بْنُ يُوسُفَ الْيَرْبُوعِيُّ حَدَّثَنَا أَبُو شِهَابٍ عَنْ إِسْمَاعِيلَ بْنِ أَبِي خَالِدٍ عَنْ قَيْسِ بْنِ أَبِي حَازِمٍ عَنْ جَرِيرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّكُمْ سَتَرَوْنَ رَبَّكُمْ عِيَانًا.
7435- Cerîr ibnu Abdullah -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Şübhesiz sizler Rabb'inizi ayan beyan göreceksiniz." (Hadisin geçtiği yer: 573, 4851, 7434, 7435, 7436)
٧٤۳٦- حَدَّثَنَا عَبْدَةُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا حُسَيْنٌ الْجُعْفِيُّ عَنْ زَائِدَةَ حَدَّثَنَا بَيَانُ بْنُ بِشْرٍ عَنْ قَيْسِ بْنِ أَبِي حَازِمٍ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ قَالَ خَرَجَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَيْلَةَ الْبَدْرِ فَقَالَ إِنَّكُمْ سَتَرَوْنَ رَبَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَمَا تَرَوْنَ هَذَا لَا تُضَامُونَ فِي رُؤْيَتِهِ.
7436- Cerîr ibnu Abdullah -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ayın ondördüncü gecesi bizim yanımıza çıktı da şöyle buyurdu: "Muhakkak ki sizler, şu dolunayı nasıl izdiham olmaksızın apaçık bir şekilde görüyorsanız, işte Rabbinizi de (kıyamet günü) öylece göreceksiniz." (Hadisin geçtiği yer: 573, 4851, 7434, 7435, 7436)
٧٤۳٧- حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ سَعْدٍ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَزِيدَ اللَّيْثِيِّ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ النَّاسَ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ هَلْ نَرَى رَبَّنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ هَلْ تُضَارُّونَ فِي الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ قَالُوا لَا يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ فَهَلْ تُضَارُّونَ فِي الشَّمْسِ لَيْسَ دُونَهَا سَحَابٌ قَالُوا لَا يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ فَإِنَّكُمْ تَرَوْنَهُ كَذَلِكَ يَجْمَعُ اللَّهُ النَّاسَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَيَقُولُ مَنْ كَانَ يَعْبُدُ شَيْئًا فَلْيَتْبَعْهُ فَيَتْبَعُ مَنْ كَانَ يَعْبُدُ الشَّمْسَ الشَّمْسَ وَيَتْبَعُ مَنْ كَانَ يَعْبُدُ الْقَمَرَ الْقَمَرَ وَيَتْبَعُ مَنْ كَانَ يَعْبُدُ الطَّوَاغِيتَ الطَّوَاغِيتَ وَتَبْقَى هَذِهِ الْأُمَّةُ فِيهَا شَافِعُوهَا أَوْ مُنَافِقُوهَا شَكَّ إِبْرَاهِيمُ فَيَأْتِيهِمْ اللَّهُ فَيَقُولُ أَنَا رَبُّكُمْ فَيَقُولُونَ هَذَا مَكَانُنَا حَتَّى يَأْتِيَنَا رَبُّنَا فَإِذَا جَاءَنَا رَبُّنَا عَرَفْنَاهُ فَيَأْتِيهِمْ اللَّهُ فِي صُورَتِهِ الَّتِي يَعْرِفُونَ فَيَقُولُ أَنَا رَبُّكُمْ فَيَقُولُونَ أَنْتَ رَبُّنَا فَيَتْبَعُونَهُ وَيُضْرَبُ الصِّرَاطُ بَيْنَ ظَهْرَيْ جَهَنَّمَ فَأَكُونُ أَنَا وَأُمَّتِي أَوَّلَ مَنْ يُجِيزُهَا وَلَا يَتَكَلَّمُ يَوْمَئِذٍ إِلَّا الرُّسُلُ وَدَعْوَى الرُّسُلِ يَوْمَئِذٍ اللَّهُمَّ سَلِّمْ سَلِّمْ وَفِي جَهَنَّمَ كَلَالِيبُ مِثْلُ شَوْكِ السَّعْدَانِ هَلْ رَأَيْتُمْ السَّعْدَانَ قَالُوا نَعَمْ يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ فَإِنَّهَا مِثْلُ شَوْكِ السَّعْدَانِ غَيْرَ أَنَّهُ لَا يَعْلَمُ مَا قَدْرُ عِظَمِهَا إِلَّا اللَّهُ تَخْطَفُ النَّاسَ بِأَعْمَالِهِمْ فَمِنْهُمْ الْمُوبَقُ بَقِيَ بِعَمَلِهِ أَوْ الْمُوثَقُ بِعَمَلِهِ وَمِنْهُمْ الْمُخَرْدَلُ أَوْ الْمُجَازَى أَوْ نَحْوُهُ ثُمَّ يَتَجَلَّى حَتَّى إِذَا فَرَغَ اللَّهُ مِنْ الْقَضَاءِ بَيْنَ الْعِبَادِ وَأَرَادَ أَنْ يُخْرِجَ بِرَحْمَتِهِ مَنْ أَرَادَ مِنْ أَهْلِ النَّارِ أَمَرَ الْمَلَائِكَةَ أَنْ يُخْرِجُوا مِنْ النَّارِ مَنْ كَانَ لَا يُشْرِكُ بِاللَّهِ شَيْئًا مِمَّنْ أَرَادَ اللَّهُ أَنْ يَرْحَمَهُ مِمَّنْ يَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ فَيَعْرِفُونَهُمْ فِي النَّارِ بِأَثَرِ السُّجُودِ تَأْكُلُ النَّارُ ابْنَ آدَمَ إِلَّا أَثَرَ السُّجُودِ حَرَّمَ اللَّهُ عَلَى النَّارِ أَنْ تَأْكُلَ أَثَرَ السُّجُودِ فَيَخْرُجُونَ مِنْ النَّارِ قَدْ امْتُحِشُوا فَيُصَبُّ عَلَيْهِمْ مَاءُ الْحَيَاةِ فَيَنْبُتُونَ تَحْتَهُ كَمَا تَنْبُتُ الْحِبَّةُ فِي حَمِيلِ السَّيْلِ ثُمَّ يَفْرُغُ اللَّهُ مِنْ الْقَضَاءِ بَيْنَ الْعِبَادِ وَيَبْقَى رَجُلٌ مِنْهُمْ مُقْبِلٌ بِوَجْهِهِ عَلَى النَّارِ هُوَ آخِرُ أَهْلِ النَّارِ دُخُولًا الْجَنَّةَ فَيَقُولُ أَيْ رَبِّ اصْرِفْ وَجْهِي عَنْ النَّارِ فَإِنَّهُ قَدْ قَشَبَنِي رِيحُهَا وَأَحْرَقَنِي ذَكَاؤُهَا فَيَدْعُو اللَّهَ بِمَا شَاءَ أَنْ يَدْعُوَهُ ثُمَّ يَقُولُ اللَّهُ هَلْ عَسَيْتَ إِنْ أَعْطَيْتُكَ ذَلِكَ أَنْ تَسْأَلَنِي غَيْرَهُ فَيَقُولُ لَا وَعِزَّتِكَ لَا أَسْأَلُكَ غَيْرَهُ وَيُعْطِي رَبَّهُ مِنْ عُهُودٍ وَمَوَاثِيقَ مَا شَاءَ فَيَصْرِفُ اللَّهُ وَجْهَهُ عَنْ النَّارِ فَإِذَا أَقْبَلَ عَلَى الْجَنَّةِ وَرَآهَا سَكَتَ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَسْكُتَ ثُمَّ يَقُولُ أَيْ رَبِّ قَدِّمْنِي إِلَى بَابِ الْجَنَّةِ فَيَقُولُ اللَّهُ لَهُ أَلَسْتَ قَدْ أَعْطَيْتَ عُهُودَكَ وَمَوَاثِيقَكَ أَنْ لَا تَسْأَلَنِي غَيْرَ الَّذِي أُعْطِيتَ أَبَدًا وَيْلَكَ يَا ابْنَ آدَمَ مَا أَغْدَرَكَ فَيَقُولُ أَيْ رَبِّ وَيَدْعُو اللَّهَ حَتَّى يَقُولَ هَلْ عَسَيْتَ إِنْ أُعْطِيتَ ذَلِكَ أَنْ تَسْأَلَ غَيْرَهُ فَيَقُولُ لَا وَعِزَّتِكَ لَا أَسْأَلُكَ غَيْرَهُ وَيُعْطِي مَا شَاءَ مِنْ عُهُودٍ وَمَوَاثِيقَ فَيُقَدِّمُهُ إِلَى بَابِ الْجَنَّةِ فَإِذَا قَامَ إِلَى بَابِ الْجَنَّةِ انْفَهَقَتْ لَهُ الْجَنَّةُ فَرَأَى مَا فِيهَا مِنْ الْحَبْرَةِ وَالسُّرُورِ فَيَسْكُتُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَسْكُتَ ثُمَّ يَقُولُ أَيْ رَبِّ أَدْخِلْنِي الْجَنَّةَ فَيَقُولُ اللَّهُ أَلَسْتَ قَدْ أَعْطَيْتَ عُهُودَكَ وَمَوَاثِيقَكَ أَنْ لَا تَسْأَلَ غَيْرَ مَا أُعْطِيتَ فَيَقُولُ وَيْلَكَ يَا ابْنَ آدَمَ مَا أَغْدَرَكَ فَيَقُولُ أَيْ رَبِّ لَا أَكُونَنَّ أَشْقَى خَلْقِكَ فَلَا يَزَالُ يَدْعُو حَتَّى يَضْحَكَ اللَّهُ مِنْهُ فَإِذَا ضَحِكَ مِنْهُ قَالَ لَهُ ادْخُلْ الْجَنَّةَ فَإِذَا دَخَلَهَا قَالَ اللَّهُ لَهُ تَمَنَّهْ فَسَأَلَ رَبَّهُ وَتَمَنَّى حَتَّى إِنَّ اللَّهَ لَيُذَكِّرُهُ يَقُولُ كَذَا وَكَذَا حَتَّى انْقَطَعَتْ بِهِ الْأَمَانِيُّ قَالَ اللَّهُ ذَلِكَ لَكَ وَمِثْلُهُ مَعَهُ.
7437-  Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: İnsanlar:
-Ey Allah'ın Rasûlü! Kıyamet günü Rabbimizi görecek miyiz? diye sordular. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-"Hiçbir bulut olmadığı zaman dolunayı görmede birbirinizle itişip kakışır mısınız? buyurdu.
-Hayır, ey Allah’ın Rasûlü, dediler. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-"Bulut olmadığı zaman güneşi görmede birbirinizle itişip kakışır mısınız? Diye sordu. Onlar da:
-Hayır ey Allah'ın Rasûlü! dediler. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İşte sizlerde Rabbinizi öylece göreceksiniz. Kıyamet günü insanlar toplanırlar ve Allah Azze ve Celle onlara der ki: Her kim neye tapıyor idiyse ona tabi olsun. Onlardan kimi güneşin kimisi ayın kimide tağutlara tâbi olur. Bu ümmet kalır ve içlerinde münafıklar vardır. Allah Azze ve Celle onlara gelip der ki: Ben sizin Rabbinizim. Onlar derler ki: Rabbimiz gelene kadar burası bizim mekânımızdır. Rabbimiz geldiğinde biz O’nu tanırız. Allah Azze ve Celle, onlara gelip der ki: Ben sizin Rabbinizim. Onlar sen, bizim rabbimizsin derler. Allah Azze ve Celle onları çağırır. Sırat köprüsü cehennemin orta yerine kurulur. Peygamberler içinde ümmetiyle ordan ilk geçecek ben olurum. O gün peygamberlerin sözü “ Allahumme sellim, sellim” ( Allahım selâmet ver, selâmet ver) Cehennemde sa’dân dikenine benzer kancalar vardır. Sizler sa’dân dikenini gördünüz mü? Evet dediler. O tıpkı sa’dân dikeni gibidir. Ancak, onun ne kadar büyük olduğunu Allah bilir. Bun kancalar, insanları amellerinden dolayı kaparlar. Onlardan kimi ameli sebebiyle helâk olur, kimi de hardal tanesi gibi ezildikten sonra kurtulur. Allah azze ve celle cehennem ehlinden rahmet etmek istediğinde meleklerine Allah’a ibadet edenleri çıkarmalarını emreder. Melekler onları çıkarırlar. Onları secde izlerinden tanırlar. Allah azze ve celle cehenneme secde izini yemeyi, onu yakmayı haram kılmıştır. Onlar cehennemden çıkarlar. Cehennem Adem oğullarının secde izi hariç bütününü yer. Bunlar cehennemden kavrulup kapkara olarak çıkarlar. Üzerlerine hayat suyu dökülür. Selin uğradığı tohum gibi biterler. Sonra Allah azze ve celle kulları arasında ki hükmünü tamamlar. Cennet ile Cehennem arasında bir adam kalır. O ise cehennem ehlinden cennete girecek olan sonuncu şahıstır. O şahıs, yüzü cehennem tarafına çevrilmiş bir halde der ki: Ey Rabbim! Yüzümü ateşten döndür. Onun kokusu beni zehirledi ve onun parlaklığı beni yakıyor. Allah azze ve celle der ki: Dediğin yapılırsa bundan başka bir şey istemeyecekmisin? Adam, izzetine yemin olsun ki hayır der. Allah azze ve celle o ahd ve misaktan ona dilediğini verir. Allah onun yüzünü cehennemden uzaklaştırır. O şahsın yüzü cennete döndürüldüğünde, cennetin görkemini cennet ehlinin sevincini görür. Allah’ın dilediği kadar susar. Sonra der ki: Ey Rabbım! Beni cennetin kapısına yaklaştır. Allah azze ve celle ona der ki: Daha önce istediğin şeyler dışında başka bir şey istemeyeceğine dair ahd ve mîsak vermemişmiydin? Adam dedi ki: Ey Rabbim! İnsanların en mutsuzu, sıkıntı çekeni ben olmayayım. Allah azze ve celle derki: Umarım bu istediğini verdiğimde, başka bir şey istemeyesin. Ahd ve mîsaktan dilediğini verir ve onu cennetin kapısına yaklaştırır. Cennetin kapısına geldiğinde, orada ki güzelliği, parıltı ve mutluluğu görür. Allah’ın susmasını dilediği kadar susar. Der ki: Ey Rabbim! Beni cennetine girdir. Allah Azze ve Celle der ki: Sana yazıklar olsun ey Âdemoğlu, sen ne sözünde durmaz kimsesin! Verdiğimden başka bir şey istemeyeceğine dair ben senden ahd ve mîsak almamış mıydım? Adam der ki: Ey Rabbim! Ben yarattıklarının en mutsuzu, en sıkıntı çekeni olmayayım. Onun bu sözünden dolayı Allah Azze ve Celle güler. Sonra o kimseye cennete girmesine izin verilir. Allah Azze ve Celle ona der ki: Temenni et, O’da temenni eder. Hatta onun temennileri, istekleri bitince Allah Azze ve Celle ona bunu ve bunu da iste diye ona hatırlatmada bulunur. İstekleri bitince Allah Teâlâ ona der ki: Bu istediklerin ve bununla beraber bir misli verildi." (Hadisin geçtiği yer: 806, 6573, 7437)
٧٤۳٨- قَالَ عَطَاءُ بْنُ يَزِيدَ وَأَبُو سَعِيدٍ الْخُدْرِيُّ مَعَ أَبِي هُرَيْرَةَ لَا يَرُدُّ عَلَيْهِ مِنْ حَدِيثِهِ شَيْئًا حَتَّى إِذَا حَدَّثَ أَبُو هُرَيْرَةَ أَنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى قَالَ ذَلِكَ لَكَ وَمِثْلُهُ مَعَهُ قَالَ أَبُو سَعِيدٍ الْخُدْرِيُّ وَعَشَرَةُ أَمْثَالِهِ مَعَهُ يَا أَبَا هُرَيْرَةَ قَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ مَا حَفِظْتُ إِلَّا قَوْلَهُ ذَلِكَ لَكَ وَمِثْلُهُ مَعَهُ قَالَ أَبُو سَعِيدٍ الْخُدْرِيُّ أَشْهَدُ أَنِّي حَفِظْتُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَوْلَهُ ذَلِكَ لَكَ وَعَشَرَةُ أَمْثَالِهِ قَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ فَذَلِكَ الرَّجُلُ آخِرُ أَهْلِ الْجَنَّةِ دُخُولًا الْجَنَّةَ.
7438-  Hadîsi Ebû Hureyre'den rivayet edenlerden biri olan Atâ ibnu Yezîd şöyle dedi: Ebû Hureyre bunu rivayet ederken Ebû Saîd el-Hudrî de oturuyor ve Ebû Hureyre'nin dediklerinden hiçbir şeyi değiştirme­ğe lüzum görmüyordu. "Bunların hepsi ve bir o kadar dahası senindir" sözüne gelince, Ebû Saîd el-Hudrî , Ebû Hureyre'ye: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Allah, bunların hepsi ve daha on misli senin­dir, buyuracaktır, demişti, ey Ebu Hureyre! dedi.
Ebû Hureyre de: Ben şehâdet ederim ki, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden yalnız “Bu ve bunun on misli senindir” ezberledim, dedi.
Ebû Saîd Hudrî de: Ben de şehâdet ederim ki, ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden, O'nun: "Bu­nun hepsi ve on misli de senindir" buyurduğunu ezberledim, dedi.
Ebû Hureyre: "İşte bu adam, cennet ehlinin cennete en son girecek olanıdır" demiştir. (Hadisin geçtiği yer: 22, 4581, 4919,6560, 6574, 7438, 7439.)
 
٧٤۳۹- حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ بُكَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ بْنُ سَعْدٍ عَنْ خَالِدِ بْنِ يَزِيدَ عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَبِي هِلَالٍ عَنْ زَيْدٍ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ قَالَ
قُلْنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ هَلْ نَرَى رَبَّنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ قَالَ هَلْ تُضَارُونَ فِي رُؤْيَةِ الشَّمْسِ وَالْقَمَرِ إِذَا كَانَتْ صَحْوًا قُلْنَا لَا قَالَ فَإِنَّكُمْ لَا تُضَارُونَ فِي رُؤْيَةِ رَبِّكُمْ يَوْمَئِذٍ إِلَّا كَمَا تُضَارُونَ فِي رُؤْيَتِهِمَا ثُمَّ قَالَ يُنَادِي مُنَادٍ لِيَذْهَبْ كُلُّ قَوْمٍ إِلَى مَا كَانُوا يَعْبُدُونَ فَيَذْهَبُ أَصْحَابُ الصَّلِيبِ مَعَ صَلِيبِهِمْ وَأَصْحَابُ الْأَوْثَانِ مَعَ أَوْثَانِهِمْ وَأَصْحَابُ كُلِّ آلِهَةٍ مَعَ آلِهَتِهِمْ حَتَّى يَبْقَى مَنْ كَانَ يَعْبُدُ اللَّهَ مِنْ بَرٍّ أَوْ فَاجِرٍ وَغُبَّرَاتٌ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ ثُمَّ يُؤْتَى بِجَهَنَّمَ تُعْرَضُ كَأَنَّهَا سَرَابٌ فَيُقَالُ لِلْيَهُودِ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ قَالُوا كُنَّا نَعْبُدُ عُزَيْرَ ابْنَ اللَّهِ فَيُقَالُ كَذَبْتُمْ لَمْ يَكُنْ لِلَّهِ صَاحِبَةٌ وَلَا وَلَدٌ فَمَا تُرِيدُونَ قَالُوا نُرِيدُ أَنْ تَسْقِيَنَا فَيُقَالُ اشْرَبُوا فَيَتَسَاقَطُونَ فِي جَهَنَّمَ ثُمَّ يُقَالُ لِلنَّصَارَى مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ فَيَقُولُونَ كُنَّا نَعْبُدُ الْمَسِيحَ ابْنَ اللَّهِ فَيُقَالُ كَذَبْتُمْ لَمْ يَكُنْ لِلَّهِ صَاحِبَةٌ وَلَا وَلَدٌ فَمَا تُرِيدُونَ فَيَقُولُونَ نُرِيدُ أَنْ تَسْقِيَنَا فَيُقَالُ اشْرَبُوا فَيَتَسَاقَطُونَ فِي جَهَنَّمَ حَتَّى يَبْقَى مَنْ كَانَ يَعْبُدُ اللَّهَ مِنْ بَرٍّ أَوْ فَاجِرٍ فَيُقَالُ لَهُمْ مَا يَحْبِسُكُمْ وَقَدْ ذَهَبَ النَّاسُ فَيَقُولُونَ فَارَقْنَاهُمْ وَنَحْنُ أَحْوَجُ مِنَّا إِلَيْهِ الْيَوْمَ وَإِنَّا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِي لِيَلْحَقْ كُلُّ قَوْمٍ بِمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ وَإِنَّمَا نَنْتَظِرُ رَبَّنَا قَالَ فَيَأْتِيهِمْ الْجَبَّارُ فِي صُورَةٍ غَيْرِ صُورَتِهِ الَّتِي رَأَوْهُ فِيهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ فَيَقُولُ أَنَا رَبُّكُمْ فَيَقُولُونَ أَنْتَ رَبُّنَا فَلَا يُكَلِّمُهُ إِلَّا الْأَنْبِيَاءُ فَيَقُولُ هَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ آيَةٌ تَعْرِفُونَهُ فَيَقُولُونَ السَّاقُ فَيَكْشِفُ عَنْ سَاقِهِ فَيَسْجُدُ لَهُ كُلُّ مُؤْمِنٍ وَيَبْقَى مَنْ كَانَ يَسْجُدُ لِلَّهِ رِيَاءً وَسُمْعَةً فَيَذْهَبُ كَيْمَا يَسْجُدَ فَيَعُودُ ظَهْرُهُ طَبَقًا وَاحِدًا ثُمَّ يُؤْتَى بِالْجَسْرِ فَيُجْعَلُ بَيْنَ ظَهْرَيْ جَهَنَّمَ قُلْنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا الْجَسْرُ قَالَ مَدْحَضَةٌ مَزِلَّةٌ عَلَيْهِ خَطَاطِيفُ وَكَلَالِيبُ وَحَسَكَةٌ مُفَلْطَحَةٌ لَهَا شَوْكَةٌ عُقَيْفَاءُ تَكُونُ بِنَجْدٍ يُقَالُ لَهَا السَّعْدَانُ الْمُؤْمِنُ عَلَيْهَا كَالطَّرْفِ وَكَالْبَرْقِ وَكَالرِّيحِ وَكَأَجَاوِيدِ الْخَيْلِ وَالرِّكَابِ فَنَاجٍ مُسَلَّمٌ وَنَاجٍ مَخْدُوشٌ وَمَكْدُوسٌ فِي نَارِ جَهَنَّمَ حَتَّى يَمُرَّ آخِرُهُمْ يُسْحَبُ سَحْبًا فَمَا أَنْتُمْ بِأَشَدَّ لِي مُنَاشَدَةً فِي الْحَقِّ قَدْ تَبَيَّنَ لَكُمْ مِنْ الْمُؤْمِنِ يَوْمَئِذٍ لِلْجَبَّارِ وَإِذَا رَأَوْا أَنَّهُمْ قَدْ نَجَوْا فِي إِخْوَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِخْوَانُنَا كَانُوا يُصَلُّونَ مَعَنَا وَيَصُومُونَ مَعَنَا وَيَعْمَلُونَ مَعَنَا فَيَقُولُ اللَّهُ تَعَالَى اذْهَبُوا فَمَنْ وَجَدْتُمْ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالَ دِينَارٍ مِنْ إِيمَانٍ فَأَخْرِجُوهُ وَيُحَرِّمُ اللَّهُ صُوَرَهُمْ عَلَى النَّارِ فَيَأْتُونَهُمْ وَبَعْضُهُمْ قَدْ غَابَ فِي النَّارِ إِلَى قَدَمِهِ وَإِلَى أَنْصَافِ سَاقَيْهِ فَيُخْرِجُونَ مَنْ عَرَفُوا ثُمَّ يَعُودُونَ فَيَقُولُ اذْهَبُوا فَمَنْ وَجَدْتُمْ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالَ نِصْفِ دِينَارٍ فَأَخْرِجُوهُ فَيُخْرِجُونَ مَنْ عَرَفُوا ثُمَّ يَعُودُونَ فَيَقُولُ اذْهَبُوا فَمَنْ وَجَدْتُمْ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ مِنْ إِيمَانٍ فَأَخْرِجُوهُ فَيُخْرِجُونَ مَنْ عَرَفُوا قَالَ أَبُو سَعِيدٍ فَإِنْ لَمْ تُصَدِّقُونِي فَاقْرَءُوا
﴿ إِنَّ اللَّهَ لَا يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ وَإِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا ﴾
 فَيَشْفَعُ النَّبِيُّونَ وَالْمَلَائِكَةُ وَالْمُؤْمِنُونَ فَيَقُولُ الْجَبَّارُ بَقِيَتْ شَفَاعَتِي فَيَقْبِضُ قَبْضَةً مِنْ النَّارِ فَيُخْرِجُ أَقْوَامًا قَدْ امْتُحِشُوا فَيُلْقَوْنَ فِي نَهَرٍ بِأَفْوَاهِ الْجَنَّةِ يُقَالُ لَهُ مَاءُ الْحَيَاةِ فَيَنْبُتُونَ فِي حَافَتَيْهِ كَمَا تَنْبُتُ الْحِبَّةُ فِي حَمِيلِ السَّيْلِ قَدْ رَأَيْتُمُوهَا إِلَى جَانِبِ الصَّخْرَةِ وَإِلَى جَانِبِ الشَّجَرَةِ فَمَا كَانَ إِلَى الشَّمْسِ مِنْهَا كَانَ أَخْضَرَ وَمَا كَانَ مِنْهَا إِلَى الظِّلِّ كَانَ أَبْيَضَ فَيَخْرُجُونَ كَأَنَّهُمْ اللُّؤْلُؤُ فَيُجْعَلُ فِي رِقَابِهِمْ الْخَوَاتِيمُ فَيَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ فَيَقُولُ أَهْلُ الْجَنَّةِ هَؤُلَاءِ عُتَقَاءُ الرَّحْمَنِ أَدْخَلَهُمْ الْجَنَّةَ بِغَيْرِ عَمَلٍ عَمِلُوهُ وَلَا خَيْرٍ قَدَّمُوهُ فَيُقَالُ لَهُمْ لَكُمْ مَا رَأَيْتُمْ وَمِثْلَهُ مَعَهُ.
7439- Ebû Saîd el-Hudrî -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Biz:
Ey Allah'ın Rasûlü! Kıyamet gününde bizler Rabb'imizi görecek miyiz? diye sorduk. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-"Sizler gökyüzünde bulut olmadığı zaman güneş ve ayı görmek için birbirinizle sıkışıp darlığa düşer misiniz?" buyurdu. Biz:
-Hayır sıkışmayız, dedik. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
-"Şübhesiz sîzler Güneş ile Ay'ı görmekte birbirinizle sıkışıp darlığa düşmediğiniz gibi, o gün Rabb'inizi görmekte de hiç birbiri­nizle sıkışıp darlığa düşmeyeceksiniz. Her bir kavmin dünyâda ibâdet edegeldiği şeye gitmesi için bir nidâcı nida eder. Bunun üzerine salibe (Haça) tapanlar salîbleriyle, putperestler putlarıyle, her bir mabudun sahibleri de kendi taptıkları şeylerle giderler. Nihayet iyi olsun, fâcir olsun, hak üzere kalan kitâb ehlinin kalanları olsun, Allah Teâlâ'ya ibâdet etmekte olanlar kalır. Sonra cehenneme getirilirler, cehennem onlara gösterilir ki, sanki cehennem onların nazarında birbirini kırıp geçiren bir serâbdır. Yahudiler'e:
-Sizler kime tapardınız? diye sorulacak. Onlar:
-Biz Allah'ın oğlu Uzeyr'e tapardık, diyecekler. Bunun üzerine onlara:
-Siz yalan söylüyorsunuz. Allah Teâlâ hiçbir eş, hiçbir oğul edinmiş değildir. Şimdi söyleyiniz, istediğiniz nedir? denilecek. O Yahudi taifesi de:
 -Yâ Rabbi! Bize su içirmeni istiyoruz, diyecekler. Onlara:
-Haydi içiniz! denilecek de onlar birbiri ardınca cehennemin içine dökülecekler. Sonra hıristiyanlara hitaben:
-Sizler kime tapıyordunuz? diye sorulacak. Onlar da:
-Biz Allah'ın oğlu Mesih'e tapardık, diyecekler. Bunun üzerine onlara:
-Siz yalan söylüyorsunuz. Allah Teâlâ hiçbir eş, hiçbir oğul edinmiş değildir. Şimdi söyleyiniz: Ne istiyorsunuz? denilecek. Onlar da:
-Bize su içirmeni istiyoruz, diyecekler. Onlara da:
-Haydin su içiniz! denilecek de birbiri ardınca cehennemin içine dökülecekler. Nihayet iyi olsun, fâcir olsun, Allah'a ibâdet etmekte olanlar ka­lır. Onlara da:
-İnsanlar hep gittikleri hâlde sizleri alıkoyan nedir? denilecek. Onlar:
-Biz şimdikinden ziyâde kendilerine muhtâç iken onlardan dün­yâda ayrılmıştık. Şimdi nasıl olur da onların arkasına takılırız? Biz bir münâdînin: Her kavim vaktiyle ibâdet ettiği ne idiyse ona kavuş­sun! diye nida ettiğini işittik. Ondan dolayı bizler Rabb'imizi bekle­yip duruyoruz! diyecekler”.
Dedi ki: “Meydanda kalan mü'minlere Cebbar olan Allah, on­lara ilk defa gördükleri tanıdıkları suretten başka bir surette gelecek de:
-Ben sizin Rabb'inizim! buyuracak. Onlar da:
-Sen bizim Rabb'imizsin! diyecekler.
Artık O'nunla peygamberlerden başkası konuşamaz. Allah Te­âlâ:
-Rabbinizi tanıyabilmek için aranızda bir alâmet var mıdır? diye soracak. Onlar:
-Evet, Sâk'tır! (İncik’tir) demeleri üzerine Allah Azze ve Celle Sâk’ını (inciğini) açacak.
Bunun üzerine her mümin Allah'a secde eder. Allah'a riya ve şöhret için secde eden kimseler kalır. Onlar da secde etmeye davra­nırlar. Fakat onun sırtı tek bir tahta gibi kaskatı bir tabakaya döner. Sonra köprü getirilir de cehennemin ortasına kurulur."
Biz: Ey Allah'ın Rasûlü! Köprü nedir? dedik. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ayakların kayacağı bir yerdir ki, üzerinde başları eğri de­mirden çengeller, dikenler; sert, keskin enli şeyler vardır. Bunların Necd'de olan ve sa'dân denilen dikenler gibi uçları kıvrık, eğri di­kenleri vardır. Müminlerin kimi onun üzerinden göz kırpacak ka­dar zaman içinde, kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr gibi, kimi iyi cins at ve develer gibi hızlıca geçerler. Bunların kimi sapsağlam, ol­duğu gibi kurtulur. Kimi tırmıklar içinde perişan olmuş olarak salı­verilir. Kimi de cehennem ateşi içine düşerler. Nihayet sonuncuları sürüklene sürüklene geçer, kurtulur. Bugünkü günde apâşîkâre olmuş hakkını kurtarmak için hiçbirinizin yalvarıp yakarma­sı, o dehşetli günde âsî mümin kardeşleri arasından çıkıp necat bulan müminlerin kalanlar için Cebbar Zul-Celâl hazretlerine yalvarıp ya­karmasına benzemez. Diyeceklerdir ki: Ey bizim Rabb'imiz, bu kalanlar bizim kardeşlerimizdir. Onlar bizimle beraber namaz kılar, oruç tutar, her türlü iyi işlerde bulu­nurlardı. Allah Teâlâ:
Haydin gidin, kalbinde bir dinar ağırlığınca imân ve yakin olan her kimi bulursanız, çıkarınız! buyuracak.
Allah Teâlâ onların suretlerini yakmayı ateşe haram edecektir. Artık bu şefaatçiler -yâhud kurtarılacak olanlar- kimi ayağının üstü­ne, kimi de yarı inciğine kadar ateşe gömülerek içeriye dalmış bulu­nacaklar. Tanıdıklarını çıkarıp dönecekler. Yine Allah Teâlâ:
Haydin bir daha gidin, kalbinde yarım dinar ağırlığınca iman olanları çıkarın! buyuracak.
Yine böyle olanlardan tanıdıklarını çıkarıp dönecekler. Yine Allah Teâlâ: Haydin bir daha gidin, kalbinde zerre ağırlığınca îmân ve ya­kın olan her kimi bulursanız, çıkarın! buyuracak.
Yine böyle olanlardan tanıdıklarını çıkaracaklar”.
Ebû Saîd -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Eğer bu dediğime inanmıyorsanız: «Allah, şüphesiz, zerre kadar haksızlık yapmaz. (Yapılan) bir iyilik olursa, onun karşılığını kat kat artırır ve ayrıca kendi katından son derece büyük mükâfat verir.» (Nisâ: 40) âyetini okuyun.
“Hâsılı peygamberler, melekler, mü'minlere şefaat etmiş bulu­nacaklar. Derken Allah Azze Ve Celle:
Artık sıra benim şefaatime geldi! buyuracak da ateşten bir kabza tutacak, yani bir kısım insanı toplayacak da simsiyah yanmış olan birtakım kavimleri dışarı çıkaracak, akabinde bunlar cennetin yolları üzerinde olup “Hayat Nehri denilen bir nehrin içine atılacak­lardır. Onlar o nehrin iki tarafında sel uğrağında biten yabanî reyhân tohumlarının çabucak bittiği gibi biteceklerdir. Sizler o yabanî reyhan tohumlarını taşın yanında, ağacın yanında görmüşsünüzdür. Onlardan güneşte olanları yeşildir, gölgede olanları da beyazdır. Sonra onlar Hayat Nehri'nden beyaz, parlak inciler gibi çıkacaklar, boyun­larına kendileriyle tanınacakları altın, gümüş çeşidinden yüzükler ta­kılır ve cennete girerler. Cennet ehli:
İşlenmiş hiçbir amelleri, geçmiş hiçbir hayır ve iyilikleri ol­madığı hâlde Allah’ın cennete girdirdiği âzâdlıkları işte bunlardır! di­yeceklerdir.
Sonra onlara:
Gözünüzün görebildiği sizindir, bir o kadarı daha sizindir! denilecektir." (Hadisin geçtiği yer: 22, 4581, 4919,6560, 6574, 7438, 7439.)
٧٤٤۰- وَقَالَ حَجَّاجُ بْنُ مِنْهَالٍ حَدَّثَنَا هَمَّامُ بْنُ يَحْيَى حَدَّثَنَا قَتَادَةُ عَنْ أَنَسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يُحْبَسُ الْمُؤْمِنُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حَتَّى يُهِمُّوا بِذَلِكَ فَيَقُولُونَ لَوْ اسْتَشْفَعْنَا إِلَى رَبِّنَا فَيُرِيحُنَا مِنْ مَكَانِنَا فَيَأْتُونَ آدَمَ فَيَقُولُونَ أَنْتَ آدَمُ أَبُو النَّاسِ خَلَقَكَ اللَّهُ بِيَدِهِ وَأَسْكَنَكَ جَنَّتَهُ وَأَسْجَدَ لَكَ مَلَائِكَتَهُ وَعَلَّمَكَ أَسْمَاءَ كُلِّ شَيْءٍ لِتَشْفَعْ لَنَا عِنْدَ رَبِّكَ حَتَّى يُرِيحَنَا مِنْ مَكَانِنَا هَذَا قَالَ فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ قَالَ وَيَذْكُرُ خَطِيئَتَهُ الَّتِي أَصَابَ أَكْلَهُ مِنْ الشَّجَرَةِ وَقَدْ نُهِيَ عَنْهَا وَلَكِنْ ائْتُوا نُوحًا أَوَّلَ نَبِيٍّ بَعَثَهُ اللَّهُ إِلَى أَهْلِ الْأَرْضِ فَيَأْتُونَ نُوحًا فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ وَيَذْكُرُ خَطِيئَتَهُ الَّتِي أَصَابَ سُؤَالَهُ رَبَّهُ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَكِنْ ائْتُوا إِبْرَاهِيمَ خَلِيلَ الرَّحْمَنِ قَالَ فَيَأْتُونَ إِبْرَاهِيمَ فَيَقُولُ إِنِّي لَسْتُ هُنَاكُمْ وَيَذْكُرُ ثَلَاثَ كَلِمَاتٍ كَذَبَهُنَّ وَلَكِنْ ائْتُوا مُوسَى عَبْدًا آتَاهُ اللَّهُ التَّوْرَاةَ وَكَلَّمَهُ وَقَرَّبَهُ نَجِيًّا قَالَ فَيَأْتُونَ مُوسَى فَيَقُولُ إِنِّي لَسْتُ هُنَاكُمْ وَيَذْكُرُ خَطِيئَتَهُ الَّتِي أَصَابَ قَتْلَهُ النَّفْسَ وَلَكِنْ ائْتُوا عِيسَى عَبْدَ اللَّهِ وَرَسُولَهُ وَرُوحَ اللَّهِ وَكَلِمَتَهُ قَالَ فَيَأْتُونَ عِيسَى فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ وَلَكِنْ ائْتُوا مُحَمَّدًا صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَبْدًا غَفَرَ اللَّهُ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ وَمَا تَأَخَّرَ فَيَأْتُونِي فَأَسْتَأْذِنُ عَلَى رَبِّي فِي دَارِهِ فَيُؤْذَنُ لِي عَلَيْهِ فَإِذَا رَأَيْتُهُ وَقَعْتُ سَاجِدًا فَيَدَعُنِي مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَدَعَنِي فَيَقُولُ ارْفَعْ مُحَمَّدُ وَقُلْ يُسْمَعْ وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ وَسَلْ تُعْطَ قَالَ فَأَرْفَعُ رَأْسِي فَأُثْنِي عَلَى رَبِّي بِثَنَاءٍ وَتَحْمِيدٍ يُعَلِّمُنِيهِ ثُمَّ أَشْفَعُ فَيَحُدُّ لِي حَدًّا فَأَخْرُجُ فَأُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ قَالَ قَتَادَةُ وَسَمِعْتُهُ أَيْضًا يَقُولُ فَأَخْرُجُ فَأُخْرِجُهُمْ مِنْ النَّارِ وَأُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ ثُمَّ أَعُودُ الثَّانِيَةَ فَأَسْتَأْذِنُ عَلَى رَبِّي فِي دَارِهِ فَيُؤْذَنُ لِي عَلَيْهِ فَإِذَا رَأَيْتُهُ وَقَعْتُ سَاجِدًا فَيَدَعُنِي مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَدَعَنِي ثُمَّ يَقُولُ ارْفَعْ مُحَمَّدُ وَقُلْ يُسْمَعْ وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ وَسَلْ تُعْطَ قَالَ فَأَرْفَعُ رَأْسِي فَأُثْنِي عَلَى رَبِّي بِثَنَاءٍ وَتَحْمِيدٍ يُعَلِّمُنِيهِ قَالَ ثُمَّ أَشْفَعُ فَيَحُدُّ لِي حَدًّا فَأَخْرُجُ فَأُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ قَالَ قَتَادَةُ وَسَمِعْتُهُ يَقُولُ فَأَخْرُجُ فَأُخْرِجُهُمْ مِنْ النَّارِ وَأُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ ثُمَّ أَعُودُ الثَّالِثَةَ فَأَسْتَأْذِنُ عَلَى رَبِّي فِي دَارِهِ فَيُؤْذَنُ لِي عَلَيْهِ فَإِذَا رَأَيْتُهُ وَقَعْتُ سَاجِدًا فَيَدَعُنِي مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَدَعَنِي ثُمَّ يَقُولُ ارْفَعْ مُحَمَّدُ وَقُلْ يُسْمَعْ وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ وَسَلْ تُعْطَهْ قَالَ فَأَرْفَعُ رَأْسِي فَأُثْنِي عَلَى رَبِّي بِثَنَاءٍ وَتَحْمِيدٍ يُعَلِّمُنِيهِ قَالَ ثُمَّ أَشْفَعُ فَيَحُدُّ لِي حَدًّا فَأَخْرُجُ فَأُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ قَالَ قَتَادَةُ وَقَدْ سَمِعْتُهُ يَقُولُ فَأَخْرُجُ فَأُخْرِجُهُمْ مِنْ النَّارِ وَأُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ حَتَّى مَا يَبْقَى فِي النَّارِ إِلَّا مَنْ حَبَسَهُ الْقُرْآنُ أَيْ وَجَبَ عَلَيْهِ الْخُلُودُ قَالَ ثُمَّ تَلَا هَذِهِ الْآيَةَ ﴿عَسَى أَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا ﴾ قَالَ وَهَذَا الْمَقَامُ الْمَحْمُودُ الَّذِي وُعِدَهُ نَبِيُّكُمْ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ.
7440- Enes -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Mü­minler kıyamet gününde alıkonulacakalr ve nihayet bu alıkonulma sebebiyle kederlenecekler. Derken: İçinde bulunduğumuz şu durumdan bizleri kurtarıp rahatlat­ması için Rabb'imize şefaat istesek, diyecekler.
Akabinde Âdem aleyhisselama gelecekler ve: Sen insanların babası olan Âdem'sin, Allah seni kendi eliyle yarattı, seni cennetine yerleştirdi, meleklerini sana secde ettirdi ve her bir şeyin isimlerini sana öğretti. Bulunduğumuz şu durumdan bizleri kurtarması için Rabb'in katında bizlere şefaat etmeni istiyoruz, diyecekler.
Âdem vaktiyle işlemiş olduğu o yasaklanmış ağaçtan yeme günâhını zikrederek: Ben buna ehil değilim, lâkin sizler Allah Teâlâ'nın bütün yer halkına göndermiş olduğu ilk resul olan Nûh’a gidin, diyecek.
Sonra onlar Nûh'a gelecekler. O da evvelce işlemiş olduğu ilimsiz olarak Rabb'inden isteme günâhını zikrederek[1820]:
Ben buna ehil değilim. Lâkin sizler Halîlur-Rahmân olan İbrâhîm aleyhisselama gidin, diyecek.
Akabinde insanlar İbrahim'e gelecekler. O da vak­tiyle yalan şeklinde söylemiş olduğu üç sözünü zikrederek:
Ben buna ehil değilim. Lâkin sizler Allah’ın kendisine Tevrat verdiği, kelâm ettiği ve fısıldaşarak konuşmak için kendisine yaklaş­tırdığı bir kul olan Musa'ya gidin, diyecek.
Akabinde insanlar Musa'ya gelecekler. Oda vaktiyle işlemiş olduğu insan öldürme günâhını zikrederek:
Ben buna ehil değilim. Lâkin sizler Allah'ın Kulu, Rasûlu, Allah'ın Ruhu ve Kelimesi olan İsâ'ya gidin, diyecek.
Bunun üzerine insanlar İsâ'ya gelecekler, O da:
Ben bunun ehli değilim, fakat sizler, Allah'ın geçmiş ve geri kalmış günâhlarını mağfiret etmiş olduğu bir kul olan Muhammed'e gidin, diyecek.
Bunun üzerine insanlar bana gelecekler. Ben gider, O'nun cen­neti içinde Rabb'imin huzuruna girme izni isterim. Bana izin verilir. Rabb'imi gördüğüm zaman O'nun için secdeye kapanırım. Allah be­ni bırakmak istediği kadar bu vaziyette bırakır. Sonra:
Başını kaldır ey Muhammed! Söyle, sözün dinlenir; şefaat et, şefaatin kabul edilir; iste, sana verilir! buyurur. Ben secdeden başımı kaldırırım da Rabb'imin bana öğreteceği sena ve hamd ile Rabb'ime sena ve hamd ede­rim. Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır koyar. Ben O'nun cennetindeki buluşma yerinden dışarı çıkarım da o insanları cennete sokarım”.
Katâde şöyle dedi: Ben yine Enes'ten işittim, şöyle diyordu: “Ben O'nun cennetindeki buluşma yerinden dışarı çıkarım da artık o insanları ateşten çıkarır ve cennete gir­diririm. Sonra döner, O'nun cenneti içinde Rabb'imin huzuruna izin isterim. Bana izin verilir. Ben Rabb'imi gördüğüm zaman secdeye ka­panırım. Allah beni o vaziyette bırakmak istediği kadar bırakır. Sonra:
Kalk, Muhammed! Söyle, sözün dinlenir; şefâet et, şefaatin kabul edilir; iste, sana verilir! buyurur. Ben başımı kaldırır, Rabb'imin bana öğre­teceği sena ve tahmîd ile Rabb'ime sena eder, hamd ederim. Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır tayin buyu­rur. Akabinde ben çıkarım da o insanları cennete koyarım. Ben çı­karım. Akabinde o insanları ateşten çıkarır, cennete girdiririm. Son­ra üçüncü defa dönerim de cennetinde Rabb'imin huzuruna izin isterim. Bana izin verilir. Ben Rabb'imi görünce secdeye kapanırım. Allah beni o vaziyette bırakmak istediği kadar bırakır. Sonra:
Kalk, Muhammed! Söyle, sözün işitilir. Şefaat et, şefaatin ka­bul olunur, iste, isteğin verilir! buyurur. Bunun üzerine ben başımı secdeden kaldı­rır, Rabb'imin bana öğreteceği sena ve tahmîd ile Rabb'ime sena ve hamd ederim. Sonra şefaat ederim. Bana bir sınır tayin buyurur. Aka­binde çıkar, o sınır içindeki insanları cennete girdiririm. Aka­binde ben çıkarım da o insanları ateşten çıkarır, cennete girdiririm. Nihayet ateşte Kurân’ın alıkoyduğu, yani kendilerine hulûd (devamlı azâb) vâcib olan kimselerden başkası kalmaz.”
Sonra şu âyeti okudu: «Rabbin seni övülecek bir makama yükseltir.» (İsrâ: 79)
İşte, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin bize vaad edilmiş olan “Makamul-Mahmûd” budur! (Hadisin geçtiği yer: 44, 4476, 6565, 7410, 7440, 7509, 7510, 7516.)
٧٤٤۱- حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ سَعْدِ بْنِ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنِي عَمِّي حَدَّثَنَا أَبِي عَنْ صَالِحٍ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ قَالَ حَدَّثَنِي أَنَسُ بْنُ مَالِكٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَرْسَلَ إِلَى الْأَنْصَارِ فَجَمَعَهُمْ فِي قُبَّةٍ وَقَالَ لَهُمْ اصْبِرُوا حَتَّى تَلْقَوْا اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنِّي عَلَى الْحَوْضِ.
7441- Enes ibnu Mâlik -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Hevâzin ganimetlerini taksim ettiği zaman Ensâr'a haber gönderip, onları yuvarlak bir Arab çadırı içinde top­ladı. (Konuşmasının sonunda) onlara şöyle buyurdu: "Sizler Allah'a ve Rasûlü'ne kavuşuncaya kadar sabrediniz. Şübhesiz ben havz başında olacağım." (Hadisin geçtiği yer: 2043, 3144, 3146, 4320, 6697)
٧٤٤۲- حَدَّثَنِي ثَابِتُ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ ابْنِ جُرَيْجٍ عَنْ سُلَيْمَانَ الْأَحْوَلِ عَنْ طَاوُسٍ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا تَهَجَّدَ مِنْ اللَّيْلِ قَالَ اللَّهُمَّ رَبَّنَا لَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ قَيِّمُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَنْ فِيهِنَّ وَلَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ نُورُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَنْ فِيهِنَّ أَنْتَ الْحَقُّ وَقَوْلُكَ الْحَقُّ وَوَعْدُكَ الْحَقُّ وَلِقَاؤُكَ الْحَقُّ وَالْجَنَّةُ حَقٌّ وَالنَّارُ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ حَقٌّ اللَّهُمَّ لَكَ أَسْلَمْتُ وَبِكَ آمَنْتُ وَعَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْكَ خَاصَمْتُ وَبِكَ حَاكَمْتُ فَاغْفِرْ لِي مَا قَدَّمْتُ وَمَا أَخَّرْتُ وَأَسْرَرْتُ وَأَعْلَنْتُ وَمَا أَنْتَ أَعْلَمُ بِهِ مِنِّي لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَقَالَ أَبُو عَبْد اللَّهِ قَالَ قَيْسُ بْنُ سَعْدٍ وَأَبُو الزُّبَيْرِ عَنْ طَاوُسٍ قَيَّامُ وَقَالَ مُجَاهِدٌ ﴿ الْقَيُّومُ ﴾ الْقَائِمُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَقَرَأَ عُمَرُ الْقَيَّامُ وَكِلَاهُمَا مَدْحٌ.
7442- İbnu Abbas -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem teheccüd namazı için gece kalktığında şöyle derdi:
“Allahım! Hamd sanadır. Sen yerin, göklerin ve ikisi arasındakilerin Kayyumsun. Hamd sanadır. Yeri, göklerin ve ikisi arasındakilerin mülkü senindir. Hamd sanadır. Sen yerin ve göklerin nûrusun. (Yeri ve gökleri nurlandıransın ve o ikisinde bulunanlar seninle doğru yolu bulurlar.) Hamd sanadır. Yerin ve göklerin mülkü senindir. Hamd sanadır. Sen haksın. (Varlığın gerçektir ve bunda hiçbir şüphe yoktur) Senin vadin haktır (Vadin muhakkak gerçekleşir) Ölümden sonra dirilmek haktır. Senin sözün haktır. Cennet haktır. Cehennem haktır. Peygamberler haktır. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem haktır. Kıyamet günü haktır.
Allahım! Sana teslim oldum, sana iman ettim, sana tevekkül ettim, sana yöneldim, bana verdiğin delillerle mücadele ettim ve aramızda seni hakem tayin ettim. Geçmiş ve gelecek, gizlediğim ve açığa vurduğum günahlarımı bağışla. Sen Mukaddim ve Muahhirsin. Senden başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilâh yoktur.”
Sufyan dedi ki: Abdulkerim Ebu Umeyye “Allah’ın dışında güç ve kuvvet sahibi yoktur.” Lafzını ziyade etmiştir. (Hadisin geçtiği yer: 1120, 7385, 7442, 7499)
٧٤٤۳- حَدَّثَنَا يُوسُفُ بْنُ مُوسَى حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ حَدَّثَنِي الْأَعْمَشُ عَنْ خَيْثَمَةَ عَنْ عَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ إِلَّا سَيُكَلِّمُهُ رَبُّهُ لَيْسَ بَيْنَهُ وَبَيْنَهُ تُرْجُمَانٌ وَلَا حِجَابٌ يَحْجُبُهُ.
7443- Adiy ibnu Hatim -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Siz­den her bir kimseye Rabb'i arada bir tercüman ve Rabbini görmek­ten perdeleyen bir hicâb olmaksızın, muhakkak konuşacaktır." (Hadisin geçtiği yer: 1413, 1417, 3595, 6023, 6539, 6540, 6563, 7443, 7512)
٧٤٤٤- حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ عَبْدِ الصَّمَدِ عَنْ أَبِي عِمْرَانَ عَنْ أَبِي بَكْرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ قَيْسٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ جَنَّتَانِ مِنْ فِضَّةٍ آنِيَتُهُمَا وَمَا فِيهِمَا وَجَنَّتَانِ مِنْ ذَهَبٍ آنِيَتُهُمَا وَمَا فِيهِمَا وَمَا بَيْنَ الْقَوْمِ وَبَيْنَ أَنْ يَنْظُرُوا إِلَى رَبِّهِمْ إِلَّا رِدَاءُ الْكِبْرِ عَلَى وَجْهِهِ فِي جَنَّةِ عَدْنٍ.
7444- Abdullah ibnu Kays -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "İki cennet vardır ki, bunların kapları ve içlerinde bulunan şeyler hep gümüş­tendir. İki cennet daha vardır ki onun da kapları ve içinde bulunan şeyler altındandır. Adn cennetindeki cennetliklerle bun­ların kendi Rablerine bakmaları arasında, Allah'ın vechi üzerinde­ki büyüklük ridâsından başka bir şey bulunmayacaktır." (Hadisin geçtiği yer: 4878, 4880, 7444)
٧٤٤٥- حَدَّثَنَا الْحُمَيْدِيُّ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْمَلِكِ بْنُ أَعْيَنَ وَجَامِعُ بْنُ أَبِي رَاشِدٍ عَنْ أَبِي وَائِلٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ اقْتَطَعَ مَالَ امْرِئٍ مُسْلِمٍ بِيَمِينٍ كَاذِبَةٍ لَقِيَاللَّهَ وَهُوَ عَلَيْهِ غَضْبَانُ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ ثُمَّ قَرَأَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِصْدَاقَهُ مِنْ كِتَابِ اللَّهِ جَلَّ ذِكْرُهُ ﴿ إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللَّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلًا أُولَئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْآخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمْ اللَّهُ ﴾ الْآيَةَ.
7445- Abdullah ibnu Mesud -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Bir kimse, bir Müslüman’ın malını yalan yere yemin ederek alırsa Kıyamet günü Allah, kendisini öfkeli olarak karşılar."
Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kendi sözünü tasdik edici olarak Allah Azze ve Celle’nin şu âyetini okudu:
« Allah’a olan ahidlerinî ve yeminlerini  az bir ücret mukabili satanlar…İşte böyleleri için âhirette hiçbir nasib yoktur. Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak, ne yüzlerine bakacak ve ne de onları temize çıkaracaktır. Onlar için şiddetli bir azab vardır.» (Âl-i İmrân: 77) (Hadisin geçtiği yer:  2416, 2515, 2666, 2669, 2673, 2676, 4549, 6659, 6676, 7183, 7445)
٧٤٤٦- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ عَمْرٍو عَنْ أَبِي صَالِحٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ ثَلَاثَةٌ لَا يُكَلِّمُهُمْ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَا يَنْظُرُ إِلَيْهِمْ رَجُلٌ حَلَفَ عَلَى سِلْعَةٍ لَقَدْ أَعْطَى بِهَا أَكْثَرَ مِمَّا أَعْطَى وَهُوَ كَاذِبٌ وَرَجُلٌ حَلَفَ عَلَى يَمِينٍ كَاذِبَةٍ بَعْدَ الْعَصْرِ لِيَقْتَطِعَ بِهَا مَالَ امْرِئٍ مُسْلِمٍ وَرَجُلٌ مَنَعَ فَضْلَ مَاءٍ فَيَقُولُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ الْيَوْمَ أَمْنَعُكَ فَضْلِي كَمَا مَنَعْتَ فَضْلَ مَا لَمْ تَعْمَلْ يَدَاكَ.
7446- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Üç kişi vardır ki Kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz ve onlara bakmaz: Malına daha fazla değer kazandırmak için, müşterinin verdiğinden daha fazla bedel vermiş olduğuna yalancı olarak yemîn eden kimse. Malını pazara ikindiden sonra getirip, bir Müslüman’ın malını almak için yalan yere yemin eden kimse. Fazla suyunu, suya ihtiyacı olan kimselere esirgeyip vermeyen kimse. Allah  kıyamet gününde o kimseye şöyle der:  Tıpkı senin ellerinle çalışıp çıkarmadığın yani yerden kendiliğinden kaynayan suyu, ihtiyacı olan insanlara vermediğin gibi, bugün de ben fazlı-keremimi senden esirgiyorum. (Hadisin geçtiği yer: 2358, 2369, 2672, 7212, 7446)
٧٤٤٧- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ حَدَّثَنَا أَيُّوبُ عَنْ مُحَمَّدٍ عَنْ ابْنِ أَبِي بَكْرَةَ عَنْ أَبِي بَكْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ الزَّمَانُ قَدْ اسْتَدَارَ كَهَيْئَتِهِ يَوْمَ خَلَقَ اللَّهُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ السَّنَةُ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا مِنْهَا أَرْبَعَةٌ حُرُمٌ ثَلَاثٌ مُتَوَالِيَاتٌ ذُو الْقَعْدَةِ وَذُو الْحَجَّةِ وَالْمُحَرَّمُ وَرَجَبُ مُضَرَ الَّذِي بَيْنَ جُمَادَى وَشَعْبَانَ أَيُّ شَهْرٍ هَذَا قُلْنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ فَسَكَتَ حَتَّى ظَنَنَّا أَنَّهُ يُسَمِّيهِ بِغَيْرِ اسْمِهِ قَالَ أَلَيْسَ ذَا الْحَجَّةِ قُلْنَا بَلَى قَالَ أَيُّ بَلَدٍ هَذَا قُلْنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ فَسَكَتَ حَتَّى ظَنَنَّا أَنَّهُ سَيُسَمِّيهِ بِغَيْرِ اسْمِهِ قَالَ أَلَيْسَ الْبَلْدَةَ قُلْنَا بَلَى قَالَ فَأَيُّ يَوْمٍ هَذَا قُلْنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ فَسَكَتَ حَتَّى ظَنَنَّا أَنَّهُ سَيُسَمِّيهِ بِغَيْرِ اسْمِهِ قَالَ أَلَيْسَ يَوْمَ النَّحْرِ قُلْنَا بَلَى قَالَ فَإِنَّ دِمَاءَكُمْ وَأَمْوَالَكُمْ قَالَ مُحَمَّدٌ وَأَحْسِبُهُ قَالَ وَأَعْرَاضَكُمْ عَلَيْكُمْ حَرَامٌ كَحُرْمَةِ يَوْمِكُمْ هَذَا فِي بَلَدِكُمْ هَذَا فِي شَهْرِكُمْ هَذَا وَسَتَلْقَوْنَ رَبَّكُمْ فَيَسْأَلُكُمْ عَنْ أَعْمَالِكُمْ أَلَا فَلَا تَرْجِعُوا بَعْدِي ضُلَّالًا يَضْرِبُ بَعْضُكُمْ رِقَابَ بَعْضٍ أَلَا لِيُبْلِغْ الشَّاهِدُ الْغَائِبَ فَلَعَلَّ بَعْضَ مَنْ يَبْلُغُهُ أَنْ يَكُونَ أَوْعَى لَهُ مِنْ بَعْضِ مَنْ سَمِعَهُفَكَانَ مُحَمَّدٌ إِذَا ذَكَرَهُ قَالَ صَدَقَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُمَّ قَالَ أَلَا هَلْ بَلَّغْتُ أَلَا هَلْ بَلَّغْتُ.
7447-  Ebû Bekre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi:
 
Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem bizlere kurban bayramının birinci günü  hutbe verdi.
Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem : "Bugünün hangi gün olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu.
Biz: Allah ve Rasûlü en iyi bilir, dedik.
Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem bir süre sustu. Öyle ki biz Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellemin bu güne farklı bir isim vereceğini sandık.
Sonra Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem: "Bu gün, kurban kesme günü değil mi?" diye sordu.
Biz: Evet, dedik.                                                                    
Sonra, Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem: "Bu ay hangi aydır?" diye sordu.
Biz: Allah ve Rasûlü en iyi bilir, dedik.
Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem bir süre sustu. Biz, Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellemin bu aya farklı bir isim vereceğini zannettik.
Sonra Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem: "Bu ay, Zul-Hicce değil mi?" diye sordu.
Biz: Evet, dedik.
Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem: "Bu belde hangi beldedir?" diye sordu.
Biz: Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dedik.
Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem bir süre sustu. Biz, onun bu beldeye farklı bir isim vereceğini zannettik.
Sonra Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem: "Burası haram belde değil mi?" diye sordu.
Biz: Evet Haram beldedir, dedik.
Bunun üzerine: Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem: "İçinde bulunduğunuz bu gününüzün, bu beldenizin (Mekke) ve bu ayınızın haram oluşu gibi, kanlarınız, canlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da sizlere haramdır. Dikkat edin, bunları size tebliğ ettim mi?" diye sordu. Ashab: Evet, tebliğ ettin, dediler.
Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah'ım şahit ol! Burada bulunanlar, burada bulunmayanlara söz­lerimi aktarsınlar. Öyle kimseler vardır ki anlatandan daha anlayışlı olabilir.
Bundan sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Dikkat edin: Tebliğ ettim mi? Dikkat edin: Tebliğ ettim mi?" diye iki kere sordu. (Hadisin geçtiği yer: 67, 105, 1741, 3197, 4406, 4662, 5550, 7078, 7447)
٢٥-بَاب مَا جَاءَ فِي قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ إِنَّ رَحْمَةَ اللَّهِ قَرِيبٌ مِنْ الْمُحْسِنِينَ﴾
٧٤٤۸- حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَاحِدِ حَدَّثَنَا عَاصِمٌ عَنْ أَبِي عُثْمَانَ عَنْ أُسَامَةَ قَالَ كَانَ ابْنٌ لِبَعْضِ بَنَاتِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقْضِي فَأَرْسَلَتْ إِلَيْهِ أَنْ يَأْتِيَهَا فَأَرْسَلَ إِنَّ لِلَّهِ مَا أَخَذَ وَلَهُ مَا أَعْطَى وَكُلٌّ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى فَلْتَصْبِرْ وَلْتَحْتَسِبْ فَأَرْسَلَتْ إِلَيْهِ فَأَقْسَمَتْ عَلَيْهِ فَقَامَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَقُمْتُ مَعَهُ وَمُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ وَأُبَيُّ بْنُ كَعْبٍ وَعُبَادَةُ بْنُ الصَّامِتِ فَلَمَّا دَخَلْنَا نَاوَلُوا رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الصَّبِيَّ وَنَفْسُهُ تَقَلْقَلُ فِي صَدْرِهِ حَسِبْتُهُ قَالَ كَأَنَّهَا شَنَّةٌ فَبَكَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ أَتَبْكِي فَقَالَ إِنَّمَا يَرْحَمُ اللَّهُ مِنْ عِبَادِهِ الرُّحَمَاءَ.
7448- Usâme ibnu Zeyd -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin kızı Zeyneb, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme: Oğlum öldü, benim yanıma gel, diye haber yolladı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ona birini gönderip selam yolladı ve şöyle buyurdu:
"Veren de alan da Allah’tır. Herkesin ömrü Allah’ın katında belirli bir zamana kadardır. Sabret ve sabrın karşılığını Allah’tan dile."
Bu defa Zeyneb, muhakkak gelmesi için yemin etti. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem beraberinde Sa’d ibnu Ubâde, Muaz ibnu Cebel, Ubey ibnu Ka’b ve Zeyd ibnu Sâbit ve başkalarıyla Zeyneb’in yanına geldiler. Çocuk Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme verildi. Çocuk can çekişmede idi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin gözleri yaşardı. Sa’d dedi ki:
-Bu gözyaşı da nedir ey Allah’ın Rasûlü? Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bu, Allah’ın kullarının kalplerine koyduğu bir rahmettir. Allah, ancak merhametli kullarına rahmet eder." (Hadisin geçtiği yer: 1284, 5655, 6602, 6655, 7377, 7448)
٧٤٤۹- حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ سَعْدِ بْنِ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ حَدَّثَنَا أَبِي عَنْ صَالِحِ بْنِ كَيْسَانَ عَنْ الْأَعْرَجِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ اخْتَصَمَتْ الْجَنَّةُ وَالنَّارُ إِلَى رَبّهِمَا فَقَالَتْ الْجَنَّةُ يَا رَبِّ مَا لَهَا لَا يَدْخُلُهَا إِلَّا ضُعَفَاءُ النَّاسِ وَسَقَطُهُمْ وَقَالَتْ النَّارُ يَعْنِي أُوثِرْتُ بِالْمُتَكَبِّرِينَ فَقَالَ اللَّهُ تَعَالَى لِلْجَنَّةِ أَنْتِ رَحْمَتِي وَقَالَ لِلنَّارِ أَنْتِ عَذَابِي أُصِيبُ بِكِ مَنْ أَشَاءُ وَلِكُلِّ وَاحِدَةٍ مِنْكُمَا مِلْؤُهَا قَالَ فَأَمَّا الْجَنَّةُ فَإِنَّ اللَّهَ لَا يَظْلِمُ مِنْ خَلْقِهِ أَحَدًا وَإِنَّهُ يُنْشِئُ لِلنَّارِ مَنْ يَشَاءُ فَيُلْقَوْنَ فِيهَا فَ ﴿ تَقُولُ هَلْ مِنْ مَزِيدٍ ﴾ ثَلَاثًا حَتَّى يَضَعَ فِيهَا قَدَمَهُ فَتَمْتَلِئُ وَيُرَدُّ بَعْضُهَا إِلَى بَعْضٍ وَتَقُولُ قَطْ قَطْ قَطْ.
7449- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
 
"Cennet ve cehennem birbirleriyle münâkaşa ettiler. Cehennem şöyle dedi:
-Ben dünyada iken büyüklenen ve zorbalar için tahsis ettim.
Cennet de şöyle dedi:
-Bana ne oldu ki, bana insanların yalnız zayıfları ve dünyada iken insanlar katında değersizleri gi­riyor?
Allah Tebâreke ve Teâlâ cennete şöyle der:
-Sen benim rahmetimsin, ben seninle kullarımdan dilediğime rahmet ederim.
Allah Azze ve Celle cehenneme de şöyle der:
-Sen ancak bir azabsın ve ben seninle kullarımdan dilediğime azab ederim.
Cennet ve cehennemden her birini dolmak hakkı vardır. Cennete ge­lince, Allah Azze ve Celle, onun için onun boşluklarını doldur­mak için yeniden birtakım halk yaratır. Allah Azze ve Celle yarattıklarından hiç birine zulmetmez. Fa­kat cehennem dolmak bilmez, en sonu Allah ona ayağını koyar. İşte o zaman cehennem dolar ve bâzısı bâzısına büzülür. O da:  yeter, yeter, yeter, der." (Hadisin geçtiği yer: 4849, 4850, 7449)
٧٤٥۰ - حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ عُمَرَ حَدَّثَنَا هِشَامٌ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَنَسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لَيُصِيبَنَّ أَقْوَامًا سَفْعٌ مِنْ النَّارِ بِذُنُوبٍ أَصَابُوهَا عُقُوبَةً ثُمَّ يُدْخِلُهُمْ اللَّهُ الْجَنَّةَ بِفَضْلِ رَحْمَتِهِ يُقَالُ لَهُمْ الْجَهَنَّمِيُّونَ.
وَقَالَ هَمَّامٌ حَدَّثَنَا قَتَادَةُ حَدَّثَنَا أَنَسٌ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
.
7450- Enes ibnu Mâlik -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi:  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Bir topluluk, üzerlerinde yanık izi olduğu halde cehennemden çıkacak ve cennete girecekler. Onlara: “Cehennemlikler” denilecektir." (Hadisin geçtiği yer: 6559, 7450) 
 
٢٦-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ إِنَّ اللَّهَ يُمْسِكُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ أَنْ تَزُولَا ﴾
 
«Yerlerinden oynamamaları için gökleri ve yeri Allah tutmaktadır.» (Fâtir: 41)
٧٤٥١- حَدَّثَنَا مُوسَى حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ الْأَعْمَشِ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عَلْقَمَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ جَاءَ حَبْرٌ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا مُحَمَّدُ إِنَّ اللَّهَ يَضَعُ السَّمَاءَ عَلَى إِصْبَعٍ وَالْأَرْضَ عَلَى إِصْبَعٍ وَالْجِبَالَ عَلَى إِصْبَعٍ وَالشَّجَرَ وَالْأَنْهَارَ عَلَى إِصْبَعٍ وَسَائِرَ الْخَلْقِ عَلَى إِصْبَعٍ ثُمَّ يَقُولُ بِيَدِهِ أَنَا الْمَلِكُ فَضَحِكَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَقَالَ ﴿ وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ ﴾.
7451- Abdullah ibnu Mesud -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına yahûdî hahamlarından bir haham geldi ve şöyle dedi:
-Ey Muhammed! Allah gökleri bir parmağında, yer tabakalarını bir parmağında, bütün ağaçları bir parmağında, suları ve toprakları bir parmağında, diğer mahlûkları da bir parmağında tuta­r ve sonra da eliyle işaret ederek: Melik benim, der.
Haham’ın Tevrat’tan naklettiği bu sözlerine karşılık Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onun bu sözlerini doğrular mahiyette azı dişleri gözükecek şekilde tebessüm etti. Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şu âyeti okudu: «Allah'ı gerektiği gibi takdir edememişlerdir.» (Zumer: 67) (Hadisin geçtiği yer: 4811, 7414, 7415, 7451, 7513)
٢۷-بَاب مَا جَاءَ فِي تَخْلِيقِ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَغَيْرِهَا مِنْ الْخَلَائِقِ
وَهُوَ فِعْلُ الرَّبِّ تَبَارَكَ وَتَعَالَى وَأَمْرُهُ فَالرَّبُّ بِصِفَاتِهِ وَفِعْلِهِ وَأَمْرِهِ وَكَلَامِهِ وَهُوَ الْخَالِقُ الْمُكَوِّنُ غَيْرُ مَخْلُوقٍ وَمَا كَانَ بِفِعْلِهِ وَأَمْرِهِ وَتَخْلِيقِهِ وَتَكْوِينِهِ فَهُوَ مَفْعُولٌ مَخْلُوقٌ مُكَوَّنٌ.
Yaratma, Rab Tebarake ve Teâlâ’nın fiili ve emridir. Rab, sıfatları, fiili, emri ve kelâmıyla yaratıcıdır, meydana getirendir; mahlûk değildir. O'nun fiili, emri, yaratması ve tekvini ile olan şeyler ise mefûldür, mahlûktur, mükevvendir.
٧٤٥۲- حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ أَبِي مَرْيَمَ أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ جَعْفَرٍ أَخْبَرَنِي شَرِيكُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي نَمِرٍ عَنْ كُرَيْبٍ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ بِتُّ فِي بَيْتِ مَيْمُونَةَ لَيْلَةً وَالنَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عِنْدَهَا لِأَنْظُرَ كَيْفَ صَلَاةُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِاللَّيْلِ فَتَحَدَّثَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَعَ أَهْلِهِ سَاعَةً ثُمَّ رَقَدَ فَلَمَّا كَانَ ثُلُثُ اللَّيْلِ الْآخِرُ أَوْ بَعْضُهُ قَعَدَ فَنَظَرَ إِلَى السَّمَاءِ فَقَرَأَ ﴿ إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ﴾ إِلَى قَوْلِهِ ﴿ لِأُولِي الْأَلْبَابِ ﴾ ثُمَّ قَامَ فَتَوَضَّأَ وَاسْتَنَّ ثُمَّ صَلَّى إِحْدَى عَشْرَةَ رَكْعَةً ثُمَّ أَذَّنَ بِلَالٌ بِالصَّلَاةِ فَصَلَّى رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ خَرَجَ فَصَلَّى لِلنَّاسِ الصُّبْحَ.
7452- Abdullah ibnu Abbâs -Allah ondan ve babasından razı olsun- şöyle dedi: Ben teyzem Meymûne'nin yanında kaldım. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ailesi ile bir müddet konuştu. Sonra uyudu. Gecenin son üçte biri olunca uyandı, gökyüzüne baktı şu âyeti okudu:
«Göklerin  ve  yerin  yaratılışında,  geceyle  gündüzün   birbiri  ardından  gelip gidişinde, akıl sahipleri için (ibret alınacak) deliller vardır.» (Âl-i İmran: 190)
Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kalktı , abdest aldı, dişlerini misvakladı ve on bir rekat namaz kıldı. Sonra Bilal sabah namazı için ezan okudu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem iki rekatlık sabah namazının sünnetini kıldı. Sonra Mescid’e çıkıp insanlara sabah namazını kıldırdı. (Hadisin geçtiği yer: 117, 138, 183, 697, 698, 699, 726, 728, 859, 992, 1198, 4569, 4570, 4571, 4572, 5919, 6215, 6316, 7452)
۲۸-بَاب قَوْلِهِ تَعَالَى ﴿ وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ ﴾
28- Allah Azze ve Celle'nin Şu Kavli Bâbı
 
«Gerçek olan şudur ki peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında önceden söz vermişizdir.» (Sâffât: 171)
٧٤٥۳- حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ حَدَّثَنِي مَالِكٌ عَنْ أَبِي الزِّنَادِ عَنْ الْأَعْرَجِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لَمَّا قَضَى اللَّهُ الْخَلْقَ كَتَبَ عِنْدَهُ فَوْقَ عَرْشِهِ إِنَّ رَحْمَتِي سَبَقَتْ غَضَبِي.
7453- Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah mahlukları yarattığı zaman kendi yanında Arş’ın üstünde olan kitabında ‘Rahmetim öfkeme gâlip olmuştur’ diye yazdı." (Hadisin geçtiği yer:  3194, 7404, 7416, 7553, 7554)
٧٤٥٤- حَدَّثَنَا آدَمُ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ حَدَّثَنَا الْأَعْمَشُ سَمِعْتُ زَيْدَ بْنَ وَهْبٍ سَمِعْتُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ حَدَّثَنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ الصَّادِقُ الْمَصْدُوقُ أَنَّ خَلْقَ أَحَدِكُمْ يُجْمَعُ فِي بَطْنِ أُمِّهِ أَرْبَعِينَ يَوْمًا أَوْ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ثُمَّ يَكُونُ عَلَقَةً مِثْلَهُ ثُمَّ يَكُونُ مُضْغَةً مِثْلَهُ ثُمَّ يُبْعَثُ إِلَيْهِ الْمَلَكُ فَيُؤْذَنُ بِأَرْبَعِ كَلِمَاتٍ فَيَكْتُبُ رِزْقَهُ وَأَجَلَهُ وَعَمَلَهُ وَشَقِيٌّ أَمْ سَعِيدٌ ثُمَّ يَنْفُخُ فِيهِ الرُّوحَ فَإِنَّ أَحَدَكُمْ لَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ الْجَنَّةِ حَتَّى لَا يَكُونُ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ إِلَّا ذِرَاعٌ فَيَسْبِقُ عَلَيْهِ الْكِتَابُ فَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ النَّارِ فَيَدْخُلُ النَّارَ وَإِنَّ أَحَدَكُمْ لَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ النَّارِ حَتَّى مَا يَكُونُ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ إِلَّا ذِرَاعٌ فَيَسْبِقُ عَلَيْهِ الْكِتَابُ فَيَعْمَلُ عَمَلَ أَهْلِ الْجَنَّةِ فَيَدْخُلُهَا.
7454- Abdullah ibnu Mesud -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sizden birinizin yaratılışında, ilk kırk gün anne karnında meni şeklinde kalır. İkinci kırk günde bu meni bir kan pıhtısı şeklini alır. Üçüncü kırk günde ise bu kan pıhtısı bir çiğnemlik et haline gelir. Yüz yirmi günü doldurunca Allah Azze ve Celle ona bir melek gönderir. Bu melek ona şu dört şeyi yazmakla emrolunur. O meleğe denilir ki:
-Onun amelini, rızkını, cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olacağını yaz. Sonra ona ruh üflenir. Sizden biriniz, cennetliklerin amelini işler. Öyle ki kendisiyle cennet arasında bir kol boyu mesafe kalır. Onun yazgısı öne geçer de cehennem ehlinin amelini işler ve cehenneme girer. Yine bir kimse cehennem ehlinin amelini işler. Öyle ki cehennemle kendisi arasında bir kol boyu mesafe kalır. Bunun da önüne yazgısı geçer. Cennet ehlinin amelini işler de cennete girer." (Hadisin geçtiği yer: 3208, 3332, 6594, 7454)
٧٤٥٥- حَدَّثَنَا خَلَّادُ بْنُ يَحْيَى حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ ذَرٍّ سَمِعْتُ أَبِي يُحَدِّثُ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَا جِبْرِيلُ مَا يَمْنَعُكَ أَنْ تَزُورَنَا أَكْثَرَ مِمَّا تَزُورُنَا فَنَزَلَتْ ﴿ وَمَا نَتَنَزَّلُ إِلَّا بِأَمْرِ رَبِّكَ لَهُ مَا بَيْنَ أَيْدِينَا وَمَا خَلْفَنَا ﴾ إِلَى آخِرِ الْآيَةِ قَالَ كَانَ هَذَا الْجَوَابَ لِمُحَمَّدٍ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ.
7455- Abdullah ibnu Abbâs -Allah ondan ve babasından razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Cibril’e: "Sen bize şu ziyaretinden daha çok ziyaret etmez misin?" dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Biz, Rabbının emrinden başka bir şeyle inmeyiz. Önümüzde, arkamızda ve bunlar arasında olan her şey O’na aittir. Rabbın asla unutkan değildir.» (Meryem: 64) âyetini indirdi.
İbnu Abbâs şöyle dedi: İşte bu kelâm, Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme cevâb oldu. (Hadisin geçtiği yer:  3218, 4731, 7455)
٧٤٥٦- حَدَّثَنَا يَحْيَى حَدَّثَنَا وَكِيعٌ عَنْ الْأَعْمَشِ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عَلْقَمَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ كُنْتُ أَمْشِي مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي حَرْثٍ بِالْمَدِينَةِ وَهُوَ مُتَّكِئٌ عَلَى عَسِيبٍ فَمَرَّ بِقَوْمٍ مِنْ الْيَهُودِ فَقَالَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ سَلُوهُ عَنْ الرُّوحِ وَقَالَ بَعْضُهُمْ لَا تَسْأَلُوهُ عَنْ الرُّوحِ فَسَأَلُوهُ فَقَامَ مُتَوَكِّئًا عَلَى الْعَسِيبِ وَأَنَا خَلْفَهُ فَظَنَنْتُ أَنَّهُ يُوحَى إِلَيْهِ فَقَالَ ﴿ وَيَسْأَلُونَكَ عَنْ الرُّوحِ قُلْ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُمْ مِنْ الْعِلْمِ إِلَّا قَلِيلًا ﴾ فَقَالَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ قَدْ قُلْنَا لَكُمْ لَا تَسْأَلُوهُ.
7456- Abdullah ibnu Mesud şöyle demiştir: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Medine’nin harabelerinde yürüyordum.-O hurma dalından bir âsâya dayanıyordu.- Yahudilerden bir topluluk yanımıza uğradı. Bazısı bazısına dedi ki: O’na rûhtân sorun. Onlardan bazıları dediler ki: O’na bir şey sormayın, hoşlanmayacağımız bir şey söyler. Onlardan bazıları dediler ki: Muhakkak ona soracağız. İçlerinden biri kalkıp şöyle dedi: Ey Ebû Kâsım! Rûh nedir? Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem sükût etti. Ben: O’na vahiy geliyor dedim ve O’nu rahatsız etmemek için yanından kalktım. O’ndan o hal gidince şöyle buyurdu:
« (Ey Muhammed!) Sana rûhtan soruyorlar. De ki: Rûh, Rabbimin emrindendir. Onun hakkında size çok az bilgi verilmiştir. » (İsra: 85)
Bunun üzerine onların bâzısı, diğerlerine: Biz size, O'na bir şey sormayınız! demiştik, dediler. (Hadisin geçtiği yer: 125, 4721, 7297, 7456, 7462)
٧٤٥۷- حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ حَدَّثَنِي مَالِكٌ عَنْ أَبِي الزِّنَادِ عَنْ الْأَعْرَجِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ تَكَفَّلَ اللَّهُ لِمَنْ جَاهَدَ فِي سَبِيلِهِ لَا يُخْرِجُهُ إِلَّا الْجِهَادُ فِي سَبِيلِهِ وَتَصْدِيقُ كَلِمَاتِهِ بِأَنْ يُدْخِلَهُ الْجَنَّةَ أَوْ يَرْجِعَهُ إِلَى مَسْكَنِهِ الَّذِي خَرَجَ مِنْهُ مَعَ مَا نَالَ مِنْ أَجْرٍ أَوْ غَنِيمَةٍ.
7457- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah, kendi yolunda cihada çıkan bir kuluna, elde edeceği sevab veya ganimetle salimen evine döndüreceğine veya da onu (şehid olarak) cennetine girdireceğine dair kefaleti altına almıştır. Çünkü onu evinden çıkaran ancak Allah’a olan imanı ve peygamberlerini tasdikidir." (Hadisin geçtiği yer: 36, 2787, 2797, 2972, 3123, 7226, 7227, 7457,7463.)
٧٤٥٨- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ كَثِيرٍ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ الْأَعْمَشِ عَنْ أَبِي وَائِلٍ عَنْ أَبِي مُوسَى قَالَ جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ الرَّجُلُ يُقَاتِلُ حَمِيَّةً وَيُقَاتِلُ شَجَاعَةً وَيُقَاتِلُ رِيَاءً فَأَيُّ ذَلِكَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ قَالَ مَنْ قَاتَلَ لِتَكُونَ كَلِمَةُ اللَّهِ هِيَ الْعُلْيَا فَهُوَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ.
7458- Ebû Mûsâ -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Bir adam Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme geldi ve şöyle dedi:
Bir adam şerefini korumak için, bir diğeri yiğitlik derecesi için, bir diğeri de gös­teriş için savaşıyor. Öyleyse Allah yolunda cihad eden kimdir?
 Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Her kim Allah’ın kelimesini (Lâilâhe İllallâh Muhammedun Rasûlullah) yüceltmek için savaşıyorsa, O Allah Azze ve Celle’nin yolundadır." (Hadisin geçtiği yer: 123, 2810, 3126, 7458)
۲۹-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ﴾
 
«Zira bizim, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz, ona “ol” demektir; o da hemen oluverir.» (Nahl: 40)
٧٤٥۹- حَدَّثَنَا شِهَابُ بْنُ عَبَّادٍ حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ حُمَيْدٍ عَنْ إِسْمَاعِيلَ عَنْ قَيْسٍ عَنْ الْمُغِيرَةِ بْنِ شُعْبَةَ قَالَ سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لَا يَزَالُ مِنْ أُمَّتِي قَوْمٌ ظَاهِرِينَ عَلَى النَّاسِ حَتَّى يَأْتِيَهُمْ أَمْرُ اللَّهِ.
7459- Mugîre ibnu Şu'be -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Ümmetimden bir kavim, Al­lah'ın emri kendilerine gelinceye, kıyamet kopuncaya kadar dâima insanlar üzerine gâlib ve yüksek olmakta devam edecektir."  (Hadisin geçtiği yer: 3640, 7311, 7459)
٧٤٦۰- حَدَّثَنَا الْحُمَيْدِيُّ حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ مُسْلِمٍ حَدَّثَنَا ابْنُ جَابِرٍ حَدَّثَنِي عُمَيْرُ بْنُ هَانِئٍ أَنَّهُ سَمِعَ مُعَاوِيَةَ قَالَ سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لَا يَزَالُ مِنْ أُمَّتِي أُمَّةٌ قَائِمَةٌ بِأَمْرِ اللَّهِ مَا يَضُرُّهُمْ مَنْ كَذَّبَهُمْ وَلَا مَنْ خَالَفَهُمْ حَتَّى يَأْتِيَ أَمْرُ اللَّهِ وَهُمْ عَلَى ذَلِكَ فَقَالَ مَالِكُ بْنُ يُخَامِرَ سَمِعْتُ مُعَاذًا يَقُولُ وَهُمْ بِالشَّأْمِ فَقَالَ مُعَاوِيَةُ هَذَا مَالِكٌ يَزْعُمُ أَنَّهُ سَمِعَ مُعَاذًا يَقُولُ وَهُمْ بِالشَّأْمِ.
7460- Muâviye -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Benim ümmetimden bir topluluk Allah'ın emirlerini yerine getirmekte devam edecektir. Allah’ın emri (kalbinde imandan bir parça olanların ruhlarını alan rüzgârın gelip kıyametinde insanların şerlilerinin yani kâfirlerin üzerine kopacağı o gün) gelinceye kadar Allah’ın dini üzere kâim olacaktır ve muhalefet edenlerin muhalefeti de onlara zarar veremeyecektir."
Umeyr dedi ki: Mâlik ibnu Yuhâmir şöyle dedi: Muâz ibnu Cebel: O Allah'ın emrini yerine getirenler Şam'da ikamet edecekler, dedi.
Muâviye ibnu Ebî Sufyân: Bu Mâlik ibnu Yuhâmir, Muâz'dan: "Onlar Şam'da olacaklar" derken işittiğini söylüyor, demiştir. (Hadisin geçtiği yer: 71, 3116, 7312, 7460)
٧٤٦۱ - حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي حُسَيْنٍ حَدَّثَنَا نَافِعُ بْنُ جُبَيْرٍ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ وَقَفَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى مُسَيْلِمَةَ فِي أَصْحَابِهِ فَقَالَ لَوْ سَأَلْتَنِي هَذِهِ الْقِطْعَةَ مَا أَعْطَيْتُكَهَا وَلَنْ تَعْدُوَ أَمْرَ اللَّهِ فِيكَ وَلَئِنْ أَدْبَرْتَ لَيَعْقِرَنَّكَ اللَّهُ.
7461- Abdullah ibnu Abbâs -Allah ondan ve babasından razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem zamanında Museylemetul-Kezzâb Medine'ye geldi.  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, kavmi içinde bulunan Museyleme'nin önünde durdu ve şöyle buyurdu:
-"Şayet benden şu elimdeki dal parçasını bile istesen sana vermezdim. Allah’ın senin hakkındaki emrinde haddi aşma. Şayet sen bana muhalefet edersen, Allah seni muhakkak helak eder." (Hadisin geçtiği yer: 3620, 4273, 4278, 7033, 7461)
٧٤٦۲- حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ عَنْ عَبْدِ الْوَاحِدِ عَنْ الْأَعْمَشِ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عَلْقَمَةَ عَنْ ابْنِ مَسْعُودٍ قَالَ بَيْنَا أَنَا أَمْشِي مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي بَعْضِ حَرْثِ الْمَدِينَةِ وَهُوَ يَتَوَكَّأُ عَلَى عَسِيبٍ مَعَهُ فَمَرَرْنَا عَلَى نَفَرٍ مِنْ الْيَهُودِ فَقَالَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ سَلُوهُ عَنْ الرُّوحِ فَقَالَ بَعْضُهُمْ لَا تَسْأَلُوهُ أَنْ يَجِيءَ فِيهِ بِشَيْءٍ تَكْرَهُونَهُ فَقَالَ بَعْضُهُمْ لَنَسْأَلَنَّهُ فَقَامَ إِلَيْهِ رَجُلٌ مِنْهُمْ فَقَالَ يَا أَبَا الْقَاسِمِ مَا الرُّوحُ فَسَكَتَ عَنْهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَعَلِمْتُ أَنَّهُ يُوحَى إِلَيْهِ فَقَالَ ﴿وَيَسْأَلُونَكَ عَنْ الرُّوحِ قُلْ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي ﴾ وَمَا أُوتُوا مِنْ الْعِلْمِ إِلَّا قَلِيلًا قَالَ الْأَعْمَشُ هَكَذَا فِي قِرَاءَتِنَا.
7462- Abdullah ibnu Mesud şöyle demiştir: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Medine’nin harabelerinde yürüyordum.-O hurma dalından bir âsâya dayanıyordu.- Yahudilerden bir topluluk yanımıza uğradı. Bazısı bazısına dedi ki: O’na rûhtân sorun. Onlardan bazıları dediler ki: O’na bir şey sormayın, hoşlanmayacağımız bir şey söyler. Onlardan bazıları dediler ki: Muhakkak ona soracağız. İçlerinden biri kalkıp şöyle dedi: Ey Ebû Kâsım! Rûh nedir? Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem sükût etti. Ben: O’na vahiy geliyor dedim ve O’nu rahatsız etmemek için yanından kalktım. O’ndan o hal gidince şöyle buyurdu:
« (Ey Muhammed!) Sana rûhtan soruyorlar. De ki: Rûh, Rabbimin emrindendir. Onun hakkında size çok az bilgi verilmiştir. » (İsra: 85) (Hadisin geçtiği yer: 125, 4721, 7297, 7456, 7462)
۳۰-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى
﴿ قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا ﴾ ﴿ وَلَوْ أَنَّ مَا فِي الْأَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ أَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِهِ سَبْعَةُ أَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللَّهِ ﴾ ﴿ إِنَّ رَبَّكُمْ اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْأَمْرُ تَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ ﴾ سَخَّرَ ذَلَّلَ.
«Ey Muhammed! De ki: Rabbimin sözleri için deniz mürekkeb olsaydı ve bir o kadarını da yardım için getirseydik, Rabbimin sözleri tükenmeden önce deniz mutlaka tükenirdi.»(Kehf: 109)
«Yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, yedi denizin yardım ettiği denizle de mürekkep olup onunla yazılsa, Allah'ın kelimeleri yine de tükenmez.» (Lokmân: 27)
«Rabbiniz, şüphesiz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da Arş üzerinde istiva eden, geceyi, kendisini süratle takip eden gündüzle örten, güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan hep Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratma ve emir O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah, ne yücedir.» (A'râf: 54)
 
سَخَّرَ  Kelimesi, alçaltıp itaat ettirdi, manasına gelir.
٧٤٦۳- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يُوسُفَ أَخْبَرَنَا مَالِكٌ عَنْ أَبِي الزِّنَادِ عَنْ الْأَعْرَجِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ تَكَفَّلَ اللَّهُ لِمَنْ جَاهَدَ فِي سَبِيلِهِ لَا يُخْرِجُهُ مِنْ بَيْتِهِ إِلَّا الْجِهَادُ فِي سَبِيلِهِ وَتَصْدِيقُ كَلِمَتِهِ أَنْ يُدْخِلَهُ الْجَنَّةَ أَوْ يَرُدَّهُ إِلَى مَسْكَنِهِ بِمَا نَالَ مِنْ أَجْرٍ أَوْ غَنِيمَةٍ.
7463- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah, kendi yolunda cihada çıkan bir kuluna, elde edeceği sevab veya ganimetle salimen evine döndüreceğine veya da onu (şehid olarak) cennetine girdireceğine dair kefaleti altına almıştır. Çünkü onu evinden çıkaran ancak Allah’a olan imanı ve peygamberlerini tasdikidir." (Hadisin geçtiği yer: 36, 2787, 2797, 2972, 3123, 7226, 7227, 7457, 7463)
۳۱-بَاب فِي الْمَشِيئَةِ وَالْإِرَادَةِ
31- Meşîe ve İrâde Hakkında Gelen Rivayetler Bâbı
﴿ وَمَا تَشَاءُونَ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ ﴾ وَقَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ ﴾ ﴿ وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَلِكَ غَدًا إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ ﴾ ﴿ إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ ﴾ قَالَ سَعِيدُ بْنُ الْمُسَيَّبِ عَنْ أَبِيهِ نَزَلَتْ فِي أَبِي طَالِبٍ ﴿ يُرِيدُ اللَّهُ بِكُمْ الْيُسْرَ وَلَا يُرِيدُ بِكُمْ الْعُسْرَ ﴾.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: «Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.» (İnsân: 30)
«Ey Muhammed! De ki; Ey mülkün sahibi olan Allah! Mülkü dilediğine verir, dilediğinden de alırsın.» (Â-li İmrân: 26)
«Hiçbir şey için ben bunu yarın yapacağım, deme. Ancak Allah dilerse yapacağım de.» (Kehf: 23-24)
«Ey Muhammed! Sen, sevdiğin kimseye hidayet edemezsin; fakat Allah dilediğine hidayet eder.» (Kasas: 56)
Saîd ibnu Müseyyeb, babası el-Müseyyeb ibnu Hazn el-Kureşî el-Mahzûmî'den bu âyetin Ebû Tâlib hakkında indiğini söylemiştir.
«Onu yüceltmeniz ve böylece şükretmeniz için size kolaylığı ister; güçlüğü istemez.» (Bakara:185)
٧٤٦٤- حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَارِثِ عَنْ عَبْدِ الْعَزِيزِ عَنْ أَنَسٍ قَالَ
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا دَعَوْتُمْ اللَّهَ فَاعْزِمُوا فِي الدُّعَاءِ وَلَا يَقُولَنَّ أَحَدُكُمْ إِنْ شِئْتَ فَأَعْطِنِي فَإِنَّ اللَّهَ لَا مُسْتَكْرِهَ لَهُ
.
7464- Enes ibnu Mâlik -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sizden biri dua ederken “Allahım dilersen bana ver” demesin. Allah’a kesin ifadelerle dua etsin. Muhakkak ki Allah’ı hiçbir zorlayıcı yoktur." (Hadisin geçtiği yer: 6338, 7464)
٧٤٦٥- حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنْ الزُّهْرِيِّ ح و حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ حَدَّثَنِي أَخِي عَبْدُ الْحَمِيدِ عَنْ سُلَيْمَانَ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ أَبِي عَتِيقٍ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عَلِيِّ بْنِ حُسَيْنٍ أَنَّ حُسَيْنَ بْنَ عَلِيٍّ عَلَيْهِمَا السَّلَام أَخْبَرَهُ أَنَّ عَلِيَّ بْنَ أَبِي طَالِبٍ أَخْبَرَهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ طَرَقَهُ وَفَاطِمَةَ بِنْتَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَيْلَةً فَقَالَ لَهُمْ أَلَا تُصَلُّونَ قَالَ عَلِيٌّ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّمَا أَنْفُسُنَا بِيَدِ اللَّهِ فَإِذَا شَاءَ أَنْ يَبْعَثَنَا بَعَثَنَا فَانْصَرَفَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ قُلْتُ ذَلِكَ وَلَمْ يَرْجِعْ إِلَيَّ شَيْئًا ثُمَّ سَمِعْتُهُ وَهُوَ مُدْبِرٌ يَضْرِبُ فَخِذَهُ وَيَقُولُ ﴿ وَكَانَ الْإِنْسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا ﴾.
7465- Ali ibnu Ebu Talip -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, bir gece kızı Fâtıma ve Ali’nin yanına gelerek: "Siz ikiniz gece namazı kılmaz mısınız?" dedi. Ben dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Canlarımız Allah’ın elindedir. Şayet (Allah) bizi uyandırmak isterse uyandırır. Bu sözü söyleyince, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bana hiçbir cevap vermeyerek dönüp gitti. Sonra, O’nun uyluğuna vurarak, «İnsan her şeyden çok mücadelecidir.» (Kehf:54) dediğini duydum. (Hadisin geçtiği yer: 1127, 7465)
٧٤٦٦- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سِنَانٍ حَدَّثَنَا فُلَيْحٌ حَدَّثَنَا هِلَالُ بْنُ عَلِيٍّ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ مَثَلُ الْمُؤْمِنِ كَمَثَلِ خَامَةِ الزَّرْعِ يَفِيءُ وَرَقُهُ مِنْ حَيْثُ أَتَتْهَا الرِّيحُ تُكَفِّئُهَا فَإِذَا سَكَنَتْ اعْتَدَلَتْ وَكَذَلِكَ الْمُؤْمِنُ يُكَفَّأُ بِالْبَلَاءِ وَمَثَلُ الْكَافِرِ كَمَثَلِ الْأَرْزَةِ صَمَّاءَ مُعْتَدِلَةً حَتَّى يَقْصِمَهَا اللَّهُ إِذَا شَاءَ.
7466- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Mümin kişinin benzeri, bir sap üzerinde biten ekin gibidir. Hangi taraftan ona rüzgâr esip gelirse, rüzgâr onu eğer. Doğrulduğu zaman rüzgâr belâsı ile yine eğilir fakat yıkılmayıp doğrulur, doğru kalır. Haktan yüz çeviren fâcir kişinin benzeri de sert ve düz çam gibidir ki, Allah onu dilediği vakit bir defada söküp kırıncaya kadar dimdik olmakta devam eder." (Hadisin geçtiği yer: 5644, 7466)
٧٤٦۷- حَدَّثَنَا الْحَكَمُ بْنُ نَافِعٍ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنْ الزُّهْرِيِّ أَخْبَرَنِي سَالِمُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ قَائِمٌ عَلَى الْمِنْبَرِ يَقُولَ إِنَّمَا بَقَاؤُكُمْ فِيمَا سَلَفَ قَبْلَكُمْ مِنْ الْأُمَمِ كَمَا بَيْنَ صَلَاةِ الْعَصْرِ إِلَى غُرُوبِ الشَّمْسِ أُعْطِيَ أَهْلُ التَّوْرَاةِ التَّوْرَاةَ فَعَمِلُوا بِهَا حَتَّى انْتَصَفَ النَّهَارُ ثُمَّ عَجَزُوا فَأُعْطُوا قِيرَاطًا قِيرَاطًا ثُمَّ أُعْطِيَ أَهْلُ الْإِنْجِيلِ الْإِنْجِيلَ فَعَمِلُوا بِهِ حَتَّى صَلَاةِ الْعَصْرِ ثُمَّ عَجَزُوا فَأُعْطُوا قِيرَاطًا قِيرَاطًا ثُمَّ أُعْطِيتُمْ الْقُرْآنَ فَعَمِلْتُمْ بِهِ حَتَّى غُرُوبِ الشَّمْسِ فَأُعْطِيتُمْ قِيرَاطَيْنِ قِيرَاطَيْنِ قَالَ أَهْلُ التَّوْرَاةِ رَبَّنَا هَؤُلَاءِ أَقَلُّ عَمَلًا وَأَكْثَرُ أَجْرًا قَالَ هَلْ ظَلَمْتُكُمْ مِنْ أَجْرِكُمْ مِنْ شَيْءٍ قَالُوا لَا فَقَالَ فَذَلِكَ فَضْلِي أُوتِيهِ مَنْ أَشَاءُ.
7467- Salim ibnu Abdullah babasından haber verdi. O, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi şöyle derken işitmiştir:  "Sizden önceki ümmetlere nisbeten sizin dünyada kalmanız, ikindi namazından güneşin batımına kadar olan vakit kadardır. Tevrat ehline Tevrat verilmiş, onlar da bununla amel etmişler ve günün ortasına yani öğle vaktine gelince amel etmekten âciz oldular. Bunun üzerine onlara amellerine karşılık birer kîrât verildi. Sonra İncil ehline de İncil verildi. Onlar da bununla amel ettiler. İkindi namazı vakti gelince amel etmekten âciz oldular. Onlar da amellerinin karşılığı olarak birer kîrât verildi. Sonra bize de Kuran verildi. Biz de güneşin batışına kadar amel ettik. Amelimizin karşılığı olarak ikişer kîrât verildi. İki Kitab ehli yani Yahudi ve Hıristiyanlar dediler ki: Ey Rabbimiz! Bunlara ikişer kîrât ecir verdin. Bizler ise daha çok amel işledik. Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: "Ecrinizden bir şey eksilterek sizlere zulmettim mi?" Onlar, hayır, dediler. Allah Azze ve Celle: “Bu benim fazlımdır. Onu dilediğime veririm” buyurdu." (Hadisin geçtiği yer: 557, 2269, 3459, 5021, 7467, 7533)
٧٤٦۸- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ الْمُسْنَدِيُّ حَدَّثَنَا هِشَامٌ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنْ الزُّهْرِيِّ عَنْ أَبِي إِدْرِيسَ عَنْ عُبَادَةَ بْنِ الصَّامِتِ قَالَ بَايَعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي رَهْطٍ فَقَالَ أُبَايِعُكُمْ عَلَى أَنْ لَا تُشْرِكُوا بِاللَّهِ شَيْئًا وَلَا تَسْرِقُوا وَلَا تَزْنُوا وَلَا تَقْتُلُوا أَوْلَادَكُمْ وَلَا تَأْتُوا بِبُهْتَانٍ تَفْتَرُونَهُ بَيْنَ أَيْدِيكُمْ وَأَرْجُلِكُمْ وَلَا تَعْصُونِي فِي مَعْرُوفٍ فَمَنْ وَفَى مِنْكُمْ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ وَمَنْ أَصَابَ مِنْ ذَلِكَ شَيْئًا فَأُخِذَ بِهِ فِي الدُّنْيَا فَهُوَ لَهُ كَفَّارَةٌ وَطَهُورٌ وَمَنْ سَتَرَهُ اللَّهُ فَذَلِكَ إِلَى اللَّهِ إِنْ شَاءَ عَذَّبَهُ وَإِنْ شَاءَ غَفَرَ لَهُ.
7468- Ubade ibnu Samit -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ben bir gurup içinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme beyat ettim. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah'a (ibâ­dette) hiçbir şeyi ortak kılmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, şu anda ve gelecekte yalanla iftira etmemek, hiçbir marûfta (dindeki emir ve yasaklar) isyan etmemek üzere bana tabi olunuz. İçinizden her kim ahdinde durursa onun  mükâfatı Allah 'a aittir. Her kim bu dediklerimden birini yapar da bu yüzden dünyada cezalandırılırsa bu ceza onun için kefaret olur. Her kim de bu dediklerimden birini yapar Allah da onu gizlerse onun hesabı Allah’a kalmıştır: Dilerse onu affeder, dilerse azab eder." (Hadisin geçtiği yer. 18, 3892, 3893, 3999, 4894, 6784, 6801, 6873, 7055, 7199, 7213, 7468)
٧٤٦۹- حَدَّثَنَا مُعَلَّى بْنُ أَسَدٍ حَدَّثَنَا وُهَيْبٌ عَنْ أَيُّوبَ عَنْ مُحَمَّدٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ نَبِيَّ اللَّهِ سُلَيْمَانَ عَلَيْهِ السَّلَام كَانَ لَهُ سِتُّونَ امْرَأَةً فَقَالَ لَأَطُوفَنَّ اللَّيْلَةَ عَلَى نِسَائِي فَلْتَحْمِلْنَ كُلُّ امْرَأَةٍ وَلْتَلِدْنَ فَارِسًا يُقَاتِلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَطَافَ عَلَى نِسَائِهِ فَمَا وَلَدَتْ مِنْهُنَّ إِلَّا امْرَأَةٌ وَلَدَتْ شِقَّ غُلَامٍ قَالَ نَبِيُّ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَوْ كَانَ سُلَيْمَانُ اسْتَثْنَى لَحَمَلَتْ كُلُّ امْرَأَةٍ مِنْهُنَّ فَوَلَدَتْ فَارِسًا يُقَاتِلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ.
7469- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah'ın peygamberi Süleyman aleyhis-salatu ves-selamın altmış tane kadını vardı. Süleyman aleyhisselam şöyle dedi: Bu gece bütün kadınlarımı dolaşacağım da, o kadınlardan her biri Allah yolunda atlı olarak savaşan erkek çocuklar doğurur.
Bunun üzerine o gece bütün kadılarını dolaştı. Ancak onlardan sadece bir tanesi hamile kaldı. O da yarım bir çocuk doğurdu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Şayet Süleyman aleyhisselam “inşallah” demiş olsaydı, o kadınlardan her biri Allah yolunda at üzerinde savaşan erkek çocuklar doğururdu." (Hadisin geçtiği yer:  2819, 3424, 5242, 6639, 6720, 7469)
٧٤٧۰- حَدَّثَنَا مُحَمَّدٌ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ الثَّقَفِيُّ حَدَّثَنَا خَالِدٌ الْحَذَّاءُ عَنْ عِكْرِمَةَ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دَخَلَ عَلَى أَعْرَابِيٍّ يَعُودُهُ فَقَالَ لَا بَأْسَ عَلَيْكَ طَهُورٌ إِنْ شَاءَ اللَّهُ قَالَ قَالَ الْأَعْرَابِيُّ طَهُورٌ بَلْ هِيَ حُمَّى تَفُورُ عَلَى شَيْخٍ كَبِيرٍ تُزِيرُهُ الْقُبُورَ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَنَعَمْ إِذًا.
7470- Abdullah ibnu Abbâs -Allah ondan ve babasından razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir bedeviyi ziyeret için yanına girdi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir hastayı ziyeret ettiği zaman ona "La be’se tahûrun inşâ Allah" (Geçmiş olsun. Bu hastalığın günahlarına kefaret olur inşâ Allah) derdi. O hasta bedeviye de yine  "La be’se tahûrun inşâ Allah" (Geçmiş olsun. Bu hastalığın günahlarına kefaret olur inşâ Allah) dedi. Bedevi ise Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'e şöyle dedi:  
-Sen bana geçmiş olsun diyorsun ama, yakalandığım bu hastalık yaşlı birinin ateşini yükselten ve onu mezara götüren, yani ölümüne sebep olan bir hastalıktır. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-"Öyleyse kabrine gelenler iyi olsun!" buyurdu. (Hadisin geçtiği yer: 3616, 5656, 5662, 7470)
٧٤٧۱- حَدَّثَنَا ابْنُ سَلَامٍ أَخْبَرَنَا هُشَيْمٌ عَنْ حُصَيْنٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي قَتَادَةَ عَنْ أَبِيهِ حِينَ نَامُوا عَنْ الصَّلَاةِ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ اللَّهَ قَبَضَ أَرْوَاحَكُمْ حِينَ شَاءَ وَرَدَّهَا حِينَ شَاءَ فَقَضَوْا حَوَائِجَهُمْ وَتَوَضَّئُوا إِلَى أَنْ طَلَعَتْ الشَّمْسُ وَابْيَضَّتْ فَقَامَ فَصَلَّى.
7471- Ebû Katâde -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Bir seferde sahâbîler sabah namazını kılmaktan güneş çıkıncaya kadar uyuyakaldıktan zaman, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem :
"Allah dilediği zamanda sizin ruhlarınızı (canlarınızı) aldı ve dilediği zamanda sizlere geri verdi."
 Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem abdest aldı. Güneş yükselip beyazlaştığında kalktı ve sabah namazını kıldırdı. Akabinde sahâbîler hacetlerini yerine getirdiler ve abdestlerini aldılar. Güneş doğup bembeyaz olduğu yânî yükseldiği zaman Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kalktı ve sahâbîlere cemâatle o geçen namazını kıldırdı. (Hadisin geçtiği yer: 595, 7471)
٧٤٧۲- حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ قَزَعَةَ حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ أَبِي سَلَمَةَ وَالْأَعْرَجِ ح و حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ حَدَّثَنِي أَخِي عَنْ سُلَيْمَانَ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ أَبِي عَتِيقٍ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ أَبِي سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ وَسَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ أَنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ قَالَ اسْتَبَّ رَجُلٌ مِنْ الْمُسْلِمِينَ وَرَجُلٌ مِنْ الْيَهُودِ فَقَالَ الْمُسْلِمُ وَالَّذِي اصْطَفَى مُحَمَّدًا عَلَى الْعَالَمِينَ فِي قَسَمٍ يُقْسِمُ بِهِ فَقَالَ الْيَهُودِيُّ وَالَّذِي اصْطَفَى مُوسَى عَلَى الْعَالَمِينَ فَرَفَعَ الْمُسْلِمُ يَدَهُ عِنْدَ ذَلِكَ فَلَطَمَ الْيَهُودِيَّ فَذَهَبَ الْيَهُودِيُّ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأَخْبَرَهُ بِالَّذِي كَانَ مِنْ أَمْرِهِ وَأَمْرِ الْمُسْلِمِ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا تُخَيِّرُونِي عَلَى مُوسَى فَإِنَّ النَّاسَ يَصْعَقُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَأَكُونُ أَوَّلَ مَنْ يُفِيقُ فَإِذَا مُوسَى بَاطِشٌ بِجَانِبِ الْعَرْشِ فَلَا أَدْرِي أَكَانَ فِيمَنْ صَعِقَ فَأَفَاقَ قَبْلِي أَوْ كَانَ مِمَّنْ اسْتَثْنَى اللَّهُ.
7472- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Müslümanlardan ve yahûdîlerden iki kişi birbirlerine sövdüler. Müslüman olan yahudi’ye:
-Muhammed’i âlemlere seçen Allah’a yemîn ederim ki, dedi. Yahûdî de Müslümâna:
-Musa’yı âlemlere seçen Allah’a yemîn ederim ki, dedi. Bunun üzerine Müslümân elini kaldırıp yahudinin yüzüne tokat attı. Yahûdî hemen Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına gidip kendisiyle Müslümân arasında cereyan eden olayı haber verdi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem o Müslümanı çağırdı ve ona aralarında ne geçtiğini sordu. Müslümân da olanları kendisine haber verdi. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Beni Musa’dan üstün tutmayın. Muhakkak ki insanlar Kıyamet gününde korkunç bir sesten dolayı bayılacaklar. Onlarla beraber ben de bayılacağım. Fakat ilk ayılan ben olacağım. O anda ben Musa’yı Arş’ın bir tarafına sımsıkı tutunmuş duruyor görürüm. Mûsâ da bayılanların içinde idi de benden evvel mi ayıldı, yoksa baygınlıktan Allah Azze ve Celle’nin istisna ettiklerinden mi idi, bilmiyorum." (Hadisin geçtiği yer:  2410, 3408, 3414, 4813, 5063, 6517, 6518, 7428, 7477)
٧٤٧۳- حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ أَبِي عِيسَى أَخْبَرَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ أَخْبَرَنَا شُعْبَةُ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةُ يَأْتِيهَا الدَّجَّالُ فَيَجِدُ الْمَلَائِكَةَ يَحْرُسُونَهَا فَلَا يَقْرَبُهَا الدَّجَّالُ وَلَا الطَّاعُونُ إِنْ شَاءَ اللَّهُ.
7473- Enes ibnu Mâlik -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Deccal, Medine’ye gelecek, ancak Medine’nin kapılarını koruyan melekler bulacak. Bu sebepten dolayı Medine’ye yaklaşamayacak. Medine’ye tâûn hastalığı da giremeyecek inşallah." (Hadisin geçtiği yer: 1881, 7124, 7134, 7473)
٧٤٧٤- حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنْ الزُّهْرِيِّ حَدَّثَنِي أَبُو سَلَمَةَ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ أَنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِكُلِّ نَبِيٍّ دَعْوَةٌ فَأُرِيدُ إِنْ شَاءَ اللَّهُ أَنْ أَخْتَبِيَ دَعْوَتِي شَفَاعَةً لِأُمَّتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ.
7474- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Her peygamberin duâ edip de kabul edilmiş bir duâsı vardır. Ben o duamı, inşallah, âhirette ümmetime şefaat etmek için saklamak istiyorum."  (Hadisin geçtiği yer: 6304, 7474)
٧٤٧٥- حَدَّثَنَا يَسَرَةُ بْنُ صَفْوَانَ بْنِ جَمِيلٍ اللَّخْمِيُّ حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ سَعْدٍ عَنْ الزُّهْرِيِّ عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَيْنَا أَنَا نَائِمٌ رَأَيْتُنِي عَلَى قَلِيبٍ فَنَزَعْتُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ أَنْزِعَ ثُمَّ أَخَذَهَا ابْنُ أَبِي قُحَافَةَ فَنَزَعَ ذَنُوبًا أَوْ ذَنُوبَيْنِ وَفِي نَزْعِهِ ضَعْفٌ وَاللَّهُ يَغْفِرُ لَهُ ثُمَّ أَخَذَهَا عُمَرُ فَاسْتَحَالَتْ غَرْبًا فَلَمْ أَرَ عَبْقَرِيًّا مِنْ النَّاسِ يَفْرِي فَرِيَّهُ حَتَّى ضَرَبَ النَّاسُ حَوْلَهُ بِعَطَنٍ.
7475-  Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Ben rüyâmda kendimi üzerinde kova olan bir kuyunun başında gördüm. O kuyudan Allah’ın dilediği kadar su çektim. Sonra su çekmesi için kovayı Ebu Kuhafe’nin oğlu Ebu Bekir’e verdim. O da kuyudan bir veya iki kova su çekti. Ancak onun kovayı çekişinde bir zayıflık vardı. Allah onun zayıflığını bağışlasın. Sonra bu küçük kova büyük bir kovaya dönüştü. Onu Ömer ibnul-Hattâb aldı. Ben insanlar içinde Ömer'in çekişi gibi su çekebilen birini görmedim. Nihayet insanlar o kuyu başını develerin sulak ve konaklama yeri edindiler." (Hadisin geçtiği yer: 3664, 7021, 7022, 7475 )
٧٤٧٦- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْعَلَاءِ حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ عَنْ بُرَيْدٍ عَنْ أَبِي بُرْدَةَ عَنْ أَبِي مُوسَى قَالَ كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا أَتَاهُ السَّائِلُ وَرُبَّمَا قَالَ جَاءَهُ السَّائِلُ أَوْ صَاحِبُ الْحَاجَةِ قَالَ اشْفَعُوا فَلْتُؤْجَرُوا وَيَقْضِي اللَّهُ عَلَى لِسَانِ رَسُولِهِ مَا شَاءَ.
7476- İbnu Mûsâ -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi:  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kendisine bir dilenci geldiğinde veya kendisinden herhangi bir talepte bulunulduğunda şöyle derdi: "Bu kimsenin ihtiyacının giderilmesi için aracı olun ki sevab kazanasınız. Allah, Peygamberi’nin dili üzere ne dilerse onu yerine getirecektir." (Hadisin geçtiği yer: 1432, 6027, 7476)
٧٤٧۷- حَدَّثَنَا يَحْيَى حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ عَنْ مَعْمَرٍ عَنْ هَمَّامٍ سَمِعَ أَبَا هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لَا يَقُلْ أَحَدُكُمْ اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِي إِنْ شِئْتَ ارْحَمْنِي إِنْ شِئْتَ ارْزُقْنِي إِنْ شِئْتَ وَليَعْزِمْ مَسْأَلَتَهُ إِنَّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ لَا مُكْرِهُ لَهُ.
7477- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sakın ola ki sizden bir: Allahım dilersen beni bağışla! Allahım dilersen bana merhamet et! diye dua etmesin. Allah’a kesin ifadelerle dua etsin. Muhakkak ki Allah için hiçbir zorlayıcı yoktur!" (Hadisin geçtiği yer: 6339, 7477)
٧٤٧۸- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا أَبُو حَفْصٍ عَمْرٌو حَدَّثَنَا الْأَوْزَاعِيُّ حَدَّثَنِي ابْنُ شِهَابٍ عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُتْبَةَ بْنِ مَسْعُودٍ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا أَنَّهُ تَمَارَى هُوَ وَالْحُرُّ بْنُ قَيْسِ بْنِ حِصْنٍ الْفَزَارِيُّ فِي صَاحِبِ مُوسَى أَهُوَ خَضِرٌ فَمَرَّ بِهِمَا أُبَيُّ بْنُ كَعْبٍ الْأَنْصَارِيُّ فَدَعَاهُ ابْنُ عَبَّاسٍ فَقَالَ إِنِّي تَمَارَيْتُ أَنَا وَصَاحِبِي هَذَا فِي صَاحِبِ مُوسَى الَّذِي سَأَلَ السَّبِيلَ إِلَى لُقِيِّهِ هَلْ سَمِعْتَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَذْكُرُ شَأْنَهُ قَالَ نَعَمْ إِنِّي سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ بَيْنَا مُوسَى فِي مَلَإٍ مِنْ بَنِي إِسْرَائِيلَ إِذْ جَاءَهُ رَجُلٌ فَقَالَ هَلْ تَعْلَمُ أَحَدًا أَعْلَمَ مِنْكَ فَقَالَ مُوسَى لَا فَأُوحِيَ إِلَى مُوسَى بَلَى عَبْدُنَا خَضِرٌ فَسَأَلَ مُوسَى السَّبِيلَ إِلَى لُقِيِّهِ فَجَعَلَ اللَّهُ لَهُ الْحُوتَ آيَةً وَقِيلَ لَهُ إِذَا فَقَدْتَ الْحُوتَ فَارْجِعْ فَإِنَّكَ سَتَلْقَاهُ فَكَانَ مُوسَى يَتْبَعُ أَثَرَ الْحُوتِ فِي الْبَحْرِ فَقَالَ فَتَى مُوسَى لِمُوسَى ﴿ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ وَمَا أَنْسَانِيهِ إِلَّا الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ ﴾ قَالَ مُوسَى ﴿ ذَلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِي فَارْتَدَّا عَلَى آثَارِهِمَا قَصَصًا﴾ فَوَجَدَا خَضِرًا وَكَانَ مِنْ شَأْنِهِمَا مَا قَصَّ اللَّهُ.
7478- Ubeydullah ibnu Abdullah, İbnu Abbas’tan haber verdi ki O, Hur ibnu Kays ibnu Hisn el-Fezari ile Musa’nın arkadaşı (yani Hızır) hakkında münakaşa etti. İbnu Abbas dedi ki: O Hızır’dır. Bu arada onların yanına Ubey ibnu Ka’b uğradı. İbnu Abbas onu çağırıp dedi ki: Ben ve arkadaşım, Musa’nın karşılaşmak için yol aradığı Musa’nın arkadaşı hakkında münakaşa ettik. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi ondan bahsederken işittin mi? O dedi ki: Evet. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi şöyle derken işittim:
"Musa aleyhisselam İsrailoğulları’nın ileri gelenlerinin arasında otururken bir adam gelip: Senden daha bilgili birini biliyor musun? dedi. Musa: Hayır, dedi. Allah Musa’ya şöyle vahyetti: Bilakis (senden daha bilgili) kulumuz Hızır vardır. Musa ona ulaşacak yolu sordu. Allah ona balığı bir alamet, bir işaret olarak belirledi. Ona denildi ki: Balığı kaybettiğin zaman geri dön. İşte o zaman onunla karşılaşacaksın. Musa denizde balığın izini takip ediyordu. Musa’ya (yardımcısı olan) delikanlı dedi ki: Gördün mü, kayaya sığındığımızda ben balığı (kaybettiğimizi sana söylemeyi) unuttum. Şeytan, onu sana söylememi unutturdu. Musa dedi ki: İşte bizim istediğimiz de bu idi. İzlerini takip ederek kayanın yanına geri döndüler ve orada Hızır’ı buldular. İşte bu Allah Azze ve Celle’nin Kitabı’nda anlattığı (Musa ile Hızır’ın) kıssasıdır." (Hadisin geçtiği yer: 78, 122, 2267, 2728, 3278, 3400, 3401, 4725, 4726, 4727, 6672, 7478)
٧٤٧۹- حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنْ الزُّهْرِيِّ وَقَالَ أَحْمَدُ بْنُ صَالِحٍ حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنِي يُونُسُ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ أَبِي سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ نَنْزِلُ غَدًا إِنْ شَاءَ اللَّهُ بِخَيْفِ بَنِي كِنَانَةَ حَيْثُ تَقَاسَمُوا عَلَى الْكُفْرِ يُرِيدُ الْمُحَصَّبَ.
7479- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Mina'dan Mekke'ye dönüşünde Huneyn savaşına gitmek istediğinde şöyle buyurdu: "İnşallah yarın, Kureyş ile Kinâne oğullarının küfür üzerinde ahitleştikleri Kinâne oğullarının yurdunda konaklayacağız.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Kinâne oğulları hayfı demekle, Muhassab mevkiini kastediyordu. (Hadisin geçtiği yer: 1590, 3882, 4284, 4285, 7479)
٧٤٨۰- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا ابْنُ عُيَيْنَةَ عَنْ عَمْرٍو عَنْ أَبِي الْعَبَّاسِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ قَالَ حَاصَرَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَهْلَ الطَّائِفِ فَلَمْ يَفْتَحْهَا فَقَالَ إِنَّا قَافِلُونَ غَدًا إِنْ شَاءَ اللَّهُ فَقَالَ الْمُسْلِمُونَ نَقْفُلُ وَلَمْ نَفْتَحْ قَالَ فَاغْدُوا عَلَى الْقِتَالِ فَغَدَوْا فَأَصَابَتْهُمْ جِرَاحَاتٌ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّا قَافِلُونَ غَدًا إِنْ شَاءَ اللَّهُ فَكَأَنَّ ذَلِكَ أَعْجَبَهُمْ فَتَبَسَّمَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ.
7480- Abdullah ibnu Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem on sekiz gün boyunca Tâif’i kuşatma altına aldı. Ancak Tâifliler'den herhangi bir şey elde edemedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Yarın kuşatmayı kaldırıp Medine’ye döneceğiz inşallah" dedi. Bu söz sahabelere ağır geldi ve: Taif’i fethetmeden mi gideceğiz, dediler. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Öyleyse yarın sabah savaşa hazırlıklı olun" buyurdu. Sabahleyin Taif’in surlarına saldırdılar. Ancak surlar yüksek olduğundan dolayı oklarını surlara yetişmedi. Sahabeler ise Taiflilerin attıkları oklarla yaralandılar. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Yarın Medine’ye dönüyoruz inşallah" buyurdu. Bu söz sahabelerin hoşuna gitti. Bu kararın onların hoşuna gitmesi üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem tebessüm etti.  (Hadisin geçtiği yer: 4325, 6086, 7480)
۳۲-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ حَتَّى إِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ ﴾
 
«Allah katında, şefaat etmesine izin verdiği kimseden başkasının şefaati fayda vermez. Sonunda kalplerinden korku giderilince, birbirlerine: Rabbiniz ne buyurdu? derler. Diğerleri de hakkı diye cevap verirler. O, çok yücedir, büyüktür.» (Sebe: 23)
وَلَمْ يَقُلْ مَاذَا خَلَقَ رَبُّكُمْ وَقَالَ جَلَّ ذِكْرُهُ ﴿ مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ ﴾ وَقَالَ مَسْرُوقٌ عَنْ ابْنِ مَسْعُودٍ إِذَا تَكَلَّمَ اللَّهُ بِالْوَحْيِ سَمِعَ أَهْلُ السَّمَوَاتِ شَيْئًا فَإِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ وَسَكَنَ الصَّوْتُ عَرَفُوا أَنَّهُ الْحَقُّ وَنَادَوْا ﴿ مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ ﴾ وَيُذْكَرُ عَنْ جَابِرٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أُنَيْسٍ قَالَ سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ يَحْشُرُ اللَّهُ الْعِبَادَ فَيُنَادِيهِمْ بِصَوْتٍ يَسْمَعُهُ مَنْ بَعُدَ كَمَا يَسْمَعُهُ مَنْ قَرُبَ أَنَا الْمَلِكُ أَنَا الدَّيَّانُ.
Burada “Rabb'iniz ne yarattı?” demedi de “Rabb'iniz ne buyurdu?” dedi.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: «O'nun izni olmadıkça nezdinde şefaat edecek kim?» (Bakara: 255)
Mesrûk, İbnu Mesud'dan şöyle söyledi: Allah vahiy ile kelâm ettiği zaman gökler ahalisi bir şey işitirler. Meleklerin kalplerinden korku giderildiği ve ses sakin olduğunda, onlar bu sesin Rab'leri tarafından olan hak olduğunu tanırlar. Ve birbirlerine: “Rabb'iniz ne buyurdu?” diye nida ederler. Onlar da: “Hakkı buyurdu” derler.
Câbir ibnu Abdullah'tan zikrolunuyor ki, Abdullah ibnu Uneys el-Ensârî şöyle dedi: Ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden işittim, şöyle buyuruyordu: "Allah kıyamet gününde kulları toplar da onlara uzak olanın yakın olan kimsenin işitmesi gibi işiteceği bir ses ile nida eder: Melik ancak benim! Deyyân (yani karşılık verici) ancak benim! buyurur."
٧٤٨۱- حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ عَمْرٍو عَنْ عِكْرِمَةَ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ يَبْلُغُ بِهِ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِذَا قَضَى اللَّهُ الْأَمْرَ فِي السَّمَاءِ ضَرَبَتْ الْمَلَائِكَةُ بِأَجْنِحَتِهَا خُضْعَانًا لِقَوْلِهِ كَأَنَّهُ سِلْسِلَةٌ عَلَى صَفْوَانٍ قَالَ عَلِيٌّ وَقَالَ غَيْرُهُ صَفْوَانٍ يَنْفُذُهُمْ ذَلِكَ فَإِذَا ﴿ فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ ﴾ قَالَ عَلِيٌّ وَحَدَّثَنَا سُفْيَانُ حَدَّثَنَا عَمْرٌو عَنْ عِكْرِمَةَ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ بِهَذَا قَالَ سُفْيَانُ قَالَ عَمْرٌو سَمِعْتُ عِكْرِمَةَ حَدَّثَنَا أَبُو هُرَيْرَةَ قَالَ عَلِيٌّ قُلْتُ لِسُفْيَانَ قَالَ سَمِعْتُ عِكْرِمَةَ قَالَ سَمِعْتُ أَبَا هُرَيْرَةَ قَالَ نَعَمْ قُلْتُ لِسُفْيَانَ إِنَّ إِنْسَانًا رَوَى عَنْ عَمْرٍو عَنْ عِكْرِمَةَ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ يَرْفَعُهُ أَنَّهُ قَرَأَ فُرِّغَ قَالَ سُفْيَانُ هَكَذَا قَرَأَ عَمْرٌو فَلَا أَدْرِي سَمِعَهُ هَكَذَا أَمْ لَا قَالَ سُفْيَانُ وَهِيَ قِرَاءَتُنَا.
7481- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Allah Azze ve Celle gökyüzünde bir şeyi takdir ettiği zaman, düz ve sert bir taş üzerin­deki zincir sesi gibi ses meydana gelir ve melekler korku ile kanatlarını birbirine vururlar. Kalplerinden bu korku geçince: Rabbiniz ne dedi? diye sorarlar. Melekler de: Allah hak sözü söyledi. Allah yüce ve büyük olandır, derler. Kulak hırsızlığı yapan şeytanlar, Allah Azze ve Celle’nin gökyüzünde takdir ettiği şeyleri duyarlar. O sırada kulak hırsızı şeytânlar yerden göğe kadar birbiri­nin üstünde zincirleme dizilmiş ve kulak hırsızlığına hazırlanmış bu­lunurlar."
Sufyân ibnu Uyeyne, dinleyici şeytânların birbirleri üstünde dizi­lişlerini eliyle şöyle vasıfladı: Sağ elinin parmaklan arasını araladı da onların bir kısmını diğerleri üzerine dikti.
"Şeytânlar bu vaziyette iken bâzı defa meleklerin konuşmaları­nı işiten en üstteki şeytâna bir ateş parçası yetişir de, altındaki şeytâ­na o haberi işittirmeden önce, onu yakar. Bâzı defa da ateş ona erişemeyip alt tarafında bulunan şeytâna haberi atıp yetiştirir. O da haberi kendisinden sonra bulunan daha aşağıdaki şeytâna atar ve bu suretle haber tâ yere kadar ulaşır."
Sufyân ibnu Uyeyne bazen şöyle demiştir: "Nihayet o haber yere ulaşır ve sihirbazın ağzına atılır. Sihirbaz o haberle beraber yüz yalan uydurup halka söyler. İlâhî emir yeryüzünde gerçekleşince de sihir­baz kişi doğru söylemiş olur. Ve ondan bu haberi işitenler, insanla­ra şöyle derler:
 Sihirbaz bize, falan ve falan günleri şöyle şöyle olacak diye haber vermedi mi? Sihirbazın bize verdiği haberin gerçekleştiğini gördük. Bu gerçekleşen haberler ise şeytanların gökyüzünden kulak hırsızlığı yaptıkları haberlerdir." (Hadisin geçtiği yer: 4701, 4800, 7481)
٧٤٨۲- حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ بُكَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ عُقَيْلٍ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ أَخْبَرَنِي أَبُو سَلَمَةَ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّهُ كَانَ يَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا أَذِنَ اللَّهُ لِشَيْءٍ مَا أَذِنَ لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَتَغَنَّى بِالْقُرْآنِ وَقَالَ صَاحِبٌ لَهُ يُرِيدُ أَنْ يَجْهَرَ بِهِ.
7482-  Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah Kur'ânı teganni etmekte olan bir peygamberi dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemedi."
Ebû Hureyre'nin bir arkadaşı: “Teğanni” ile “Kur'ân'ı cehri bir şekilde okumayı kastediyor, dedi. (Hadisin geçtiği yer: 5024, 7482, 7544)
٧٤٨۳- حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ حَفْصِ بْنِ غِيَاثٍ حَدَّثَنَا أَبِي حَدَّثَنَا الْأَعْمَشُ حَدَّثَنَا أَبُو صَالِحٍ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ اللَّهُ يَا آدَمُ فَيَقُولُ لَبَّيْكَ وَسَعْدَيْكَ فَيُنَادَى بِصَوْتٍ إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُكَ أَنْ تُخْرِجَ مِنْ ذُرِّيَّتِكَ بَعْثًا إِلَى النَّارِ.
7483- Ebû Saîd el-Hudrî -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 
"Allah Azze ve Celle, Âdem’e:
-"Ey Âdem!" diye seslenir. Âdem de:
-Buyur Allahım buyur! Emrine amadeyim! der.
Allah sana zürriyetinden cehenneme gidecek bir topluluğu çı­karmanı emrediyor! diye nida edecek." (Hadisin geçtiği yer: 3348, 4741, 6530, 7483)
٧٤٨٤- حَدَّثَنَا عُبَيْدُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا قَالَتْ مَا غِرْتُ عَلَى امْرَأَةٍ مَا غِرْتُ عَلَى خَدِيجَةَ وَلَقَدْ أَمَرَهُ رَبُّهُ أَنْ يُبَشِّرَهَا بِبَيْتٍ فِي الْجَنَّةِ.
7484- Âişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ben, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin kadınlarından hiçbi­risi hakkında Hatîce'ye karşı kıskançlığım derecesinde kıskanç değil­dim. Yemîn olsun, Rabb'i Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'e, Hatîceye cennette bir ev ile müjde vermesini emretmiştir, dedi. (Hadisin geçtiği yer: 3816, 3817, 3818, 5229, 6004, 7484)
 
 
۳۳-بَاب كَلَامِ الرَّبِّ مَعَ جِبْرِيلَ وَنِدَاءِ اللَّهِ الْمَلَائِكَةَ
وَقَالَ مَعْمَرٌ ﴿ وَإِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْآنَ ﴾ أَيْ يُلْقَى عَلَيْكَ وَتَلَقَّاهُ أَنْتَ أَيْ تَأْخُذُهُ عَنْهُمْ وَمِثْلُهُ ﴿ فَتَلَقَّى آدَمُ مِنْ رَبِّهِ كَلِمَاتٍ ﴾
Ma'mer şöyle dedi: «Ey Muhammed! Şurası muhakkaktır ki Kuran sana hikmet sahibi, her şeyi hakkıyla bilen Allah tarafından verilmektedir.» (Neml: 6) Bu Kur'ân sana veriliyor sen de onu meleklerden alıyorsun demektir. «Derken Âdem Rabb'inden kelimeler belleyip aldı.» (Bakara: 37) âyeti de bunun benzeridir.
٧٤٨٥- حَدَّثَنِي إِسْحَاقُ حَدَّثَنَا عَبْدُ الصَّمَدِ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ هُوَ ابْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ دِينَارٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِي صَالِحٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى إِذَا أَحَبَّ عَبْدًا نَادَى جِبْرِيلَ إِنَّ اللَّهَ قَدْ أَحَبَّ فُلَانًا فَأَحِبَّهُ فَيُحِبُّهُ جِبْرِيلُ ثُمَّ يُنَادِي جِبْرِيلُ فِي السَّمَاءِ إِنَّ اللَّهَ قَدْ أَحَبَّ فُلَانًا فَأَحِبُّوهُ فَيُحِبُّهُ أَهْلُ السَّمَاءِ وَيُوضَعُ لَهُ الْقَبُولُ فِي أَهْلِ الْأَرْضِ
.
7485- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Allah bir kulu sevdiği zaman Cibril’e: Allah falânı seviyor, onu sen de sev! diye nida eder. Cibril de o kulu sever. Akabinde Cibril gök ahâlîsine; Allah falân kulu seviyor, onu siz de seviniz! diye nida eder. Gök ahâlîsi de o kimseyi sever. Sonra yerdeki insanların gönlüne o kimse lehine kabul ve sevgi konulur da onu tanıyan müslümânlar tarafından sevilir."  (Hadisin geçtiği yer: 3209, 6040, 7485)
٧٤٨٦- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ عَنْ مَالِكٍ عَنْ أَبِي الزِّنَادِ عَنْ الْأَعْرَجِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَتَعَاقَبُونَ فِيكُمْ مَلَائِكَةٌ بِاللَّيْلِ وَمَلَائِكَةٌ بِالنَّهَارِ وَيَجْتَمِعُونَ فِي صَلَاةِ الْعَصْرِ وَصَلَاةِ الْفَجْرِ ثُمَّ يَعْرُجُ الَّذِينَ بَاتُوا فِيكُمْ فَيَسْأَلُهُمْ وَهُوَ أَعْلَمُ بِهِمْ كَيْفَ تَرَكْتُمْ عِبَادِي فَيَقُولُونَ تَرَكْنَاهُمْ وَهُمْ يُصَلُّونَ وَأَتَيْنَاهُمْ وَهُمْ يُصَلُّونَ.
7486- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Gecenin melekleri ile gündüzün melekleri sizlere birbirinin peşi sıra gelirler. Sabah ve ikindi namazlarında bir araya gelirler. Sonra sizinle beraber geceleyen (gecenin melekleri) semaya yükselir. Rableri, meleklere: -O en iyi bilen olduğu halde- "Kullarımı nasıl bıraktınız?" diye sorar. Melekler derler ki: "Onları namaz kılar bir halde terk ettik ve yanlarına da namaz kılarken vardık." (Hadisin geçtiği yer: 555, 3223, 7429, 7486)
٧٤٨٧- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ حَدَّثَنَا غُنْدَرٌ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ وَاصِلٍ عَنْ الْمَعْرُورِ قَالَ سَمِعْتُ أَبَا ذَرٍّ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ أَتَانِي جِبْرِيلُ فَبَشَّرَنِي أَنَّهُ مَنْ مَاتَ لَا يُشْرِكُ بِاللَّهِ شَيْئًا دَخَلَ الْجَنَّةَ قُلْتُ وَإِنْ سَرَقَ وَإِنْ زَنَى قَالَ وَإِنْ سَرَقَ وَإِنْ زَنَى.
7487- Ebû Zer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Cibril bana geldi ve bana: Allah'a hiçbir şeyi ortak kılmayarak ölen her kişi cennete gi­rer! diye müjdeledi. Ben: Allah’a şirk koşmayan kimse hırsızlık yapsa, zina etse de cennete girer mi? diye sor­dum. Cibril: Evet. Hırsızlık yapmış ve zina etmiş olsa da cennete girer, diye cevâb verdi." (Hadisin geçtiği yer: 1237, 1408, 2388, 3222, 6268, 6443, 6444, 7487)
٣٤-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ أَنْزَلَهُ بِعِلْمِهِ وَالْمَلَائِكَةُ يَشْهَدُونَ ﴾
 
«Bununla beraber Allah, sana indirdiği Kurân'a şâhidlik eder ki, onu bizzat kendi ilmiyle indirmiştir.» (Nisâ: 166)
قَالَ مُجَاهِدٌ ﴿ يَتَنَزَّلُ الْأَمْرُ بَيْنَهُنَّ ﴾ بَيْنَ السَّمَاءِ السَّابِعَةِ وَالْأَرْضِ السَّابِعَةِ.
Mucâhid şöyle dedi: «Yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah'tır. Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve Allah'ın her şeyi ilimle kuşattığını bilmeniz için Allah'ın emri bunlar arasında iner durur.» (Talâk: 12) “Emir”, yedinci semâ ile yedinci Arz arasında iner durur.
٧٤٨٨- حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا أَبُو الْأَحْوَصِ حَدَّثَنَا أَبُو إِسْحَاقَ الْهَمْدَانِيُّ عَنْ الْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَا فُلَانُ إِذَا أَوَيْتَ إِلَى فِرَاشِكَ فَقُلْ اللَّهُمَّ أَسْلَمْتُ نَفْسِي إِلَيْكَ وَوَجَّهْتُ وَجْهِي إِلَيْكَ وَفَوَّضْتُ أَمْرِي إِلَيْكَ وَأَلْجَأْتُ ظَهْرِي إِلَيْكَ رَغْبَةً وَرَهْبَةً إِلَيْكَ لَا مَلْجَأَ وَلَا مَنْجَا مِنْكَ إِلَّا إِلَيْكَ آمَنْتُ بِكِتَابِكَ الَّذِي أَنْزَلْتَ وَبِنَبِيِّكَ الَّذِي أَرْسَلْتَ فَإِنَّكَ إِنْ مُتَّ فِي لَيْلَتِكَ مُتَّ عَلَى الْفِطْرَةِ وَإِنْ أَصْبَحْتَ أَصَبْتَ أَجْرًا.
7488- Berâ İbnu Âzib -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Ey Falan! Yatağına girdiğinde şu duayı oku: Allahım yüzümü sana teslim ettim, işimi sana havale ettim. Senden ümit ederek ve korkarak sırtımı sana dayadım. Sığınmak ve senden sakınmak ancak sana yönelmektedir. Allahım, indirdiğin Kitab’a ve gönderdiğin Nebi’ne iman ettim." Eğer sen o gecende ölecek olursan, fıtrat yani İslâm Dini üzere ölürsün, eğer sabaha çıkarsan, sevaba isabet etmiş olursun." (Hadisin geçtiği yer: 247, 6311, 6313, 6315, 7488)
 
٧٤٨٩- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ إِسْمَاعِيلَ بْنِ أَبِي خَالِدٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي أَوْفَى قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ الْأَحْزَابِ اللَّهُمَّ مُنْزِلَ الْكِتَابِ سَرِيعَ الْحِسَابِ اهْزِمْ الْأَحْزَابَ وَزَلْزِلْ بِهِمْزَادَ الْحُمَيْدِيُّ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِي خَالِدٍ سَمِعْتُ عَبْدَ اللَّهِ سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ.
 
7489- Abdullah ibnu Ebî Evfâ -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Hendek savaşında müşrikler aleyhine şöyle duâ ediyordu: "Kurân'ı indiren, hesabı çabuk gören, Allahım! Allahım! Düşmanları bozguna uğrat! Allahım! Onları hezimete uğrat ve ayakları altından onları salla!" (Hadisin geçtiği yer: 2933, 2965, 3025, 4115, 6392, 7489) 
٧٤٩۰- حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ عَنْ هُشَيْمٍ عَنْ أَبِي بِشْرٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا ﴿ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا ﴾ قَالَ أُنْزِلَتْ وَرَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُتَوَارٍ بِمَكَّةَ فَكَانَ إِذَا رَفَعَ صَوْتَهُسَمِعَ الْمُشْرِكُونَ فَسَبُّوا الْقُرْآنَ وَمَنْ أَنْزَلَهُ وَمَنْ جَاءَ بِهِ فَقَالَ اللَّهُ تَعَالَى ﴿ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا ﴾ ﴿ لَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ ﴾ حَتَّى يَسْمَعَ الْمُشْرِكُونَ ﴿ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا ﴾ عَنْ أَصْحَابِكَ فَلَا تُسْمِعُهُمْ ﴿ وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلًا ﴾ أَسْمِعْهُمْ وَلَا تَجْهَرْ حَتَّى يَأْخُذُوا عَنْكَ الْقُرْآنَ.
7490- Said ibnu Cubeyr -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: İbnu Abbâs -Allah ondan ve babasından razı olsun- «Namazda kıraatini çok yükseltme; gizli de okuma» âyeti hakkında şöyle dedi: Bu âyet, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Mek­ke'de İslam’ın başlarında davetini gizli yaparken indi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ashabına namaz kıldırdığı esnada Kurân okurken sesini yükseltirdi. Kurân’ı duyan müşrikler ise Kurân’a, onu indirene ve Kurân’ın geldiği kimseye söverlerdi. Allah Azze ve Celle, Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme: «Namazda kıraatini çok yükseltme» buyurdu. Yani namazda Kurân okurken müşrikler duyacak şekilde sesini yükseltme! Sesini sahâbîlerinden gizli de yapma. Sonra onlara işittiremezsin. Bunun ikisi arası bir yol tut, pek bağırmayarak onlara işittir ki, onlar Kurân'ı senden alabilsinler." (Hadisin geçtiği yer: 4722, 7490, 7525, 7547)
۳٥-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ يُرِيدُونَ أَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللَّهِ ﴾
 
«Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek istiyorlar.» (Feth: 15)
﴿ إِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌ ﴾ حَقٌّ ﴿ وَمَا هُوَ بِالْهَزْلِ ﴾ بِاللَّعِبِ.
«Kurân, hak ile bâtılı ayırt eden bir sözdür.» (Târik: 13) «O oyun ve eğlence değildir.» (Târik: 14)
٧٤٩۱- حَدَّثَنَا الْحُمَيْدِيُّ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ حَدَّثَنَا الزُّهْرِيُّ عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ اللَّهُ تَعَالَى يُؤْذِينِي ابْنُ آدَمَ يَسُبُّ الدَّهْرَ وَأَنَا الدَّهْرُ بِيَدِي الْأَمْرُ أُقَلِّبُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ.
7491- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: Âdem oğlu zamana söverek bana eza verir. Zaman benim. Her iş benim elimdedir. Geceyi de, gündüzü de ben evirip çeviririm." (Hadisin geçtiği yer: 4826, 6181, 7491)
٧٤٩۲- حَدَّثَنَا أَبُو نُعَيْمٍ حَدَّثَنَا الْأَعْمَشُ عَنْ أَبِي صَالِحٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ
عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ الصَّوْمُ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ يَدَعُ شَهْوَتَهُ وَأَكْلَهُ وَشُرْبَهُ مِنْ أَجْلِي وَالصَّوْمُ جُنَّةٌ وَلِلصَّائِمِ فَرْحَتَانِ فَرْحَةٌ حِينَ يُفْطِرُ وَفَرْحَةٌ حِينَ يَلْقَى رَبَّهُ وَلَخُلُوفُ فَمِ الصَّائِمِ أَطْيَبُ عِنْدَ اللَّهِ مِنْ رِيحِ الْمِسْكِ
.
7492- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: "Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ancak ben veririm. Oruçlu kişi şehvetini, yemesini, içmesini benim için terk eder. Oruç bir kalkandır. Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri iftar ederkenki sevinç, biri de kıyamet günü Rabb'ine kavuşurkenki sevinç. Yemîn olsun ki, oruçlu ağzın açlık kokusu Allah katında misk kokusundan daha temizdir." (Hadisin geçtiği yer: 1894, 1904, 5927, 7492, 7538)
٧٤٩۳- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنْ هَمَّامٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ بَيْنَمَا أَيُّوبُ يَغْتَسِلُ عُرْيَانًا خَرَّ عَلَيْهِ رِجْلُ جَرَادٍ مِنْ ذَهَبٍ فَجَعَلَ يَحْثِي فِي ثَوْبِهِ فَنَادَى رَبُّهُ يَا أَيُّوبُ أَلَمْ أَكُنْ أَغْنَيْتُكَ عَمَّا تَرَى قَالَ بَلَى يَا رَبِّ وَلَكِنْ لَا غِنَى بِي عَنْ بَرَكَتِكَ.
7493- Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Eyyûb çıplak bir vaziyette yıkanırken üzerine altından çekirgeler düştü. Eyyûb bunları elbisesinin içine almaya başladı. Rabbi O’na şöyle nida etti: Ey Eyyûb! Seni bu gördüklerinden zengin kılmamış mı idim. Eyyüp de dedi ki: Senin izzetine yemin olsun ki evet. Fakat senin bereketinden yetinmek yoktur." (Hadisin geçtiği yer: 279, 3391, 7493)
٧٤٩٤- حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ حَدَّثَنِي مَالِكٌ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ أَبِي عَبْدِ اللَّهِ الْأَغَرِّ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَنْزِلُ رَبُّنَا تَبَارَكَ وَتَعَالَى كُلَّ لَيْلَةٍ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا حِينَ يَبْقَى ثُلُثُ اللَّيْلِ الْآخِرُ فَيَقُولُ مَنْ يَدْعُونِي فَأَسْتَجِيبَ لَهُ مَنْ يَسْأَلُنِي فَأُعْطِيَهُ مَنْ يَسْتَغْفِرُنِي فَأَغْفِرَ لَهُ.
7494- Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ gecenin son üçte birinde her gece dünya semâsına iner ve şöyle der: Kim bana dua ederse ona icabet edeyim. Kim benden bir şey isterse onu ona vereyim. Her kim de benden bağışlanma dilerse onu bağışlayayım." (Hadisin geçtiği yer: 1145, 6321, 7494)
٧٤٩٥- حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ حَدَّثَنَا أَبُو الزِّنَادِ أَنَّ الْأَعْرَجَ حَدَّثَهُ أَنَّهُ سَمِعَ أَبَا هُرَيْرَةَ أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ نَحْنُ الْآخِرُونَ السَّابِقُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ.
7495- Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Bizler (ümmet olarak) sonra gelenleriz, (kıyamet günü ise) öne geçenleriz." (Hadisin geçtiği yer: 238, 876, 896, 2956, 3486, 6624, 6887, 7495)
٧٤٩٦- وَبِهَذَا الْإِسْنَادِ قَالَ اللَّهُ أَنْفِقْ أُنْفِقْ عَلَيْكَ.
7496- Bir önceki hadisin isnâdıyle gelen hadîsin so­nunda Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: Fakirlere sadaka ver ki ben de sana nimetimden vereyim." (Hadisin geçtiği yer: 4684, 5352, 7411, 7419, 7496)
٧٤٩٧- حَدَّثَنَا زُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ حَدَّثَنَا ابْنُ فُضَيْلٍ عَنْ عُمَارَةَ عَنْ أَبِي زُرْعَةَ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ فَقَالَ هَذِهِ خَدِيجَةُ أَتَتْكَ بِإِنَاءٍ فِيهِ طَعَامٌ أَوْ إِنَاءٍ فِيهِ شَرَابٌ فَأَقْرِئْهَا مِنْ رَبِّهَا السَّلَامَ وَبَشِّرْهَا بِبَيْتٍ مِنْ قَصَبٍ لَا صَخَبَ فِيهِ وَلَا نَصَبَ.
7497- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Hira Dağı'nda iken kendisine Cibril geldi ve şöyle dedi: "Ey Allah’ın Rasûlü! Yanında bir kap içinde yemek veya suyla Hadice geliyor. O senin yanına geldiğinde O’na Rabbisinden ve benden selam söyle! O’nu içinde gürültü ve yorgunluğun olmadığı inciden bir evle müjdele!" (Hadisin geçtiği yer: 3820, 7497)
٧٤٩۸- حَدَّثَنَا مُعَاذُ بْنُ أَسَدٍ أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنْ هَمَّامِ بْنِ مُنَبِّهٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ قَالَ اللَّهُ أَعْدَدْتُ لِعِبَادِي الصَّالِحِينَ مَا لَا عَيْنٌ رَأَتْ وَلَا أُذُنٌ سَمِعَتْ وَلَا خَطَرَ عَلَى قَلْبِ بَشَرٍ.
7498- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: «Ben iyi kullarım için cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan gönlüne gelmeyen nimetler hazırladım.» (Hadisin geçtiği yer: 3244, 4779, 4780, 7498)
٧٤٩۹- حَدَّثَنَا مَحْمُودٌ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا ابْنُ جُرَيْجٍ أَخْبَرَنِي سُلَيْمَانُ الْأَحْوَلُ أَنَّ طَاوُسًا أَخْبَرَهُ أَنَّهُ سَمِعَ ابْنَ عَبَّاسٍ يَقُولُ كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا تَهَجَّدَ مِنْ اللَّيْلِ قَالَ اللَّهُمَّ لَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ نُورُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ قَيِّمُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَنْ فِيهِنَّ أَنْتَ الْحَقُّ وَوَعْدُكَ الْحَقُّ وَقَوْلُكَ الْحَقُّ وَلِقَاؤُكَ الْحَقُّ وَالْجَنَّةُ حَقٌّ وَالنَّارُ حَقٌّ وَالنَّبِيُّونَ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ حَقٌّ اللَّهُمَّ لَكَ أَسْلَمْتُ وَبِكَ آمَنْتُ وَعَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْكَ أَنَبْتُ وَبِكَ خَاصَمْتُ وَإِلَيْكَ حَاكَمْتُ فَاغْفِرْ لِي مَا قَدَّمْتُ وَمَا أَخَّرْتُ وَمَا أَسْرَرْتُ وَمَا أَعْلَنْتُ أَنْتَ إِلَهِي لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ.
7499- İbnu Abbas -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem teheccüd namazı için gece kalktığında şöyle derdi: "Allahım! Hamd sanadır. Sen yerin, göklerin ve ikisi arasındakilerin Kayyumsun. Hamd sanadır. Yeri, göklerin ve ikisi arasındakilerin mülkü senindir. Hamd sanadır. Sen yerin ve göklerin nûrusun. (Yeri ve gökleri nurlandıransın ve o ikisinde bulunanlar seninle doğru yolu bulurlar.) Hamd sanadır. Yerin ve göklerin mülkü senindir. Hamd sanadır. Sen haksın. (Varlığın gerçektir ve bunda hiçbir şüphe yoktur) Senin vadin haktır (Vadin muhakkak gerçekleşir) Ölümden sonra dirilmek haktır. Senin sözün haktır. Cennet haktır. Cehennem haktır. Peygamberler haktır. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem haktır. Kıyamet günü haktır. Allahım! Sana teslim oldum, sana iman ettim, sana tevekkül ettim, sana yöneldim, bana verdiğin delillerle mücadele ettim ve aramızda seni hakem tayin ettim. Geçmiş ve gelecek, gizlediğim ve açığa vurduğum günahlarımı bağışla. Senden başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilâh yoktur." (Hadisin geçtiği yer: 1120, 6317, 7385, 7442, 7499)
٧٥٠٠- حَدَّثَنَا حَجَّاجُ بْنُ مِنْهَالٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عُمَرَ النُّمَيْرِيُّ حَدَّثَنَا يُونُسُ بْنُ يَزِيدَ الْأَيْلِيُّ قَالَ سَمِعْتُ الزُّهْرِيَّ قَالَ سَمِعْتُ عُرْوَةَ بْنَ الزُّبَيْرِ وَسَعِيدَ بْنَ الْمُسَيَّبِ وَعَلْقَمَةَ بْنَ وَقَّاصٍ وَعُبَيْدَ اللَّهِ بْنَ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ حَدِيثِ عَائِشَةَ زَوْجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ قَالَ لَهَا أَهْلُ الْإِفْكِ مَا قَالُوا فَبَرَّأَهَا اللَّهُ مِمَّا قَالُوا وَكُلٌّ حَدَّثَنِي طَائِفَةً مِنْ الْحَدِيثِ الَّذِي حَدَّثَنِي عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ وَلَكِنِّي وَاللَّهِ مَا كُنْتُ أَظُنُّ أَنَّ اللَّهَ يُنْزِلُ فِي بَرَاءَتِي وَحْيًا يُتْلَى وَلَشَأْنِي فِي نَفْسِي كَانَ أَحْقَرَ مِنْ أَنْ يَتَكَلَّمَ اللَّهُ فِيَّ بِأَمْرٍ يُتْلَى وَلَكِنِّي كُنْتُ أَرْجُو أَنْ يَرَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي النَّوْمِ رُؤْيَا يُبَرِّئُنِي اللَّهُ بِهَا فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى ﴿ إِنَّ الَّذِينَ جَاءُوا بِالْإِفْكِ ﴾
الْعَشْرَ الْآيَاتِ
.
7500- Zuhri -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: İftira ehlinin Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin hanımı Âişe hakkında dediklerini dedikleri ve Allah'ın da iftiracıların dediklerinden onu te­mize çıkardığı zamanki hadîsin son kısmında Âişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah'a yemîn ederim ki, Allah'ın benim berâetim hakkında tilâvet edilecek bir vahiy indireceğini hiç zannetmezdim. Ve elbette be­nim şânım, benim nefsimde Allah'ın benim hakkımda tilâvet edile­cek bir emirle konuşmasından çok hakîr idi. Fakat ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin uykuda bir rüyâ görmesini ve Allah'ın beni o rüyâ ile temize çıkaracağını ümit ediyordum. Nihayet Yüce Allah şu on âyeti indirdi:
“Peygamberin eşi hakkındaki o iftirayı yapanlar, içinizden bir topluluktur. Bunu kendiniz için bir şer sanmayın; aksine o, sizin için hayırlı olmuştur. Onlardan her biri için kazandığı günâh nisbetinde ceza vardır. İftiranın en büyüğünü yüklenene ise, büyük azâb vardır. Bu iftirayı işittiğiniz zaman, mû'min erkek ve kadınların güzel zanda bulunup kendi kendilerine “bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Bu iftiraya dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Şâhidleri getirmediklerine göre, bunlar, Allah katında yalancı olanlardır. Eğer Allah'ın dünyada üzerinizdeki lûtfu ve âhirette de rahmeti olmasaydı, içine daldığınız bu İftirada size büyük bir azab dokunurdu. O zaman, siz onu dillerinizle alıyor ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz ve bunu, Allah katındaki büyüklüğüne rağmen kolay sanıyordunuz. Halbuki o iftirayı işittiğiniz zaman, “bunu bizim konuşmamız bize yakışmaz; hâşâ, bu, büyük bir iftiradır” deseniz ne olurdu? Eğer mû'min kişiler iseniz, bunun gibi bir şeye bir daha dönmemeniz için, Allah size vâz u nasihat ediyor. Ve Allah size âyetleri böylece açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir. îman edenler arasında fuhşun yayılmasını arzu edenlere, dünya ve âhirette çok acı bir azâb vardır; Allah her şeyi bilir ve fakat siz bilmezsiniz. Üzerinizde ya Allah'ın lûtfu ve merhameti olmasaydı; ya Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı, haliniz nice olurdu?. Ey îman edenler! Şeytanın adımlarına ayak uydurmayın. Her kim ona ayak uydurursa, bilsin ki o, hayasızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer üzerinizde Allah'ın lûtfu ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbiri, ebediyyen temize çıkmazdı. Fakat Allah, dilediğini temize çıkarır, Allah, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.  İçinizden fazilet ve servet sahipleri, yakınlarına, düşkünlere, Allah yolunda hicret edenlere vermemek hususunda yemin etmesinler; fakat affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir.” (Nur: 11-21).(Hadisin geçtiği yer: 2637, 2661, 2688, 2879, 4025, 4141, 4690, 4749, 4750, 4757, 5212, 6662, 6679, 7369, 7370, 7500, 7545)
٧٥٠١- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا الْمُغِيرَةُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ أَبِي الزِّنَادِ عَنْ الْأَعْرَجِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَقُولُ اللَّهُ إِذَا أَرَادَ عَبْدِي أَنْ يَعْمَلَ سَيِّئَةً فَلَا تَكْتُبُوهَا عَلَيْهِ حَتَّى يَعْمَلَهَا فَإِنْ عَمِلَهَا فَاكْتُبُوهَا بِمِثْلِهَا وَإِنْ تَرَكَهَا مِنْ أَجْلِي فَاكْتُبُوهَا لَهُ حَسَنَةً وَإِذَا أَرَادَ أَنْ يَعْمَلَ حَسَنَةً فَلَمْ يَعْمَلْهَا فَاكْتُبُوهَا لَهُ حَسَنَةً فَإِنْ عَمِلَهَا فَاكْتُبُوهَا لَهُ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا إِلَى سَبْعِ مِائَةِ ضِعْفٍ.
7501- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah Azze ve Celle yazıcı meleklerine şöyle buyurur: şayet benim kulum bir kötülük yapmayı içinden geçirir, o kötülüğü yapana kadar ona bir günah yazmayın. Şayet o kötülüğü, fenalığı yaparsa, ona bir misli günah yazın. Şayet o kötülüğü benim rızamı kazanmak için terk ederse, ona bir iyilik yazın. Yine kulum bir iyilik yapmayı içinden geçirir, ancak onu yapmazsa ona bir iyilik yazar. Şayet o iyiliği yaparsa ona on iyilikten yedi yüz iyiliğe kadar yazın." (Hadisin geçtiği yer: 6491, 7501)
٧٥٠٢- حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنِي سُلَيْمَانُ بْنُ بِلَالٍ عَنْ مُعَاوِيَةَ بْنِ أَبِي مُزَرِّدٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ خَلَقَ اللَّهُ الْخَلْقَ فَلَمَّا فَرَغَ مِنْهُ قَامَتْ الرَّحِمُ فَقَالَ مَهْ قَالَتْ هَذَا مَقَامُ الْعَائِذِ بِكَ مِنْ الْقَطِيعَةِ فَقَالَ أَلَا تَرْضَيْنَ أَنْ أَصِلَ مَنْ وَصَلَكِ وَأَقْطَعَ مَنْ قَطَعَكِ قَالَتْ بَلَى يَا رَبِّ قَالَ فَذَلِكِ لَكِ ثُمَّ قَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ ﴿ فَهَلْ عَسَيْتُمْ إِنْ تَوَلَّيْتُمْ أَنْ تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ وَتُقَطِّعُوا أَرْحَامَكُمْ ﴾.
7502- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah Azze ve Celle mahlukatı yarattı. Bu yaratmayı yerine getirip tamamlayınca rahim/akrabalık ayağa kalktı. Bunun üzerine Allah ona:
-Ne istersin? diye sordu. O da şöyle cevap verdi:
-Yâ Rabbi! Benim bu şekilde kalkmam, ilişkileri kesilen birinin kalkışıdır. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:
-Seninle bağ kuranlar ile bağ kurmana; seninle bağlarını koparanlarla bağlarımı koparmama razı olur musun?
O da şöyle cevap verdi:
-Elbette ey Rabbim.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:
-"Bundan sonra akrabayla ilgilenmeyi devam ettirenlerle, devam ettirmeyip bu ilgiyi kesip koparanların hâli böyle olacaktır."
Ebû Hureyre şöyle dedi:
Dilerseniz şu âyeti okuyun: «Ey münafıklar! Halkın işlerini üstlendiğiniz takdirde, sizden yeryüzünde bozgunculuk etmeniz ve akrabalık bağlarını kesmeniz beklenmez mi?» (Muhammed: 22)  (Hadisin geçtiği yer: 4830, 4831, 4832, 5987, 7502)
 
٧٥٠٣- حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ صَالِحٍ عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ عَنْ زَيْدِ بْنِ خَالِدٍ قَالَ مُطِرَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ قَالَ اللَّهُ أَصْبَحَ مِنْ عِبَادِي كَافِرٌ بِي وَمُؤْمِنٌ بِي.
 
7503- Zeyd ibnu Hâlid -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin duâsı sebebiyle Allah Azze ve Celle yağmur indirdi. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: Kullarımdan bazıları bana mümin olarak bazıları da kâfir olarak sabahladılar." ( Hadisin geçtiği yer: 1038, 4147, 7503)
٧٥٠٤- حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ حَدَّثَنِي مَالِكٌ عَنْ أَبِي الزِّنَادِ عَنْ الْأَعْرَجِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ قَالَ اللَّهُ إِذَا أَحَبَّ عَبْدِي لِقَائِي أَحْبَبْتُ لِقَاءَهُ وَإِذَا كَرِهَ لِقَائِي كَرِهْتُ لِقَاءَهُ.
7504- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah Azze ve Celle şöyle buyurur: Kulum bana kavuşmayı arzu ettiği zaman, ben de ona kavuşmayı arzu ederim. Kulum bana kavuşmayı istemediği zaman ben de ona kavuşmayı istemem!" (Hadisin Geçtiği yer: 6507, 6508, 7504)
٧٥٠٥- حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ حَدَّثَنَا أَبُو الزِّنَادِ عَنْ الْأَعْرَجِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ قَالَ اللَّهُ أَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِي بِي.
7505- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah Azze ve Celle: Ben kulumun beni zannı ya­nındayım, buyurdu." (Hadisin geçtiği yer:  7405, 7505, 7537)
٧٥٠٦- حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ حَدَّثَنِي مَالِكٌ عَنْ أَبِي الزِّنَادِ عَنْ الْأَعْرَجِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ قَالَ رَجُلٌ لَمْ يَعْمَلْ خَيْرًا قَطُّ فَإِذَا مَاتَ فَحَرِّقُوهُ وَاذْرُوا نِصْفَهُ فِي الْبَرِّ وَنِصْفَهُ فِي الْبَحْرِ فَوَاللَّهِ لَئِنْ قَدَرَ اللَّهُ عَلَيْهِ لَيُعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا لَا يُعَذِّبُهُ أَحَدًا مِنْ الْعَالَمِينَ فَأَمَرَ اللَّهُ الْبَحْرَ فَجَمَعَ مَا فِيهِ وَأَمَرَ الْبَرَّ فَجَمَعَ مَا فِيهِ ثُمَّ قَالَ لِمَ فَعَلْتَ قَالَ مِنْ خَشْيَتِكَ وَأَنْتَ أَعْلَمُ فَغَفَرَ لَهُ.
 
7506- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sizden önceki ümmetlerden kendi nefsine zulmeden yani çokça günah işleyen bir adam vardı. Ona ölüm geldiğinde oğullarına şu vasiyette bulundu:
-Ben öldüğümde benim cesedimi yakın, sonra da kemiklerimi ezip öğütün. Sonra küllerimi rüzgara savurun. Vallahi, şayet Allah benim küllerimi toplamaya güç yetirirse bana hiç kimseye azab etmediği gibi azab eder.
Adam öldüğüne oğulları onun vasiyetini yerine getirdiler. Allah Azze ve Celle yeryüzüne:
-«O adamın küllerinden sende ne varsa topla» diye emretti. Yeryüzü de emredileni yerine getirdi. Akabinde o adam sağlam bir vücutla Allah Azze ve Celle’nin karşısında durdu. Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:
-«Seni böyle yapmana iten sebep ne idi? Neden böyle yaptın?» Adam dedi ki:
-Ya Rabbi! Senin korkundan dolayı böyle yaptım. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle o adamı bağışladı." (Hadisin geçtiği yer: 3481, 7506)
٧٥٠٧- حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ إِسْحَاقَ حَدَّثَنَا عَمْرُو بْنُ عَاصِمٍ حَدَّثَنَا هَمَّامٌ حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ سَمِعْتُ عَبْدَ الرَّحْمَنِ بْنَ أَبِي عَمْرَةَ قَالَ سَمِعْتُ أَبَا هُرَيْرَةَ قَالَ سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِنَّ عَبْدًا أَصَابَ ذَنْبًا وَرُبَّمَا قَالَ أَذْنَبَ ذَنْبًا فَقَالَ رَبِّ أَذْنَبْتُ وَرُبَّمَا قَالَ أَصَبْتُ فَاغْفِرْ لِي فَقَالَ رَبُّهُ أَعَلِمَ عَبْدِي أَنَّ لَهُ رَبًّا يَغْفِرُ الذَّنْبَ وَيَأْخُذُ بِهِ غَفَرْتُ لِعَبْدِي ثُمَّ مَكَثَ مَا شَاءَ اللَّهُ ثُمَّ أَصَابَ ذَنْبًا أَوْ أَذْنَبَ ذَنْبًا فَقَالَ رَبِّ أَذْنَبْتُ أَوْ أَصَبْتُ آخَرَ فَاغْفِرْهُ فَقَالَ أَعَلِمَ عَبْدِي أَنَّ لَهُ رَبًّا يَغْفِرُ الذَّنْبَ وَيَأْخُذُ بِهِ غَفَرْتُ لِعَبْدِي ثُمَّ مَكَثَ مَا شَاءَ اللَّهُ ثُمَّ أَذْنَبَ ذَنْبًا وَرُبَّمَا قَالَ أَصَابَ ذَنْبًا قَالَ قَالَ رَبِّ أَصَبْتُ أَوْ قَالَ أَذْنَبْتُ آخَرَ فَاغْفِرْهُ لِي فَقَالَ أَعَلِمَ عَبْدِي أَنَّ لَهُ رَبًّا يَغْفِرُ الذَّنْبَ وَيَأْخُذُ بِهِ غَفَرْتُ لِعَبْدِي ثَلَاثًا فَلْيَعْمَلْ مَا شَاءَ.
7507- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Bir kula bilmeyerek bir günâh isabet edip veya bilerek bir günâh işleyip de: Yâ Rabbi! ben bilerek bir günâh işledim, veya bilmeye­rek ben bir günâha uğramış oldum, kusurumu af ve mağfiret eyle! diye günâhını itirâf ve niyaz ederse, o kulun Rabb'i: Demek ki kulum dilerse günâhını affedecek, dilerse ceza­landıracak muhakkak bir Rabbi olduğunu bildi. Şu hâlde ben de ku­lumu mağfiret ettim! buyurur.
Sonra bu kul Allah'ın dilediği kadar bir zaman günahsız ya­şar. Sonra bir günâh daha isabet edip veya bir günâh işleyip de; Yâ Rabbi! Ben bilerek bir günâh işledim, veya bilmeye­rek bir günâha uğradım. Kusurumu af ve mağfiret eyle! diye niyaz ederse, o kulun Rabb'i: Demek ki, kulum günâhını affedecek veya cezalandıracak bir Rabb'i bulunduğunu gereği gibi bildi. Şu hâlde ben de bu kulumu mağfiret ettim! buyurur.
Sonra bu kul Allah'ın dilediği kadar bir zaman günahsız yaşar. Sonra bir günâha isabet edip veya günâh işleyip de: Yâ Rabbi! Ben bir günâh işledim veya bir günâha uğradım, kusurumu af ve mağfiret eyle! diye niyaz ederse, o kulun Rabb'i: Demek ki, kulum günâhını affedecek veya cezalandıracak bir Rabb'i bulunduğunu gereği gibi bildi. Şu hâlde ben de bu kulumu mağfiret ettim! buyurur.
Sonra bu kul Allah'ın dilediği kadar bir zaman günahsız yaşar. Sonra bir günâha isabet edip veya günâh işleyip de: Yâ Rabbi! Ben bir günâh işledim veya bir günâha uğradım, kusurumu af ve mağfiret eyle! diye Allah'a yalvarırsa, o kulun Rabb'i: Demek ki, kulum günâhını affedecek veya cezalandıracak bir Rabb'i olduğunu bildi, ben de üç defa kendisini af ve mağfiret et­tim. Artık günâh işlediğinde tevbe etmesini bilen bu kulum dilediği işi işlesin! buyurur." (Hadisin geçtiği yer: 3478, 6481, 7508 )
٧٥٠٨- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَبِي الْأَسْوَدِ حَدَّثَنَا مُعْتَمِرٌ سَمِعْتُ أَبِي حَدَّثَنَا قَتَادَةُ عَنْ عُقْبَةَ بْنِ عَبْدِ الْغَافِرِ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُ ذَكَرَ رَجُلًا فِيمَنْ سَلَفَ أَوْ فِيمَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ قَالَ كَلِمَةً يَعْنِي أَعْطَاهُ اللَّهُ مَالًا وَوَلَدًا فَلَمَّا حَضَرَتْ الْوَفَاةُ قَالَ لِبَنِيهِ أَيَّ أَبٍ كُنْتُ لَكُمْ قَالُوا خَيْرَ أَبٍ قَالَ فَإِنَّهُ لَمْ يَبْتَئِرْ أَوْ لَمْ يَبْتَئِزْ عِنْدَ اللَّهِ خَيْرًا وَإِنْ يَقْدِرْ اللَّهُ عَلَيْهِ يُعَذِّبْهُ فَانْظُرُوا إِذَا مُتُّ فَأَحْرِقُونِي حَتَّى إِذَا صِرْتُ فَحْمًا فَاسْحَقُونِي أَوْ قَالَ اَلْإِسْكَنْدَرِيَّة فَإِذَا كَانَ يَوْمُ رِيحٍ عَاصِفٍ فَأَذْرُونِي فِيهَا فَقَالَ نَبِيُّ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأَخَذَ مَوَاثِيقَهُمْ عَلَى ذَلِكَ وَرَبِّي فَفَعَلُوا ثُمَّ أَذْرَوْهُ فِي يَوْمٍ عَاصِفٍ فَقَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ كُنْ فَإِذَا هُوَ رَجُلٌ قَائِمٌ قَالَ اللَّهُ أَيْ عَبْدِي مَا حَمَلَكَ عَلَى أَنْ فَعَلْتَ مَا فَعَلْتَ قَالَ مَخَافَتُكَ أَوْ فَرَقٌ مِنْكَ قَالَ فَمَا تَلَافَاهُ أَنْ رَحِمَهُ عِنْدَهَا وَقَالَ مَرَّةً أُخْرَى فَمَا تَلَافَاهُ غَيْرُهَا فَحَدَّثْتُ بِهِ أَبَا عُثْمَانَ فَقَالَ سَمِعْتُ هَذَا مِنْ سَلْمَانَ غَيْرَ أَنَّهُ زَادَ فِيهِ أَذْرُونِي فِي الْبَحْرِ أَوْ كَمَا حَدَّثَ حَدَّثَنَا مُوسَى حَدَّثَنَا مُعْتَمِرٌ وَقَالَ لَمْ يَبْتَئِرْ وَقَالَ خَلِيفَةُ حَدَّثَنَا مُعْتَمِرٌ وَقَالَ لَمْ يَبْتَئِزْ فَسَّرَهُ قَتَادَةُ لَمْ يَدَّخِرْ.
7508- Ebû Saîd el-Hudrî -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem geçmiş insanlar içinde veya sizden evvelki milletler içinde bir adamı zikredip şöyle buyurdu: "Allah o adama mal ve evlâd verdi. Nihayet ona vefat zamanı yaklaştığında, oğullarına hitaben: Ben size nasıl bir baba oldum? diye sordu. Oğulları: Sen bize hayırlı bir baba oldun, dediler. Adam: Şu muhakkak ki, bu baba Allah yanında önden bir hayır gön­dermedi veya bir hayır biriktirmedi. Şübhesiz Allah tevhidden başka hiçbir hayrı olmayan bu zâtı ele geçirdiğinde, ona azâb edecektir. Şimdi bakınız! Ben öldüğüm zaman sizler beni kömür oluncaya ka­dar yakınız. Sonra beni ezip öğütünüz veya: Beni toz yapınız, dedi. Sonra rüzgârı şiddetli esen bir gün olunca, benim tozlarımı bu şiddetli rüzgârın içinde uçurup dağıtın! O adam, Rabb'ime yemin ol­sun, bu dediklerimi muhakkak yapacaksınız diye, oğullarından misaklarını, yâni taahhüdlerini aldı. Onlar da babaları öldükten sonra onun vasiyet ettiği işleri yaptılar. Sonra onun tozlarını rüzgârı şiddetli esen bir günde uçurup dağıttılar. Allah Azze ve Celle o tozlara “Ol!” emrini verdi. Derhâl o tozlar ayakta dikilen bir adam oluverdi. Allah:
-Ey kulum! Sen'in bu yaptığın işleri yapmana seni sevk eden nedir? diye sordu. O zât: Sen'in korkun, veya Sen'den korkmaktır, dedi. Allah: Kusuru, elden kaçan fırsatı Allah'ın merhamet etmesi telâfi eder -veya diğer bir kere de: Kusuru, elden kaçan fırsatı Allah kor­kusundan başkası telâfi edemez, buyurdu."
Râvî Süleyman Teymî şöyle dedi: Ben bu hadîsi Ebu Osmân en-Nehdfye tahdîs ettim de o: Ben bunu Selmân el-Fârisî'den işit­tim. Şu kadar var ki, o bunda “Beni deniz içine tozutup dağıtınız” fıkrasını ziyâde etti yâhud onun tahdîs ettiği gibi söyledi. (Hadisin geçtiği yer: 3478, 6481, 7508 )
٣٦-بَاب كَلَامِ الرَّبِّ عَزَّ وَجَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَعَ الْأَنْبِيَاءِ وَغَيْرِهِمْ
٧٥٠٩- حَدَّثَنَا يُوسُفُ بْنُ رَاشِدٍ حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ عَيَّاشٍ عَنْ حُمَيْدٍ قَالَ سَمِعْتُ أَنَسًا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ إِذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ شُفِّعْتُ فَقُلْتُ يَا رَبِّ أَدْخِلْ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ خَرْدَلَةٌ فَيَدْخُلُونَ ثُمَّ أَقُولُ أَدْخِلْ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ أَدْنَى شَيْءٍ فَقَالَ أَنَسٌ كَأَنِّي أَنْظُرُ إِلَى أَصَابِعِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ.
7509- Enes ibnu Mâlik -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kıyamet günü olduğunda Allah tarafından bana şefaat etme hakkı verilir. Ben derim ki:
-Yâ Rabbi! Kalbinde hardal tanesi kadar imanı olanları cen­nete koy! diye niyaz ederim. Bunlar cennete girerler. Sonra ben:
-Yâ Rabbi! Kalbinde hardal tanesinden daha az imanı olanları da cennete koy! diye şefaat ederim."
Enes ibnu Mâlik şöyle dedi: Şu anda Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin parmaklarını birbirine yumarak az­lığa işaret ettiğini görür gibiyim. (Hadisin geçtiği yer: 44, 4476, 6565, 7410, 7440, 7509, 7510, 7516.)
٧٥١٠- حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ حَرْبٍ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ حَدَّثَنَا مَعْبَدُ بْنُ هِلَالٍ الْعَنَزِيُّ قَالَ اجْتَمَعْنَا نَاسٌ مِنْ أَهْلِ الْبَصْرَةِ فَذَهَبْنَا إِلَى أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ وَذَهَبْنَا مَعَنَا بِثَابِتٍ الْبُنَانِيِّ إِلَيْهِ يَسْأَلُهُ لَنَا عَنْ حَدِيثِ الشَّفَاعَةِ فَإِذَا هُوَ فِي قَصْرِهِ فَوَافَقْنَاهُ يُصَلِّي الضُّحَى فَاسْتَأْذَنَّا فَأَذِنَ لَنَا وَهُوَ قَاعِدٌ عَلَى فِرَاشِهِ فَقُلْنَا لِثَابِتٍ لَا تَسْأَلْهُ عَنْ شَيْءٍ أَوَّلَ مِنْ حَدِيثِ الشَّفَاعَةِ فَقَالَ يَا أَبَا حَمْزَةَ هَؤُلَاءِ إِخْوَانُكَ مِنْ أَهْلِ الْبَصْرَةِ جَاءُوكَ يَسْأَلُونَكَ عَنْ حَدِيثِ الشَّفَاعَةِ فَقَالَ حَدَّثَنَا مُحَمَّدٌ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ مَاجَ النَّاسُ بَعْضُهُمْ فِي بَعْضٍ فَيَأْتُونَ آدَمَ فَيَقُولُونَ اشْفَعْ لَنَا إِلَى رَبِّكَ فَيَقُولُ لَسْتُ لَهَا وَلَكِنْ عَلَيْكُمْ بِإِبْرَاهِيمَ فَإِنَّهُ خَلِيلُ الرَّحْمَنِ فَيَأْتُونَ إِبْرَاهِيمَ فَيَقُولُ لَسْتُ لَهَا وَلَكِنْ عَلَيْكُمْ بِمُوسَى فَإِنَّهُ كَلِيمُ اللَّهِ فَيَأْتُونَ مُوسَى فَيَقُولُ لَسْتُ لَهَا وَلَكِنْ عَلَيْكُمْ بِعِيسَى فَإِنَّهُ رُوحُ اللَّهِ وَكَلِمَتُهُ فَيَأْتُونَ عِيسَى فَيَقُولُ لَسْتُ لَهَا وَلَكِنْ عَلَيْكُمْ بِمُحَمَّدٍ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَأْتُونِي فَأَقُولُ أَنَا لَهَا فَأَسْتَأْذِنُ عَلَى رَبِّي فَيُؤْذَنُ لِي وَيُلْهِمُنِي مَحَامِدَ أَحْمَدُهُ بِهَا لَا تَحْضُرُنِي الْآنَ فَأَحْمَدُهُ بِتِلْكَ الْمَحَامِدِ وَأَخِرُّ لَهُ سَاجِدًا فَيَقُولُ يَا مُحَمَّدُ ارْفَعْ رَأْسَكَ وَقُلْ يُسْمَعْ لَكَ وَسَلْ تُعْطَ وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ فَأَقُولُ يَا رَبِّ أُمَّتِي أُمَّتِي فَيَقُولُ انْطَلِقْ فَأَخْرِجْ مِنْهَا مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ شَعِيرَةٍ مِنْ إِيمَانٍ فَأَنْطَلِقُ فَأَفْعَلُ ثُمَّ أَعُودُ فَأَحْمَدُهُ بِتِلْكَ الْمَحَامِدِ ثُمَّ أَخِرُّ لَهُ سَاجِدًا فَيُقَالُ يَا مُحَمَّدُ ارْفَعْ رَأْسَكَ وَقُلْ يُسْمَعْ لَكَ وَسَلْ تُعْطَ وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ فَأَقُولُ يَا رَبِّ أُمَّتِي أُمَّتِي فَيَقُولُ انْطَلِقْ فَأَخْرِجْ مِنْهَا مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ أَوْ خَرْدَلَةٍ مِنْ إِيمَانٍ فَأَخْرِجْهُ فَأَنْطَلِقُ فَأَفْعَلُ ثُمَّ أَعُودُ فَأَحْمَدُهُ بِتِلْكَ الْمَحَامِدِ ثُمَّ أَخِرُّ لَهُ سَاجِدًا فَيَقُولُ يَا مُحَمَّدُ ارْفَعْ رَأْسَكَ وَقُلْ يُسْمَعْ لَكَ وَسَلْ تُعْطَ وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ فَأَقُولُ يَا رَبِّ أُمَّتِي أُمَّتِي فَيَقُولُ انْطَلِقْ فَأَخْرِجْ مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ أَدْنَى أَدْنَى أَدْنَى مِثْقَالِ حَبَّةِ خَرْدَلٍ مِنْ إِيمَانٍ فَأَخْرِجْهُ مِنْ النَّارِ فَأَنْطَلِقُ فَأَفْعَلُ فَلَمَّا خَرَجْنَا مِنْ عِنْدِ أَنَسٍ قُلْتُ لِبَعْضِ أَصْحَابِنَا لَوْ مَرَرْنَا بِالْحَسَنِ وَهُوَ مُتَوَارٍ فِي مَنْزِلِ أَبِي خَلِيفَةَ فَحَدَّثْنَاهُ بِمَا حَدَّثَنَا أَنَسُ بْنُ مَالِكٍ فَأَتَيْنَاهُ فَسَلَّمْنَا عَلَيْهِ فَأَذِنَ لَنَا فَقُلْنَا لَهُ يَا أَبَا سَعِيدٍ جِئْنَاكَ مِنْ عِنْدِ أَخِيكَ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ فَلَمْ نَرَ مِثْلَ مَا حَدَّثَنَا فِي الشَّفَاعَةِ فَقَالَ هِيهْ فَحَدَّثْنَاهُ بِالْحَدِيثِ فَانْتَهَى إِلَى هَذَا الْمَوْضِعِ فَقَالَ هِيهْ فَقُلْنَا لَمْ يَزِدْ لَنَا عَلَى هَذَا فَقَالَ لَقَدْ حَدَّثَنِي وَهُوَ جَمِيعٌ مُنْذُ عِشْرِينَ سَنَةً فَلَا أَدْرِي أَنَسِيَ أَمْ كَرِهَ أَنْ تَتَّكِلُوا قُلْنَا يَا أَبَا سَعِيدٍ فَحَدِّثْنَا فَضَحِكَ وَقَالَ خُلِقَ الْإِنْسَانُ عَجُولًا مَا ذَكَرْتُهُ إِلَّا وَأَنَا أُرِيدُ أَنْ أُحَدِّثَكُمْ حَدَّثَنِي كَمَا حَدَّثَكُمْ بِهِ قَالَ ثُمَّ أَعُودُ الرَّابِعَةَ فَأَحْمَدُهُ بِتِلْكَ الْمَحَامِدِ ثُمَّ أَخِرُّ لَهُ سَاجِدًا فَيُقَالُ يَا مُحَمَّدُ ارْفَعْ رَأْسَكَ وَقُلْ يُسْمَعْ وَسَلْ تُعْطَهْ وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ فَأَقُولُ يَا رَبِّ ائْذَنْ لِي فِيمَنْ قَالَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ فَيَقُولُ وَعِزَّتِي وَجَلَالِي وَكِبْرِيَائِي وَعَظَمَتِي لَأُخْرِجَنَّ مِنْهَا مَنْ قَالَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ.
7510- Ma'bed ibnu Hilâl -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Biz Basra ehlinden birkaç kişi bir araya toplandık da Enes ibnu Mâlik'i ziyarete gittik. Bizimle beraber Sabit el-Bunânî de gitmişti. Sâbit bize Enes ten “Büyük Şefaat Hadîsi”ni sorduracaktı.”
Enes Basra'ya iki fersah mesafede bulunan Zaviye bölgesinde sarayında ikamet ediyordu. Ziyaretimiz Enes'in Duhâ namazı kıldığı bir za­mana rastlamıştı. Biz içeri girmeye izin istedik. Bize izin verdi. Verilen izin üzerine biz Enes ibnu Mâlik'in huzuruna girdik.
Enes bir minder üzerinde oturuyordu. Girerken biz Sâbit'e, Şe­faat Hadîsi'nden önce hiçbir şey sormamasını tenbîh etmiştik. O da:
-Ey Ebu Hamza! Bu Basralı kardeşlerimiz size Şefaat Hadîsi'ni sormaya geldiler, dedi.
Bunun üzerine Enes şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kıyamet günü olduğu zaman insanlar birbiri üzerine dalgala­nıp çalkalanırlar. Nihayet Âdem'e gelirler de: Rabb'in huzurunda bize şefaat et! derler. O da: Ben buna ehil değilim. Fakat sizler İbrahim'e gidin. Çünkü o, Halilullah'tır der. Sonra İbrahim'e gelirler. O da: Ben buna ehil değilim. Fakat siz Mûsâ'ya gidin. Çünkü o Kelîmullah'tır, Allah'ın konuştuğu peygamberidir, der. Akabinde insanlar Musa'ya gelirler. O da: Ben buna ehil değilim. Lâkin sizler İsa'ya gidin. Çünkü o Al­lah'ın Ruhu ve Kelimesi'dir, der.
İsâ'ya gelirler. O da: Ben buna ehil değilim. Lâkin siz Muhammed'e gidin, der. İnsanlar bana gelirler. Ben de: Ben onun için yaratılmışımdır, derim. Hemen gider, Rabb'imin huzuruna izin isterim. Bana izin veri­lir. Bana şimdi hatırlayamadığım, kendisine yapacağım birtakım hamdler ilham eder. Ben bu hamdlerle hamd ederim ve kendisine sec­deye kapanırım. Bana: Ey Muhammed! Başını kaldır, söyle, sözün dinlenir; iste, is­teğin sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul edilir! buyrulur. Bunun üzerine ben: Yâ Rabbi! Ümmetimi, ümmetimi! diye şefaat dilerim. Bana: Git, kalbinde bir arpa ağırlığı kadar îmân bulunan kimseleri oradan çıkar! denilir. Ben de gider bunu yaparım. Sonra yine Rabb'ime döner, bu hamdlerle hamd ederim. Sonra Rabb'ime secdeye kapanırım. Bana: Ey Muhammed! Başını kaldır, söyle, sözün dinlenir; iste, sa­na verilir; şefaat et, şefaatin kabul olunur! denilir. Bunun üzerine ben: Yâ Rabbi! Ümmetimi, ümmetimi! diye şefaat dilerim. Bana: Git, kalbinde bir zerre ağırlığınca veya hardal tanesi kadar îmân bulunanları oradan çıkar! denilir. Ben gider, bunu yaparım. Sonra döner yine bu hamdler ile Rabb'ime hamd ederim. Sonra O’na secdeye kapanırım. Bana: Ey Muhammed! Başını kaldır, söyle, sözün dinlenir; işte, iste­ğin sana verilir, şefaat et, şefaatin kabul edilir! buyrulur. Bunun üzerine ben: Yâ Rabbi! Ümmetimi, ümmetimi! diye şefaat dilerim. Bana: Git, kalbinde bir hardal tanesi ağırlığından daha az, daha az, daha az îmân bulunan kim varsa, onları da ateşten çıkar! buyurur. Ben hemen gider bunu yaparım."
Ma’bed şöyle dedi: Akabinde biz Enes'in yanından çıktığımız­da ben arkadaşlarımızdan bâzısına:
Biz Hasan el-Basri'nin yanına uğrasak. O, Ebû Hanîfe et-Tâî'nin evinde Haccâc'ın zulmünden gizlenmiş bir hâlde bulunmak­tadır, dedim.
Enes ibnu Mâlik'in bize tahdîs ettiği hadîsle Hasan'in yanına var­dık. Ona selâm verdik. Bize izin verdi. Biz ona:
-Ey Ebu Saîd! Biz kardeşin Enes ibnu Mâlik'in yanından gel­dik. Şefaat hakkında bize tahdîs ettiği hadîsin benzerini hiç duyma­mıştık, dedik. O: Devam edin, hadîsi söyleyin! dedi. Biz de ona bu hadîsi tahdîs ettik. Hadîs bu son noktaya ulaşınca Hasan bize: Devam edin, daha söyleyin! dedi. Biz de ona: Enes bize daha fazla artırmadı, dedik. O da bize şunları söyledi: Yemîn olsun o bunu bana yirmi sene önce tahdîs etmişti. Ken­disi o günlerde bütün hafızasını ve kuvvetini toplamış hâldeydi. Şim­di ise bir kısım şeyi terk etmiştir. O bunu unuttu mu yoksa güvenip dayanırsınız diye sizlere tahdîs etmeyi kerih mi gördü, bilmiyorum, dedi.
Biz de ona: Ey Ebu Saîd! Bize sen tahdîs et, dedik. Bunun üzerine güldü ve: «İnsan aceleden yaratılmıştır.» (Enbiyâ: 37) Bunu si­ze sadece o hadîsi tahdîs etmeyi isteyerek zikrettim, dedi ve şöyle de­vam etti:
Enes bana bu hadîsi size tahdîs ettiği gibi tahdîs etti. Bundan sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Sonra ben dördüncü defa yine Rabb'ime döner, bu hamdler ile O'na tekrar hamd ederim. Sonra O'na secde ederek kapanırım. Bunun üzerine bana: Ey Muhammed! Başını kaldır ve söyle; sözün dinlenir; iste, sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul edilir! buyrulur. Ben de: Yâ Rabbi! Bana izin ver de “Lâ ilahe illallah” diyen bütün Tevhid Ehli hakkında şefaat edeyim! diye niyaz ederim. Bunun üzerine Yüce Allah: İzzetim, Celâlim, Kibriyâm, Azametim hakkı için ben “Lâ ilahe illallah” diyen Tevhid Ehli'nin hepsini muhakkak surette cehen­nemden çıkaracağım! buyuracaktır." (Hadisin geçtiği yer: 44, 4476, 6565, 7410, 7440, 7509, 7510, 7516.)
٧٥١١- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ خَالِدٍ حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ مُوسَى عَنْ إِسْرَائِيلَ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عَبِيدَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ آخِرَ أَهْلِ الْجَنَّةِ دُخُولًا الْجَنَّةَ وَآخِرَ أَهْلِ النَّارِ خُرُوجًا مِنْ النَّارِ رَجُلٌ يَخْرُجُ حَبْوًا فَيَقُولُ لَهُ رَبُّهُ ادْخُلْ الْجَنَّةَ فَيَقُولُ رَبِّ الْجَنَّةُ مَلْأَى فَيَقُولُ لَهُ ذَلِكَ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ فَكُلُّ ذَلِكَ يُعِيدُ عَلَيْهِ الْجَنَّةُ مَلْأَى فَيَقُولُ إِنَّ لَكَ مِثْلَ الدُّنْيَا عَشْرَ مِرَارٍ.
7511- Abdullah ibnu Mesûd -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Muhakkak ki ben, cehennem ehlinden son çıkacak olan kimse ile cennete son girecek kimseyi bilmekteyim. Bir kimse cehennemden emekleyerek çıkar. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle ona: «Git ve cennete gir!» buyurur. O da cennete gelir ve cennet ona doluymuş gibi görünür. Geri döner ve:
-Ya Rabbi! Ben cenneti dolu olarak buldum, der. Allah Azze ve Celle ona bu sözünü üç kere tekrar eder. O kul da aynı sözlerini söyler. Sonunda Allah Azze ve Celle şöyle buyurur: «Muhakkak ki sana dünyâ kadar ve dünyânın on misli kadar yer senindir!» (Hadisin geçtiği yer: 6571, 7511)
٧٥١٢- حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ حُجْرٍ أَخْبَرَنَا عِيسَى بْنُ يُونُسَ عَنْ الْأَعْمَشِ عَنْ خَيْثَمَةَ عَنْ عَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا مِنْكُمْ أَحَدٌ إِلَّا سَيُكَلِّمُهُ رَبُّهُ لَيْسَ بَيْنَهُ وَبَيْنَهُ تُرْجُمَانٌ فَيَنْظُرُ أَيْمَنَ مِنْهُ فَلَا يَرَى إِلَّا مَا قَدَّمَ مِنْ عَمَلِهِ وَيَنْظُرُ أَشْأَمَ مِنْهُ فَلَا يَرَى إِلَّا مَا قَدَّمَ وَيَنْظُرُ بَيْنَ يَدَيْهِ فَلَا يَرَى إِلَّا النَّارَ تِلْقَاءَ وَجْهِهِ فَاتَّقُوا النَّارَ وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ قَالَ الْأَعْمَشُ وَحَدَّثَنِي عَمْرُو بْنُ مُرَّةَ عَنْ خَيْثَمَةَ مِثْلَهُ وَزَادَ فِيهِ وَلَوْ بِكَلِمَةٍ طَيِّبَةٍ.
7512- Adiy İbnu Hatim -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde Allah Azze ve Celle kendisiyle arasında bir tercüman olmaksızın sizden her birinizle konuşacaktır. O şahıs sağına bakar önden gönderdiği amelinden başka bir şey göremez. Soluna bakar, önden gönderdiğinden başka bir şey göremez. Önüne bakar, yüzünün karşısında ateşten başka bir şey gö­remez. Bunun içindir ki sizden biriniz hurmanın yarısı kadar da olsa (onu tasadduk ederek) kendisini ateşten korusun."
Ameş şöyle dedi: Bana Amr ibnu Murre, Heyseme'den bu­nun benzerini tahdîs etti. Bunda: "Bunu da bulamazsa velev ki gü­zel bir kelime ile olsun ateşten korunsun!" ziyade etti. (Hadisin geçtiği yer: 1413, 1417, 3595, 6023, 6539, 6540, 6563, 7443, 7512)
 
٧٥١٣- حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عَبِيدَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ جَاءَ حَبْرٌ مِنْ الْيَهُودِ فَقَالَ إِنَّهُ إِذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ جَعَلَ اللَّهُ السَّمَوَاتِ عَلَى إِصْبَعٍ وَالْأَرَضِينَ عَلَى إِصْبَعٍ وَالْمَاءَ وَالثَّرَى عَلَى إِصْبَعٍ وَالْخَلَائِقَ عَلَى إِصْبَعٍ ثُمَّ يَهُزُّهُنَّ ثُمَّ يَقُولُ أَنَا الْمَلِكُ أَنَا الْمَلِكُ فَلَقَدْ رَأَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَضْحَكُ حَتَّى بَدَتْ نَوَاجِذُهُ تَعَجُّبًا وَتَصْدِيقًا لِقَوْلِهِ ثُمَّ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ﴿ وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ﴾ إِلَى قَوْلِه ﴿ِيُشْرِكُونَ ﴾.
7513- Abdullah ibnu Mesud -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına yahudi hahamlarından biri geldi ve şöyle dedi: Kıyamet gününde Allah gökleri bir parmağında, yer tabakalarını bir parmağında, bütün ağaçları bir parmağında, suları ve toprakları bir parmağında, diğer mahlûkları da bir parmağında tuta­r ve: Melik benim, Melik benim, der.
Bunun üzerine ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi onun sözüne şaşırmış ve sözünü doğrular manasında azı dişleri gözükünceye kadar güldüğünü gördüm. Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şu âyeti okudu: «Allah'ı gerektiği gibi takdir edememişlerdir. Kıyamet günü, yeryüzü bütünüyle O’nun kabzasında, gökler de elinde dürülmüş olacaktır. Allah, onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir ve çok yücedir.» (Zumer: 67) (Hadisin geçtiği yer: 4811, 7414, 7415, 7451, 7513)
٧٥١٤- حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ صَفْوَانَ بْنِ مُحْرِزٍ أَنَّ
رَجُلًا سَأَلَ ابْنَ عُمَرَ كَيْفَ سَمِعْتَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ فِي النَّجْوَى قَالَ يَدْنُو أَحَدُكُمْ مِنْ رَبِّهِ حَتَّى يَضَعَ كَنَفَهُ عَلَيْهِ فَيَقُولُ أَعَمِلْتَ كَذَا وَكَذَا فَيَقُولُ نَعَمْ وَيَقُولُ عَمِلْتَ كَذَا وَكَذَا فَيَقُولُ نَعَمْ فَيُقَرِّرُهُ ثُمَّ يَقُولُ إِنِّي سَتَرْتُ عَلَيْكَ فِي الدُّنْيَا وَأَنَا أَغْفِرُهَا لَكَ الْيَوْمَ
 وَقَالَ آدَمُ حَدَّثَنَا شَيْبَانُ حَدَّثَنَا قَتَادَةُ حَدَّثَنَا صَفْوَانُ عَنْ ابْنِ عُمَرَ سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ.
7514 Safvân İbnu Muhriz el-mazini -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ben, İbnu Ömer'in -Allah ondan ve babasından razı olsun- elinden tutup giderken birisi geldi ve şöyle dedi:
-Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin necvâ hakkında söylediği sözden neler işittin? İbnu Ömer de şöyle dedi:
-Ben, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi şöyle derken işittim:
"Muhakkak Allah kıyamet günü sizden birine yaklaşır, üzerine örtüsünü koyar ve:
-«Şu ve şu amelleri yaptın mı?» diye sorar. O kul da:
-Evet ey Rabbim! der. Allah Azze ve Celle:
-«Şu ve şu amelleri yaptın mı?» der. O kul da:
-Evet, diyerek günahlarını itiraf eder. Sonra Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:
-«Sen dünyada iken senden bu günahları gizledim. Bu gün de burada günahlarını bağışlıyorum». (Hadisin Geçtiği yer: 2441, 4685, 6070, 7514 )
٣٧-بَاب قَوْلِهِ ﴿ وَكَلَّمَ اللَّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا ﴾
 
«Allah, Musa'ya da hitab ederek onunla konuştu.» (Nisâ: 164)
٧٥١٥- حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ بُكَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ حَدَّثَنَا عُقَيْلٌ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ حَدَّثَنَا حُمَيْدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ احْتَجَّ آدَمُ وَمُوسَى فَقَالَ مُوسَى أَنْتَ آدَمُ الَّذِي أَخْرَجْتَ ذُرِّيَّتَكَ مِنْ الْجَنَّةِ قَالَ آدَمُ أَنْتَ مُوسَى الَّذِي اصْطَفَاكَ اللَّهُ بِرِسَالَاتِهِ وَكَلَامِهِ ثُمَّ تَلُومُنِي عَلَى أَمْرٍ قَدْ قُدِّرَ عَلَيَّ قَبْلَ أَنْ أُخْلَقَ فَحَجَّ آدَمُ مُوسَى.
7515- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Âdem ile Mûsâ birbirine hüccet getirip çekiştiler. Mûsâ, Âdem’e:
-Sen, günâhın seni cennetten çıkartmış olduğu Âdem’sin, dedi. Âdem de Musa’ya:
-Sen Allah’ın risâletleri ve kelâmı ile seçip üstün kıldığı Mûsâ’sın. Sonra sen, ben yaratılmadan evvel üzerime takdir edilmiş bir işten dolayı beni kınıyorsun! Dedi.
Bunun ardından Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  iki kere: "Böylece Âdem Musa’ya delil ve burhanla gâlip oldu." (Hadisin geçtiği yer:  3409, 4736, 4738, 6614, 7515)
٧٥١٦- حَدَّثَنَا مُسْلِمُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنَا هِشَامٌ حَدَّثَنَا قَتَادَةُ عَنْ أَنَسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُجْمَعُ الْمُؤْمِنُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَيَقُولُونَ لَوْ اسْتَشْفَعْنَا إِلَى رَبِّنَا فَيُرِيحُنَا مِنْ مَكَانِنَا هَذَا فَيَأْتُونَ آدَمَ فَيَقُولُونَ لَهُ أَنْتَ آدَمُ أَبُو الْبَشَرِ خَلَقَكَ اللَّهُ بِيَدِهِ وَأَسْجَدَ لَكَ الْمَلَائِكَةَ وَعَلَّمَكَ أَسْمَاءَ كُلِّ شَيْءٍ فَاشْفَعْ لَنَا إِلَى رَبِّنَا حَتَّى يُرِيحَنَا فَيَقُولُ لَهُمْ لَسْتُ هُنَاكُمْ فَيَذْكُرُ لَهُمْ خَطِيئَتَهُ الَّتِي أَصَابَ.
7516- Enes -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde mü'minler topla­nırlar ve: İçinde bulunduğumuz şu sıkıntılı durumdan bizleri kurtarıp rahat ettirmesi için Rabb'imizden şefaat istesek! derler. Akabinde Âdem'e gelirler ve ona: Sen beşerin babası Âdem'sin. Allah seni kendi eliyle yarattı; melekleri senin için secde ettirdi ve sana her şeyin isimlerini öğretti. Bulunduğumuz şu durumdan bizleri kurtarması için Rabb'imiz ya­nında bizlere şefaat et! derler. Âdem de: Ben buna ehil değilim, der ve onlara vaktiyle işlemiş olduğu hatasını zikreder." (Hadisin geçtiği yer: 44, 4476, 6565, 7410, 7440, 7509, 7510, 7516.)
٧٥١٧- حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنِي سُلَيْمَانُ عَنْ شَرِيكِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ أَنَّهُ قَالَ سَمِعْتُ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ يَقُولُ لَيْلَةَ أُسْرِيَ بِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ مَسْجِدِ الْكَعْبَةِ أَنَّهُ جَاءَهُ ثَلَاثَةُ نَفَرٍ قَبْلَ أَنْ يُوحَى إِلَيْهِ وَهُوَ نَائِمٌ فِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ فَقَالَ أَوَّلُهُمْ أَيُّهُمْ هُوَ فَقَالَ أَوْسَطُهُمْ هُوَ خَيْرُهُمْ فَقَالَ آخِرُهُمْ خُذُوا خَيْرَهُمْ فَكَانَتْ تِلْكَ اللَّيْلَةَ فَلَمْ يَرَهُمْ حَتَّى أَتَوْهُ لَيْلَةً أُخْرَى فِيمَا يَرَى قَلْبُهُ وَتَنَامُ عَيْنُهُ وَلَا يَنَامُ قَلْبُهُ وَكَذَلِكَ الْأَنْبِيَاءُ تَنَامُ أَعْيُنُهُمْ وَلَا تَنَامُ قُلُوبُهُمْ فَلَمْ يُكَلِّمُوهُ حَتَّى احْتَمَلُوهُ فَوَضَعُوهُ عِنْدَ بِئْرِ زَمْزَمَ فَتَوَلَّاهُ مِنْهُمْ جِبْرِيلُ فَشَقَّ جِبْرِيلُ مَا بَيْنَ نَحْرِهِ إِلَى لَبَّتِهِ حَتَّى فَرَغَ مِنْ صَدْرِهِ وَجَوْفِهِ فَغَسَلَهُ مِنْ مَاءِ زَمْزَمَ بِيَدِهِ حَتَّى أَنْقَى جَوْفَهُ ثُمَّ أُتِيَ بِطَسْتٍ مِنْ ذَهَبٍ فِيهِ تَوْرٌ مِنْ ذَهَبٍ مَحْشُوًّا إِيمَانًا وَحِكْمَةً فَحَشَا بِهِ صَدْرَهُ وَلَغَادِيدَهُ يَعْنِي عُرُوقَ حَلْقِهِ ثُمَّ أَطْبَقَهُ ثُمَّ عَرَجَ بِهِ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا فَضَرَبَ بَابًا مِنْ أَبْوَابِهَا فَنَادَاهُ أَهْلُ السَّمَاءِ مَنْ هَذَا فَقَالَ جِبْرِيلُ قَالُوا وَمَنْ مَعَكَ قَالَ مَعِيَ مُحَمَّدٌ قَالَ وَقَدْ بُعِثَ قَالَ نَعَمْ قَالُوا فَمَرْحَبًا بِهِ وَأَهْلًا فَيَسْتَبْشِرُ بِهِ أَهْلُ السَّمَاءِ لَا يَعْلَمُ أَهْلُ السَّمَاءِ بِمَا يُرِيدُ اللَّهُ بِهِ فِي الْأَرْضِ حَتَّى يُعْلِمَهُمْ فَوَجَدَ فِي السَّمَاءِ الدُّنْيَا آدَمَ فَقَالَ لَهُ جِبْرِيلُ هَذَا أَبُوكَ آدَمُ فَسَلِّمْ عَلَيْهِ فَسَلَّمَ عَلَيْهِ وَرَدَّ عَلَيْهِ آدَمُ وَقَالَ مَرْحَبًا وَأَهْلًا بِابْنِي نِعْمَ الِابْنُ أَنْتَ فَإِذَا هُوَ فِي السَّمَاءِ الدُّنْيَا بِنَهَرَيْنِ يَطَّرِدَانِ فَقَالَ مَا هَذَانِ النَّهَرَانِ يَا جِبْرِيلُ قَالَ هَذَا النِّيلُ وَالْفُرَاتُ عُنْصُرُهُمَا ثُمَّ مَضَى بِهِ فِي السَّمَاءِ فَإِذَا هُوَ بِنَهَرٍ آخَرَ عَلَيْهِ قَصْرٌ مِنْ لُؤْلُؤٍ وَزَبَرْجَدٍ فَضَرَبَ يَدَهُ فَإِذَا هُوَ مِسْكٌ أَذْفَرُ قَالَ مَا هَذَا يَا جِبْرِيلُ قَالَ هَذَا الْكَوْثَرُ الَّذِي خَبَأَ لَكَ رَبُّكَ ثُمَّ عَرَجَ بِهِ إِلَى السَّمَاءِ الثَّانِيَةِ فَقَالَتْ الْمَلَائِكَةُ لَهُ مِثْلَ مَا قَالَتْ لَهُ الْأُولَى مَنْ هَذَا قَالَ جِبْرِيلُ قَالُوا وَمَنْ مَعَكَ قَالَ مُحَمَّدٌ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالُوا وَقَدْ بُعِثَ إِلَيْهِ قَالَ نَعَمْ قَالُوا مَرْحَبًا بِهِ وَأَهْلًا ثُمَّ عَرَجَ بِهِ إِلَى السَّمَاءِ الثَّالِثَةِ وَقَالُوا لَهُ مِثْلَ مَا قَالَتْ الْأُولَى وَالثَّانِيَةُ ثُمَّ عَرَجَ بِهِ إِلَى الرَّابِعَةِ فَقَالُوا لَهُ مِثْلَ ذَلِكَ ثُمَّ عَرَجَ بِهِ إِلَى السَّمَاءِ الْخَامِسَةِ فَقَالُوا مِثْلَ ذَلِكَ ثُمَّ عَرَجَ بِهِ إِلَى السَّمَاءِ السَّادِسَةِ فَقَالُوا لَهُ مِثْلَ ذَلِكَ ثُمَّ عَرَجَ بِهِ إِلَى السَّمَاءِ السَّابِعَةِ فَقَالُوا لَهُ مِثْلَ ذَلِكَ كُلُّ سَمَاءٍ فِيهَا أَنْبِيَاءُ قَدْ سَمَّاهُمْ فَأَوْعَيْتُ مِنْهُمْ إِدْرِيسَ فِي الثَّانِيَةِ وَهَارُونَ فِي الرَّابِعَةِ وَآخَرَ فِي الْخَامِسَةِ لَمْ أَحْفَظْ اسْمَهُ وَإِبْرَاهِيمَ فِي السَّادِسَةِ وَمُوسَى فِي السَّابِعَةِ بِتَفْضِيلِ كَلَامِ اللَّهِ فَقَالَ مُوسَى رَبِّ لَمْ أَظُنَّ أَنْ يُرْفَعَ عَلَيَّ أَحَدٌ ثُمَّ عَلَا بِهِ فَوْقَ ذَلِكَ بِمَا لَا يَعْلَمُهُ إِلَّا اللَّهُ حَتَّى جَاءَ سِدْرَةَ الْمُنْتَهَى وَدَنَا لِلْجَبَّارِ رَبِّ الْعِزَّةِ فَتَدَلَّى حَتَّى كَانَ مِنْهُ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى فَأَوْحَى اللَّهُ فِيمَا أَوْحَى إِلَيْهِ خَمْسِينَ صَلَاةً عَلَى أُمَّتِكَ كُلَّ يَوْمٍ وَلَيْلَةٍ ثُمَّ هَبَطَ حَتَّى بَلَغَ مُوسَى فَاحْتَبَسَهُ مُوسَى فَقَالَ يَا مُحَمَّدُ مَاذَا عَهِدَ إِلَيْكَ رَبُّكَ قَالَ عَهِدَ إِلَيَّ خَمْسِينَ صَلَاةً كُلَّ يَوْمٍ وَلَيْلَةٍ قَالَ إِنَّ أُمَّتَكَ لَا تَسْتَطِيعُ ذَلِكَ فَارْجِعْ فَلْيُخَفِّفْ عَنْكَ رَبُّكَ وَعَنْهُمْ فَالْتَفَتَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى جِبْرِيلَ كَأَنَّهُ يَسْتَشِيرُهُ فِي ذَلِكَ فَأَشَارَ إِلَيْهِ جِبْرِيلُ أَنْ نَعَمْ إِنْ شِئْتَ فَعَلَا بِهِ إِلَى الْجَبَّارِ فَقَالَ وَهُوَ مَكَانَهُ يَا رَبِّ خَفِّفْ عَنَّا فَإِنَّ أُمَّتِي لَا تَسْتَطِيعُ هَذَا فَوَضَعَ عَنْهُ عَشْرَ صَلَوَاتٍ ثُمَّ رَجَعَ إِلَى مُوسَى فَاحْتَبَسَهُ فَلَمْ يَزَلْ يُرَدِّدُهُ مُوسَى إِلَى رَبِّهِ حَتَّى صَارَتْ إِلَى خَمْسِ صَلَوَاتٍ ثُمَّ احْتَبَسَهُ مُوسَى عِنْدَ الْخَمْسِ فَقَالَ يَا مُحَمَّدُ وَاللَّهِ لَقَدْ رَاوَدْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ قَوْمِي عَلَى أَدْنَى مِنْ هَذَا فَضَعُفُوا فَتَرَكُوهُ فَأُمَّتُكَ أَضْعَفُ أَجْسَادًا وَقُلُوبًا وَأَبْدَانًا وَأَبْصَارًا وَأَسْمَاعًا فَارْجِعْ فَلْيُخَفِّفْ عَنْكَ رَبُّكَ كُلَّ ذَلِكَ يَلْتَفِتُ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى جِبْرِيلَ لِيُشِيرَ عَلَيْهِ وَلَا يَكْرَهُ ذَلِكَ جِبْرِيلُ فَرَفَعَهُ عِنْدَ الْخَامِسَةِ فَقَالَ يَا رَبِّ إِنَّ أُمَّتِي ضُعَفَاءُ أَجْسَادُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ وَأَسْمَاعُهُمْ وَأَبْصَارُهُمْ وَأَبْدَانُهُمْ فَخَفِّفْ عَنَّا فَقَالَ الْجَبَّارُ يَا مُحَمَّدُ قَالَ لَبَّيْكَ وَسَعْدَيْكَ قَالَ إِنَّهُ لَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ كَمَا فَرَضْتُهُ عَلَيْكَ فِي أُمِّ الْكِتَابِ قَالَ فَكُلُّ حَسَنَةٍ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا فَهِيَ خَمْسُونَ فِي أُمِّ الْكِتَابِ وَهِيَ خَمْسٌ عَلَيْكَ فَرَجَعَ إِلَى مُوسَى فَقَالَ كَيْفَ فَعَلْتَ فَقَالَ خَفَّفَ عَنَّا أَعْطَانَا بِكُلِّ حَسَنَةٍ عَشْرَ أَمْثَالِهَا قَالَ مُوسَى قَدْ وَاللَّهِ رَاوَدْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى أَدْنَى مِنْ ذَلِكَ فَتَرَكُوهُ ارْجِعْ إِلَى رَبِّكَ فَلْيُخَفِّفْ عَنْكَ أَيْضًا قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَا مُوسَى قَدْ وَاللَّهِ اسْتَحْيَيْتُ مِنْ رَبِّي مِمَّا اخْتَلَفْتُ إِلَيْهِ قَالَ فَاهْبِطْ بِاسْمِ اللَّهِ قَالَ وَاسْتَيْقَظَ وَهُوَ فِي مَسْجِدِ الْحَرَامِ.
7517- Enes ibnu Mâlik -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin Kâbe’den geceleyin yü­rütüldüğü geceyi şöyle söylüyordu: Kendisine o hususta vahiy edilme­den evvel Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Mescidu1-Harâm'da uyurken yanına üç melek geldi. Onların birincisi: Yatmakta olan üç kişinin hangisi Muhammed'dir? diye sordu. Diğeri: Onların ortasındakidir, O onların hayırlısıdır, dedi. O üç neferin sonuncusu da: Semâya çıkarılmak için üç kişinin hayırlısını alın! dedi. Meydana gelen bu kıssa bu gecede oldu, bu gecede başka şey olmadı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem o üç kişiyi bundan sonra görmedi. Nihayet on­lar diğer bir gecede Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin gözü uyur ve kalbi görür hâlde iken, O'nun yanına geldiler. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin kalbi uyumuyordu. Bütün peygamberlerde böyledir; onların gözleri uyur da kalpleri uyumaz. Bu gelen üç kişi Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemle konuşmadılar, nihayet O'nu taşıdılar ve Zemzem Kuyusu'nun yanına koydular. O üç kişiden Muhammed'in işini Cibril üzerine aldı. Cibril, O'nun göğsü ile gerdanı arasını yar­dı. Nihayet göğsünü ve içini yarmayı bitirince, Cibril kendi eliyle Zem­zem Suyu'ndan alıp orayı yıkadı ve içini tertemiz yaptı. Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına altından bir leğen getirildi, onun içinde de yine altından yapılmış su içecek bir kap daha vardı. Bu leğenin içi îmân ve hikmetle doldurulmuştu. Cibril bununla Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin göğsünü ve boğazının içindeki etleri, yani boğazındaki damarları doldurdu. Sonra göğsünü kapattı. Sonra O'nu dünyâ semâsına çıkardı. Onun kapılarından bir kapıya vurdu. Semâ ehli ona: Kimdir o? dediler. Ben Cibril'im, dedi. Semâ ehli: Beraberindeki kimdir? dediler. Cibril: Beraberimdeki Muhammed'dir, dedi. İçerideki sorucu: O'na davet gönderilmiş midir? dedi. Cibril: Evet gönderilmiştir, dedi. İçeridekiler: O'na merhaba hoş geldin! dediler, akabinde semâ ehli Muhammed'i bu davetinden dolayı müjdeliyorlardı. Semâ ehli Allah'ın O'nunla yer hakkında ne yapmak istediğini Cibril diliyle onlara bildirinceye kadar bilmiyorlardı. Dünyâ semâsında Âdem'i buldu. Cibril, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme: Bu, baban Âdem'dir, ona selâm ver, dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Âdem'e selâm verdi, Âdem de selâmını alıp mukabele etti ve: Merhaba hoş geldin benim oğlum, sen ne iyi oğulsun! dedi. Bir de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem dünyâ semasında devamlı akmakta olan iki nehirle karşılaştı da: Bu iki nehir nedir ey Cibril? dedi. Cibril: Bu ikisi Nîl ile Fırat'ın asıllarıdırlar, dedi.
Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi dünyâ semasında yürüttü. Bu arada Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem diğer bir nehirle karşılaştı ki, onun üzerinde inciden ve sarı yakuttan yapılmış bir saray vardı. Eliyle nehrin suyuna vurdu, bir de gördü ki, o, en iyi cins misktir. Cibril'e: Bu nedir ey Cibril? diye sordu. Cibril: Bu, Rabb'inin senin için hazırlamış olduğu Kevser'dir, dedi. Bundan sonra Cibril O'nu ikinci semâya yükseltti. Orada da me­lekler ona, birinci semâdaki meleklerin sordukları gibi: Bu kimdir? dediler. Cibril: Ben Cibril'im! dedi. Beraberindeki kimdir? dediler. Muhammed'dir, dedi. O'na davet gönderilmiş midir? dediler. Evet, gönderilmiştir, dedi. Merhaba hoş geldin! dediler. Bundan sonra Cibril, O'nu üçüncü semâya yükseltti. Oradaki­ler de ona birinci ve ikinci semâdaki meleklerin söyledikleri gibi so­rup, cevap aldılar. Bundan sonra Cibril, O'nu dördüncü semâya yükseltti. Oradaki melekler de ona önceki semâlardaki meleklerin sor­dukları gibi sorup cevâb aldılar. Bundan sonra Cibril O'nu beşinci semâya yükseltti. Oradaki melekler de ona, önceki semâlardaki me­leklerin sordukları gibi sorup cevâb aldılar. Bundan sonra Cibril, O'nu altıncı semâya yükseltti. Oradaki melekler de ona daha öncekilerin dedikleri sözler gibi söylediler. Bundan sonra Cibril O'nu yedinci semâya yükseltti. Oradaki melekler de ona daha evvelkilerin sözleri gibi söylediler. Her bir semâda isimlerini söylediği peygamberler vardı. Ben onlardan ikinci semâda İdris'i, dördüncü semâda Harun'u, be­şinci semâda ismini ezberleyemediğim bir diğerini, altıncı semâda İbrahim'i, yedinci semâda da Musa'yı, Allah'ın onu konuşmasıyla üstün kıldığı sebebiyle ezberledim.
Mûsâ: Ey Rabb'im! Benim üzerime yükseltilen yani senin benim üzerime yükselttiğin herhangi kimsenin varlığını zannetmemiştim, dedi.
Sonra Cibril, Muhammed'i, ancak Allah'ın bilmekte olduğu şey­lerle bu katın üstüne çıkardı. Nihayet Sidretul-Muntehâ'ya geldi. Rabbul-İzzet olan Cebbar da yaklaştı ve çok yak­laşmak istedi de nihayet bu suretle O, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme iki yay kadar veya daha yakın oldu da Allah, kuluna vahyettiğini etti. Allah O'na vahyettiği şeyler içinde, ümmetinin üzerine her gün ve gecede elli vakit namazı da vahyetti. Sonra oradan aşağıya indi, nihayet Musa'nın yanına ulaştı. Mûsâ O'nu biraz alıkoydu ve: Ey Muhammed! Rabb'in sana neyi emir ve tavsiye etti? diye sordu.
 Rabb'im bana her gün ve gecede elli namaz emretti, dedi. Mûsâ: Senin ümmetin buna güç yetiremez, geri dön de Rabb'in senden ve ümmetinden bunu hafifletsin! dedi.
Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Cibril'e yöneldi de, sanki bu konu­da Cibril'le istişare etmek istiyor gibiydi. Cibril kendisine: Evet, istersen bunu iste! diye işaret etti. Akabinde Cibril O'nu Cebbâr'ın huzuruna doğru yükseltti. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: “Cebbar olan Allah, evvelki durduğu makamında idi:
Ey Rabb'im! Hafiflet, çünkü ümmetim buna bu elli vakit namaza güç yetiremez! dedi”. Yüce Allah elliden on namazı indirdi. Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Mûsâ'nın yanına döndü. Mûsâ O'nu alıkoymakta ve O'nu Rabb'ine ge­ri döndürmekte devam etti. Nihayet elli namaz beş namaz oldu. Sonra Mûsâ O'nu bu beş namazın yanında da durdurup: Ey Muhammed! Vallahi ben kavmim İsrâîl oğullarına bun­dan daha azı ile döndüm de onlar zayıf olup bunu da terk ettiler. Sen­in ümmetin cesetler, kalpler, bedenler, gözler, kulaklar bakımından daha zayıftır. Geri dön de Rabb'in senden bunun hepsini hafifletsin! dedi.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, onun kendisine işaret etmesi için Cibril'e yöneldi. Cibril bunu kerih görmüyordu. Cibril O'nu beşinci defa sırasında da yükseltti. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: Ey Rabb'im! Şübhesiz benim ümmetim cesetleri, kalpleri, işit­meleri, bedenleri zayıf kimselerdir. Bizlerden daha da hafiflet! diye niyaz etti. Bunun üzerine Cebbar olan Allah: Ey Muhammed! diye nida etti. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: Buyur Allhım buyur! Emrine amadeyim! diye icabet etti.
Allah: Şu bir hakikat ki, benim nezdimde söz hüküm ve kaza teb-dîl olunmaz! Bu, senin ve ümmetin üzerine Ana Kitâb'da farzettiğim gibidir! buyurdu.
Ve yine: Her bir iyilik on misliyle karşılanır. Bu, Ummul-Kitâb'da elli vakittir ve bu senin ve ümmetin üzerine beş vakittir! buyurdu.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Musa'nın yanına döndü. Mûsâ O'na: Nasıl yaptın? dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ona: Allah bizden hafifletti. Bize her bir iyiliğe on misli ile kar­şılık verdi, dedi. Mûsâ: Ben İsrâîl oğullarını bundan daha azı dönüp tecrübe ettim, onlar bunu da terk ettiler. Sen yine Rabb'ine dön de senden yine ha­fifletsin! dedi.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: Ey Musâ! Ben vallahi Rabb'ime çok gidip gelmemden dolayı utandım, dedi.
Cibril de O'na: Allah'ın ismiyle in! dedi.
Râvî: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Mescidul-Harâm içinde uykusunda iken uyan­dı, demiştir. (Hadisin geçtiği yer: 3570, 4964, 5610, 6581, 7517 )
٣٨-بَاب كَلَامِ الرَّبِّ مَعَ أَهْلِ الْجَنَّةِ
٧٥١٨- حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سُلَيْمَانَ حَدَّثَنِي ابْنُ وَهْبٍ قَالَ حَدَّثَنِي مَالِكٌ عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ
قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ اللَّهَ يَقُولُ لِأَهْلِ الْجَنَّةِ يَا أَهْلَ الْجَنَّةِ فَيَقُولُونَ لَبَّيْكَ رَبَّنَا وَسَعْدَيْكَ وَالْخَيْرُ فِي يَدَيْكَ فَيَقُولُ هَلْ رَضِيتُمْ فَيَقُولُونَ وَمَا لَنَا لَا نَرْضَى يَا رَبِّ وَقَدْ أَعْطَيْتَنَا مَا لَمْ تُعْطِ أَحَدًا مِنْ خَلْقِكَ فَيَقُولُ أَلَا أُعْطِيكُمْ أَفْضَلَ مِنْ ذَلِكَ فَيَقُولُونَ يَا رَبِّ وَأَيُّ شَيْءٍ أَفْضَلُ مِنْ ذَلِكَ فَيَقُولُ أُحِلُّ عَلَيْكُمْ رِضْوَانِي فَلَا أَسْخَطُ عَلَيْكُمْ بَعْدَهُ أَبَدًا
.
7518- Ebû Saîd el-Hudrî -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah Tebarake ve Teâlâ cennet ehline: «Ey cennet ehli!» der.
Onlar da:
-Buyur ey Rabbimiz buyur! Emrine amadeyiz! derler. Allah Azze ve Celle:
-«Cennet nimetleriyle razı oldunuz mu?» der. Onlar da:
-Neden razı olmayalım ki! Sen bize yarattıklarından hiçbirine vermediğin nimetleri verdin! derler.
Allah Azze ve Celle:
-«Ben size bundan daha üstün olanı vereceğim» buyurur.
-Ya Rabbi! Hangi şey içinde bulunduğumuz bu nimetlerden daha üstündür ki? derler.
Bunun üzerine Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:
-«Sizin üzerinize rızam indi. Bundan sonra asla size öfkelenmeyeceğim!» (Hadisin geçtiği yer:  6549, 7518)
٧٥١٩- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سِنَانٍ حَدَّثَنَا فُلَيْحٌ حَدَّثَنَا هِلَالٌ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَوْمًا يُحَدِّثُ وَعِنْدَهُ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ الْبَادِيَةِ أَنَّ رَجُلًا مِنْ أَهْلِ الْجَنَّةِ اسْتَأْذَنَ رَبَّهُ فِي الزَّرْعِ فَقَالَ لَهُ أَوَلَسْتَ فِيمَا شِئْتَ قَالَ بَلَى وَلَكِنِّي أُحِبُّ أَنْ أَزْرَعَ فَأَسْرَعَ وَبَذَرَ فَتَبَادَرَ الطَّرْفَ نَبَاتُهُ وَاسْتِوَاؤُهُ وَاسْتِحْصَادُهُ وَتَكْوِيرُهُ أَمْثَالَ الْجِبَالِ فَيَقُولُ اللَّهُ تَعَالَى دُونَكَ يَا ابْنَ آدَمَ فَإِنَّهُ لَا يُشْبِعُكَ شَيْءٌ فَقَالَ الْأَعْرَابِيُّ يَا رَسُولَ اللَّهِ لَا تَجِدُ هَذَا إِلَّا قُرَشِيًّا أَوْ أَنْصَارِيًّا فَإِنَّهُمْ أَصْحَابُ زَرْعٍ فَأَمَّا نَحْنُ فَلَسْنَا بِأَصْحَابِ زَرْعٍ فَضَحِكَ رَسُولُ اللَّهِ.
7519- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir gün yanında çöl ehlinden bir adam yani bir bedevi bulunduğu hâlde şunu anlatıyordu:
"Cennet ehlinden bir kimse cennette zirâat etmek hususunda Rabbi’nden izin istedi de Allah Azze ve Celle ona:
-Ey kulum! Sen, arzu ettiğin hâlde değil misin? diye sordu. O kimse:
-Evet, lâkin ben zirâat yapmayı seviyorum, dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem devamla dedi ki:
Akabinde bu kimse tohum attı, tohumu hemen çabucak çıkmaya, büyümeye ve biçilmek devrine erişmeye başladı. Taneler yığını dağlar misâli oldu. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:
-Al ey Âdem oğlu! Muhakkak ki, seni hiçbir şey doyurmaz!
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin bu sözü üzerine bir bedevi şöyle der:
  -Vallahi, bu cennette zirâatçılık yapmak isteyen adam ya Kureyşlidir ya da Ensârdandır. Çünkü onlar ziraat ehlidirler. Bizler ise ziraat ehli değiliz.
Bedevinin bu sözü üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem gülümsedi. (Hadisin geçtiği yer: 2348, 7519)
٣۹-بَاب ذِكْرِ اللَّهِ بِالْأَمْرِ وَذِكْرِ الْعِبَادِ بِالدُّعَاءِ وَالتَّضَرُّعِ وَالرِّسَالَةِ وَالْإِبْلَاغِ
لِقَوْلِهِ تَعَالَى ﴿ فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ ﴾ ﴿ وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ نُوحٍ إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَامِي وَتَذْكِيرِي بِآيَاتِ اللَّهِ فَعَلَى اللَّهِ تَوَكَّلْتُ فَأَجْمِعُوا أَمْرَكُمْ وَشُرَكَاءَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُنْ أَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً ثُمَّ اقْضُوا إِلَيَّ وَلَا تُنْظِرُونِ فَإِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَأَلْتُكُمْ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنْ الْمُسْلِمِينَ﴾ غُمَّةٌ هَمٌّ وَضِيقٌ قَالَ مُجَاهِدٌ اقْضُوا إِلَيَّ مَا فِي أَنْفُسِكُمْ يُقَالُ افْرُقْ اقْضِ وَقَالَ مُجَاهِدٌ ﴿ وَإِنْ أَحَدٌ مِنْ الْمُشْرِكِينَ اسْتَجَارَكَ فَأَجِرْهُ حَتَّى يَسْمَعَ كَلَامَ اللَّهِ ﴾ إِنْسَانٌ يَأْتِيهِ فَيَسْتَمِعُ مَا يَقُولُ وَمَا أُنْزِلَ عَلَيْهِ فَهُوَ آمِنٌ حَتَّى يَأْتِيَهُ فَيَسْمَعَ كَلَامَ اللَّهِ وَحَتَّى يَبْلُغَ مَأْمَنَهُ حَيْثُ جَاءَهُ النَّبَأُ الْعَظِيمُ الْقُرْآنُ ﴿ صَوَابًا ﴾ حَقًّا فِي الدُّنْيَا وَعَمَلٌ بِهِ.
Çünkü Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: «O halde, beni zikredin ki,  ben de sizi zikredeyim.» (Bakara: 152)
«Onlara Nuh'un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: Ey kavmim! İçinizde bulunmam ve Allah'ın âyetlerini hatırlatmam eğer size ağır geliyorsa ben, Allah'a zaten tevekkül etmişimdir, ortaklarınızla birlikte işinizi kararlaştırın da sonra işiniz size dert olmasın. Sonra da hükmü bana tatbik edin, hiç mühlet de vermeyin. Eğer yüz çevirirseniz, ben, yaptığım işe karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum; benim ecrim sadece Allah'a aittir. Ben Müslüman olmakla emrolundum.» (Yûnus: 71-72)
 
غُمَّةٌ  Keder ve darlık, demektir.
Mucâhid şöyle dedi: Nefislerinizdekini bana hükmedip yerine getiriniz. İstediğiniz işi bana hükmedin, demektir.
Mucâhid şöyle dedi: «Ve eğer müşriklerden biri, sana sığınmak isterse, ona güven ver ki, Allah'ın kelamını işitsin.» (Tevbe: 6) Müşrik sana, senin söyleyeceğin şeyleri ve üzerine indirilen âyetleri dinlemek üzere gelirse o, gelip Allah'ın Kelâmını işitinceye ve işittikten sonra kabul etmese de geldiği yere, emin olduğu yurduna ulaşıncaya kadar emindir her türlü saldırıdan korunacaktır.
Yine Mucâhid şöyle dedi: النَّبَأُ الْعَظِيمُ  Kurân’dır. صَوَابًا Dünyâda hak söylediği gibi âhirette de izin verilince doğruyu söyler ve onunla amel edilir.
٤٠-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ فَلَا تَجْعَلُوا لِلَّهِ أَنْدَادًا ﴾
 
«O halde bütün bunları bilip dururken Allah'a ortaklar koşmayın.» (Bakara: 22)
وَقَوْلِهِ جَلَّ ذِكْرُهُ ﴿ وَتَجْعَلُونَ لَهُ أَنْدَادًا ذَلِكَ رَبُّ الْعَالَمِينَ ﴾ وَقَوْلِهِ ﴿وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ ﴾ ﴿ وَلَقَدْ أُوحِيَ إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكَ لَئِنْ أَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنْ الْخَاسِرِينَ بَلْ اللَّهَ فَاعْبُدْ وَكُنْ مِنْ الشَّاكِرِينَ ﴾ وَقَالَ عِكْرِمَةُ ﴿ وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللَّهِ إِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ ﴾ ﴿وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ ﴾ وَ ﴿ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ ﴾ فَذَلِكَ إِيمَانُهُمْ وَهُمْ يَعْبُدُونَ غَيْرَهُ وَمَا ذُكِرَ فِي خَلْقِ أَفْعَالِ الْعِبَادِ وَأَكْسَابِهِمْ لِقَوْلِهِ تَعَالَى ﴿وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيرًا ﴾ وَقَالَ مُجَاهِدٌ ﴿ مَا تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ إِلَّا بِالْحَقِّ ﴾ بِالرِّسَالَةِ وَالْعَذَابِ ﴿ لِيَسْأَلَ الصَّادِقِينَ عَنْ صِدْقِهِمْ ﴾ الْمُبَلِّغِينَ الْمُؤَدِّينَ مِنْ الرُّسُلِ ﴿ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ ﴾ عِنْدَنَا﴿ وَالَّذِي جَاءَ بِالصِّدْقِ ﴾ الْقُرْآنُ ﴿ وَصَدَّقَ بِهِ ﴾ الْمُؤْمِنُ يَقُولُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ هَذَا الَّذِي أَعْطَيْتَنِي عَمِلْتُ بِمَا فِيهِ.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: «Ey Muhammed! De ki: Yeryüzünü iki günde yaratan Allah'ı siz mi inkâr ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz? Halbuki O, âlemlerin de Rabbidir.»(Fussilet: 9) «Gerçektir ki, sana da senden öncekilere de vahyolunmuştur: Eğer Allah'a şirk koşarsan, muhakkak bütün amelin boşa gider ve hüsrana uğrayanlardan olursun. Bu itibarla yalnız Allah'a ibadet et ve şükredenlerden ol.» (Zumer: 65-66) «Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmayanlar.» (Furkan: 68)
İkrime şöyle dedi: «Onların çoğu da, Allah'a, ancak müşrik oldukları halde iman ederler.» (Yusuf: 106) «Onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, muhakkak ki Allah derler.»(Zuhruf: 87) «"Onlara, gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, muhakkak ki Allah diyeceklerdir.» (Zumer: 38) İşte bu söz, onların Allah'a imanlarıdır. Hâlbuki kendileri Allah'tan başka şeylere ibâdet etmektedirler.
Kulların fiillerinin yaratılması ve kazandıkları konusunda zikredilen şeyler: Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: «Allah her şeyi yaratmış ve bir düzen içinde O takdir etmiştir.» (Furkan: 2)
Mucâhid şöyle dedi: Melekler ancak hak ile yani  risâlet ve azab ile inerler. «Doğrulara doğruluklarından sormak» (Ahzâb: Resullerden risaletlerini tebliğ ettiklerinden. «Biz onu elbette koruruz.» (Yûsuf: 12) Bizim katımızda. «Doğruyu getirenler.» (Zumer: 33) âyetinde “Sıdk”, Kur'ân dır. Onu tasdik eden de mümindir. O, kıyamet gününde: Bu bana verdiğin, benim de içindekilerle amel ettiğim Kitâb'dır, der.
٧٥٢٠- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ أَبِي وَائِلٍ عَنْ عَمْرِو بْنِ شُرَحْبِيلَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ سَأَلْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَيُّ الذَّنْبِ أَعْظَمُ عِنْدَ اللَّهِ قَالَ أَنْ تَجْعَلَ لِلَّهِ نِدًّا وَهُوَ خَلَقَكَ قُلْتُ إِنَّ ذَلِكَ لَعَظِيمٌ قُلْتُ ثُمَّ أَيُّ قَالَ ثُمَّ أَنْ تَقْتُلَ وَلَدَكَ تَخَافُ أَنْ يَطْعَمَ مَعَكَ قُلْتُ ثُمَّ أَيُّ قَالَ ثُمَّ أَنْ تُزَانِيَ بِحَلِيلَةِ جَارِكَ.
7520- Abdullah ibnu Mesud -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme:
-Allah katında günahın en büyüğü hangisidir? diye sordum.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
-"Allah seni yarattığı hâlde, Allah'a şirk koşmandır."
Ben:
-Gerçekten bu çok büyük bir cürümdür, dedim.
-Sonra günahların en büyüğü hangisidir? diye sordum.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-''Yemeğini onunla paylaşmak korkusuyla çocuğunu öldürmendir" buyurdu.
-Bundan sonra günahların en büyüğü hangisidir? diye sordum.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-"Komşunun hanımıyla zina etmendir" buyurdu. (Hadisin geçtiği yer: 4477, 4761, 6001, 6811, 6861, 7520, 7532)
٤١-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَتِرُونَ أَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَا أَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ وَلَكِنْ ظَنَنْتُمْ أَنَّ اللَّهَ لَا يَعْلَمُ كَثِيرًا مِمَّا تَعْمَلُونَ ﴾
41- Allah Azze ve Celle'nin Şu Kavli Bâbı
 
«Siz, kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin sizin aleyhinize şâhidlik etmelerinden çekinmemiştiniz. Fakat zannediyordunuz ki Allah, sizin yaptıklarınızın çoğunu bilmez. İşte Rabbiniz hakkındaki bu zannınız sizi helak etti ve bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldunuz.» (Fussilet: 22-23)
٧٥٢١- حَدَّثَنَا الْحُمَيْدِيُّ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ حَدَّثَنَا مَنْصُورٌ عَنْ مُجَاهِدٍ عَنْ أَبِي مَعْمَرٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ اجْتَمَعَ عِنْدَ الْبَيْتِ ثَقَفِيَّانِ وَقُرَشِيٌّ أَوْ قُرَشِيَّانِ وَثَقَفِيٌّ كَثِيرَةٌ شَحْمُ بُطُونِهِمْ قَلِيلَةٌ فِقْهُ قُلُوبِهِمْ فَقَالَ أَحَدُهُمْ أَتَرَوْنَ أَنَّ اللَّهَ يَسْمَعُ مَا نَقُولُ قَالَ الْآخَرُ يَسْمَعُ إِنْ جَهَرْنَا وَلَا يَسْمَعُ إِنْ أَخْفَيْنَا وَقَالَ الْآخَرُ إِنْ كَانَ يَسْمَعُ إِذَا جَهَرْنَا فَإِنَّهُ يَسْمَعُ إِذَا أَخْفَيْنَا فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى ﴿ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَتِرُونَ أَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَا أَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ ﴾ الْآيَةَ.
7521- Abdullah ibnu Mesud -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Kâbe’nin yanında ikisi Kureyş’ten diğeri de Sakîf kabilesinden -veya da ikisi Sakîfli, biri Kureyşli- üç kişi bir araya geldi. Onlardan biri şöyle dedi:
-Ne dersiniz? Bizim şu anda konuştuklarımızı Allah işitir mi?
Bir diğeri de şöyle dedi:
-Eğer açıktan söylersek işitir, gizli söylersek işitmez.
Üçüncüsü de şöyle dedi:
-Eğer açıktan söylediğimiz zaman işitmekte ise, muhakkak ki, O, gizli söylediğimiz zamanda da işitir.
İşte onların aralarında konuştukları bu sözlere binaen Allah Azze ve Celle şu âyeti indirdi:
«Siz, kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin sizin aleyhinize şâhidlik etmelerinden çekinmemiştiniz.» (Fussilet: 23) (Hadisin geçtiği yer: 4817, 7521)
٤٢-بَاب
قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ ﴾ وَ ﴿ مَا يَأْتِيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ ﴾ وَقَوْلِهِ تَعَالَى ﴿ لَعَلَّ اللَّهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذَلِكَ أَمْرًا ﴾ وَأَنَّ حَدَثَهُ لَا يُشْبِهُ حَدَثَ الْمَخْلُوقِينَ لِقَوْلِهِ تَعَالَى ﴿ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ ﴾ وَقَالَ ابْنُ مَسْعُودٍ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ اللَّهَ يُحْدِثُ مِنْ أَمْرِهِ مَا يَشَاءُ وَإِنَّ مِمَّا أَحْدَثَ أَنْ لَا تَكَلَّمُوا فِي الصَّلَاةِ.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:  «Göklerde ve yerde kim varsa, hepsi O'ndan ister. O, her gün bir iştedir.» (Rahmân: 29) «Kendilerine Rablerinden gelen her yeni ihtarı, ancak onunla alay ederek ve kalpleri (Allah’ın zikrinden) gafil olduğu halde dinlerler.» (Enbiyâ: 2)  «Bilmezsin, olur ki Allah bunun arkasından bir iş peyda ediverir.» (Talâk: 1) O'nun meydana çıkarıverdiği iş, mahlûkların meydana çıkardıkları işe benzemez. Çünkü bu konuda Allah Azze ve Celle’nin: «O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.» (Şûrâ: 11) âyeti vardır.
Abdullah ibnu Mesud, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu haber verdi: "Muhakkak ki Allah dileyeceği herhangi bir işi meydana çıkarır ve O'nun meydana çıkardığı işlerden birisi namazda konuşmamanızdır."
٧٥٢٢- حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا حَاتِمُ بْنُ وَرْدَانَ حَدَّثَنَا أَيُّوبُ عَنْ عِكْرِمَةَ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ كَيْفَ تَسْأَلُونَ أَهْلَ الْكِتَابِ عَنْ كُتُبِهِمْ وَعِنْدَكُمْ كِتَابُ اللَّهِ أَقْرَبُ الْكُتُبِ عَهْدًا بِاللَّهِ تَقْرَءُونَهُ مَحْضًا لَمْ يُشَبْ.
7522- Abdullah ibnu Abbâs -Allah ondan ve babasından razı olsun- şöyle dedi: Allah’ın Peygamberi sallallahu aleyhi ve selleme indirdiği ve sizin içinizde indirilen bu Kurân varken ve sizler onu okuyup dururken ve de onda hiçbir batıl yokken sizler nasıl olur da Ehli Kitab olan yahudi ve hıristiyanlara soru soruyorsunuz?  (Hadisin geçtiği yer: 2685, 7363, 7522, 7523)
٧٥٢٣- حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنْ الزُّهْرِيِّ أَخْبَرَنِي عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَبَّاسٍ قَالَ يَا مَعْشَرَ الْمُسْلِمِينَ كَيْفَ تَسْأَلُونَ أَهْلَ الْكِتَابِ عَنْ شَيْءٍ وَكِتَابُكُمْ الَّذِي أَنْزَلَ اللَّهُ عَلَى نَبِيِّكُمْ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَحْدَثُ الْأَخْبَارِ بِاللَّهِ مَحْضًا لَمْ يُشَبْ وَقَدْ حَدَّثَكُمْ اللَّهُ أَنَّ أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ بَدَّلُوا مِنْ كُتُبِ اللَّهِ وَغَيَّرُوا فَكَتَبُوا بِأَيْدِيهِمْ الْكُتُبَ قَالُوا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ لِيَشْتَرُوا بِذَلِكَ ثَمَنًا قَلِيلًا أَوَلَا يَنْهَاكُمْ مَا جَاءَكُمْ مِنْ الْعِلْمِ عَنْ مَسْأَلَتِهِمْ فَلَا وَاللَّهِ مَا رَأَيْنَا رَجُلًا مِنْهُمْ يَسْأَلُكُمْ عَنْ الَّذِي أُنْزِلَ عَلَيْكُمْ.
7523- Abdullah ibnu Abbâs -Allah ondan ve babasından razı olsun- şöyle dedi:
-Ey Müslümanlar topluluğu! Allah’ın Peygamberi sallallahu aleyhi ve selleme indirdiği ve sizin içinizde indirilen bu Kurân varken ve sizler onu okuyup dururken ve de onda hiçbir batıl yokken sizler nasıl olur da Ehli Kitab olan yahudi ve hıristiyanlara soru soruyorsunuz? Allah Azze ve Celle Kurân’da ehli Kitabın Allah’ın onlara indirdiği Kitabı değiştirdiklerini sizlere haber vermiştir. Ve onlar onu yok pahasına satabilmek için, bu Allah katındandır, demişlerdir.
Size gelmiş olan ilim, onlara bir şey sormaktan sizleri yasaklamıyor mu? Vallahi onlardan hiçbir kimsenin gelip de sizin üzerinize indirilmiş olan Kurân’dan sorduklarını görmedik. (Hadisin geçtiği yer:2685, 7363, 7522, 7523)
 
٤٣-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ ﴾
 
«(Ey Muhammed! Cebrail sana Kurân’ı okurken unutmamak için) acele edip dilini (Kurân’la) hareket ettirip durma.» (Kiyâme: 16)
 
وَفِعْلِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ يُنْزَلُ عَلَيْهِ الْوَحْيُ وَقَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ اللَّهُ تَعَالَى أَنَا مَعَ عَبْدِي حَيْثُمَا ذَكَرَنِي وَتَحَرَّكَتْ بِي شَفَتَاهُ.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin üzerine vahiy indirilirkenki ameli. Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: Kulum beni zikrettiği ve iki dudağını benim ismimle hareket ettirdiği zaman, ben kulumla beraberim."
٧٥٢٤- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ مُوسَى بْنِ أَبِي عَائِشَةَ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ فِي قَوْلِهِ تَعَالَى ﴿ لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ ﴾ قَالَ كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُعَالِجُ مِنْ التَّنْزِيلِ شِدَّةً وَكَانَ يُحَرِّكُ شَفَتَيْهِ فَقَالَ لِي ابْنُ عَبَّاسٍ فَأَنَا أُحَرِّكُهُمَا لَكَ كَمَا كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُحَرِّكُهُمَا فَقَالَ سَعِيدٌ أَنَا أُحَرِّكُهُمَا كَمَا كَانَ ابْنُ عَبَّاسٍ يُحَرِّكُهُمَا فَحَرَّكَ شَفَتَيْهِ فَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ ﴿ لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ ﴾ قَالَ جَمْعُهُ فِي صَدْرِكَ ثُمَّ تَقْرَؤُهُ ﴿ فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ ﴾ قَالَ فَاسْتَمِعْ لَهُ وَأَنْصِتْ ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا أَنْ تَقْرَأَهُ قَالَ فَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا أَتَاهُ جِبْرِيلُ عَلَيْهِ السَّلَام اسْتَمَعَ فَإِذَا انْطَلَقَ جِبْرِيلُ قَرَأَهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَمَا أَقْرَأَهُ.
7524- Said ibnu Cubeyr -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: İbnu Abbâs, Allah Azze ve Celle’nin: «Onun­la dilini hareket ettirme» âyeti hakkında şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem indirilen âyetlerin zabtı yüzünden güçlük çe­ker, bundan dolayı çok kereler dudaklarını kımıldatırdı.
Râvî Saîd ibnu Cubeyr dedi ki: Bunu söylerken İbnu Abbâs bana: İşte bak, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem dudaklarını nasıl kımıldatıyor idiy­se, ben de sana öylece kımıldatıyorum, dedi.
Saîd İbnu Cubeyr de: Ben de sana İbnu Abbâs'ın dudaklarını nasıl kımıldatıyor idiyse, dudaklarımı öylece kımıldatıyorum, dedi ve dudaklarını hareket ettirdi, dedi.
Bunun üzerine Allah Azze ve Celle O'na: «Ey Muhammed! Cebrail sana Kurân'ı okurken unutmamak için acele edip dilini hareket ettirip durma. Onu toplayıp kalbine yerleştirmek ve sana okutmak bize düşer. Onu sana okuduğumuz zaman, onun okunuşunu dinle. Sonra onun açıklanması yine bize aittir.» (Kiyâme: 16-19) âyetlerini indirdi.
İbnu Abbâs şöyle dedi: Onu senin göğsünde topladı. Sonra sen onu okursun. «Onu sana okuduğumuz zaman, onun okunuşunu dinle.»  Sus ve onu dinle. Sonra onu okuman bizim üzerimizedir. Cibril aleyhisselam Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme geldiği zaman sadece onun okuyuşunu dinler ve Cibril aleyhisselam gittiği zaman da tıpkı O’nun okuyuşu gibi okurdu. (Hadisin geçtiği yer: 4927, 4928, 4929, 5044, 7524)
٤٤-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ وَأَسِرُّوا قَوْلَكُمْ أَوْ اجْهَرُوا بِهِ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ ﴾﴿ يَتَخَافَتُونَ ﴾ يَتَسَارُّونَ.
 
«Sözünüzü ister gizleyin, ister onu açığa vurun, muhakkak ki Allah, göğüslerde olanı hakkıyla bilendir. Zaten yaratan yarattığını hiç bilmez mi? O,  lâtiftir; her şeyden hakkıyle haberdârdır.» (Mulk: 13-14)
 
يَتَخَافَتُونَ Aralarında gizli gizli konuşacaklar.
٧٥٢٥- حَدَّثَنِي عَمْرُو بْنُ زُرَارَةَ عَنْ هُشَيْمٍ أَخْبَرَنَا أَبُو بِشْرٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا فِي قَوْلِهِ تَعَالَى ﴿ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا ﴾ قَالَ نَزَلَتْ وَرَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُخْتَفٍ بِمَكَّةَ فَكَانَ إِذَا صَلَّى بِأَصْحَابِهِ رَفَعَ صَوْتَهُ بِالْقُرْآنِ فَإِذَا سَمِعَهُ الْمُشْرِكُونَ سَبُّوا الْقُرْآنَ وَمَنْ أَنْزَلَهُ وَمَنْ جَاءَ بِهِ فَقَالَ اللَّهُ لِنَبِيِّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ﴿ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ ﴾ أَيْ بِقِرَاءَتِكَ فَيَسْمَعَ الْمُشْرِكُونَ فَيَسُبُّوا الْقُرْآنَ ﴿ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا ﴾ عَنْ أَصْحَابِكَ فَلَا تُسْمِعُهُمْ ﴿ وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلًا ﴾.
7525- Said ibnu Cubeyr -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: İbnu Abbâs -Allah ondan ve babasından razı olsun- «Namazda kıraatini çok yükseltme; gizli de okuma» âyeti hakkında şöyle dedi: Bu âyet, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Mek­ke'de İslam’ın başlarında davetini gizli yaparken indi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ashabına namaz kıldırdığı esnada Kurân okurken sesini yükseltirdi. Kurân’ı duyan müşrikler ise Kurân’a, onu indirene ve Kurân’ın geldiği kimseye söverlerdi. Allah Azze ve Celle, Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme: «Namazda kıraatini çok yükseltme» buyurdu. Yani namazda Kurân okurken müşrikler duyacak şekilde sesini yükseltme! Bu sayede müşrikler Kurân’a söverler. «gizli de okuma» Yani ashabına namaz kıldırırken ashabın duymayacak şekilde gizli de okuma.«Bunun arasında orta bir yol bul.»  (Hadisin geçtiği yer: 4927, 4928, 4929, 5044, 7524)
٧٥٢٦- حَدَّثَنَا عُبَيْدُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ عَنْ هِشَامٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا قَالَتْ نَزَلَتْ هَذِهِ الْآيَةُ ﴿ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا﴾ فِي الدُّعَاءِ.
7526- Âişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: «Namazda kıraatini çok yükseltme; gizli de okuma.» (İsrâ: 110) âyeti, duâ hakkında indi. (Hadisin geçtiği yer:  3264, 5723, 7526)
٧٥٢٧- حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ حَدَّثَنَا أَبُو عَاصِمٍ أَخْبَرَنَا ابْنُ جُرَيْجٍ أَخْبَرَنَا ابْنُ شِهَابٍ عَنْ أَبِي سَلَمَةَ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَيْسَ مِنَّا مَنْ لَمْ يَتَغَنَّ بِالْقُرْآنِ وَزَادَ غَيْرُهُ يَجْهَرُ بِهِ.
 
7527- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kurân ile teğannî etmeyen, Kur'ân okurken sesini güzelleştirmeyen bizden değildir."
Ebû Hureyre'den başkası "Kurân'ı açıktan okur" fıkrasını zi­yâde etti.
٤٥-بَاب قَوْلِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ الْقُرْآنَ فَهُوَ يَقُومُ بِهِ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ وَرَجُلٌ يَقُولُ لَوْ أُوتِيتُ مِثْلَ مَا أُوتِيَ هَذَا فَعَلْتُ كَمَا يَفْعَلُ
45- Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin Şu Hadisi Bâbı
 
"Şu iki hasletten başkasına hased etme ruhsatı verilmemiştir: Allah Azze ve Celle’nin kendisine Kurân’ı öğrettiği kimse. O kimse gece-gündüz Kurân’ı okur, onunla amel eder ve emirlerine itaat eder. Onun Kurân okuduğunu duyan komşusu: Keşke falancaya verilen bana da verilseydi de ben de onun yaptığı gibi yapsaydım." 
 
فَبَيَّنَ أَنَّ قِيَامَهُ بِالْكِتَابِ هُوَ فِعْلُهُ وَقَالَ ﴿ وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافُ أَلْسِنَتِكُمْ وَأَلْوَانِكُمْ ﴾ وَقَالَ جَلَّ ذِكْرُهُ ﴿ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ﴾.
 
Allah Azze ve Celle, o kimsenin Kurân’la kıyamının onun fiili olduğunu beyan etti ve Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: «Keza gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da O’nun âyetlerindendir.» (Rûm: 22) «Ey îmân edenler! Hayır işleyin. Belki böylece kurtuluşa erersiniz.» (Hac: 77)
٧٥٢٨- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ عَنْ الْأَعْمَشِ عَنْ أَبِي صَالِحٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا تَحَاسُدَ إِلَّا فِي اثْنَتَيْنِ رَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ الْقُرْآنَ فَهُوَ يَتْلُوهُ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ فَهُوَ يَقُولُ لَوْ أُوتِيتُ مِثْلَ مَا أُوتِيَ هَذَا لَفَعَلْتُ كَمَا يَفْعَلُ وَرَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ مَالًا فَهُوَ يُنْفِقُهُ فِي حَقِّهِ فَيَقُولُ لَوْ أُوتِيتُ مِثْلَ مَا أُوتِيَ عَمِلْتُ فِيهِ مِثْلَ مَا يَعْمَلُ.
7528- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Şu iki hasletten başkasına hased etme ruhsatı verilmemiştir: Allah Azze ve Celle’nin kendisine Kurân’ı öğrettiği kimse. O kimse gece-gündüz Kurân’ı okur, onunla amel eder ve emirlerine itaat eder. Onun Kurân okuduğunu duyan komşusu şöyle der: Keşke falancaya verilen bana da verilseydi de ben de onun yaptığı gibi yapsaydım. Bir diğeri de, Allah’ın kendisine mal verdiği kimsedir. O kimse de malını Allah yolunda harcar. Bir adam der ki: Keşke falancaya verilen maldan bana da verilmiş olsaydı da ben de onun gibi malımı Allah yolunda harcasaydım." (Hadisin geçtiği yer: 5026, 7232, 7528)
٧٥٢٩- حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ قَالَ الزُّهْرِيُّ عَنْ سَالِمٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لَا حَسَدَ إِلَّا فِي اثْنَتَيْنِ رَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ الْقُرْآنَ فَهُوَ يَتْلُوهُ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ وَرَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ مَالًا فَهُوَ يُنْفِقُهُ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ سَمِعْتُ سُفْيَانَ مِرَارًا لَمْ أَسْمَعْهُ يَذْكُرُ الْخَبَرَ وَهُوَ مِنْ صَحِيحِ حَدِيثِهِ.
7529- Abdullah ibnu Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Şu iki hasletten başkasına hased etme ruhsatı verilmemiştir: Allah Azze ve Celle’nin kendisine Kurân’ı öğrettiği kimse. O kimse gece-gündüz Kurân’ı okur, onunla amel eder ve emirlerine itaat eder. Bir diğeri de, Allah’ın kendisine mal verdiği kimsedir. O kimse de malını gece-gündüz Allah yolunda harcar."   
 
٤٦-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَإِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَاتِهِ ﴾
46- Allah Azze ve Celle'nin Şu Kavli Bâbı
 
«Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen vahyi tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, Rabbinin peygamberliğini yapmamış olursun.» (Mâide: 67)
وَقَالَ الزُّهْرِيُّ مِنْ اللَّهِ الرِّسَالَةُ وَعَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا التَّسْلِيمُ وَقَالَ اللَّهُ تَعَالَى ﴿ لِيَعْلَمَ أَنْ قَدْ أَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ ﴾ وَقَالَ تَعَالَى ﴿ أُبْلِغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبِّي ﴾ وَقَالَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ حِينَ تَخَلَّفَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ﴿ فَسَيَرَى اللَّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ ﴾ وَقَالَتْ عَائِشَةُ إِذَا أَعْجَبَكَ حُسْنُ عَمَلِ امْرِئٍ فَقُلْ ﴿ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللَّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ ﴾ وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ أَحَدٌ وَقَالَ مَعْمَرٌ ﴿ ذَلِكَ الْكِتَابُ ﴾ هَذَا الْقُرْآنُ ﴿هُدًى لِلْمُتَّقِينَ ﴾ بَيَانٌ وَدِلَالَةٌ كَقَوْلِهِ تَعَالَى ﴿ ذَلِكُمْ حُكْمُ اللَّهِ ﴾ هَذَا حُكْمُ اللَّهِ ﴿ لَا رَيْبَ ﴾ لَا شَكَّ ﴿ تِلْكَ آيَاتُ ﴾ يَعْنِي هَذِهِ أَعْلَامُ الْقُرْآنِ وَمِثْلُهُ ﴿ حَتَّى إِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِ وَجَرَيْنَ بِهِمْ ﴾يَعْنِي بِكُمْ وَقَالَ أَنَسٌ بَعَثَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خَالَهُ حَرَامًا إِلَى قَوْمِهِ وَقَالَ أَتُؤْمِنُونِي أُبَلِّغُ رِسَالَةَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَجَعَلَ يُحَدِّثُهُمْ.
Zuhrî şöyle dedi: Allah Azze ve Celle’den risâlet, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin üzerine düşen onu tebliğ etmek, bizim de ona teslim olmamız vardır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:«Rablerinin peygamberlik görevlerini teblîğ ettiklerinin bilinmesi için.» (Cin: 28) «Size Rabbimin haberlerini duyuruyorum.» (Arâf: 62 ve 68)
Ka'b ibnu Mâlik, Tebuk Seferinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber savaşa gitmediğinde şu âyeti söyledi: «Ey Muhammed! Onlara de ki: Dilediğinizi yapın. Allah, Rasûlü ve mü'minler amelinizi görecektir.» (Tevbe: 105)
Âişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Bir kimsenin amelinin güzelliği senin hoşuna gittiği zaman ona şöyle de: «Dilediğinizi yapın. Allah, Rasûlü ve mü'minler amelinizi görecektir.» (Tevbe: 105) Sakın seni hiçbir kimse hafifliğe götürmesin.
Ebû Ubeyde Ma'mer ibnu Musennâ şöyle dedi: ذَلِكَ الْكِتَابُ  Bu Kurân’dır. هُدًى لِلْمُتَّقِينَ Bir açıklama ve yol göstermedir. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi: ذَلِكُمْ حُكْمُ اللَّهِ Bu, Allah'ın hükmüdür. لَا رَيْبَHiçbir şüphe yoktur. اللَّه تِلْكَ آيَاتُ Bunlar Kurân'ın alemleri, nişanlarıdır. Şu âyet de bunun benzeridir:
حَتَّى إِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِ وَجَرَيْنَ بِهِمْ «Hatta gemide olduğunuz zamanda da.» (Yûnus: 22) Buradaki “Bihim”, “Bikum” yerine kullanılmıştır.
Enes ibnu Mâlik -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Enes'in dayısı Haram ibnu Milhân'ı, kendi kavmi Amir oğullarına elçi gönderdi. Haram onlara hitaben:
Sizler, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin elçiliğini teblîğ etmemde beni emîn bir kişi sayıyor, kabul ediyor musunuz? dedi. Onlar kendisini emîn kabul edince, o da onlara Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden hadisler bildirmeye başladı.
٧٥٣٠- حَدَّثَنَا الْفَضْلُ بْنُ يَعْقُوبَ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ جَعْفَرٍ الرَّقِّيُّ حَدَّثَنَا الْمُعْتَمِرُ بْنُ سُلَيْمَانَ حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ عُبَيْدِ اللَّهِ الثَّقَفِيُّ حَدَّثَنَا بَكْرُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ الْمُزَنِيُّ وَزِيَادُ بْنُ جُبَيْرِ بْنِ حَيَّةَ عَنْ جُبَيْرِ بْنِ حَيَّةَ قَالَ الْمُغِيرَةُ أَخْبَرَنَا نَبِيُّنَا صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ رِسَالَةِ رَبِّنَا أَنَّهُ مَنْ قُتِلَ مِنَّا صَارَ إِلَى الْجَنَّةِ.
7530- Mugîre ibnu Şu'be -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Bizim peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Rabbimizin risaletinden şunu bildirdi: "Bizden öldürülen cennete gider." (Hadisin geçtiği yer: 3159, 7530) 
٧٥٣١- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يُوسُفَ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ إِسْمَاعِيلَ عَنْ الشَّعْبِيِّ عَنْ مَسْرُوقٍ عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا قَالَتْ مَنْ حَدَّثَكَ أَنَّ مُحَمَّدًا صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَتَمَ شَيْئًا وَقَالَ مُحَمَّدٌ حَدَّثَنَا أَبُو عَامِرٍ الْعَقَدِيُّ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ إِسْمَاعِيلَ بْنِ أَبِي خَالِدٍ عَنْ الشَّعْبِيِّ عَنْ مَسْرُوقٍ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ مَنْ حَدَّثَكَ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَتَمَ شَيْئًا مِنْ الْوَحْيِ فَلَا تُصَدِّقْهُ إِنَّ اللَّهَ تَعَالَى يَقُولُ ﴿يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَإِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ ﴾.
7531- Âişe -Allah ondan razı olsun- Mesrûk'a şöyle dedi: Her kim sana Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin kendisine indirilenlerden her­hangi bir şeyi sakladı, teblîğ etmedi derse, muhakkak ki, o yalan söy­lemiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: «Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen vahyi teblîğ et. Eğer bunu yapmazsan, Rabbinin peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun.»(Nisa: 67) (Hadisin geçtiği yer: 3235, 4612, 4855, 7380, 7531)
٧٥٣٢- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ عَنْ الْأَعْمَشِ عَنْ أَبِي وَائِلٍ عَنْ عَمْرِو بْنِ شُرَحْبِيلَ قَالَ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ قَالَ رَجُلٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَيُّ الذَّنْبِ أَكْبَرُ عِنْدَ اللَّهِ قَالَ أَنْ تَدْعُوَ لِلَّهِ نِدًّا وَهُوَ خَلَقَكَ قَالَ ثُمَّ أَيْ قَالَ ثُمَّ أَنْ تَقْتُلَ وَلَدَكَ مَخَافَةَ أَنْ يَطْعَمَ مَعَكَ قَالَ ثُمَّ أَيْ قَالَ أَنْ تُزَانِيَ حَلِيلَةَ جَارِكَ فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَصْدِيقَهَا ﴿ وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ يَلْقَ أَثَامًا يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ ﴾ الْآيَةَ.
7532- Abdullah ibnu Mesud -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Bir adam Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme:
-Allah katında günahın en büyüğü hangisidir? diye sordu.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
-"Allah seni yarattığı hâlde, Allah'a şirk koşmandır."
-Sonra günahların en büyüğü hangisidir? diye sordu.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-''Yemeğini onunla paylaşmak korkusuyla çocuğunu öldürmendir" buyurdu.
-Bundan sonra günahların en büyüğü hangisidir? diye sordu.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-"Komşunun hanımıyla zina etmendir" buyurdu.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin bu sözlerini tasdik edici olarak Allah Azze ve Celle şu âyeti indirdi:
«Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmayanlar, hak yolla olmadıkça Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmeyenler ve zina etmeyenlerdir. Kim bunları yaparsa, günahının cezasını bulur.» (Furkan: 68) (Hadisin geçtiği yer: 4477, 4761, 6001, 6811, 6861, 7520, 7532)
٤٧-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرَاةِ فَاتْلُوهَا ﴾
 
«Ey Muhammed! O yahudilere de ki: Eğer sözünüzde doğru iseniz, haydi Tevrat'ı getirin ve onu okuyun.» (Âli İmrân: 93)
وَقَوْلِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أُعْطِيَ أَهْلُ التَّوْرَاةِ التَّوْرَاةَ فَعَمِلُوا بِهَا وَأُعْطِيَ أَهْلُ الْإِنْجِيلِ الْإِنْجِيلَ فَعَمِلُوا بِهِ وَأُعْطِيتُمْ الْقُرْآنَ فَعَمِلْتُمْ بِهِ وَقَالَ أَبُو رَزِينٍ
﴿ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِهِ ﴾
 يَتَّبِعُونَهُ وَيَعْمَلُونَ بِهِ حَقَّ عَمَلِهِ يُقَالُ ﴿ يُتْلَى ﴾ يُقْرَأُ حَسَنُ التِّلَاوَةِ حَسَنُ الْقِرَاءَةِ لِلْقُرْآنِ ﴿ لَا يَمَسُّهُ ﴾ لَا يَجِدُ طَعْمَهُ وَنَفْعَهُ إِلَّا مَنْ آمَنَ بِالْقُرْآنِ وَلَا يَحْمِلُهُ بِحَقِّهِ إِلَّا الْمُوقِنُ لِقَوْلِهِ تَعَالَى ﴿ مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ ﴾ وَسَمَّى النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْإِسْلَامَ وَالْإِيمَانَ وَالصَّلَاةَ عَمَلًا قَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِبِلَالٍ أَخْبِرْنِي بِأَرْجَى عَمَلٍ عَمِلْتَهُ فِي الْإِسْلَامِ قَالَ مَا عَمِلْتُ عَمَلًا أَرْجَى عِنْدِي أَنِّي لَمْ أَتَطَهَّرْ إِلَّا صَلَّيْتُ وَسُئِلَ أَيُّ الْعَمَلِ أَفْضَلُ قَالَ إِيمَانٌ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ الْجِهَادُ ثُمَّ حَجٌّ مَبْرُورٌ.
Aleyhisselam şöyle buyurdu: "Tevrat ehline Tevrat verildi de onunla amel ettiler. İncil ehline de İncil verildi, onlar da İncil'le amel ettiler. Size de Kur'ân verildi, sizler de onunla amel ettiniz."
Tabiinin büyüklerinden olan Ebû Razîn Mesud ibnu Malik el-Esedi el-Kûfî şöyle dedi: «Onu hakkıyle tilâvet ederler.» (Bakara: 121) Gerektiği şekilde onunla amel ederler. يُتْلَى kelimesi okunur, manasına gelir. Hüsnüt-Tilave ise, Kurân’ı güzelce okumak manasına gelir. لَا يَمَسُّهُ Onun tadını ve yararını ancak Kurân'a îmân eden kimse bulur, onu hakkıyle kesin îmân edenden başkası taşımaz. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: «Kendilerine Tevrat yükletilip de, sonra onu taşımayanların hâli, kitaplar yüklenmiş eşeğin hali gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlayanların hâli ne kötüdür. Allah, zâlimler güruhuna hidayet etmez.» (Cuma: 5)
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, İslâm, İman ve namaza “amel” ismini verdi.
Ebû Hureyre şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  Bilâl’e: "İslâm içinde işlediğin en umutlu amelini bana haber ver” dedi. Bilâl: “Benim indimde, her abdest alışımda muhakkak namaz kılmamdan daha umutlu bir amel işlemiş değilim”, dedi.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme: Hangi amel en üstündür? diye soruldu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de: "Allah'a ve Rasûlü'ne îmân etmek, sonra cihâd etmek, sonra da kabul edilmiş bir hacdır" buyurdu.
٧٥٣٣- حَدَّثَنَا عَبْدَانُ أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ أَخْبَرَنَا يُونُسُ عَنْ الزُّهْرِيِّ أَخْبَرَنِي سَالِمٌ عَنْ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِنَّمَا بَقَاؤُكُمْ فِيمَنْ سَلَفَ مِنْ الْأُمَمِ كَمَا بَيْنَ صَلَاةِ الْعَصْرِ إِلَى غُرُوبِ الشَّمْسِ أُوتِيَ أَهْلُ التَّوْرَاةِ التَّوْرَاةَ فَعَمِلُوا بِهَا حَتَّى انْتَصَفَ النَّهَارُ ثُمَّ عَجَزُوا فَأُعْطُوا قِيرَاطًا قِيرَاطًا ثُمَّ أُوتِيَ أَهْلُ الْإِنْجِيلِ الْإِنْجِيلَ فَعَمِلُوا بِهِ حَتَّى صُلِّيَتْ الْعَصْرُ ثُمَّ عَجَزُوا فَأُعْطُوا قِيرَاطًا قِيرَاطًا ثُمَّ أُوتِيتُمْ الْقُرْآنَ فَعَمِلْتُمْ بِهِ حَتَّى غَرَبَتْ الشَّمْسُ فَأُعْطِيتُمْ قِيرَاطَيْنِ قِيرَاطَيْنِ فَقَالَ أَهْلُ الْكِتَابِ هَؤُلَاءِ أَقَلُّ مِنَّا عَمَلًا وَأَكْثَرُ أَجْرًا قَالَ اللَّهُ هَلْ ظَلَمْتُكُمْ مِنْ حَقِّكُمْ شَيْئًا قَالُوا لَا قَالَ فَهُوَ فَضْلِي أُوتِيهِ مَنْ أَشَاءُ.
7533- İbnu Ömer -Allah ondan ve babasından razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sizin misaliniz ile Yahudi ve Hıristiyanların misali ücretle bir adam tutup da: Bir kîrât karşılığında sabahtan gündüzün ortasına kadar kim çalışır? diyen kimse gibidir. Yahudiler günün yarısına kadar çalıştılar. Sonra o adam şöyle der:
-Bir kîrât karşılığında gündüzün ortasından ikindi namazına kadar kim benim için çalışır? Hıristiyanlar bu vakitlerde çalışırlar. Sonra o adam şöyle der:
-İki kîrât karşılığında ikindi namazından güneş batana kadar kim benim için çalışır? İşte sizler onlarsınız. Yahudi ve Hıristiyanlar bu işe sinirlenip dediler ki:
-Bizler daha çok çalıştığımız halde, neden bize daha az karşılık veriliyor? Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: «Ecrinizden bir şey eksilterek sizlere zulmettim mi?» Onlar, hayır, dediler. Allah Azze ve Celle: "Bu benim fazlımdır. Onu dilediğime veririm." buyurdu. (Hadisin geçtiği yer: 2268, 3175, 5765, 5766, 6063, 6391, 7533)
٤٨-بَاب وَسَمَّى النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الصَّلَاةَ عَمَلًا وَقَالَ لَا صَلَاةَ لِمَنْ لَمْ يَقْرَأْ بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ
٧٥٣٤- حَدَّثَنِي سُلَيْمَانُ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ الْوَلِيدِ ح و حَدَّثَنِي عَبَّادُ بْنُ يَعْقُوبَ الْأَسَدِيُّ أَخْبَرَنَا عَبَّادُ بْنُ الْعَوَّامِ عَنْ الشَّيْبَانِيِّ عَنْ الْوَلِيدِ بْنِ الْعَيْزَارِ عَنْ أَبِي عَمْرٍو الشَّيْبَانِيِّ عَنْ ابْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّ رَجُلًا سَأَلَ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَيُّ الْأَعْمَالِ أَفْضَلُ قَالَ الصَّلَاةُ لِوَقْتِهَا وَبِرُّ الْوَالِدَيْنِ ثُمَّ الْجِهَادُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ.
7534- İbnu Mesud -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Bir adam Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme: Amellerin en üstünü hangisidir? diye sordu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Vaktinde kılınan namaz ve ana-babaya itaattir. Son­ra da Allah yolunda cihâd etmektir." (Hadisin geçtiği yer: 527, 2782, 7534)
 
٤٩-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ إِنَّ الْإِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا إِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًا وَإِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًا ﴾ ﴿ هَلُوعًا ﴾ ضَجُورًا.
«Şüphe yoktur ki insan, sabırsız ve çok hırslı yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır; hayır dokunduğu zaman da herkesi ondan meneder.» (Meâric: 19-21)
 
﴿ هَلُوعًا ﴾ Memnun olmayan manâsınadır.
٧٥٣٥- حَدَّثَنَا أَبُو النُّعْمَانِ حَدَّثَنَا جَرِيرُ بْنُ حَازِمٍ عَنْ الْحَسَنِ حَدَّثَنَا عَمْرُو بْنُ تَغْلِبَ قَالَ أَتَى النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَالٌ فَأَعْطَى قَوْمًا وَمَنَعَ آخَرِينَ فَبَلَغَهُ أَنَّهُمْ عَتَبُوا فَقَالَ إِنِّي أُعْطِي الرَّجُلَ وَأَدَعُ الرَّجُلَ وَالَّذِي أَدَعُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِنْ الَّذِي أُعْطِي أُعْطِي أَقْوَامًا لِمَا فِي قُلُوبِهِمْ مِنْ الْجَزَعِ وَالْهَلَعِ وَأَكِلُ أَقْوَامًا إِلَى مَا جَعَلَ اللَّهُ فِي قُلُوبِهِمْ مِنْ الْغِنَى وَالْخَيْرِ مِنْهُمْ عَمْرُو بْنُ تَغْلِبَ فَقَالَ عَمْرٌو مَا أُحِبُّ أَنَّ لِي بِكَلِمَةِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حُمْرَ النَّعَمِ.
7535- Amr ibnu Teğlib -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme mal veya esir getirildi. Onu taksim ettim. O maldan bazılarına verdi, bazılarına ise vermedi. Vermedikleri şahısların bundan hoşlanmadıkları kendisine ulaşınca şöyle buyurdu: "Vallahi vermediğim insan bana verdiğim insandan daha sevimli olduğu halde ben bir kimseye o maldan veririm. Ancak ben kalplerinde merak ve endişe olan  kimselere  veririm. Bazı kimseleri de Allah’ın o insanların kalplerine verdiği zenginlik ve hayra havale ederim. Amr ibnu Teğlib (Allah’ın kalbine  zenginlik ve hayır verdiği) kimselerdendir."
Vallahi Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin benim hakkımda bu sözü söylemiş olması bana kırmızı develerden daha sevimlidir.” ( Hadisin geçtiği yer: 923, 3145, 7535)
٥٠-بَاب ذِكْرِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَرِوَايَتِهِ عَنْ رَبِّهِ
٧٥٣٦- حَدَّثَنِي مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحِيمِ حَدَّثَنَا أَبُو زَيْدٍ سَعِيدُ بْنُ الرَّبِيعِ الْهَرَوِيُّ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَنَسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَرْوِيهِ عَنْ رَبِّهِ قَالَ إِذَا تَقَرَّبَ الْعَبْدُ إِلَيَّ شِبْرًا تَقَرَّبْتُ إِلَيْهِ ذِرَاعًا وَإِذَا تَقَرَّبَ مِنِّي ذِرَاعًا تَقَرَّبْتُ مِنْهُ بَاعًا وَإِذَا أَتَانِي مَشْيًا أَتَيْتُهُ هَرْوَلَةً.
7536- Enes -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Rabbisinden şöyle rivayet ediyordu: Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: "Kulum bana bir karış yaklaştığı zaman, ben de ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana bir arşın yaklaştığı zaman, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek geldiği zaman, ben ona koşarak varırım."
٧٥٣٧- حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ عَنْ يَحْيَى عَنْ التَّيْمِيِّ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ رُبَّمَا ذَكَرَ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِذَا تَقَرَّبَ الْعَبْدُ مِنِّي شِبْرًا تَقَرَّبْتُ مِنْهُ ذِرَاعًا وَإِذَا تَقَرَّبَ مِنِّي ذِرَاعًا تَقَرَّبْتُ مِنْهُ بَاعًا أَوْ بُوعًاوَقَالَ مُعْتَمِرٌ سَمِعْتُ أَبِي سَمِعْتُ أَنَسًا عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَرْوِيهِ عَنْ رَبِّهِ عَزَّ وَجَلَّ.
7537- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: Kulum bana bir karış yaklaştığı zaman, ben ona bir ar­şın yaklaşırım. Kulum bana bir arşın yaklaştığı zaman ben ona bir kulaç yaklaşırım." ( Hadisin geçtiği yer: 7405, 7536)
٧٥٣٨- حَدَّثَنَا آدَمُ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ زِيَادٍ قَالَ سَمِعْتُ أَبَا هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَرْوِيهِ عَنْ رَبِّكُمْ قَالَ لِكُلِّ عَمَلٍ كَفَّارَةٌ وَالصَّوْمُ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ وَلَخُلُوفُ فَمِ الصَّائِمِ أَطْيَبُ عِنْدَ اللَّهِ مِنْ رِيحِ الْمِسْكِ.
7538- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Rabbisinden rivayet ederek şöyle buyurdu: "Muhakkak ki her bir kötü amelin günahını temizleyen bir keffareti vardır. Oruç benim içindir ve onun ecrini ben veririm. Muhakkak ki oruçlunun oruç sebebi ile değişen ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha temizdir." (Hadisin geçtiği yer: 1894, 1904, 5927, 7492, 7538)
٧٥٣٩- حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ عُمَرَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ قَتَادَةَ ح و قَالَ لِي خَلِيفَةُ حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ زُرَيْعٍ عَنْ سَعِيدٍ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَبِي الْعَالِيَةِ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِيمَا يَرْوِيهِ عَنْ رَبِّهِ قَالَ لَا يَنْبَغِي لِعَبْدٍ أَنْ يَقُولَ إِنَّهُ خَيْرٌ مِنْ يُونُسَ بْنِ مَتَّى وَنَسَبَهُ إِلَى أَبِيهِ.
7539- İbnu Abbâs -Allah ondan ve babasından razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Rabbisinden rivayet etmekte olduğu hadîsinde şöyle buyurdu: "Hiçbir kulun: “Ben Yûnus ibnu Mettâ’dan daha hayırlıyım” demesinin yakışı olmaz."
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bununla Yûnus aleyhisselamı babası Mettâ’ya nispet etmiştir. (Hadisin geçtiği yer: 3395, 3413, 7539)  
٧٥٤٠- حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ أَبِي سُرَيْجٍ أَخْبَرَنَا شَبَابَةُ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ مُعَاوِيَةَ بْنِ قُرَّةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مُغَفَّلٍ الْمُزَنِيِّ قَالَ رَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ الْفَتْحِ عَلَى نَاقَةٍ لَهُ يَقْرَأُ سُورَةَ الْفَتْحِ أَوْ مِنْ سُورَةِ الْفَتْحِ قَالَ فَرَجَّعَ فِيهَا قَالَ ثُمَّ قَرَأَ مُعَاوِيَةُ يَحْكِي قِرَاءَةَ ابْنِ مُغَفَّلٍ وَقَالَ لَوْلَا أَنْ يَجْتَمِعَ النَّاسُ عَلَيْكُمْ لَرَجَّعْتُ كَمَا رَجَّعَ ابْنُ مُغَفَّلٍ يَحْكِي النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقُلْتُ لِمُعَاوِيَةَ كَيْفَ كَانَ تَرْجِيعُهُ قَالَ آ آ آ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ.
7540- Abdullah ibnu Muğaffel el-Muzeni -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Mekke'nin fethi günü Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi devesinin üzerine binmiş ve boğazdan gelen bir sesle, sesini titreterek Fetih suresini veya bir bölümünü okuduğunu gördüm.
Şube şöyle dedi: Sonra Muaviye ibnu Kurre, İbnu Muğaffel’in kıraatini anlatarak şöyle dedi: Şayet insanların etrafıma toplanması olmasaydı, ben de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin okuduğu gibi sesimi titreterek okurdum.
Şu'be: Ben Muâviye ibnu Kurre'ye: Onun tercî yapması yani sesini titreterek nasıl okurdu? diye sordum. O: Üç kere: ÂÂÂ, dedi. (Hadisin geçtiği yer: 4281, 4835, 5034, 5047, 7540)
٥١-بَاب مَا يَجُوزُ مِنْ تَفْسِيرِ التَّوْرَاةِ وَغَيْرِهَا مِنْ كُتُبِ اللَّهِ بِالْعَرَبِيَّةِ وَغَيْرِهَا لِقَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ فَأْتُوا بِالتَّوْرَاةِ فَاتْلُوهَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ ﴾
 
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: «Ey Muhammed! O yahudilere de ki: Eğer sözünüzde doğru iseniz, haydi Tevrat'ı getirin ve onu okuyun.» (Ali İmrân: 93)
٧٥٤١- وَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ أَخْبَرَنِي أَبُو سُفْيَانَ بْنُ حَرْبٍ أَنَّ هِرَقْلَ دَعَا تَرْجُمَانَهُ ثُمَّ دَعَا بِكِتَابِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَرَأَهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ مِنْ مُحَمَّدٍ عَبْدِ اللَّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى هِرَقْلَ وَ ﴿ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ ﴾ الْآيَةَ.
7541- İbnu Abbas -Allah ondan ve babasından razı olsun- şöyle dedi: Sufyân ibnu Harb şöyle haber verdi: Bizans Kayseri Hırakliyus kendi tercümanını çağırmış, sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin mektubunu istemiş ve onu okutmuştur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin mektubunda şunlar yazılıydı:
 "Bismillâhirrahmanirrahim. Bu mektup, Allah’ın kulu ve Rasûlu Muhammed’den Hırakliyus'a: «Ey Muhammed! De ki: Ey kitap ehli! Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceğimiz, hiçbir şeyi O'na ortak koşmayacağımız, Allah dışında birbirimizi rablar edinmeyeceğimiz hususunda bizimle sizin aranızda bir olan kelimeye, tevhîd kelimesine geliniz.» (Âli  İmrân: 64) (Hadisin geçtiği yer; 51, 2681, 2804, 2941, 2978, 3174, 4553, 5980, 6260, 7169, 7541.)
٧٥٤٢- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ عُمَرَ أَخْبَرَنَا عَلِيُّ بْنُ الْمُبَارَكِ عَنْ يَحْيَى بْنِ أَبِي كَثِيرٍ عَنْ أَبِي سَلَمَةَ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ كَانَ أَهْلُ الْكِتَابِ يَقْرَءُونَ التَّوْرَاةَ بِالْعِبْرَانِيَّةِ وَيُفَسِّرُونَهَا بِالْعَرَبِيَّةِ لِأَهْلِ الْإِسْلَامِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا تُصَدِّقُوا أَهْلَ الْكِتَابِ وَلَا تُكَذِّبُوهُمْ وَقُولُوا ﴿ آمَنَّا بِاللَّهِ وَمَا أُنْزِلَ ﴾ الْآيَةَ.
7542- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Kitab Ehli, Tevrat'ı İbrânîce olarak okuyor ve Arapça olarak Müslümanlara açıklıyorlardı. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kitab Ehli’nin haberlerini ne doğrulayın, ne de yalanlayın. «Biz, Allah’a ve bize indirilene iman ettik» deyin." (Âli İmran: 84) (Hadisin geçtiği yer: 4485, 7262, 7542)
٧٥٤٣- حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ عَنْ أَيُّوبَ عَنْ نَافِعٍ عَنْ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ أُتِيَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِرَجُلٍ وَامْرَأَةٍ مِنْ الْيَهُودِ قَدْ زَنَيَا فَقَالَ لِلْيَهُودِ مَا تَصْنَعُونَ بِهِمَا قَالُوا نُسَخِّمُ وُجُوهَهُمَا وَنُخْزِيهِمَا قَالَ
﴿ فَأْتُوا بِالتَّوْرَاةِ فَاتْلُوهَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ ﴾
 فَجَاءُوا فَقَالُوا لِرَجُلٍ مِمَّنْ يَرْضَوْنَ يَا أَعْوَرُ اقْرَأْ فَقَرَأَ حَتَّى انْتَهَى إِلَى مَوْضِعٍ مِنْهَا فَوَضَعَ يَدَهُ عَلَيْهِ قَالَ ارْفَعْ يَدَكَ فَرَفَعَ يَدَهُ فَإِذَا فِيهِ آيَةُ الرَّجْمِ تَلُوحُ فَقَالَ يَا مُحَمَّدُ إِنَّ عَلَيْهِمَا الرَّجْمَ وَلَكِنَّا نُكَاتِمُهُ بَيْنَنَا فَأَمَرَ بِهِمَا فَرُجِمَا فَرَأَيْتُهُ يُجَانِئُ عَلَيْهَا الْحِجَارَةَ.
7543- Abdullah ibnu Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme yahudilerden zina etmiş bir erkekle bir kadın getirildi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem yahudilere: "Sizler zina edenlere ne yapıyorsunuz?" diye sordu. Onlar:
-Bizler onların yüzlerini yanmış odun sürüp karartıyor ve onları bir merkep üzerine ters olarak bindirip sokaklarda dolaştırmak suretiy­le hakaret ediyoruz, dediler. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:«Eğer doğru söyleyiciler iseniz,  Tevrat'ı getirin de onu okuyun.» (Âli İmrân: 93) âyetini söyledi.
Yahudiler Tevrat'ı getirdiler ve kendisinden razı bulunduktan bir adama ki o, Abdullah ibnu Sûriyâ el-A'ver el-Yahûdî'dir:
-Ey A'ver, oku! dediler. O da Tevrat'tan recm âyetine kadar okudu da oranın üstüne eli­ni koydu. Abdullah ibnu Selâm ona: Elini onun üstünden kaldır! dedi. O da elini kaldırdı. Bir de baktık ki, orada recm âyeti parlayıp durmaktadır. Bunun üzerine Abdullah ibnu Selâm: Ey Muhammed, şüphesiz bunlar üzerine taşlamak cezası var­dır. Lâkin bizler recm âyetini aramızda gizliyorduk, dedi.
Akabinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem zina edenlerin taşlanmalarını emretti. İbnu Ömer: Ben onların taşlanmalarını gördüm, erkek, kadını taş­lardan korumak için üzerine meylediyordu, demiştir.(Hadisin geçtiği yer: 1329, 3635, 4556, 6819, 6841, 7332, 7543)
٥٢-بَاب قَوْلِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَاهِرُ بِالْقُرْآنِ مَعَ سَفَرَة الْكِرَامِ الْبَرَرَةِ وَزَيِّنُوا الْقُرْآنَ بِأَصْوَاتِكُمْ.
 
 "Ezberiyle beraber Kurân’ı güzel okuyan kimse, şerefli ve tertemiz elçilerle beraberdir. Kurân’ı seslerinizle güzelleştirin."
٧٥٤٤- حَدَّثَنِي إِبْرَاهِيمُ بْنُ حَمْزَةَ حَدَّثَنِي ابْنُ أَبِي حَازِمٍ عَنْ يَزِيدَ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ إِبْرَاهِيمَ عَنْ أَبِي سَلَمَةَ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّهُ سَمِعَ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ مَا أَذِنَ اللَّهُ لِشَيْءٍ مَا أَذِنَ لِنَبِيٍّ حَسَنِ الصَّوْتِ بِالْقُرْآنِ يَجْهَرُ بِهِ
7544- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah Azze ve Celle, hiçbir şeyi, bir peygamberin Kurân'ı açıktan, güzel sesiyle okumasını din­lediği kadar dinlemedi." (Hadisin geçtiği yer: 5024, 7482, 7544)
٧٥٤٥- حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ بُكَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ يُونُسَ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ أَخْبَرَنِي عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ وَسَعِيدُ بْنُ الْمُسَيَّبِ وَعَلْقَمَةُ بْنُ وَقَّاصٍ وَعُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ حَدِيثِ عَائِشَةَ حِينَ قَالَ لَهَا أَهْلُ الْإِفْكِ مَا قَالُوا وَكُلٌّ حَدَّثَنِي طَائِفَةً مِنْ الْحَدِيثِ قَالَتْ فَاضْطَجَعْتُ عَلَى فِرَاشِي وَأَنَا حِينَئِذٍ أَعْلَمُ أَنِّي بَرِيئَةٌ وَأَنَّ اللَّهَ يُبَرِّئُنِي وَلَكِنِّي وَاللَّهِ مَا كُنْتُ أَظُنُّ أَنَّ اللَّهَ يُنْزِلُ فِي شَأْنِي وَحْيًا يُتْلَى وَلَشَأْنِي فِي نَفْسِي كَانَ أَحْقَرَ مِنْ أَنْ يَتَكَلَّمَ اللَّهُ فِيَّ بِأَمْرٍ يُتْلَى وَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ ﴿ إِنَّ الَّذِينَ جَاءُوا بِالْإِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْ ﴾ الْعَشْرَ الْآيَاتِ كُلَّهَا.
7545- Zuhri -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: İftira ehlinin Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin hanımı Âişe hakkında dediklerini dedikleri ve Allah'ın da iftiracıların dediklerinden onu te­mize çıkardığı zamanki hadîsin son kısmında Âişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah'a yemîn ederim ki, Allah'ın benim berâetim hakkında tilâvet edilecek bir vahiy indireceğini hiç zannetmezdim. Ve elbette be­nim şânım, benim nefsimde Allah'ın benim hakkımda tilâvet edile­cek bir emirle konuşmasından çok hakîr idi. Fakat ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin uykuda bir rüyâ görmesini ve Allah'ın beni o rüyâ ile temize çıkaracağını ümit ediyordum. Nihayet Yüce Allah şu on âyeti indirdi:
“Peygamberin eşi hakkındaki o iftirayı yapanlar, içinizden bir topluluktur. Bunu kendiniz için bir şer sanmayın; aksine o, sizin için hayırlı olmuştur. Onlardan her biri için kazandığı günâh nisbetinde ceza vardır. İftiranın en büyüğünü yüklenene ise, büyük azâb vardır. Bu iftirayı işittiğiniz zaman, mû'min erkek ve kadınların güzel zanda bulunup kendi kendilerine “bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Bu iftiraya dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Şâhidleri getirmediklerine göre, bunlar, Allah katında yalancı olanlardır. Eğer Allah'ın dünyada üzerinizdeki lûtfu ve âhirette de rahmeti olmasaydı, içine daldığınız bu İftirada size büyük bir azab dokunurdu. O zaman, siz onu dillerinizle alıyor ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz ve bunu, Allah katındaki büyüklüğüne rağmen kolay sanıyordunuz. Halbuki o iftirayı işittiğiniz zaman, “bunu bizim konuşmamız bize yakışmaz; hâşâ, bu, büyük bir iftiradır” deseniz ne olurdu? Eğer mû'min kişiler iseniz, bunun gibi bir şeye bir daha dönmemeniz için, Allah size vâz u nasihat ediyor. Ve Allah size âyetleri böylece açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir. îman edenler arasında fuhşun yayılmasını arzu edenlere, dünya ve âhirette çok acı bir azâb vardır; Allah her şeyi bilir ve fakat siz bilmezsiniz. Üzerinizde ya Allah'ın lûtfu ve merhameti olmasaydı; ya Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı, haliniz nice olurdu?. Ey îman edenler! Şeytanın adımlarına ayak uydurmayın. Her kim ona ayak uydurursa, bilsin ki o, hayasızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer üzerinizde Allah'ın lûtfu ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbiri, ebediyyen temize çıkmazdı. Fakat Allah, dilediğini temize çıkarır, Allah, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.  İçinizden fazilet ve servet sahipleri, yakınlarına, düşkünlere, Allah yolunda hicret edenlere vermemek hususunda yemin etmesinler; fakat affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir.” (Nur: 11-21)(Hadisin geçtiği yer: 2637, 2661, 2688, 2879, 4025, 4141, 4690, 4749, 4750, 4757, 5212, 6662, 6679, 7369, 7370, 7500, 7545)
٧٥٤٦- حَدَّثَنَا أَبُو نُعَيْمٍ حَدَّثَنَا مِسْعَرٌ عَنْ عَدِيِّ بْنِ ثَابِتٍ أُرَاهُ قَالَ سَمِعْتُ الْبَرَاءَ قَالَ سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقْرَأُ فِي الْعِشَاءِ ﴿ وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ﴾ فَمَا سَمِعْتُ أَحَدًا أَحْسَنَ صَوْتًا أَوْ قِرَاءَةً مِنْهُ.
7546- Bera -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi yatsı namazında “vettîni vez-zeyyutin” (Tîn sûresini) okurken işittim. Allah Rasûlü Sallallahu aleyhi ve sellemden daha güzel sesli veya daha güzel kıratı olan birini duymadım. (Hadisin geçtiği yer: 769, 4952, 7546)
٧٥٤٧- حَدَّثَنَا حَجَّاجُ بْنُ مِنْهَالٍ حَدَّثَنَا هُشَيْمٌ عَنْ أَبِي بِشْرٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُتَوَارِيًا بِمَكَّةَ وَكَانَ يَرْفَعُ صَوْتَهُ فَإِذَا سَمِعَ الْمُشْرِكُونَ سَبُّوا الْقُرْآنَ وَمَنْ جَاءَ بِهِ فَقَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ لِنَبِيِّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ﴿ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا ﴾.
7547- İbnu Abbâs -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Mek­ke'de iken İslâm'ın evvelinde davetini gizli yapardı. Namaz kıldırırken sesini yükseltirdi. Müşrikler Kur'ân işittikleri zaman hem Kurân'a, hem onu getirene söverlerdi. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme şöyle buyurdu: «Namazda kıraatini çok yükseltme; gizli de okuma. Bunun arasında orta bir yol bul.» (İsrâ: 110) (Hadisin geçtiği yer: 4722, 7490, 7525, 7547)
٧٥٤٨ - حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ حَدَّثَنِي مَالِكٌ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِي صَعْصَعَةَ عَنْ أَبِيهِ أَنَّهُ أَخْبَرَهُ أَنَّ أَبَا سَعِيدٍ الْخُدْرِيَّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ لَهُ إِنِّي أَرَاكَ تُحِبُّ الْغَنَمَ وَالْبَادِيَةَ فَإِذَا كُنْتَ فِي غَنَمِكَ أَوْ بَادِيَتِكَ فَأَذَّنْتَ لِلصَّلَاةِ فَارْفَعْ صَوْتَكَ بِالنِّدَاءِ فَإِنَّهُ لَا يَسْمَعُ مَدَى صَوْتِ الْمُؤَذِّنِ جِنٌّ وَلَا إِنْسٌ وَلَا شَيْءٌ إِلَّا شَهِدَ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ قَالَ أَبُو سَعِيدٍ سَمِعْتُهُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ.
7548- Abdullah Ebû Sa’saa el-Ensari -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ebu Said el-Hudri kendisine şöyle dedi: Görüyorum ki sen koyunu ve köy yaşantısını seviyorsun. Koyununu güderken veya köyünde iken ve namaz için ezan okunduğunda sesini yükselt. (Yani yüksek sesle ezan oku) Çünkü ezan okuyan kimsenin sesini duyan insan, cin ve her şey (hayvanlar ve cansız varlıklar) onun için kıyamet gününde (derecesinin yükselmesi için) şahidlik ederler.
Ebu Said dedi ki: Ben bunu Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellemden işittim.  (Hadisin geçtiği yer: 3296, 7548)
٧٥٤٩- حَدَّثَنَا قَبِيصَةُ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ أُمِّهِ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ
كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقْرَأُ الْقُرْآنَ وَرَأْسُهُ فِي حَجْرِي وَأَنَا حَائِضٌ
.
7549- Aişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ben hayızlı olduğum halde, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem benim kucağıma yaslanır ve Kurân okurdu. (Hadisin geçtiği yer: 297, 7549)
٥٣-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ فَاقْرَءُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْ الْقُرْآنِ ﴾
 
«Artık Kur'ân 'dan kolay geleni okuyun.» (Muzzemmil: 20)
٧٥٥٠- حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ بُكَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ عُقَيْلٍ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ حَدَّثَنِي عُرْوَةُ أَنَّ الْمِسْوَرَ بْنَ مَخْرَمَةَ وَعَبْدَ الرَّحْمَنِ بْنَ عَبْدٍ الْقَارِيَّ حَدَّثَاهُ أَنَّهُمَا سَمِعَا عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ يَقُولُ سَمِعْتُ هِشَامَ بْنَ حَكِيمٍ يَقْرَأُ سُورَةَ الْفُرْقَانِ فِي حَيَاةِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَاسْتَمَعْتُ لِقِرَاءَتِهِ فَإِذَا هُوَ يَقْرَأُ عَلَى حُرُوفٍ كَثِيرَةٍ لَمْ يُقْرِئْنِيهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَكِدْتُ أُسَاوِرُهُ فِي الصَّلَاةِ فَتَصَبَّرْتُ حَتَّى سَلَّمَ فَلَبَبْتُهُ بِرِدَائِهِ فَقُلْتُ مَنْ أَقْرَأَكَ هَذِهِ السُّورَةَ الَّتِي سَمِعْتُكَ تَقْرَأُ قَالَ أَقْرَأَنِيهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقُلْتُ كَذَبْتَ أَقْرَأَنِيهَا عَلَى غَيْرِ مَا قَرَأْتَ فَانْطَلَقْتُ بِهِ أَقُودُهُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقُلْتُ إِنِّي سَمِعْتُ هَذَا يَقْرَأُ سُورَةَ الْفُرْقَانِ عَلَى حُرُوفٍ لَمْ تُقْرِئْنِيهَا فَقَالَ أَرْسِلْهُ اقْرَأْ يَا هِشَامُ فَقَرَأَ الْقِرَاءَةَ الَّتِي سَمِعْتُهُ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَذَلِكَ أُنْزِلَتْ ثُمَّ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اقْرَأْ يَا عُمَرُ فَقَرَأْتُ الَّتِي أَقْرَأَنِي فَقَالَ كَذَلِكَ أُنْزِلَتْ إِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ أُنْزِلَ عَلَى سَبْعَةِ أَحْرُفٍ فَاقْرَءُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ.
7550- Ömer ibnul-Hattâb -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ben Hişâm ibnu Hakîm ibnu Hizâm’ı Furkan Sûresi’ni benim okumakta olduğumdan başka lehçe üzerine okurken işittim. Bana o sûreyi Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem okutmuş idi. Hemen önüne geçmeyi düşündüm. Sonra ona namazdan ayrılıncaya kadar dokunmadım. Sonra ridâsına sarılıp onu çektim ve dedim ki:
-Senin okumuş olduğunu duyduğum bu sureyi sana kim okuttu?
-Bana bunu Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem okuttu, dedi.
Ben de dedim ki:
-Yalan söyledin, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu sureyi bana okuduğundan başka bir şekilde okuttu.
Onun ridasından çekerek Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme getirdim ve dedim ki:
-Ben bundan Furkan Sûresi’ni senin bana okuttuğun lehçeden başka bir lehçe üzerine okurken işittim.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bana:
-"Onu serbest bırak! Oku ey Hişâm" buyurdu. O da benim kendisinden duyduğum şekilde okudu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-"İşte bu şekilde indirildi" buyurdu. Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-"Sen oku ey Ömer" buyurdu. Ben de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin bana okuttuğu şekilde okudum.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
-"Sûre işte böyle indirildi. Şüphesiz ki, Kurân yedi harf üzere indirilmiştir. Bundan kolay geleni okuyun." (Hadisin geçtiği yer: 2419, 4992, 5041, 6936, 7550)
٥٤بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ ﴾
 
«Kurân'ı, öğüt olması için kolaylaştırdık; şimdi öğüt alacak yok mu?» (Kamer: 17)
وَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كُلٌّ مُيَسَّرٌ لِمَا خُلِقَ لَهُ يُقَالُ مُيَسَّرٌ مُهَيَّأٌ وَقَالَ مُجَاهِدٌ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ بِلِسَانِكَ هَوَّنَّا قِرَاءَتَهُ عَلَيْكَ وَقَالَ مَطَرٌ الْوَرَّاقُ
﴿ وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ ﴾
 قَالَ هَلْ مِنْ طَالِبِ عِلْمٍ فَيُعَانَ عَلَيْهِ.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Herkes ne için yaratılmışsa, o şey ona kolaylaştırılır."
Mucâhid şöyle dedi: Biz Kurân'ı şenin dilinde kolaylaştırdık, yani onun okunmasını sana hazırladık.
Matar el-Verrâk şöyle dedi: «Kurân'ı, öğüt olması için kolaylaştırdık; şimdi öğüt alacak yok mu?» (Kamer: 17) İlim elde etmek isteyen var mı ki, o bunun üzerine yardım olunsun.
٧٥٥١- حَدَّثَنَا أَبُو مَعْمَرٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَارِثِ قَالَ يَزِيدُ حَدَّثَنِي مُطَرِّفُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ عِمْرَانَ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ فِيمَا يَعْمَلُ الْعَامِلُونَ قَالَ كُلٌّ مُيَسَّرٌ لِمَا خُلِقَ لَهُ.
7551- İmrân İbnu Husayn -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme dedim ki: Ey Allah'ın Rasûlü! Madem ki cennet ehli cehennem ehlinden ayrılır, öyleyse amel edenler neden amel ederler?
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Herkes ne için yaratılmış ise o kendisine kolaylaştırılır." (Hadisin geçtiği yer:  6596, 7551)
٧٥٥٢- حَدَّثَنِي مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ حَدَّثَنَا غُنْدَرٌ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ مَنْصُورٍ وَالْأَعْمَشِ سَمِعَا سَعْدَ بْنَ عُبَيْدَةَ عَنْ أَبِي عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ عَلِيٍّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ
عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُ كَانَ فِي جَنَازَةٍ فَأَخَذَ عُودًا فَجَعَلَ يَنْكُتُ فِي الْأَرْضِ فَقَالَ مَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ إِلَّا كُتِبَ مَقْعَدُهُ مِنْ النَّارِ أَوْ مِنْ الْجَنَّةِ قَالُوا أَلَا نَتَّكِلُ قَالَ اعْمَلُوا فَكُلٌّ مُيَسَّرٌ
 ﴿ فَأَمَّا مَنْ أَعْطَى وَاتَّقَى ﴾ الْآيَةَ.
7552- Ali -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir cenazede iken eline bir değnek aldı. Başını eğdi ve elindeki değnekle yere bir şeyler çizmeye başladı. Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
 "Sizden her bizinizin ve her bir canlının cennet ve cehennemdeki mekanları yazılmıştır. Onun cennetlik mi cehennemlik mi olduğu yazılmıştır."
Bunun üzerine sahabelerden biri dedi ki:
-Ey Allah’ın Rasûlü! Yazımıza (kaderimize) güvenip amel işlemeyi terk edemez miyiz.? Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Cennet ehline, cennet ehlinin amelleri, cehennem ehline ise cehennem ehlinin ameli kolaylaştırılır."  Sonra da şu ayeti okudu: «Kim malından verir ve sakınır, en güzeli de tasdik ederse, biz de ona en kolayı hazırlarız. Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görür ve en güzeli yalanlarsa, biz de ona en güç olanı kolaylaştırırız.» (Leyl: 5-10)  (Hadisin geçtiği yer: 1362, 3674, 4945, 6216, 6605, 7552)
٥٥-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ بَلْ هُوَ قُرْآنٌ مَجِيدٌ فِي لَوْحٍ مَحْفُوظٍ ﴾
 
«Onların yalanladıkları Kurân da, levhi mahfuz’da bulunan yüce bir kitaptır.» (Burûc: 21-22)
﴿ وَالطُّورِ وَكِتَابٍ مَسْطُورٍ ﴾ قَالَ قَتَادَةُ مَكْتُوبٌ ﴿ يَسْطُرُونَ ﴾ يَخُطُّونَ ﴿فِي أُمِّ الْكِتَابِ ﴾ جُمْلَةِ الْكِتَابِ وَأَصْلِهِ ﴿ مَا يَلْفِظُ ﴾ مَا يَتَكَلَّمُ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا كُتِبَ عَلَيْهِ وَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ يُكْتَبُ الْخَيْرُ وَالشَّرُّ ﴿ يُحَرِّفُونَ ﴾يُزِيلُونَ وَلَيْسَ أَحَدٌ يُزِيلُ لَفْظَ كِتَابٍ مِنْ كُتُبِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَلَكِنَّهُمْ يُحَرِّفُونَهُ يَتَأَوَّلُونَهُ عَلَى غَيْرِ تَأْوِيلِهِ دِرَاسَتُهُمْ تِلَاوَتُهُمْ ﴿ وَاعِيَةٌ ﴾ حَافِظَةٌ ﴿ وَتَعِيَهَا ﴾ تَحْفَظُهَا ﴿ وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَذَا الْقُرْآنُ لِأُنْذِرَكُمْ بِهِ ﴾ يَعْنِي أَهْلَ مَكَّةَ ﴿ وَمَنْ بَلَغَ ﴾ هَذَا الْقُرْآنُ فَهُوَ لَهُ نَذِيرٌ.
«Tûr'a, yayılmış ince deri üzerine satır satır yazılmış kitaba.» (Tür: 2-3) Katâde şöyle dedi: “Mestûrin,  Satır satır yazılmış, yani “Melekler onu satır satır dizerler, yazarlar” demektir.
فِي أُمِّ الْكِتَابِ  Şübhesiz o nezdimizdeki Ana Kitâb'dadır (sabittir). (Zuhruf: 4): Kitâb'ın cümlesi içinde, yani aslı içinde sabittir, demektir.
مَا يَلْفِظُ  Konuştuğu her şey onun üzerine yazılır.
İbnu Abbâs şöyle dedi: Hayır ve şer onun için yazılır. يُحَرِّفُونَ İzâle ederler. Allah Azze ve Celle’nin kitaplarından bir kitabın lafzını giderebilecek hiçbir kimse yoktur. Fakat onlar “Kitâb 'ı tahrîf ederler”, yânî onu te'vîlinden başka olan te'vîl ile te'vîl ederler, demektir.
دِرَاسَتُهُمْ Onların tilavetleri. وَاعِيَةٌ Ezberleyici , onu belleyip muhafaza edici kulaklar. «Bu Kurân, sizi ve ulaştığı kimseleri, kendisiyle uyamam için bana vahyolunmuştur.» (En’âm: 19) Yani Mekke ehline. Bu Kurân kime ulaşmış ise o uyarılmıştır. 
٧٥٥٣- و قَالَ لِي خَلِيفَةُ بْنُ خَيَّاطٍ حَدَّثَنَا مُعْتَمِرٌ سَمِعْتُ أَبِي عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَبِي رَافِعٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لَمَّا قَضَى اللَّهُ الْخَلْقَ كَتَبَ كِتَابًا عِنْدَهُ غَلَبَتْ أَوْ قَالَ سَبَقَتْ رَحْمَتِي غَضَبِي فَهُوَ عِنْدَهُ فَوْقَ الْعَرْشِ.
7553- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah mahlukları yarattığı zaman kendi yanında Arş’ın üstünde olan kitabında ‘Rahmetim öfkeme gâlip olmuştur’ diye yazdı."  (Hadisin geçtiği yer:  3194, 7404, 7416, 7553, 7554)
٧٥٥٤- حَدَّثَنِي مُحَمَّدُ بْنُ أَبِي غَالِبٍ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ حَدَّثَنَا مُعْتَمِرٌ سَمِعْتُ أَبِي يَقُولُ حَدَّثَنَا قَتَادَةُ أَنَّ أَبَا رَافِعٍ حَدَّثَهُ أَنَّهُ سَمِعَ أَبَا هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ يَقُولُ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ إِنَّ اللَّهَ كَتَبَ كِتَابًا قَبْلَ أَنْ يَخْلُقَ الْخَلْقَ إِنَّ رَحْمَتِي سَبَقَتْ غَضَبِي فَهُوَ مَكْتُوبٌ عِنْدَهُ فَوْقَ الْعَرْشِ.
7554- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah mahlukları yarattığı zaman kendi yanında Arş’ın üstünde olan kitabında ‘Rahmetim öfkeme gâlip olmuştur’ diye yazdı."  (Hadisin geçtiği yer:  3194, 7404, 7416, 7553, 7554)
٥٦-بَاب
قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ ﴾ ﴿ إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ﴾ وَيُقَالُ لِلْمُصَوِّرِينَ أَحْيُوا مَا خَلَقْتُمْ ﴿ إِنَّ رَبَّكُمْ اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْأَمْرُ تَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ ﴾ قَالَ ابْنُ عُيَيْنَةَ بَيَّنَ اللَّهُ الْخَلْقَ مِنْ الْأَمْرِ لِقَوْلِهِ تَعَالَى ﴿ أَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْأَمْرُ ﴾ وَسَمَّى النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْإِيمَانَ عَمَلًا قَالَ أَبُو ذَرٍّ وَأَبُو هُرَيْرَةَ سُئِلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَيُّ الْأَعْمَالِ أَفْضَلُ قَالَ إِيمَانٌ بِاللَّهِ وَجِهَادٌ فِي سَبِيلِهِ وَقَالَ ﴿ جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴾ وَقَالَ وَفْدُ عَبْدِ الْقَيْسِ لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُرْنَا بِجُمَلٍ مِنْ الْأَمْرِ إِنْ عَمِلْنَابِهَا دَخَلْنَا الْجَنَّةَ فَأَمَرَهُمْ بِالْإِيمَانِ وَالشَّهَادَةِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ فَجَعَلَ ذَلِكَ كُلَّهُ عَمَلًا.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: «Sizi ve yaptığınız şeyleri Allah yaratmıştır.» (Sâffât: 96) «Şüphesiz biz, her şeyi bir kadere göre yarattık.» (Kamer: 49) Kıyamet günü (insan ve hayvan) resmi yapanlara: Yarattıklarınıza (ellerinizle yaptığınız resimlere) can verin, denilecek. «Rabbiniz, şüphesiz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da Arş üzerinde istiva eden, geceyi, kendisini süratle takip eden gündüzle örten, güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan hep Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratma ve emir O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah, ne yücedir.» (A'râf: 54)
Sufyân ibnu Uyeyne şöyle dedi: Allah Azze ve Celle: «Yaratmak da, emir de O'na mahsûstur» âyeti ile yaratmanın emirden ayrı olduğunu açıkladı.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemde îmâna “Amel” ismini verdi.
Ebû Zer ve Ebû Hureyre şöyle dediler: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme: Amellerin hangisi en üstündür? diye soruldu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Allah'a îmân ve Allah yolunda cihâd etmektir" buyurdu.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: «Artık onlar için yapmakta olduklarına bir mükâfat olarak.» (Secde: 17)
Abdu1-Kays heyeti, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme gelip dediler ki: Bize emirden bir şeyler emret ki, onunla amel ettiğimizde cennete girelim.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de onlara: İmân etmeyi, Allah'ın varlığı ve birliğine şehâdet etmeyi, namaz kılmayı ve zekat vermeyi emretti. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bunların hepsini amel olarak saydı.
٧٥٥٥- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ الْوَهَّابِ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ حَدَّثَنَا أَيُّوبُ عَنْ أَبِي قِلَابَةَ وَالْقَاسِمِ التَّمِيمِيِّ عَنْ زَهْدَمٍ قَالَ كَانَ بَيْنَ هَذَا الْحَيِّ مِنْ جُرْمٍ وَبَيْنَ الْأَشْعَرِيِّينَ وُدٌّ وَإِخَاءٌ فَكُنَّا عِنْدَ أَبِي مُوسَى الْأَشْعَرِيِّ فَقُرِّبَ إِلَيْهِ الطَّعَامُ فِيهِ لَحْمُ دَجَاجٍ وَعِنْدَهُ رَجُلٌ مِنْ بَنِي تَيْمِ اللَّهِ كَأَنَّهُ مِنْ الْمَوَالِي فَدَعَاهُ إِلَيْهِ فَقَالَ إِنِّي رَأَيْتُهُ يَأْكُلُ شَيْئًا فَقَذِرْتُهُ فَحَلَفْتُ لَا آكُلُهُ فَقَالَ هَلُمَّ فَلْأُحَدِّثْكَ عَنْ ذَاكَ إِنِّي أَتَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي نَفَرٍ مِنْ الْأَشْعَرِيِّينَ نَسْتَحْمِلُهُ قَالَ وَاللَّهِ لَا أَحْمِلُكُمْ وَمَا عِنْدِي مَا أَحْمِلُكُمْ فَأُتِيَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِنَهْبِ إِبِلٍ فَسَأَلَ عَنَّا فَقَالَ أَيْنَ النَّفَرُ الْأَشْعَرِيُّونَ فَأَمَرَ لَنَا بِخَمْسِ ذَوْدٍ غُرِّ الذُّرَى ثُمَّ انْطَلَقْنَا قُلْنَا مَا صَنَعْنَا حَلَفَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ لَا يَحْمِلَنَا وَمَا عِنْدَهُ مَا يَحْمِلُنَا ثُمَّ حَمَلَنَا تَغَفَّلْنَا رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَمِينَهُ وَاللَّهِ لَا نُفْلِحُ أَبَدًا فَرَجَعْنَا إِلَيْهِ فَقُلْنَا لَهُ فَقَالَ لَسْتُ أَنَا أَحْمِلُكُمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ حَمَلَكُمْ وَإِنِّي وَاللَّهِ لَا أَحْلِفُ عَلَى يَمِينٍ فَأَرَى غَيْرَهَا خَيْرًا مِنْهَا إِلَّا أَتَيْتُ الَّذِي هُوَ خَيْرٌ مِنْهُ وَتَحَلَّلْتُهَا.
7555- Zehdem ibnu Mudrıb el-Ezdi -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Biz Ebû Musa'nın yanında idik. Ebû Musa'ya içinde tavuk eti olan yemek ikram edildi. Ebû Mûsâ'nın yanında Teymullah oğullarından kızıl suratlı bir adam da vardı, sanki o Rum esîrlerindendi. Ebû Mûsâ o kızıl suratlı adamı yemeğe çağırdı. O adam:
-Ben bu hayvanı bir kere iğrendiğim bir şeyi yerken gördüm de bir daha tavuk eti yememeye yemîn etmiştim, dedi.
Ebû Mûsâ ona şöyle dedi:
-Buraya gel de sana yeminin kefaretiyle alakalı bir hadis söyleyeyim. Ben Eşarî kabilesinden bir gurup ile beraber Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına geldim. Kendisinden binmek ve yüklerimizi yüklemek için deve istedik. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-"Vallahi benim yanımda sizleri bindirecek deve yoktur" buyurdu. Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'e ganimet develeri getirildi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  bizleri sorup:
-"Eşari kabilesinden gelen gurup nerededir? dedi. Bizler geldik. Bizlere yaşları iki ile dokuz arasında beyaz hörgüçlü beş deve verilmesini emretti. Biz yanından ayrılıp gittiğimiz zaman kendi aramızda:
-Biz ne yaptık? Onun bize verdikleri bize bereketli olmaz! dedik ve hemen Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'e döndük ve:
-Biz senden için deve istemiştik. Sen ise bizlere deve vermeyeceğine dair yemîn etmiştin. Sen bu yemînini unuttun mu? dedik. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"O develeri size ben vermedim. Ancak o develeri size Allah verdi. Vallahi ben şayet Allah isterse bir yemîn üzerine yemîn etmem ki yemîn edilen şeyin başkasını yemîn edilenden hayırlı görürsem muhakkak o hayırlı olanı yaparım. Ben o yemîni kefâretle çözmüştüm." (Hadisin geçtiği yer: 3133, 4385, 4415, 5517, 5518, 6623, 6649, 6678, 6680, 6718, 6719, 6721, 7555)
٧٥٥٦- حَدَّثَنَا عَمْرُو بْنُ عَلِيٍّ حَدَّثَنَا أَبُو عَاصِمٍ حَدَّثَنَا قُرَّةُ بْنُ خَالِدٍ حَدَّثَنَا أَبُو جَمْرَةَ الضُّبَعِيُّ قُلْتُ لِابْنِ عَبَّاسٍ فَقَالَ قَدِمَ وَفْدُ عَبْدِ الْقَيْسِ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالُوا إِنَّ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ الْمُشْرِكِينَ مِنْ مُضَرَ وَإِنَّا لَا نَصِلُ إِلَيْكَ إِلَّا فِي أَشْهُرٍ حُرُمٍ فَمُرْنَا بِجُمَلٍ مِنْ الْأَمْرِ إِنْ عَمِلْنَا بِهِ دَخَلْنَا الْجَنَّةَ وَنَدْعُو إِلَيْهَا مَنْ وَرَاءَنَا قَالَ آمُرُكُمْ بِأَرْبَعٍ وَأَنْهَاكُمْ عَنْ أَرْبَعٍ آمُرُكُمْ بِالْإِيمَانِ بِاللَّهِ وَهَلْ تَدْرُونَ مَا الْإِيمَانُ بِاللَّهِ شَهَادَةُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَإِقَامُ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءُ الزَّكَاةِ وَتُعْطُوا مِنْ الْمَغْنَمِ الْخُمُسَ وَأَنْهَاكُمْ عَنْ أَرْبَعٍ لَا تَشْرَبُوا فِي الدُّبَّاءِ وَالنَّقِيرِ وَالظُّرُوفِ الْمُزَفَّتَةِ وَالْحَنْتَمَةِ.
7556- İbnu Abbas -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Abdul-Kays heyeti Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme gelip dediler ki:
Ey Allah’ın Rasûlü! Bizler sana haram olan ayın dışında gelemiyoruz. Seninle bizim aramızda Mudar kâfirlerinden oluşan bir topluluk vardır. Bize hakla batılı birbirinden ayıran emirler emret ki  geri  de kalanlara onlara haber verelim ve o emirler sebebiyle cennete girelim.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sizlere dört şeyi yapmanızı emreder, dört şeyi de yapmanızdan da yasaklarım. Sizlere Allah’a iman etmenizi emrederim. Yalnızca Allah’a iman etmek nedir bilir misiniz? Allah’tan başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilahın olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetten beşte birini vermektir. Sizleri dört şeyden de yasaklarım: Dubba, Nakir, Zurûf, Muzeffete ve Hanteme denilen kaplarda yapılan içkilerden içmeyin." (Hadisin geçtiği yer: 53, 87, 523, 1398, 3095, 4269, 4368, 6176, 7266, 7556)
 
٧٥٥٧- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ نَافِعٍ عَنْ الْقَاسِمِ بْنِ مُحَمَّدٍ عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِنَّ أَصْحَابَ هَذِهِ الصُّوَرِ يُعَذَّبُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَيُقَالُ لَهُمْ أَحْيُوا مَا خَلَقْتُمْ.
7557- Âişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Bu resimleri yapanlara kıyamet gününde azap edilecektir. Onlara: Bu yarattığınız yani resimlerini çizdiğiniz bu (hayvan ve insan) resimlerine can verin, denilecek." (Hadisin geçtiği yer: 2105, 3224, 5181, 5961, 7557)
٧٥٥۸- حَدَّثَنَا أَبُو النُّعْمَانِ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ أَيُّوبَ عَنْ نَافِعٍ عَنْ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ أَصْحَابَ هَذِهِ الصُّوَرِ يُعَذَّبُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَيُقَالُ لَهُمْ أَحْيُوا مَا خَلَقْتُمْ.
7558- Abdullah ibnu Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "(İnsan ve hayvan) resimlerini yapanlar Kıyamet Günü azab olunacaklardır. Onlara: Bu yarattıklarınıza (ellerinizle çizdiğiniz insan ve hayvan resimlerine) can verin, denilir." (Hadisin geçtiği yer: 5951, 7558)
٧٥٥٩- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْعَلَاءِ حَدَّثَنَا ابْنُ فُضَيْلٍ عَنْ عُمَارَةَ عَنْ أَبِي زُرْعَةَ سَمِعَ أَبَا هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذَهَبَ يَخْلُقُ كَخَلْقِي فَلْيَخْلُقُوا ذَرَّةً أَوْ لِيَخْلُقُوا حَبَّةً أَوْ شَعِيرَةً.
7559- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden işittim, şöyle buyuruyordu: "Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: Benim yarattığım gibi yaratmaya çalışandan daha zalim kim vardır? Hadi onlar bir çekirdeği, bir tohumu, bir zerreyi yaratsınlar." (Hadisin geçtiği yer: 5953, 7559)
٥٧-بَاب قِرَاءَةِ الْفَاجِرِ وَالْمُنَافِقِ وَأَصْوَاتُهُمْ وَتِلَاوَتُهُمْ لَا تُجَاوِزُ حَنَاجِرَهُمْ
57- Bâb: Fâcir ve Münafık Kişilerin Kur'ân Okurken ki Sesleri ve Tilâvetleri, Kendi Boğazlarından Öteye Geçmez
٧٥٦٠- حَدَّثَنَا هُدْبَةُ بْنُ خَالِدٍ حَدَّثَنَا هَمَّامٌ حَدَّثَنَا قَتَادَةُ حَدَّثَنَا أَنَسٌ عَنْ أَبِي مُوسَى رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ مَثَلُ الْمُؤْمِنِ الَّذِي يَقْرَأُ الْقُرْآنَ كَالْأُتْرُجَّةِ طَعْمُهَا طَيِّبٌ وَرِيحُهَا طَيِّبٌ وَمَثَلُ الَّذِي لَا يَقْرَأُ كَالتَّمْرَةِ طَعْمُهَا طَيِّبٌ وَلَا رِيحَ لَهَا وَمَثَلُ الْفَاجِرِ الَّذِي يَقْرَأُ الْقُرْآنَ كَمَثَلِ الرَّيْحَانَةِ رِيحُهَا طَيِّبٌ وَطَعْمُهَا مُرٌّ وَمَثَلُ الْفَاجِرِ الَّذِي لَا يَقْرَأُ الْقُرْآنَ كَمَثَلِ الْحَنْظَلَةِ طَعْمُهَا مُرٌّ وَلَا رِيحَ لَهَا.
7560- Ebû Musa el-Eşari -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kurân okuyan kimsenin misali, tadı güzel, kokusu güzel turunçgiller gibidir. Kurân okumayanın misali ise lezzeti güzel olan ancak kokusu olmayan hurma gibidir. Kurân okuyan fâcir kimsenin misali de reyhan gibidir. Onun kokusu güzel, tadı ise acıdır. Kurân okumayan fâcirin misali ise Ebû Cehil karpuzu gibidir. Onun tadı acıdır ve kokusu da yoktur." (Hadisin geçtiği yer: 5020, 5059, 5427, 7560)
٧٥٦١- حَدَّثَنَا عَلِيٌّ حَدَّثَنَا هِشَامٌ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنْ الزُّهْرِيِّ ح و حَدَّثَنِي أَحْمَدُ بْنُ صَالِحٍ حَدَّثَنَا عَنْبَسَةُ حَدَّثَنَا يُونُسُ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ أَخْبَرَنِي يَحْيَى بْنُ عُرْوَةَ بْنِ الزُّبَيْرِ أَنَّهُ سَمِعَ عُرْوَةَ بْنَ الزُّبَيْرِ قَالَتْ عَائِشَةُ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا
سَأَلَ أُنَاسٌ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ الْكُهَّانِ فَقَالَ إِنَّهُمْ لَيْسُوا بِشَيْءٍ فَقَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ فَإِنَّهُمْ يُحَدِّثُونَ بِالشَّيْءِ يَكُونُ حَقًّا قَالَ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ تِلْكَ الْكَلِمَةُ مِنْ الْحَقِّ يَخْطَفُهَا الْجِنِّيُّ فَيُقَرْقِرُهَا فِي أُذُنِ وَلِيِّهِ كَقَرْقَرَةِ الدَّجَاجَةِ فَيَخْلِطُونَ فِيهِ أَكْثَرَ مِنْ مِائَةِ كَذْبَةٍ
.
7561- Âişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: İnsanlar Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme kâhinlerden sordular. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Sözlerine itimat edilecek kimseler değillerdir" buyurdu. Ey Allah’ın Rasûlü! O kâhinler bazen konuştukları şey gerçekleşiyor, dediler. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Haktan olan bu kelimeyi cinler dostunun yani kâhinin kulağına fısıldarlar. Kâhinler de bununla beraber yüz yalan katarlar." (Hadisin geçtiği yer: 3210, 3288, 6213, 7561)
٧٥٦٢- حَدَّثَنَا أَبُو النُّعْمَانِ حَدَّثَنَا مَهْدِيُّ بْنُ مَيْمُونٍ سَمِعْتُ مُحَمَّدَ بْنَ سِيرِينَ يُحَدِّثُ عَنْ مَعْبَدِ بْنِ سِيرِينَ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ
عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَخْرُجُ نَاسٌ مِنْ قِبَلِ الْمَشْرِقِ وَيَقْرَءُونَ الْقُرْآنَ لَا يُجَاوِزُ تَرَاقِيَهُمْ يَمْرُقُونَ مِنْ الدِّينِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنْ الرَّمِيَّةِ ثُمَّ لَا يَعُودُونَ فِيهِ حَتَّى يَعُودَ السَّهْمُ إِلَى فُوقِهِ قِيلَ مَا سِيمَاهُمْ قَالَ سِيمَاهُمْ التَّحْلِيقُ أَوْ قَالَ التَّسْبِيدُ
.
7562- Ebû Saîd el-Hudrî -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Güneş'in doğduğu doğu taraftan birtakım insanlar çıkacak, onlar Kur'ân okuyacaklar, ancak onların Kurân okuyuşları boğazlarını geçmeyecek. Onlar tıpkı okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. Onlar, okun bir daha atıldığı kirişine dönmez olduğu gibi artık bir daha dine dönmeyeceklerdir."
Onların alâmetleri nedir? diye soruldu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Onların alâmetleri saçlarını kazıtmaktır" buyurdu. (Hadisin geçtiği yer:  3344, 3610, 4351, 4667, 5058, 6163, 6931, 6933, 7432, 7562)
٥٨-بَاب قَوْلِ اللَّهِ تَعَالَى ﴿ وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ ﴾
 
وَأَنَّ أَعْمَالَ بَنِي آدَمَ وَقَوْلَهُمْ يُوزَنُ وَقَالَ مُجَاهِدٌ الْقُسْطَاسُ الْعَدْلُ بِالرُّومِيَّةِ وَيُقَالُ الْقِسْطُ مَصْدَرُ الْمُقْسِطِ وَهُوَ الْعَادِلُ وَأَمَّا الْقَاسِطُ فَهُوَ الْجَائِرُ.
Âdem oğullarının amelleri ve sözlerinin tartılır. Mucâhid şöyle dedi: الْقُسْطَاسُ Rûm dilinde “Adil’dir. الْقِسْطُ kelimesi “Âdil” demek olan الْمُقْسِطِ kelimesinin mastarıdır. الْقَاسِطُkelimesi ise zalim manasına gelir.
٧٥٦٣ - حَدَّثَنِي أَحْمَدُ بْنُ إِشْكَابٍ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ فُضَيْلٍ عَنْ عُمَارَةَ بْنِ الْقَعْقَاعِ عَنْ أَبِي زُرْعَةَ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَلِمَتَانِ حَبِيبَتَانِ إِلَى الرَّحْمَنِ خَفِيفَتَانِ عَلَى اللِّسَانِ ثَقِيلَتَانِ فِي الْمِيزَانِ سُبْحَانَ اللَّهِ وَبِحَمْدِهِ سُبْحَانَ اللَّهِ الْعَظِيمِ.
7563- Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "İki kelime vardır ki bunların söylemesi kolaydır, mizanda ağırdır, Rahman’a sevgili gelir: Subhânallahi ve bihamdihi, Subhânallâhil-Azîm." (Hadisin geçtiği yer: 6682, 7563)
 
 
Son söz olarak, Allah Teâlâ’dan müslümanların hallerini düzeltmesini, onları dînlerinde bilgili kılmasını, bizi ve onları fitnelerin şaşırtmasından korumasını dileriz. Şüphesiz ki O, duâları hakkıyla işiten ve kabul buyurandır.
HARUN YILDIRIM
 
28 - Şaban - 1430 / 19 - Ağustos – 2009
 
والسلام عليكم ورحمة الله وبركاته
 
[1][1770] Tevhid, Allah’ı zatında, fiillerinde, isim ve sıfatlarında birleyip, bütün ibadetleri yalnızca O’na yapmaktır. Tevhid şu üç çeşidi ile bir bütündür. 1- Rububiyyet Tevhidi: Allahu Teala’nın yaratan, sahip olan, öldüren, yaşatan, dirilten, rızıklandıran, yöneten, fayda ve zarar veren, dualara icabet eden, kaza ve kaderi takdir eden olduğuna inanmaktır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem dönemindeki müşrikler tevhidin bu türünü kabul ediyorlardı. Fakat bu, onların İslam’a girmeleri için yeterli değildi. Maalesef bugünkü insanların durumu da bundan farklı değildir. 2- Uluhiyyet Tevhidi: İbadetin yalnızca Allah’ın hakkı olduğuna inanmaktır. Hiçbir ibadeti az dahi olsa Allah’tan başkasına yapmamaktır. Yasama yetkisini de sadece ve sadece Allah’a ait kılmaktır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem dönemindeki müşrikler tevhidin bu türünü kabul etmiyorlardı. 3- İsim ve Sıfat Tevhidi: Allah’ın kendini Kur’an’da vasfettiği, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sahih sünnetlerinde bizlere açıkladığı üzere, bütün noksanlıklardan uzak, yani kemal sıfatlara sahip olduğuna, mahlukata benzemediğine inanıp, bu isim ve sıfatları artırmadan, azaltmadan, saptırmadan, sapık tevillerle tevil etmeden, iptal etmeksizin, örnek ve nasıllık vermeksizin ve mahiyetini araştırmaksızın olduğu gibi kabul etmektir. Allah’ın sıfatları zatının mahiyetine bağlıdır. Bizler Allah’ın zatının mahiyetini idrak edemeyeceğimiz için, bu konuda soru sormak doğru değildir. Bir kişi tevhidin bu üç türüne de iman etmedikçe mü’min olamaz. İbadetin kelime anlamı; boyun eğmek, itaat etmek, küçüklüğünü kabul etmek demektir. Şer’i manası ise; Allah’ın sevdiği, kabul ettiği, razı olduğu, bütün gizli-açık ameller ve sözlerdir. Bazı ibadet türleri: İman, islam, ihsan, dua, korkmak, ummak, umut etmek, tevekkül etmek, sevmek, gönülden saygı duymak, yönelmek, yardım istemek, sığınmak, yardımına çağırmak, kurban kesmek, adak adamak, hükmüne teslimiyet göstermek, namaz, oruç, zekat, hac, tavaf, tevbe, istiğfar, rüku, secde, huşu vb. Bütün ibadetler yanlızca Allah’a yapılmalıdır. Allah insanları yalnızca kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır. Ve bu amaçla rasuller göndermiştir. Bütün rasuller toplumlarını yalnızca Allah’a ibadet etmeye, O’na hiçbir şeyi eş koşmamaya ve tağutları inkar etmeye davet etmek için gönderilmişlerdir. İbadetleri Allah’tan başkasına yapmak şirktir. Allah’tan başkasına ibadet eden, ibadet ettiği şeyi ilah ve rab edinmiştir. Oysa ki gerçek ilah sadece Allah’tır. Bir müslümanın ibadetinin Allah katında geçerli olabilmesi için Allah’ın istediği ve razı olduğu şekilde yapılması gerekir.
[2][1771] Muaz'ın Yemen'e vali olarak gönderilmesi, hicretin 9. yılında Tebük gazasından sonra olmuştur. Kitap ehli: Kendilerine Allah tarafından peygamber gönderilen ve kitap indirilen gayri müslimlerdir. Yemenliler de, Kitap ehli idiler. "et-Telvih"de, Yemenlilerin, o sırada Yahudi oldukları kaydedilmektedir. Kitap ehli, her ne kadar Allah'ın varlığını kabul etseler bile, Allah'ı mahlukatına benzetip O'nu cisimleştiren Yahudiler ile O'na çocuk ve eş nispet eden Hıristiyanlar, gerçekte, Allah'ı bilmiş değillerdir. Dolayısıyla Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Muaz'a; onlara ilk önce kelime-i şahadeti teklif etmesini, daha sonra da namazın ve Zekâtın onlara farz olduğunu bildirmesini istemiştir. Bu rivayette gösteriyorki kıyamete kadar davet baki. Yemene kitap ehline giden davet Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selem değil. Davete başlanan ilk noktada tevhid sonra namaz sonra zekat vs.. Müslüman yöneticiler, kumandanlar ve bütün görevlilerin vazifesi, hangi din ve inanca bağlı olursa olsunlar bütün insanları öncelikle İslâm’a dâvettir. Bu dâvetin ilk merhalesi de kelime-i şehâdet, yani Allah’dan başka ilah olmadığını ve Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu kabul etmeye çağırmaktadır. Bazılarının zannetiği veya iddia ettiği gibi, yahudi ve hıristiyanların geçerli sayılacak bir imana sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Onların Allah inancı, tevhid akîdesinin tamamen dışında olup, yahudiler Allah’ı mahlûkâta benzetmek ve cisimleştirmek, hıristiyanlar da, Allah’a çocuk ve zevce isnad etmek, teslisi, uluhiyyeti baba-oğul-ruhu’l-kudüs diye üçe izafeyi caiz görmek suretiyle doğru yoldan ve tevhid akidesinden sapmışlardır. Böyle olduğu içindir ki, Kur’an’ın pek çok âyetinde onların şirkinden ve küfründen bahsedilmiş, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanından beri kendileri dine dâvet edilmiş ve onlarla cihad edilegelmiştir. İslâm’a dâvet edilen toplumların veya fertlerin sadece kelime-i şehadeti dil ile ikrar etmeleriyle yetinilmemekte, bu temel esası kabul ettikten sonra onun getirdiği ibadetlerin kabulü istenilmektedir. Burada sadece namaz ve zekât zikredilmiştir. Oruç ve haccın zikredilmemiş olması, İslâm’ın bu iki temelinin henüz o sırada farz kılınmadığı veya daha az öneme sahip olduğu gibi anlamlara gelmez. Çünkü oruç hicretin ikinci yılında, hac da hicretin dokuzuncu yılında, Muâz Yemen’e gönderilmeden bir kaç ay önce farz kılınmıştı. Dinin bir emrinin, bir tâlimatının önemsizliği de söz konusu olamaz. O halde, Peygamberimiz, o zaman için, Yemenliler açısından daha mühim ve öncelikli olanları bildirmek istemiştir. Burada farz kılınış sırasına veya öncelikli farz sırasına göre bir sıralama söz konusu olmayıp, nelerin farz olduğunu ve yerine getirilmesi gerektiğini bildirip öğreten bir açıklama vardır. Ayrıca bu tâlimat, kelime-i şehadet getirip müslüman olan bir kimsenin, dinin bütün emirlerini kabul etmiş sayılacağının da delili olmaktadır. Kâfirler ilk önce yalnızca iman etmekle mükelleftirler; dinin diğer emirlerini yerine getirmekle mükellef değildirler; onları tedricen yerine getirirler, diyen âlimler de bu hadisi delil olarak gösterirler. Çünkü burada dine dâvette bir sıralama vardır. Bu hadis mazlumun bedduasından sakınmayı emreden, son cümlesi sebebiyle burada zikredilmiştir. Mazlumun duasının ve bedduasının makbul olacağı bu hadisten bir kere daha anlaşılmaktadır. Bir görevli, kendisine zekât farz olan bir kimsenin malının en kıymetli ve en gözde olanını alırsa, bu bir nevi zulümdür. Veya zekât verene karşı sert davranırsa diliyle ona eziyet etmiş olur ki, bu da bir zulümdür. O halde zulmün her çeşidinden sakınmak, kaçınmak ve uzak durmak gerekir. Allah ile mazlumun arasında bir perde olmaması, isteğinin hemen kabul edileceğine delil sayılır. Çünkü perde bir engeli ifade eder, oysa mazlumun duası ile Allah’ın arasında böyle bir engel bulunmamaktadır. Bu tavsiye, hem zâlimin zulmünü önlemeye, hem de mazlumu sabretmeye teşvik edici niteliktedir.Hangi din ve ırka mensup olursa olsun, insanlara zulüm yapmak dinimizde haram kılınmıştır. Hatta bunu daha geniş mânada yorumlamak mümkündür. Yani İslâm, bütün canlılara, insanlara, hayvanlara ve bitkilere bile merhametsizliği yasaklamıştır. Onların her birine karşı insanoğlunun görevleri vardır.
[3][1772] Allahın Kulları Üzerindeki Hakkı: Kullar Allaha İbadet Edecekler ve Allaha Hiçbir Şekilde Şirk Koşmayacaklardır. İnsan Hakikatinin -Kalbi ve Ruhunun-, Kendisinden Başka İbadete Layık Hiçbir İlâh Olmayan Allahtan Başkasıyla Huzura Ermesi İmkânsızdır. İlâh Demek, Kendisinden Hiçbir Şekilde ve Hiçbir Zaman Vazgeçilemez Varlık Demektir. Allahın Mahlûkatı, Kendisine Kulluk Etmeleri, Yani Kendisini Tanımaları, Gönülden Bağlanmaları Sevmeleri ve İhlâslı Olmaları Amacıyla Yaratması Esası İki Temele Dayanmaktadır. Allah'ın Kulları Üzerindeki Hakkı: Kullar Allah'a İbadet Edecekler ve Allah'a Hiçbir Şekilde Şirk Koşmayacaklardır Allahın Kul Üzerindeki Hakkı.İşte Allah'ın kulları üzerindeki hakkı budur: Kullar ibadet edecekler ve O'na hiçbir şekilde şirk koşmayacaklardır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Muhakkak ki Allah şu üç şeyden razı olur… Sizlerin kendisine kulluk edip hiçbir şeyi ortak koşmamanızdan, Allah’ın ipine toptan sarılıp ayrılmamanızdan ve Allah’ın başınıza emir kıldıklarına nasihat etmenizden razı olur…” Allah’a kulluk edip O’na hiçbir şeyi şirk koşmamak: Kulluğun aslı boyun eğmek ve zillettir. Taabbîd: zelil etmektir. El-İsti’bad: kul edinmektir. Taat olan ibadet; Allah’a zilletle boyun eğerek ibadet etmektir. Allah Teala buyurmuştur ki: “Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın.”(Nisa 36) Allah Tebarek ve Teala, kendisine kulluk edilip hiçbir şeyin kendisine ortak koşulmamasını emretmiştir. Şüphesiz O, kendisinden başka ilah olmayan ve kendisi dışında Rab olmayan Allah’tır. İbadete layık olan ancak O’dur. İbadet; yaratılışın gayesidir. Halkı bunun için yarattı, rasulleri bunun için gönderdi, kitapları bunun için indirdi, cennet ve cehennemi bunun için yarattı… Allah Teala buyurmuştur ki: “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyat 56) İbadet: İnsanların, cinlerin ve bütün mahlukatın yaratılma sebebidir.İbadetin aslı: Allah sevgisi, sevgiyi sadece Allah’a hasretmek ve sevginin tamamen Allah için olmasıdır. Kul Allah yanında O’na ortak başka hiç kimseyi sevmez ve ancak O’nun için ve ondan dolayı sever. O’nun nebilerini, rasullerini, meleklerini ve dostlarını da sever. Fakat bizim bunlara olan sevgimiz, Allah sevginin tamamındandır. O’na eşit olan bir sevgi değildir. Allah’tan başka ilahlar edinip de onları Allah gibi sevenlerin sevgisi O’nun yanında, O’na denk sevgi beslemek demektir.Allah’a sevgi duymak -ki kulluğun özü ve sırrı budur- ancak O’nun emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmakla gerçekleşir. Emirlere uyma, yasaklardan kaçınma sırasında kul olmanın ve sevginin manası ortaya çıkar. İbadet, dört kaide üzerine kuruludur. Bunlar: Allah ve rasülünün sevip hoşlandığı şeyleri;kalbin sözü, dilin sözü, kalbin ameli ve uzuvların ameliyle gerçekleştirmektir.Kulluk bu dört mertebeyi ihtiva eden bir isimdir. Kalbin sözü: Allah’ın kendisinden, isimlerinden, sıfat, fiil ve meleklerinden, kendisine kavuşmaktan, rasüllerin diliyle haber verdiği şeylere inanmaktır. Dilin sözü: Kalbin inandığı şeyleri ifade etmesi inandıklarına davet etmesi, onları savunması, bunlara aykırı olan bid’atlerin batıl olduğunu ilan etmesi, Allah’ı zikretmesi ve emirlerini tebliğ etmesidir. Kalbin ameli: Allah’ı sevmek, O’na tevekkül etmek, O’na yönelmek, O’ndan korkmak ve ümit etmek, dini Allah’a halis kılmak, yasaklarından uzaklaşmak ve emirlerine karşı sabretmek, Allah’ın takdir ettiği şeylere sabır göstermek, Allah’tan da O’ndan gelenlerden de razı olmak, Allah’ı dost kabul etmek, O’na dönmeyi istemek, boyun eğmek, mutmain olmak gibi şeylerdir. Kalbin amelleri uzuvların amellerinden daha öncelikli farzdır ve kalbin müstehab amelleri Allah’a vücutla yapılan müstehab amellerden daha sevimli gelir. Kalbin amelleri olmadan uzuvların amellerinin ya faydası hiç yoktur veya çok az faydası vardır. Uzuvların amelleri: Namaz, cihad, cuma namazı ve cemaatlere gitmek, acizlere yardım etmek, halka ihsan etmek ve benzeri amellerdir. Bütün rasuller Allah’ı birlemeye ve ibadeti O’na halis kılmaya davet etmişlerdir.Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de dinin en yüksek derecesini kullukta ihsan derecesi kabul etmiştir. İhsan hakkında şöyle buyurmuştur:“Allah’ı görüyor gibi ibadet etmendir, her ne kadar sen O’nu görmesen de, O seni görür.” Kul, mükellefiyet diyarında bulunduğu sürece ölünceye kadar kulluktan ayrılamaz.
[4][1773] İhlas suresi dört âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur. Übey bin Ka'b diyor ki: "Müşrikler, Resulullaha: "Rabbinin nesebini bize bildir." dediler. Bunun üzerine Allah teaîa: "Ey Muhammed deki: "Allah birdir, Allah sameddir." suresini indirdi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selem İhlas suresinin âyetlerini izah ederken buyurdu ki: " Samed demek, doğurmamış ve doğurulmamiş olan demektir. Zira doğurulan hiçbir şey yoktur ki ölmüş olmasın. Ölen hiçbir şey yoktur ki ona mirasçı olunmuş olmasın. Aziz ve Celil olan Allah ise ne ölür ne de kendisine mirasçı olunur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selem "Onun hiçbir dengi yoktur." âyetini de izah ederken buyurdu ki: "Onun ne bir benzeri vardır ne de bir dengi vardır. Onun hiçbir emsali yoktur."
[5][1774] Âyet-i Kerimenin birinci bölümünde: "Sen o müşriklere şöyle de: "İster Allah deyin ister rahman deyin" buyuruluyor: "Abdullah bin Abbas bu kısmı izah ederken diyor ki: "Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selem Mekke'de iken secdeye kapanır ve Allah'a yalvararak: "Ya Allah, ya rahman" derdi. Bunu gören müşrikler, "Bu adam tek bir ilaha ibadet ettiğini iddia ediyor halbuki iki ilaha dua ediyor" dediler. Bunun üzerine bu âyet-i Kerime nazil oldu ve Allah ve Rahmanın aynı olduğunu beyan etti". Ayet-i Kerimenin ikinci bölümünde: "Nasıl çağırırsanız çağırın, isimlerin en güzeli onundur" buyuruluyor. Bu isimler hakkında Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden şu Hadis-i Şerif rivayet ediliyor: "Şüphesiz ki Allah'ın doksandokuz ismi vardır, yüz'den bir eksiktir. Kim onlan sayarsa (Zikrederse) cennete girer.
[6][1775] Merhamet, insanın fıtratında öyle yüce bir haslettir ki onunla başkalarının elemi ile duygulanılır. İzalesine koşar. Yaptıkları hatalardan üzülür. Bu hataların dönüşmesini taleb eder. Bu özellik insandaki faziletleri alıp onu hayvan seviyesine indirebildiği gibi, insandaki sevgi ve muhabbetin fışkırmasına da en canlı sebep de yine odur. Aslında hayvanlarda da onları yavrularına karşı demlendirip duygulandıran iç güdüleri mevcuttur. Onun içindir ki kalabalık (merhametsizlik) insan fıtratını hayvanlar, hatta şuursuz cansızlar seviyesine düşürür. Rahmet en geniş ve mutlak manâsıyla Allah'ın bir sıfatıdır. O'nun rahmeti bütün kainatı ihata etmiştir. Herşeyi kuşatan ilminin şuaları ile beraber mutlak olarak rahmetinin şuaraları da mevcuttur. Yeryüzünde görmüş olduğun sevgi, güleryüzllük, acıma ve iyiliğin tamamı Allah'ın rahmetinden bir cüz olup onu yaratıkların kalbine atmıştır. İnsanların en yufka kalplisi bu rahmetten fazla pay sahibi ve zayıfların hayatından en fazla duygulananlardır. Katı yürekli insafsız hayırsız müstekbirlere gelince onlar cehennemin en alt tabakasında olacaklardır. Yüce kalpleri hiçbir zaman katılık dalgaları sarmaz. Onlar her zaman için musafaha ve hilm'e, kalabalık ve kinden daha çok müsaittirler. İnsanın ahlakındaki kabalık belirtileri noksanlık için büyük delil ve milletlerin tarihinden de tehlikeli fitneler için işarettirler. İslâm'ın kabalıktan sakındırması ve onu fasıklık alameti ile doğru yoldan sapma sırrı kabul etmesine şaşmamak gerek. İslâm genel manada merhamet tavsiye ederek onu kâmil bir imanın belirtisi olarak kabul etmiştir. Müslaman kalbinde tüm insanlar için merhamet iyilik taşır insanlara kuvveti nisbetinde kolaylık arar.
[7][1776] Allah Teâla bu âyet-i kerimede biz müminlere uyarıda bulunmakta ve buyurmaktadır ki: "Ben, cin ve insanlardan ne yarattıklarımı rızıklandırmalarını ne de beni yedirip doyurmalarını istiyorum. Çünkü rızıkları veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak benim. Bu itibarla ben, kulları sadece bana ibadet etmeleri için yarattım. İtaat edenin mükafaatını isyan ednin ise cezasını veririm. Ben, cinleri ve insanları, kendilerine muhtaç olduğum için yaratmadım. Zira onları nzıklandıran benim. Ben, güç ve kuvvet sahibiyim. Peygamber efendimiz Allah tealanın, bir hadiste şöyle buyurduğunu söylüyor: "Ey Âdemoğlu, sen kendini bana ibadete ver ki gönlünü zenginlikle doldurayım ve fakirliğini gidereyim. Eğer böyle yapmazsan, ellerini işle dolduru-num, fakirliğini de (ihtiyacını) gidermem. Halid'in oğullan "Habbe ve Seva" diyorlar ki:"Biz, Resulullahın yanına gittik. O, bir şey yapıyordu. Biz ona yardım ettik. Resulullah şöyle buyurdu: "Başlarınız hareket ettiği sürece (sağ oldukça) nzıktan ümit kesmeyin. Zira insanı annesi kızıl bir et olarak doğurur. Onun üzerinde herhangi bir kabuk yoktur ve Allah onu rızıklandırır.
[8][1777] Allah azze ve celle, sadece kendisinin bildiği gaybla ilgili ilmini, yaratıklarından hiçbir kimseye göstermez. Ancak seçtiği peygamberleri hariç. Allah bunları seçtiği gibi gaybla ilgili bazı bilgileri bunlara vahiy yoluyla bildirir, nitekim Muhammed'e, içinde gaybla ilgili haberler bulunan Kur'anı vermiştir. O bize, kıyamette'' ne olacağını bildirmektedir. Zira Allah, seçtiği peygamberin Önüne ve arkasına onu koruyan melekler gönderir. Böylece peygamberine vahiy ile bildirdiği gaybı, şeytanlar ve cinler çalamazlar ve cinler, bu gayb haberlerini getiren meleklerin şekline giremezler.
[9][1778] Âyet-i kerimede beş hususun, insanlar tarafından kesin o!arak bilinmesinin mümkün olmadığı zekrediliyor ve bunları ancak Allah tealanın bileceği beyan ediliyor. Bu hususların, insanlar tarafından bilinemeyeceği meşhur Cibril hadisinde zikredilmiştir.
[10][1779] Allahı bilen âlimler, kıyametin ne zaman kopacağı bilgisini ancak Allaha havale ederler. Zira onun kopmasını Allahtan başka kimse bilmez. Herhangi bir meyvenin, tomurcuğundan çıkması herhangi bir dişinin hamile kalması ve doğurması ancak Allahın bilgisi dahilinde gerçekleşir. Bunlardan herhangi bir şey Allaha gizli kalmaz. Dünyada iken putları Allah’a ortak koşan müşriklere, Allah’ın seslenerek "İbadette bana ortak koştuğunuz ortaklarım nerede?" diye sorduğu gün, kendilerini savunamayan müşrikler şu cevabı vereceklerdir: "Biz sana kesinlikle bildiriyoruz ki içimizde senin ortağın olduğuna dair şahitlik edecek hiçbir şahit yoktur."
[11][1780] İnsan dehâsının keşfedemeyeceği, akıl ve mantığının dayanıp kalacağı, elinin ulaşamayacağı bazı bilgiler vardır ki, bunlara "gayb", yani sadece Allah tarafından bilinen şeyler denmektedir. Bu ilimler Cenab-ı Hakkın kendi ilmine has bilgilerdir. İşte Kur'ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde "mugayyebât-ı hamse (beş bilinmeyen şey)"den bahsedilmektedir ki, bunları yalnız Allah bilir. Beş bilinmeyen gayba ait şey anlamında Kur'anî bir tabir. Bunlar, Lokman sûresinin otuzdördüncü âyetinde geçen ve ilmini Allah'ın kendi zatında sakladığı gayb anahtarlarıdır.Allah bildirmediği takdirde bu bilinmeyenleri ne bir rasûl, ne bir nebî, ne de mukarrab melekler bilemezler.Allah Teâlâ kıyamet gününü bir gayb olarak bırakmış ve kendisinden başka kimseye onun zamanını bildirmemiştir.Kıyametin ne zaman kopacağını bildirmemesinin hikmetine gelince, bu suretle insanlar daimî bir uyanıklık ve bekleyiş hali içinde bulunmayacaklar, hazırlıklı olarak bekleyeceklerdir. Bu ruh haline sahip olmayanlar ise, gaflet halinde iken ansızın yakalanacaklar ve hazırlık yapmaya fırsat bulamayacaklardır.Yağmurun ne zaman yağacağını da Cenab-ı Hak bilir ve onu dilediği zaman indirir. İnsanlar, tecrübeler ve aletler vasıtasıyla onun yağacağı zamanı yaklaşık olarak bilebilirler, ama yağmur sebepleri yaratacak güce hiç bir zaman mâlik olamazlar. Âyet-i Kerîme Allah'ın yağmuru indirdiğini belirtmekte, kâinattaki sebepleri O'nun meydana getirerek tanzim ettiğini bildirmektedir. Bu durumda yağmurun Allah'a tahsisi kudret bakımındandır.Rahimlerde bulunanın bilgisi de yalnızca Allah'a ait bilgilerdendir. Kimse yarın ne kazanacağını, bilmez. İyilik mi, kötülük mü; fayda mı, zarar mı; zorluk mu, kolaylık mı; sağlık mı, hastalık mı geleceğini; itaat mi, isyan mı edeceğini bilmez. Buradaki kazanç sözü mali hususlardan çok geniştir. İnsanın o gün elde edeceği şeylerin hepsini içine alır.
[12][1781] Allah Teala’nın herhangi bir sıfatı yaratıklarının sıfatına benzetilemez. Nasıl ki, Allah Teala’nın, her şeyi sevk ve idare etmesi, yaratıklarının sevk ve idare etmelerine benzemiyorsa, yaratanın görülmesi de diğer yaratıkların görülmelerine benzemez. Allah’ın dışındaki sevk ve idare eden yaratıklar ya sevk ve idare ettiklerinin yanında bulunurlar veya uzağında bulunurlar. Allah Teala ise, sevk ve idare ettiklerinin ne yanındadır ne de onlardan belli bir mesafede uzaklıkta bulunmaktadır. Yaratıkların görülmesi, görenden belli bir mesafede uzak olmalarını icab ettirirken Allah Teala’nın görülmesi için böyle bir durum söz konusu değildir. Sizler, yaratıcınız dışında sevk ve idare etme sıfatına sahib olan bir yaratık biliyor musunuz ki, o size ne temas eder bir vaziyette bulunsun ne de uzak olsun?" Şayet onlar böyle birisini bildiklerini iddia ederlerse onu açıklamaları istenir. Buna da im­kanları yoktur. Şayet, "Böyle birisinin bulunduğunu bilmiyoruz, derlerse onlara denilir ki "Sizler, yaratıcınızı, size dokunmayan ve uzakta da bulunmayan bir zat olarak bilmiyor musunuz? Halbuki o, sevk ve idare etme ve işleri icra etme sıfatlarına sahiptir. İşte Allah Teala’nın görülmesi böyledir. Onun, görene te­mas eder halde olması veya uzakta bulunması söz konusu değildir. Çünkü o, diğer görülen şeylere benzetilemez. Mutezile fırkası, bu âyet-i kerimeye dayanarak, Allah tealanın, dünyada görülemediği gibi âhirette de hiç görülemeyeceğini söylemiştir. Onların bu sözü yanlıştır. Gerek lügat bakımından gerekse Şer't yönden, âyetin batıl bir te'vilidir. Allah tealanın âhirette görüleceği, sahih Hadis kitaplarında mevcut olan sağlam Nass'lar ile bildirilmiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Şüphesiz ki sizler, ay'ı on dördünde gördüğünüz gibi kıyamet gününde rabbinîzi göreceksiniz. Buyurmuştur.
[13][1782] Selam Allah’ın esmai hüsnasındandır. Her türlü noksandan uzak olduğunu bildirir. Allah için böyle bir selametlik istemek doğru olmaz. Böyle bir şeye Allah’ın ihtiyacı yoktur. Selama muhtaç olan Allah’ın kullarıdır. O selam, Allah’tan kullara bir ikramdır. Kullar için selam verildiği zaman Allah’tan selamet, esenlik, huzur vermesini her türlü kusur, afet ve ayıptan uzak bulundurmasını ve darusselam olan cennete ulaştırmasını istemektir. O zaman Peygamber Efendimiz buyurdu ki: “Sizden birisi namazda oturduğu zaman ettehiyyatu lillah vessalevatu vettayyıbat. Esselamu aleyke eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi ve berakatüh. Esselamu aleyna ve ala ibadillahissalihin. Eşhedu enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasuluh desin, bundan sonra da dilediği duayı okusun” (Muslim, Kitabussalah). Burada, bu tahıyyat bir nevi selamlama, hürmet ve tazim ifadesidir. Bu şekilde bir tahıyye Cenab-ı Hak için uygun bir selamlama ve tahıyyedir. Her türlü hürmetin Allah için olduğunu ikrar, ilan ve ihbardır. Tahıyye, yani bu şekilde bir selamlama, kullar için eksik bir selamlamadır. Araplar birbirlerine ‘Hayyakellah’ diye selam verir, hürmet sunarlardı. Hayat dilemek, mülk, hükümranlık (hâkimiyet), beka ve devamlılık istemektir. İnsan için bu tür dilekler, uzun ömür her zaman selamet ve afiyeti ifade etmez. Uzun ömür, saltanat, beka, felaket ve acılarla da devam edebilir. Onun için mu’minlerin birbirlerine selamı tahıyye suretiyle değil, selam suretiyle olmuştur. Bu selam, dünya ve ahirette mu’minlerin birbirlerine selamı olduğu gibi hem de Allah’tan mu’minlere bir iltifat ve ikramdır. Bu selamlama Müslümanların dışındaki milletlerde de var olan bir şeydir. Hristiyanlar, birbirlerine ellerini ağızlarına götürerek öper gibi bir tavırda selam ve hürmet ederler. Yahudiler, parmakla işaret ederek hafif kalça kırarak, eğilerek birbirlerini selamlarlar. Mecusiler, rüku gibi eğilerek; kimileri kıyam eder esas duruş gösterirler. Araplar da “Hayyakellah” diyerek birbirlerini selamlarlar. Bu tür selamlamalar aciz bir insana, muhtaç birine bir iltifat gibi; bu selamlama Allah’tan olduğu zaman, O’ndan geldiği zaman tam ve mükemmel, güzel olur. Bu tür hürmet, selamlama ve tahıyye; hürmet edilen her şeye sunulur, ifade edilir. Cami ve mescitler hürmete layık olduğu için onların selamlaması oraya varıldığında namaz kılmakla ifade edilir. Buna tahıyyetü’l-mescid yani mescidi selamlama denilir. Kabe’ye varıldığı zaman tavaf edilerek tahıyye ve selam edilir. Kâbe’nin haremine girildiği zaman ihram giyilerek, harem bölgesi selamlanmış ve hürmet edilmiş olur. Bizim Rabbimize olan selamımız ise tahıyetteki ifadelerle olur. Bu Allah’a tam bir tahıyye ve selamlamadır. Hürmet ifadesidir. İbadetlerimizin her şekli (kıyam, rüku, secde..) tazim ve hürmetin en son ve en güzel şeklidir. Bu tahıyyat Peygamber Efendimiz’in miraçta Rabbul-Alemine mülaki olduğu zaman ifade ettiği bir selamlamadır, tahıyyedir. Ettehiyyatu lillah derken, tazim, hürmet, beka, sonsuzluk, ölümsüzlük, mülk ve hükümranlık gerçek hayat sahibi olan Allah’a mahsustur. (Kullara ait olan bu ifadeler geçici, iğrelti, yine Allahın vergisi, takdir ve ikramıyla olur. Kul bunlara kendi kendine sahip olamaz.) Vessalavat, vessalavatı lillah demektir. Yani salavatlar, kalp ve gönülden yapılan dualar, bedenle ifade edilen ibadetlerimiz Allah içindir. O’na yapılır, O’nun için olmalıdır. Vettayyıbat, temiz, güzel, helal, has olan her şey Allah’a aittir. Başka bir ifadeyle tahıyyatın Allah’a hürmetin bir ifadesi olan mali ibadetlerimiz kulu Allah’a yaklaştıran her türlü vesileler, güzel sözler, zikirler, tesbihler, övgülerimiz, hamdlerimiz yine ancak Allah içindir ve öyle olmalıdır. Bir hadis-i şerifte de “İnnallahe tayyıbun la yekbalu illa tayyıben” (Allah tayiptir (tertemiz, pak), ancak tayyip olanı kabul eder.” buyurulmuştur.Esselamu aleyke eyyuhennebiyyu ve rahmetullah ve berakatuh, ey Allahın nebisi! Selam, esenlik ve darusselam olan cennet sana olsun. Allah’ın rahmeti, bereketi, her şeyin hayrı sana olsun. Esselamu aleyna ve ala ibadillahissalihin. Ya Rabbi, bu selamın bizimle beraber senin salih kullarına da olsun. Neml 59, “vesselamu ala ibadihillezi istafa” yani selam Allah’ın seçtiği kullarına da olsun” ayetine de bir işaret vardır. Burada Allah’ın salih kulları cemaatle namaz kılan, imam ve cemaat ve bu namazda mu’minlere iştirak eden melekleri ifade etmektedir. Gerçek manada salah ancak ahirette gerçekleşir. Özellikle de peygamberlere ait bir özelliktir. Genel manada, salah kelimesi fesadın zıddıdır. Allah’ın ve kulların haklarına riayet eden ve zulmetmeyen insanlardır. Şirk Allah’a karşı bir zulüm, günah ve fesat insanların kendine ve diğer insanlara yapmış olduğu bir zulümdür.
[14][1783] El-Melik: Görünen ve görünmeyen bütün alemlerin sahibi ve yöneticisi. Allah’ın ‘El-Melik’ isminin tecellisini gözlerimiz de dahil, gördüğümüz ve göremediğimiz yaratılan her şey üzerinde görmemiz mümkün. Her ne kadar da tapu kağıtlarında beşer isimleri yazsa da gerçek sahip Allah’tır.Yarattıklarının sahibi olmasının yanı sıra yarattığı her şeyde tasarrufta bulunan ve yöneten anlamına da gelen ‘El-Melik’ isminin tecellisini;İnsanların güzel ve adaletli bir şekilde yaşaması için gerekli kanunlar göndermesinde (Kur’an ve Sünnet), tabiattaki diğer canlıların belirli bir ahenkte yaşaması için fıtratlarına bazı programlar yüklemesinde de görmek mümkün.
[15][1784] Ehl-i sünnet ve’l-cemaat’in, iman esaslarının ilki ve en büyüğü olan Allah’a imanın kapsamı içerisinde olmak üzere onların Allah’a kendi zatını vasfettiği şekilde. iman etmeleri de vardır. "Tahrif söz konusu olmaksızın" lafzı sözü edilen iman ile alakalıdır. Yani onlar bütün bu batıl anlamlardan uzak bir şekilde ilahi sıfatlara iman ederler. Herhangi bir temsil söz konusu olmaksızın bu sıfatları kabul ettikleri gibi, bu sıfatları ta’til (anlamsız hale getirmek) de söz konusu olmaksızın (mahlukata benzemekten) tenzih ederler."Yüce Allah'ın kendi zatını nitelendiği sıfatları O’ndan nefyetmezler..." sözleri daha önce geçen ifadeler esas alınarak ortaya konulmuş bir ayrıntı açıklamadır. Onlar bu şekilde Allah’a iman ettiklerine göre, sıfatları nefyetmezler, tahrif etmezler, keyfiyetlendirmezler ve temsil yoluna da gitmezler demektir. Yüce Allah’ın: "Kendi ellerimle... seni ne alıkoydu?" buyruğu ile bir sonraki âyet-i kerîme, şanı zatına yakışan bir şekilde gerçek anlamı ile onun sıfatı olmak üzere yüce Allah’ın iki elinin olduğunu ihtiva etmektedir. Birinci âyet-i kerîmede yüce Allah İblis’i elleriyle yaratmış olduğu Âdem’e secde etmediğinden dolayı azarlamaktadır. Burada "iki el"in kudret diye yorumlanması imkânsızdır. Çünkü İblis de dahil olmak üzere herşeyi yüce Allah kudretiyle yaratmıştır. Bu durumda Âdem’in ayrıcalıklı bir konumda olduğunu belirten bir özelliği kalmaz. Abdullah bin Amr yoluyla rivayet edilen hadiste:"Aziz ve celil olan Allah üç şeyi eliyle yaratmıştır: Adem’i eliyle yaratmış, Tevrat’ı eliyle yazmış ve Adn Cennetini (ağaçlarını) eliyle dikmiştir." (Bu hadisi Darakutnî, es-Sıfat (s. 45)’de rivayet etmiştir.), İbnu Ömer -Allah ondan razı olsun- dan da şöyle dediği sahih olarak sabittir: “Allah dört şeyi eliyle yaratmıştır: Arş, Kalem, Adem ve Adn cenneti. Sonra da diğer yaratıklara: Ol dedi, onlar da oluverdi.” ez-Zehebî, el-Uluvv, el-Elbanî, Muhtasaru’l-Uluvv s.105’de. Diğer yaratılmış varlıklarla birlikte bu üç şeyin de Allah’ın kudreti ile var olmalarına rağmen, özellikle bu üç şeyin söz konusu edilmesi onların başkalarında bulunmayan ayrı bir özelliğe sahib olduklarını göstermektedir. Aynı şekilde "el-yedeyn: iki el" lafzının tesniye (ikil) olarak ancak gerçek el hakkında kullanıldığı bilinen bir husustur. Bu lafız hiçbir zaman kudret ya da nimet anlamında varid olmuş değildir. Dolayısıyla; Yüce Allah onu iki kudret ile yahut iki nimet ile yaratmıştır, demek uygun düşemez. Aynı şekilde "iki el" in ni’met, kudret veya başka bir anlamda kullanılmaları ancak gerçek anlamıyla iki ele sahib olarak nitelendirilen kimseler hakkında söz konusu olabilir. Bundan dolayı mesela, rüzgarın eli vardır, suyun eli vardır, denilmez. Muattile’nin bazı âyet-i kerîme’lerde "el" lafzının tekil olarak kullanılmış olduğunu, bazı âyetlerde de çoğul olarak zikredildiğini delil diye ileri sürmelerinin delil olacak bir tarafı yoktur. Çünkü lugatta iki organ ile yapılan bir işin bazan tek organ ile yapılmış gibi söz konusu edilmesi pekala mümkündür. Mesela; gözümle gördüm, kulağımla duydum denilir. Maksat ise iki göz ve iki kulaktır. Aynı şekilde çoğul da bazan tesniye anlamında kullanılır. Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz (ne alâ; çünkü) kalbleriniz meyletmiş bulunuyor." (Tahrim, 4) Maksad ikinizin kalbidir. Ancak gerçek el için söz konusu edilebilen, parmaklarıyla birlikte el, parmaklar, sağ, sol, yakalamak (kabz) ve bast (açmak) ve buna benzer hususların da varid olduğu göz önünde bulundurulacak olursa, "el" in kudret ya da nimete yorumlanması nasıl mümkün olabilir? İkinci âyet-i kerîme’de de şanı yüce Allah -müstehakları verilesice- yahudilerin söyledikleri sözleri aktarmakta ve onların -hâşâ- yüce Allah’ın elini bağlı olmakla vasfettiklerini belirtmektedir. Yani onun eli infak etmeyip cimrilik etmektedir. Daha sonra yüce Allah onların söylediklerinin aksinin kendisi hakkında sözkonusu olduğunu belirtmektedir. O da iki elinin dilediği şekilde infak etmek ve bol bol bağışlarda bulunmak suretiyle yayılmış olduklarını, açık olduklarını belirtmektedir. Nitekim hadiste şöyle denilmiştir: "Allah’ın eli dopdoludur. O gece gündüz durmadan infak eder. Hiçbir harcama onda bulunanları azaltmaz." Müslim’deki lafzi manası da şöyledir: “Allah’ın sağ eli dopdoludur. Hiç eksilmez. O, gece gündüz durmadan infak eder. Gökleri ve yeri yarattığı günden beri infak ettiklerini bir düşünün. Bu dahi onun sağ elinde bulunanı eksiltmiş değildir.” ) Acaba yüce Allah’ın gerçek anlamıyla iki eli bulunmamış olsaydı, burada "iki elin açık olduğu" nun belirtilmesi güzel bir tabir olabilir miydi? Evet, gerçekten gereksiz yere te’vil edenler bundan mahcub olmalıdır.
[16][1785] En güzel isimler Allah'ındır. Siz onu o isimlerle anın. Onun isimlerini de­ğiştiren ve onlan yalanlayan müşriklerden uzak durun. Onlar, âhirette, yaptıkla­rının cezasını göreceklerdir.
[17][1786] Ey Muhammed, güç ve kudret sahibi olan rabbin, müşriklerin onu vasiflandırdığı: "Melekler Allanın kızlarıdır." gibi sıfatlardan beridir, münezzehtir. Çeşitli ümmetlere göndermiş olduğu peygamberlere, en korkunç gün olan kıyamet gününde Allahın azabından selamette olmaları vardır. Âlemlerin rabbi olan Allaha hamdolsun. Zira kullarına verilen bütün nimetler onun tarafındandır.
[18][1787] Münafıklar: "Bu gazveden Medine'ye dönecek olursak yemin olsun ki en şerefli olan bizler, en zelil olan müminleri oradan çıkaracağız." dediler. Halbuki izzet ve şeref ancak Allahın, Peygamberinin ve Allaha iman eden müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.Surenin girişinden buraya kadar zikredilen âyet-i kerimeler, Abdullah bin Übey bin Selul isimli münafık ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Âyetlerde, müminlere dil uzattıktan belirtilen kişiler bunlardır. Müminler aleyhinde söylenen sözler de bunlara aittir.
[19][1788] "İzzet" yüce Allah’ın kendi zatı hakkında söz konusu ettiği bir sıfattır."İzzet" galib olmak ve kahretmek anlamına gelir. Bir kimseyi yenik düşürmeyi anlatmak için bu fiil kullanılır. Ayrıca güç ve metanet anlamında da kullanılır. Bu anlamı dolayısıyla son derece sert ve sağlam yere: "Ardun azazun" denilir. Değerin yüceliği ve düşmanların zarar verememesi anlamına da kullanılır. İşte bütün bu anlamlar şanı yüce Allah hakkında aynen geçerlidir.
[20][1789] Hadisde yüce Allah hakkında ricl ve kadem (ayak) söz konusu edilmektedir. Bu sıfat da diğer sıfatlar gibi değerlendirilir. Onun azametine yakışır şekilde bu sıfata sahib olduğu kabul edilir. Yüce Allah’ın cehennem ateşine ayağını koymasındaki hikmete gelince, O’nun: "Andolsun ki Ben cehennemi cin ve insanlarla dolduracağım." Hud, 119, buyruğunda geçtiği üzere orayı dolduracağını vaadetmiş olmasıdır.Günahsız olarak kimseyi azab etmemesi, O’nun rahmet ve adaletinin bir gereği olduğundan, cehennem ise son derece geniş ve derin olduğundan yüce Allah vaadini gerçekleştirmek üzere içine ayağını koyacak, işte o vakit cehennemin her iki tarafı birbirine kavuşmuş olacak ve onda fazlalık kalmayacaktır.Cennette ise yüce Allah’ın cennetliklere pek çok lütuf ve ihsanlarda bulunacak olmasına, onların yerlerini geniş tutacak olmasına rağmen, cennet ehlinin bulunmadığı geniş yerler de kalacaktır. Hadis-i şerif’te sabit olduğu üzere bu yerler için yüce Allah başka yaratıklar var edecektir.
[21][1790] Gökleri ve yeri yerli yerince yaratan Allah’tır. O, onları boş yere yaratmamıştır. O, bir şeyin olmasını istediği zaman ona sadece "Ol" der. O şeyin olması için bu emir kâfidir. O şey hemen oluverir. Kıyamet gününde onun yanında hiçbir kimse söz sahibi değildir. O, kullarının yaptıkları gizli ve açık herşeyi bütün teferruatıyla beraber bilmektedir. O, hüküm ve hikmet sahibidir. Hükmetme yetkisi sadece ona aittir ve her şeyin en güzelini ve münasip olanını o yapar.
[22][1791] Allah teala bu âyet-i Kerimede, gökleri ve yeri, takdir ettiği bir Ölçüyle ve pek düzenli bir şekilde yarattığını beyan ediyor ve emirlerine uymayan insanları tehdit ederek, dilerse onları yok edip yerlerine yepyeni bir nesil getirebileceğini açıklıyor. Zira, gökleri ve yeri yaratan Allah için bunu yapmak, hiçte güç bir iş değildir.
[23][1792] Allah teala, Peygamberlerine, insanları, kendisinden başka hiçbir ilah olmadığı hususunda uyarmalarını emrettikten sonra buna deliller göstererek, gökleri ve yeri yaratanın ancak kendisi olduğunu, bunları boşu boşuna değil, uygun bir şekilde yarattığını, bu sebeple müşriklerin, bazı şeyleri kendisine eş koşmalarından beri olduğunu beyan etmektedir.
[24][1793] Allah teala bu âyet-i kerimede yüce kudretinden haber vererek gökleri ve yeri gerektiği gibi yarattığını ve bunların yaratılışında Allatan birliğini ve kudretini gösteren büyük bir delil bulunduğunu bu delili de müminlerin idrak edebileceklerini beyan ediyor.
[25][1794] Allah, gökleri ve yeri yerli yerince yaratmıştır. Gece ile gündüzü sarmaktadır, gündüz ile de geceyi sarmaktadır. Bunlardan biri gelince diğeri Örtülmektedir. Allah, güneşi ve ayı da kullarının hizmetine tahsis etmiştir. Güneş ve aydan her biri belli bir vadeye kadar dönmeye devam edeceklerdir. İyi bilinmelidir , ki bütün bunları yapan Allah, herşeye galiptir, kendisine karşı gelenleri şiddetle cezalandırır. Hata ve günahlarından vazgeçenler için ise çokça affedendir.
[26][1795] Dünyada iken Allahın peygamberlerini yalanlayarak, Allahtan başka şeylere taparak ve onun emirlerine karşı gelerek kötü amel işleyenleri hiçbir zaman, iman edip salih amel işleyenlerle bir tutamayız. Onların hayatları da ölümleri de birbirlerinden farklıdır. Çünkü salih amel işleyenler Allaha itaat ederek yaşamışlar, âhirette nimetlere erişecekleri müjdesiyle ölmüşlerdir. Kötü amel işleyenler ise hayatta iken Allaha karşı gelmişler ve cehennemde yanacakları ihtarıyla ölmüşlerdir. Elbette ki bunlar hayatlarında ve ölümlerinde farklıdırlar.
[27][1796] O, gökleri ve yeri yerli yerince yaratmıştır. Sizi şekillendirmiş ve şeklinizi güzel bir biçimde yapmıştır. Dönüş yine onadır.
[28][1797] "Semi" oluşunun, anlamı, ne kadar yavaş olursa olsun, bütün sesleri idrak eden demektir. O yaratıklarının işitmelerine benzemeyen bir sıfat olan semi’ sıfatıyla gizli ve açık olan her bir şeyi işitir."Basîr" de ne kadar ince ve hissedilemez gibi görülse ya da uzak olsa dahi kişi, cisim ve renk türünden görülme özelliğine sahip herşeyi idrak eden demektir. Engellerin, perdelerin onun görmesine olumsuz bir etkisi yoktur. Bu müf’il (veznindeki ism-i faîl) anlamında "fail" veznindedir. Bu da şanı yüce Allah hakkında basar sıfatının kendi zatına layık şekliyle sabit olduğunun delilidir. Şanı yüce Allah sem’ ile işitir, göz ile görür. Bu, yüce Allah’ın sem’ini işitilen şeyleri bilmesi, basarını görülen şeyleri bilmesi diye yorumlayan Eş’ari mezhebine mensub birtakım kimselere karşı delildir ve bu hatalı bir yorumdur. Çünkü kör olan bir kimse semanın varlığını bilir, ancak semayı göremez. Sağır olan bir kimse seslerin varlığını bilir, fakat o sesleri işitemez. Eş’arî’ler önceleri Mutezile mezhebine mensup olup, daha sonra Mutezile mezhebini terkeden ve Mutezilelik ile ehl-i sünnet ve’l-cemaat (selef) mezhebi arasında bir mezheb edinen Ebu’l-Hasen el-Eş’arî’ye tabi olan kimseler demektir. Daha sonra bu gibi (yani selefe uymayan) görüşlerinden dönüp, tevbe etmiş, İmam Ahmed ile ehl-i sünnet ve’l-cemaat’e inanç bahislerinde uygun kanaatler belirtmiştir. Ancak ona tabi olan bazı kimseler günümüze kadar onun önceki kanaatlerini taşıyagelmişlerdir. Bunlar ise iman bahislerinde mürcie, sıfatlar bahislerinde te’vil edicidirler. Ehl-i sünnet ve’l-cemaat’e (bu bakımdan) en yakın kimselerdirler.
[29][1798] "Kocası hakkında seninle mücadele eden... elbetteki Allah işitmiştir" buyruğu ile ondan sonraki âyet-i kerîmeleri, yüce Allah’ın; semi’ (işitme), basar (görme) ve ru’yet (görme) sıfatlarına sahib olduğunu ortaya koymak için zikretmiş bulunmaktadır. Yüce Allah’ın semî’ sıfatını âyet-i kerîmeler bütün iştikak (kökten türeme) kipleri ile dile getirmiş bulunmaktadır. Bu kökler ise işitti, işitir, çok iyi işiten (semi’), işitiriz, işitirim gibi kiplerdir. O halde bu yüce Allah’a ait hakiki bir sıfat olup bununla sesleri idrâk eder."Basar" ise; kendisi vasıtası ile kişileri ve renkleri idrak ettiği bir sıfatıdır. Ru’yet (görmek) de onun ayrılmaz bir gereğidir. "Semî" de, "basar" da birer kemal sıfatıdır. Yüce Allah müşrikleri işitmeyen ve görmeyen şeylere ibadet ettiklerinden dolayı da ayıplamıştır.
[30][1799] İmanın en faziletli halinin ihsan ve murakabe (Allah’ın gözetimi altında olduğunu bilmek) makamı olduğunu göstermektedir. Bu ise kulun görüyor ve O’nu müşahede ediyormuşcasına Rabbine ibadet etmesidir. Nerede olursa olsun, Allah’ın da kendisiyle birlikte olduğunu bilmesidir. Her ne konuşur, ne yapar ve her ne işe dalarsa mutlaka yüce Allah’ın kendisini görmekte ve gözetmekte olduğunu bilmesidir. Şüphesiz ki kul bütün hallerinde yüce Allah’ın bu beraberliğini hatırından çıkartmayacak olursa, Allah’ın yasaklamış olduğu bir yerde kendisini görmesinden yahut ta yapmasını emretmiş olduğu bir işi yapmadığını tesbit etmesinden utanır. Bu durumda böyle bir birlikte oluşa inanç, Allah’ın haram kıldığı şeylerden uzak durmaya ve yerine getirilmesini emretmiş olduğu itaat olan işleri zahiren ve batınen en mükemmel şekilde yapmakta eli çabuk tutmak için çok yardımcı olur. Özellikle kul ile Rabbi arasında bir sesleniş ve en büyük bağı teşkil eden namaza başlaması halinde bu böyledir. Bu durumda kalbi huşu ile dolar, yüce Allah’ın azamet ve celalini hatırlar. Namazın dışındaki hareketleri azalır, önüne ya da sağına tükürmek gibi Rabbine karşı güzel olmayan edebe aykırı davranışları olmaz. Bu hadis şanı yüce Allah’ın kullarına ne kadar yakın olduğunu ve seslerini yükseltmelerine ihtiyacının bulunmadığını dile getirmektedir. Çünkü yüce Allah hem gizlice söylenen sözleri, hem de fısıltıları bilir. Hadis-i şerif’te sözü edilen bu yakınlık kuşatıcılık, ilim, işitmek ve görmek anlamı ile bir yakınlıktır. O’nun kullarının üzerinde oluşuna aykırı değildir. Yani yüce Allah’ın kendi zatını nitelendirmiş olduğu yakın ve duaları kabul eden vasfına iman etmek gerekir. O, kendisine dua edenlere, yalvarıp yakaranlara pek yakındır. Dualarını ve niyazlarını işitir, dilediği zaman, dilediği şekilde dualarını kabul eder. O bakımdan yüce Allah ilim ve ihata (kuşatıcılığı) ile yakındır.
[31][1800] Yüce Allah’ın:"O çok mağfiret eden (el-ğafûr) ve pek sevendir (el-vedûd)" (el-Buruc, 85/14) âyeti yüce Allah’ın Esma-i Hüsnâ’sından "el-ğafûr" ile "el-vedûd" isimlerini ihtiva etmektedir. Birincisi mağfiret etmekten mübalağadır. Yani günahkar kullarının günahlarını çokça örten ve onları sorgulamayıp, affeden demektir. "el-Ğafr (merhamet etmek)" in asıl anlamı setretmek, örtmek demektir. Boyanın kiri örtmesini anlatmak üzere de bu kökten gelen kelime kullanılır. Başı örten başlığa "el-miğfer" denilmesi de buradan gelmektedir.İkinci isim olan "el-vedûd" ise katıksız sevgi ve sevginin en latifi olan "el-vudd"den gelir. Bu şekliyle ya "fail" anlamında "feûl" veznindedir. O takdirde anlamı kendisine itaat edenlere çokça sevgi besleyen ve onlara yardım ve verdiği zaferleriyle onlara yakın demek olur yahut ta "mef’ul" anlamında feûl vezninde olup o takdirde anlamı çokça ihsanda bulunması dolayısıyla sevilen ve yarattıkları tarafından sevilmeye layık olup, kendisine ibadet etmeleri ve hamd etmeleri gereken, anlamında olur.
[32][1801] "Semî" de, "basar" da birer kemal sıfatıdır. Yüce Allah’ın semî’ sıfatını âyet-i kerîmeler bütün iştikak (kökten türeme) kipleri ile dile getirmiş bulunmaktadır. Bu kökler ise işitti, işitir, çok iyi işiten (semi’), işitiriz, işitirim gibi kiplerdir. O halde bu yüce Allah’a ait hakiki bir sıfat olup önceden de açıkladığımız gibi, bununla sesleri idrâk eder."Basar" ise; kendisi vasıtası ile kişileri ve renkleri idrak ettiği bir sıfatıdır. Ru’yet (görmek) de onun ayrılmaz bir gereğidir.
[33][1802] Biz o müşriklerin kalblerini imandan, gözlerini hakkı görmekten çeviririz de, daha önce Allaha ve Resulüne iman etmedikleri gibi mucizeyi gördükten sonra da iman etmezler. Biz onları, azgınlıkları içerisinde bırakırız, bocalayıp dururlar. Ne hakka ulaşırlar ne de doğruyu görürler.
[34][1803] Arapça'da "isim" kelimesinin çoğulu olan "esmâ" ile "güzel, en güzel" anlamındaki "hüsnâ" kelimelerinden oluşan "esmâu'l hüsnâ" terimi Kur'ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şerîflerde Allah-ü Teala'ya nisbet edilen isimleri ifade eder. Esmâu'l hüsnâ terkibinin, geniş anlamıyla bunların hepsini kapsamakla birlikte terim olarak daha çok doksan dokuz ismi içerdiği kabul edilir.Esmâu'l hüsnâ terkibinde yer alan hüsnâ kelimesi "güzel" mânasında sıfat veya "en güzel" anlamında ism-i tafdîl (üstünlük sıfatı) sayılmıştır. Her iki halde de buradaki güzellik bir gerçeği vurgulamakta olup Allah'ın güzel olmayan bir isminden söz edilemeyeceği için mefhûm-i muhalifini hatıra getirmez. Hadis metnindeki "kim onu sayarsa (men ahsâhâ)" lafzı bazı rivayetlerde "kim onu ezberlerse (men hafizahâ)" ibaresiyle nakledilmiştir. Hadiste Cennet'e girmeye vesile olarak gösterilen "ihsâ" kelimesinin buradaki anlamı üzerinde Buhârî'den itibaren önemle durulmuş ve kelimenin "saymak, ezberlemek, anlamak" şeklindeki sözlük anlamının ötesinde bir mâna taşıdığı görüşü ağırlık kazanmıştır. Öyle anlaşılıyor ki bu kelime "İslâm'ın ulûhiyyet inancını naslara başvurmak suretiyle tesbit edip anlamak, benimsemek ve bu inanca uygun bir ruhî yetkinlik kaydetmek" anlamını içermektedir. Kalp iyi ve kötü düşünce ve davranışların yönledirildiği bir kaynaktır. Eğer inanmış kişinin kalbinde Allah'ı hatırlama yönünde bir gevşeklik olursa burada kötü düşünce ve fikirler daha kolay oluşacaktır. Fakat bu kalpte Allah'ı hatırlama kuvvetli ise bu takdirde kötü düşünce ve fikirler dağılacak bu durum da güzel davranışlara sebep olacaktır.
[35][1804] Burada ölmek ve dirilmek sözüyle Efendimiz uyumayı ve uyanmayı kastetmiştir. Zira uyku küçük ölümdür. Uyuyup uyanmamak da vardır. Bu sebeple bir mü’min, öldürenin de, diriltenin de sadece Allah olduğu hususundaki kesin inancını uyumadan önce bir daha tekrarlamak suretiyle Cenâb-ı Hakk’a hem imanını yenilemiş hem de O’na teslimiyetini arzetmiş olur. Uyanıp da gücünü, kuvvetini ve hareket kabiliyetini yeniden kazandığını görünce “Bizi öldükten sonra dirilten Allah’a hamdolsun” demek suretiyle Allah Teâlâ’ya hem hamdetmiş hem de şükretmiş olur. Bütün bunları şuurlu bir şekilde yapan kimse, Cenâb-ı Hakk’ın hem kendisi hem de bütün insanlar ve yaratılmışlar üzerindeki mutlak tasarrufuna olan imanını dile getirmiş ve bütün bunları zihninden geçirmek suretiyle de tefekkür gibi önemli bir ibadeti îfâ etmiş olur.
[36][1805] Hadîs-i şerîf her şeyi Allah’ın yaptığına, hayrın da şerrin de O’ndan geldiğine gönülden inanmanın ve O’na teslim olmanın örneklerinden birini ortaya koymakta ve doğacak çocuklarının iyi bir müslüman olarak yetişmesini ve yaşamasını isteyen eşlerin cinsel temasta bulunmak istedikleri zaman, bunu Efendimiz’in öğrettiği şekilde Cenâb-ı Hak’tan niyâz etmelerini tavsiye etmektedir. Hadisdeki “biriniz eşiyle birleşeceği zaman” ifadesi, yukarıda kaynaklarını verdiğimiz bazı rivayetlerde “biriniz eşiyle birleşmek istediği zaman” şeklindedir. Böylece bu duanın birleşme esnasında değil, daha önce yapılacağı anlaşılmaktadır. Bununla beraber bu ifadeler, şeytanın doğacak o çocuğa hiçbir şekilde zarar vermeyeceği, onun yanına hiç yaklaşmayacağı anlamına gelmez. Zira şeytanın insanı baştan çıkarmak veya yaptığı ibadetleri tam bir şuur haliyle îfâ etmesine engel olmak için gönüllere verdiği vesveseden tamamiyle kurtulmak mümkün değildir. Muhtemelen bu ifadesiyle Resûl-i Ekrem Efendimiz, bazı âlimlerin söylediği gibi şeytanın, doğacak çocuğu çarpmayacağını, bedenine ve inancına zarar veremeyeceğini, birleşme sırasında kendilerine yaklaşma fırsatı bulamayacağını anlatmak istemiştir. Bir insan için hayatta en tehlikeli şey, imansız olarak ölmektir. Diğer bir ifadeyle şeytanın insana vereceği en büyük zarar, onu dininden ve imanından etmesidir. 
[37][1806] Rabbinin adını söyleyerek, onu telaffuz ederek, onu tesbih et. O halde maksat yüce Allah’ın adını başta anmak suretiyle onun bereketinden yararlanmaktır. Besmelesiz işte hayır yoktur.
[38][1807] İnsan yaptığı her işin farkında olmalı, her işi bilerek ve anlayarak yapmalıdır. Ağzına bir lokma götürürken veya bir şeyi yudumlarken bunu kendisine Allah’ın verdiğini hatırlamalı, O’na şükran borçlu olduğunu bilmelidir. Yerken ve içerken besmele çekme alışkanlığını kazanmış bir kimse, şükretme görevini son derece tabii bir şekilde ve kendiliğinden yapmış olur. Et keserkende besleme çekme Allahın bir emridir. Allah adına kesilmeyen etler yenmez. Bu mesele İslam ümmeti içinde bir çok meselelerin çıkmasın sebeb olmuş ve harici dediğimiz fırkayı dallenin bu konuyu ifsat ederek aşırı gitmesine sebeb olmuştur.
[39][1808] Yemin: Sağ el; bereket; güç, kuvvet ve güzel mevki, yaralayıcı; kişinin bir haberi kuvvetlendirmek veya bir işi yapıp yapmamak hususundaki azim ve iddiaya güç vermek için Allah'a kasem ya da boşama ve köle azadı gibi bir şeye bağlamak suretiyle akit etmesi anlamında bir fıkıh terimidir. Yemin, daha çok Allah'ın isimleri veya zâtî sıfatlarından birisi anılarak yapılan kasem için kullanılır. Kasem ve hılf kelimeleri arasında nüanslar olmakla birlikte "yemin" ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadırlar. Yemin, akitlerde ve husûmetlerde sözü te'kid için meşrûdur. Meşrûiyeti Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnetle sabittir. İslamın ilk başlarında ana babaya yemin edilirdi bu daha sonra yasaklandı.
[40][1809] Müminler, diğer mümin kardeşlerini bırakıp ta düşmanları olan kâfirleri dost ve yardımcı edinmesinler. Dinleri hususunda onlarla samimi olup müslümanların sırlarını onlara aktarmasınlar. Bunu yapanların, Allah’tan bekleyecekleri hiçbir şeyleri yoktur. Allah onlardan beridir. Onlar da Allah’tan uzaktırlar. Ancak kâfirlerden çekinme haliniz müstesnadır. Bu durumda dillerinizle dostluğunuzu söyleyip kalblerinizle onlara düşmanlık besleyebilirsiniz. Allah sizi, kendisinden sakındırır. Ona karşı isyan etmeyin ve düşmanlarım dost edinmeyin. Öldükten sonra dönüşünüz ancak Allah’adir. O, sizleri âmellerinize göre hesaba çekecektir. Bazı müminlerin, Yahudilerden arkadaşları vardı. Onlarla dostluk kuruyorlardı. Sahabilerin bir kısmı bunlara "Yahudilerden uzak durun. Sizi dininizden çıkarıp iman etmenizden sonra sizi saptırmasınlar. Onlarla arkadaşlıktan çekinin" demişlerdi. Buna rağmen, dostluk kuran müminler bu öğüdü dinlemediler ve bunun üzerine bu âyet nazil oldu.
[41][1810] Allah, Peygamberleri bir araya toplayacağı kıyamet gününde veya İsayı göğe kaldırdığı zamanda ona, "Ey Meryemoğlu İsa, insanlara sen mi dedin ki: "Allahın dışında beni ve annemi, kendisine ibadet edilen iki ilah edinin?" İsa da O’na dedi ki: "Ey rabbim ben, böyle bir şeyi yapmak veya konuşmaktan beriyim. Seni bundan tenzih ederim. Benim, hakkım olmayan böyle bir şeyi söylemeye ne haddim var? Çünkü ben de annem de senin yarattığın kullarız. Kulların nasıl olur da rabblık iddiasında bulunabilirler? Şayet ben böyle bir şey söylemiş olsaydım sen onu bilirdin. Çünkü senden hiçbir şey gizli değildir. Sen benim kalbimde gizlediğim şeyleri dahi bilirsin. Açıkça söylediğim şeyleri nasıl bilmezsin? Ben, senin bana bildirmediğin şeyleri bilmem. Şüphesiz ki sen, senin dışında kimsenin bilemeyeceği gizli şeyleri bilensin.
[42][1811] Yüce Allah’ın uluvv ile fevkıyyeti (yani yukarıda ve üstte oluşu) hususunda açık ifadeler taşımaktadır. Bu nasslardan kasıt semada yüce Allah’ı ihtiva eden bir zarfın bulunduğunu anlatmak değildir. Aksine: "fi: ...de, da" birçok ilim ehli ve dilbilginlerinin söyledikleri gibi "ala: üzerinde, ...e, a" anlamındadır ve birçok yerde "fi" edatı "alâ" anlamında da kullanılmaktadır. Yüce Allah’ın: "Ve andolsun hurma dallarına asacağım." (Tâ-hâ, 20/71) buyruğunda olduğu gibi; yahut ta semadan kasıt üst cihettir. Her iki anlama göre de bu buyruklar yüce Allah’ın yarattıklarının üstünde oluşuna dair açık bir nass teşkil etmektedir. Sözü geçen "rukye" (okumak yoluyla hastaya şifa talebinde bulunmak, tedavi etmek) hadisinde rububiyeti, uluhiyeti, isminin takdisi, yarattıklarının üstünde oluşu, şer’î ve kaderî emrinin umumi oluşu belirtilerek O’na senada bulunulmak suretiyle tevessülde bulunulmaktadır. Daha sonra da bütün semavattakileri kuşatan rahmeti vesile olarak zikredilip yeryüzünde bulunanlara da bu rahmetinden bir pay ayırması istenmektedir. Arkasından büyük ve küçük günahların bağışlanması için yalvarılmaktadır. Sonra da yüce Allah’ın kulları arasından hoş ve temiz kimseler olan peygamberler ile onlara tabi olanlar hakkındaki özel anlamıyla rububiyeti vesile kılınmaktadır. Bu rububiyetinin eserleri arasında ise onları din ve dünyanın gizli ve açık nimetlerine garketmiş olmasıdır. Yüce Allah’a bu çeşitli vesileler ile yapılan bir duanın hemen hemen reddi söz konusu olmaz. Bundan dolayı Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu duadan sonra ne kadar hastalık varsa, mutlaka ortadan sildiği Allah’ın şifasını istemek için dua etmiş bulunmaktadır. Bu duasında da yüce Allah’tan başkasına yalvarmak söz konusu değildir. Bu duada Allah’tan başkasına yapılan herhangi bir yalvarıp yakarma yoktur. Birtakım zatlarla, şahıslarla, filanın hakkı, filanın yüzü suyu hürmeti ve buna benzer ifadeler ile vesileler kılan, aracılar koyan, kabir abidleri acaba bunun farkına varırlar mı?
[43][1812] Yüce Allah peygamberi Musa -Aleyhisselam-’a hitab etmekte ve ona kendi tarafından bir sevgi bırakmış olduğunu bildirmektedir. Yani şanı yüce Allah onu sevdiği gibi, mahlukatına da sevdirmişti. Musa -Aleyhisselam-’ın kendi gözü önünde yetişmesini sağladığını ve risaletini Firavun ve kavmine taşımasını sağlayabilecek şekilde terbiye edilip, yetiştirilmesi için gerekli şartları sağlamış olduğunu haber vermektedir. Musa'nın annesi, Firavun'un, İsrailoğulları'nın her doğan erkek çocuğun öldürülmesini emrettiği yılda, Musa'yı dünyaya getirmiş ve Firavun'un, kendi çocuğunu da öldürteceğinden korkmuştur. Bunun üzerine Allah Teala Musa'nın annesine, ya zamanındaki Peygamberler vasıtasıyla veya bizzat kalbine ilham ederek Musa'yı küçük bir sandığın içine koymasını ve onu Nil nehrine bırakmasını bildirmiştir. Musa'nın annesi, Allah Teala'nın, kendisine ilham ettiği şeyi yapmıştır. Firavun her zaman olduğu gibi bir sabah Nil nehrinin kenarındaki sarayının bahçesinde karısı Âsiye ile birlikte otururlarken, nehir, sandığı getirip kenara attı. Firavun sandığın getirilmesini emretti. Sandık getirildi. Firavun onu açtı. İçi beşik şekline getirilmiş bu sandıkta Musa bulunuyordu. Allah Teala Musa'yı Firavun'a sevdirdi. Firavun ve hanımı onu alıp büyüttü. Âyet-i Kerimede: "Musa'yı benim de onun da düşmanı olan biri alsın." buyurulmaktadır. Bu düşmandan maksat, Firavun'dur. Firavun ilahlık iddiasında bulunduğu için Allanın düşmanı olmuştur. Musa'nın büyüyüp Peygamber olmasından sonra kendisini imana davet etmesi üzerine de ona düşman olmuştur. Âyet-i Kerimede "Seni sevimli kıldım" ifadesi zikredilmektedir. Bundan maksat, Allah tealanın, insanların kalblerine Musayı sevme duygusunu yerleştirmesidir. Yahut Musa'yı vücutça yakışıklı yaratmasıdır.Yine âyet-i Kerimede "Seni sevimli kıldım ki, muhafazam altında yetişesin." buyurulmaktadır. Burada ifade edilen muhafaza altında bulundurulmaktan maksat, "Benim iradem ve sevgim ile beslene ve büyüyesin." demektir. Yahut "Bütün hallerinde benim denetimim altında bulunasın." demektir.
[44][1813] "Basîr" de ne kadar ince ve hissedilemez gibi görülse ya da uzak olsa dahi kişi, cisim ve renk türünden görülme özelliğine sahip her şeyi idrak eden demektir. Engellerin, perdelerin onun görmesine olumsuz bir etkisi yoktur. Bu müf’il (veznindeki ism-i faîl) anlamında "fail" veznindedir. Bu da şanı yüce Allah hakkında basar sıfatının kendi zatına layık şekliyle sabit olduğunun delilidir.
[45][1814] "Kendi ellerimle... seni ne alıkoydu?" buyruğu, şanı zatına yakışan bir şekilde gerçek anlamı ile onun sıfatı olmak üzere yüce Allah’ın iki elinin olduğunu ihtiva etmektedir. Ayet-i kerîmede yüce Allah İblis’i elleriyle yaratmış olduğu Âdem’e secde etmediğinden dolayı azarlamaktadır. Burada "iki el"in kudret diye yorumlanması imkânsızdır. Çünkü İblis de dahil olmak üzere herşeyi yüce Allah kudretiyle yaratmıştır. Bu durumda Âdem’in ayrıcalıklı bir konumda olduğunu belirten bir özelliği kalmaz. Aynı şekilde "iki el" in ni’met, kudret veya başka bir anlamda kullanılmaları ancak gerçek anlamıyla iki ele sahib olarak nitelendirilen kimseler hakkında söz konusu olabilir. Bundan dolayı mesela, rüzgarın eli vardır, suyun eli vardır, denilmez.
[46][1815] 4476 nolu rivayette gerekli açıklama yapıldı.
[47][1816] Müslim’deki lafzi manası da şöyledir: “Allah’ın sağ eli dopdoludur. Hiç eksilmez. O, gece gündüz durmadan infak eder. Gökleri ve yeri yarattığı günden beri infak ettiklerini bir düşünün. Bu dahi onun sağ elinde bulunanı eksiltmiş değildir.”
[48][1817] Bu hadiste hem yüce Allah’ın arşının üstünde oluşuna, hem ilminin bütün varlıkları kuşatmasına iman birarada zikredilmektedir. Yakınlığı halinde bile yüce olan, yüceliğinde bile yakın olan Allah’ın şanı ne yücedir! O bütün eksikliklerden münezzehtir.
[49][1818] Kitab ve sünnetteki "yüz" sıfatını isbat eden nasslar sayılamayacak kadar pek çoktur. Bunların hepsi de vechi (yüzü) cihet, mükâfat ya da zat diye tefsir eden Muattıla’nın te’villerinin anlamsız olduğunu ortaya koymaktadır.Hak ehlinin kabul ettiği görüş; vechin zattan ayrı bir sıfat olduğudur. Bu sıfatın Allah hakkında sabit olduğunu kabul etmek yüce Allah’ın -Mücessime’nin belirttiği gibi- birtakım azalardan meydana gelmiş olduğunu gerektirmez. Aksine bu, yakışan şekliyle yüce Allah’ın bir sıfatıdır. Hiçbir yüz O’na benzemediği gibi, O’nun yüzü de hiçbir yüze benzemez. Muattile bu iki âyet-i kerîme’yi yüz’den zatın kastedildiğine delil göstermişlerdir. Zira kalıcılıkta ve sonunun gelmeyişi hususunda vechin herhangi bir özelliği bulunmamaktadır. Bizler böyle bir delillendirmeye şu şekilde karşı çıkıyoruz: Şâyet yüce Allah’ın gerçek anlamıyla bir vechi bulunmamış olsaydı, bu lafız zat anlamında kullanılmış olmazdı. Çünkü belli bir anlam için kullanılan bir lafzın o sıfata sahib olan zat hakkında o lafzın, aslî manası sabit olmadığı sürece bir başka anlamda kullanılamaz. Çünkü zihnin gerektirici olandan, gerekene intikal edebilmesi başka türlü mümkün değildir. Diğer taraftan onların bu mecazi yorumlarını başka bir yolla da çürütmek mümkündür. Burada vech lafzı kullanılıp zat kastedilmiştir, demek yerine, kalıcılık veche isnad edilmiştir. Bu ise zatın da kalıcı olmasını gerektirir, denilir.el-Beyhakî’nin, el-Hattabî’den naklettiğine göre yüce Allah vechi zata izafe edip, sıfatı (celal ve ikram sahibi) da veche izafe ederek: "Celal ve ikram sahibi Rabbinin vechi ise kalıcıdır" diye buyurmuş olması, burada "vech"in zikredilmesinin sıfat olmadığına, buna karşılık "celal ve ikram sahibi" ibaresinin "vechin" sıfatı olduğuna, "vech"’in ise "zat"ın sıfatı olduğuna delil teşkil etmektedir.Yine Ebu Musa el-Eş’arî’nin rivayet ettiği şu hadiste de şöyle denilmektedir: "O’nun hicabı nur yahut nâr’dır. Eğer hicabını açacak olur ise vechinin parıltıları yarattıklarından gözünün ulaştığı herbir şeyi muhakkak yakardı." (Sahih bir hadistir. Müslim, İman, babun fi kavlihî aleyhi’s-selam... (Nevevî, III, 16) “Yüzünün parıltıları”nın nuru ve celali anlamında olduğu söylenmiştir. Bk. Câmiu’l-Usul, 5016)
[50][1819] Ayetin tamamı şöyle: “Güneş, kendine âit bir yer çevresinde akar gider. Bu, dâima gâlib olan ve her şeyi hakkıyle bilen Allah'ın takdiridir.” Yasin 38
[51][1820] Ayet şu; “Nûh şöyle demiştir: Rabbım! Yeryüzünde kâfirlerden tek bir kişi bırakma.” Nuh 26
 
 


 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol