HARUN EBU HUSEYIN - YILDIRIM
  TAHRİF
 
        
 
“Tahrif” kelimesi, “ha-ra-fe” den gelir. “Harf”, bu fiilin masdarıdır; çevirmek, değiştirmek demektir. Harf, isim olarak kullanıldığında harf, kenar, uç anlamlarına gelir. Tahrîf, “bir şeyi uzatmak, sözgelimi, kalemi uzatmak, yani açmak, sivriltmek, kelimeleri harf harf yapmak, yani gerçek anlamından çıkarıp birkaç manaya gelebilecek şekle sokmak” demektir. Bir kelimede harflerin yerini veya bir harfi değiştirme, bozma; bir ibârenin manasını değiştirme anlamına gelir. Daha çok, ilâhî kitaplar üzerinde herhangi bir kelimenin bile bile değiştirilmesi için kullanılır. Tahrif edene “muharrif”, tahrif edilen şeye de “muharref” denir.
Kur’an’ın tahrif konusundaki âyetlerinde bu olayın nasıl gerçekleştiği açıklanmaktadır. Tevrat ve İncil gibi Allah tarafından gönderilen Kitab’ın âyetleri, gerçek anlamından çıkarılmaktadır. Kelimelerle esas kastedilen manayı öteye beriye çekmek, âyetlere yersiz manalar verip anlamsız te’villerde bulunmak, kısaca kendi dâvâlarının aksini belirten kelime ve âyetlerin manalarını değiştirmek, ayrıca âyetlerin bizzat metinlerinde de değişiklik yapmak sûretiyle Kitap tahrif edilmektedir. Kur’an’ın metni Allah tarafından korunmaya alınmıştır:
O zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik; elbette onu yine Biz koruyacağız.” (Hıcr: 15/9)
Buna rağmen, aynı hâdise, Kitab’ın lafız veya metninde değişiklik yapmanın dışında, belli ölçülerde İslâm ümmetinde de cereyan etmiştir. Çünkü Kur’an’ın geçmiş ümmetlerden, özellikle İsrâiloğulları ve hıristiyanlardan söz eden âyetleri İslâm ümmetine bir bakıma kesin bir ikaz mâhiyetindedir.
İslâm dinine göre birkaç çeşit tahrif vardır:
1) Bir kelimenin bazı harflerini yanlış telaffuz ederek ona başka mana vermek,
2) Bir hadis veya ayete tefsir yoluyla değişik mana vermek,
3) Metinler arasında bile bile değişiklik yaparak Kur'anı-ı Kerim ve Hadis-i Şerif'lerde mevcut olmayan bir kelimeyi metinlere eklemek suretiyle varmış gibi göstermek.
Dinî bir metnin aslını bozma ve değiştirme anlamına gelen tahrif, islâm literatüründe genellikle Tevrat ve İncil'in geçirdiği değişiklikler ve aslının bozulmasını ifade için kullanılır. Yapılan araştırmalar Tevrat'ta, Allah'ın kelamı olarak kabul edilebilecek az sayıda ibare ve bölümün bulunduğunu ortaya koymuştur. İlâhî metin olma niteliğindeki bu az sayıda ibare ve bölüme de haham, kâhin ve Yahudi müfessirleri tarafından söz, hikâye, vaaz ve telkinler ilâve edilmiştir. Bu bakımdan, ilâvelerin ayıklanarak aslî metnin ortaya çıkarılması oldukça zordur.
 Musa, İsrailoğullarından verdiği talimatlara uymalarını, Allah'ın emir ve yasaklarını gelecek nesillere öğretmelerini, evde olsun, yolda olsun, her oturuş kalkışta bunlardan söz etmelerini ve Tevrat'a iyi sahip olmalarını istemiş, onlardan söz almıştı. Fakat onlar Musa'nın samimi nasihatini ciddiye almadıkları gibi, Tevrat'ı muhafaza ve nesilden nesile intikal ettirmek görevini de yerine getirmemişlerdir. İsrailoğulları tâ başından beri Allah kelâmı olan Tevrat'a daima ilgisiz kalmışlardır. O kadar ki, Musa'dan yediyüz yıl sonra Kudüs'teki Süleyman Mâbedi'nin Baş râhibi ile dönemin hükümdarı, kendilerine Allah tarafından Tevrat adında bir kitabın verildiğinden nerede ise haberleri bile yoktu.
Tevrat'ın nesilden nesile sağlam bir şekilde intikali konusunda Yahudi din adamlarının en büyük suçu, bu ilâhi kitabı okuma keyfiyetini kendi tekellerine almış olmalarıdır. Bundan dolayıdır ki Tevrat Yahudi halkının bildiği ve okuduğu bir kitap mahiyetini alamamış, halk bu Allah Kelâmından kopuk yaşamıştır. Daha sonraları Yahudiler arasında bid'at ve cehalete dayanan uygulamalar ortaya çıkınca, din âlimleri bir yandan bid'at ve cehaletle mücadeleye girişmiş, bir yandan da bozuk inanç ve uygulamalara karşı Tevrat'tan kanıtlar bulmaya çalışmışlardı. Tevrat'tan kesin cevap bulamadıkları hususları da bizzat kendileri Tevrat'a eklemişlerdir.
Yahudi âlim ve hahamları, kesin cevap bulamadıkları noktalarda Tevrat'ı yalnız kendi anlayışları doğrultusunda yorumlamakla kalmamışlar, uygun gördükleri metinleri ekleyerek bazı yerleri de çıkarmışlardır. Sonuçta bu ilâve ve çıkarmalar gerçek Tevrat'ı tanınmaz hale getirmiştir.
Aynı tür bir tahrif hadisesine diğer ilâhi kitap olan İncil'de de rastlanmaktadır. Hristiyan râhipleri kendi yorum ve hayal mahsulü düşüncelerini, kendi ictihadları doğrultusunda geliştirdikleri din anlayışlarını Allah'ın kelâmı olan İncil'e ekleyerek bu ilâhî kitabı âdetâ anlaşılamayacak hale getirmişlerdir. Kur'an-ı Kerim, Yahudi ve Hristiyan din adamlarının ilâhi kitaplar üzerindeki bu çirkin tasarruflarını şöyle açıklıyor:
"Ey iman edenler! Biliniz ki, hahamlardan ve râhiplerden bir çoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah yolundan engellerler..." (et-Tevbe, 9/34).
Bu ayetten anlaşıldığı üzere hahamlarla râhipler, mukaddes kitaplardaki ayetleri dünya menfaati karşılığında da değişmişler veya hükmünü kendilerine göre yorumlamışlardır. Bunlar özellikle Muhammed'in Peygamberliğiyle ilgili ayetleri tahrif etmişler, Kitab-ı Mukaddes'in, İsa'dan sonra Muhammed'in geleceğini müjdeleyen ayetlerini yok etmeye çalışmışlardır.
Tevrat'ın dinî hükümleri üzerinde de tahrifler yapılmıştır. Bilindiği üzere Hayberli Yahudiler, zina eden evli bir erkekle evli bir kadın hakkında hüküm vermesi için Peygamber'e gelmişler, o da suçluların recmedilmeleri gerektiğini, Tevrat'ın da bunu emrettiğini söylemiştir. Yahudiler ise bunu bildikleri halde o hükmü fakir ve kimsesizlere uyguluyor, aynı suçu işleyen zengin ve mevki sahibi kişileri de kırbaç cezasıyla veya eşeğe ters bindirerek halk arasında dolaştırıyorlardı. Böylece Yahudiler Allah'ın kitabından yüz çevirerek işlerine geleni alıyor, dolayısıyla da şeriatı tahrif ediyorlardı.
 
 
Kur'ân-ı Kerim, yahudi ve hıristiyanların birçok yanlış ve sapık davranışlarından söz eder. Üzeyir ve Mesih'i ilâh olarak kabul etmeleri gibi. Bu affedilmez yanlışlarının başında tahrif gelir. Onlar, kutsal kitaplarını değiştirmekten, hükümlerini gizlemekten, atmalar ve katmalarla tahrif etmekten uzak durmamışlardır.
Kur'anî ifadeler, hıristiyan ve yahudilerin kitaplarını tahrif ettiklerini, yer yer kendi elleriyle yazdıklarını açık ifadelerle belirtiyor. Bir tahrif çeşidi olarak ehl-i kitap, Allah'ın indirdiği Kitaptan Muhammed'in (s.a.s.) vasfını dünyevî menfaatlerinden dolayı gizlemişlerdir:
 
              
Öyle oldu ki artık Allah'ın kutsal kitabı olan Tevrat, din adamları ve hahamlar elinde bir taslak, bir oyuncak oldu. Bu kimseler, Allah'ın kitabını kendi hevâ ve istekleri, kendi felsefe ve sapık inançları doğrultusunda istedikleri gibi nesh ediyorlardı. Nesh ederlerken, mensuh âyetler yerine kendi hezeyanlarını yerleştirerek tahrifi pekiştiriyorlardı. Bu din adamları, menfaatleri istikametinde her türlü bâtıl tefsir ve te'vil hakkına sahiptiler. Her çeşit ekleme ve çıkarmalar için kendilerini yetkili görüyorlardı. Bütün bu yapılanlar yetmiyormuş gibi, "bunlar Allah katındandır" diyerek tahriflerini tescillendiriyorlardı. Böylece, birçok felsefecinin, tarihçinin, müfessirin, yorumcu, bid'at ve hurâfeci masalcının görüşleri mukaddes kitaba sokularak Allah'ın kelâmı oluverdi. Bu saçmalıklar Allah'ın kelâmı oluverince de kim bunlara karşı çıktıysa hemen dinden çıkmış sayıldı.
İsrâiloğullarının birçok açık hakikatleri inkâr ettiklerini veya tahrif edip değiştirdiklerini görürüz. Muhammed'in vasfını Tevrat'tan kaldırmaları "İbrahim (a.s.) bizim dinimiz üzeredir" diyerek ona iftira etmeleri, kendi yorumlarını "bu Allah'ın Kitabındandır" diyerek Allah'a iftirada bulunmaları, onların kelimeleri yerlerinden oynatarak tahrif etmeleri Kur’an’da vurgulanır. 
İsrâiloğullarının peygamberlerine Allah tarafından indirilen Tevrat'ı Kur'an tasdik eder. Tevrat'ı bir nur ve öğüt, hidâyet kaynağı, bir hidâyet ve rahmet olarak vasıflandırır. Buna karşılık Kur'an, Tevrat'ın tahrif edildiğini de haber verir. Onlar Kitabı elleriyle yazıp 'bu Allah katındandır'diye yalan söylemektedirler. Allah'ın kelâmını değiştirmektedirler. Kelimeleri konuldukları anlamlardan çıkarmaktadırlar. Vahyi gizlemektedirler. Vahyi ciddi muhafaza etmeyip unutulmaya terk etmektedirler.
Tevrat'ın tahrif edildiğini anlamak için derin bir araştırma yapmaya ihtiyaç yoktur. Tevrat satırları arasında yapılacak kısa bir gezinti, bu kitabın tahrifine dair birçok örneği gözler önüne serecektir. Tevrat'ta Allah'a oğul isnâd edilir. Allah'ın, yiyip bitiren bir ateş olduğu ifade edilir. Allah'a yorgunluk isnâd edilir. Allah'ın, Yakub'la güreşip ona yenildiği gibi komik hikâyeler aktarılır.
İftira edilen sadece Allah değildir. Onun peygamberleri de türlü iftiralara uğrar Tevrat'ta: Âdem, Allah'ın dilinden ilâhlaşmış biri gibi tanıtılarak hem Allah'a hem Âdem'e iftira edilir: "İşte Âdem iyiyi ve kötüyü bilmekte bizden birisi gibi oldu." Nuh'a içki içiren kızlarının onunla zina ettikleri ve öz kızlarının bu peygamberden hamile kaldığı söylenir. Yine aynı peygambere yapılan bir başka çirkin isnat da torunu Ken'an tarafından sarhoşken tecavüze uğradığıdır. İbrahim de Tevrat'taki iftiralardan payını alır. Bu yüce peygamber, hanımı Sâra'yı kendi elleriyle Firavun'a peşkeş çeken biri olarak gösterilir.
 Yakub, Allah'a başkaldıran ve onu azarlayan biri olarak gösterilir.  Harun, Tevrat'a göre altın buzağı putunu yapıp buna tapılmasını emreden biridir.  Dâvud, Uriya adlı bir komutanının hanımıyla zina eden, ondan gayrı meşru çocuk sahibi olan ve onunla evlenmek için kocası Uriya'ya komplo kurarak öldürten bir zorba olarak takdim edilir. Süleyman, hanımlarından putperest olanların oyununa gelerek puta tapan biri olarak gösterilir.
Bu tür bir tahrif yönteminin farklı bir biçimde günümüz İslâm toplumları arasında da revaçta olduğunu müşâhede ediyoruz. Belki peygamberlerine yahudileşen İsrâiloğulları gibi doğrudan iftira etmiyorlar, lâkin ne hayatlarıyla, ne davranışlarıyla ve ne de duygu ve düşünceleriyle peygamberi hatırlatan "örnek" olabiliyorlar. Aksine "örneği" unutturuyorlar. Dinin özünü değiştirip peygamberin hâtırasını tahrif ediyorlar. Böylece peygamberlerini mânen "öldürmüş" oluyorlar. Tabii bu da peygamberlere yapılabilecek dolaylı bir hakaret anlamına geliyor. Bir gün birileri çıkıp peygamberlerine ve onun yakınlarına en olmadık iftiraları yakıştırıp, ağıza alınmayacak küfür ve ithamlarda bulununca, aynen İsrâiloğulları toplumu gibi "neme lazımcılıkla" sineye çekiyorlar.
Tevrat'ın tahriften korunamamasının temel sebebi, Allah'ın onu korumayı benî İsrâil âlimlerine vermiş olmasıdır:
"Rabbânîler ve ahbâr da Allah'ın kitabını korumakla görevlendirildikleri için, onu koruyup kolluyorlardı. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun da âyetlerimi basit bir ücret karşılığı satmayın. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir." (Mâide: 5/44).
Ne ki, Allah'ın Tevrat'ı koruma işini kendilerine emanet ettiği İsrâil oğulları âlimleri Allah'tan korkmayıp emanete ihanet ettiler. Görevlerini yerine getirmediler. Allah'ın hükmü ile hükmetmediler. Dolayısıyla Allah'ın hükümleri ve o hükümlerin içinde yer aldığı vahiy unutuldu.
 
 
“Biz hıristiyanlarız’ diyenlerden de kesin söz almıştık ama onlar da kendilerine zikredilenin (verilen öğütlerin veya Kitabın) önemli bir bölümünü unuttular. Bu sebeple kıyâmete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.” (Mâide: 5/14)
İlk hıristiyanlar da yahûdilerin amansız takipleri ve işkenceleri karşısında darmadağınık yaşamışlar, Allah tarafından İsa’ya vahyedilen İncil’i muhâfaza edemeyip kaybetmişlerdi. Milâdî üçüncü asrın başlarında Roma imparatoru Kostantin’in hıristiyanlığa meyletmesinden sonra rahatlayan hıristiyanlar, mukaddes kitaplarını yazmaya teşebbüs etmişler, bunun neticesinde ortaya, birbirini tutmayan yüzlerce İncil çıkmıştır. İsa’nın yolundan çıkan, Allah’a verdikleri sözde durmayan hıristiyanlar böylece ihtilafa düşmüş, ayrı dinlermiş gibi mezheplere bölünmüş, asırlarca birbirleriyle didişmişlerdir.                                
Bugün hıristiyanların ellerinde bulunan Ahd-i Cedîd, yani Yeni Sözleşme adındaki İncil; Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncillerinden ve Peygamberlerin İşleri adlarını taşıyan beş kitaptan oluşmaktadır. Bu kitaplar incelendiği zaman onların birbirlerini yalanlayan, akla mantığa ve tevhide aykırı bölümlerle dolu olduğu görülür. Buna mukabil İncillerin yazılışlarına bir yönden benzettiğimiz hadislerin arasına yalan haberlerin girmemesi için İslâm âlimleri kılı kırk yararcasına çeşitli metodlar geliştirmişler ve sahih hadisleri diğerlerinden ayırmışlardır. İnciller, sahih hadislerin bu titiz yazılışından yoksun bir şekilde kaleme alınmıştır.
İncillerin İsa’nın ref’i ve ondan sonraki olayları anlatması, onların tahrif edildiğinin ve birçok şeyin onlara eklendiğinin göstergesidir. Zaten bugün birden fazla İncil’in mevcut olması ve bu İncillerin birbirlerini yalanlar türden haberlerle dolu olması, onların tahrif edildiklerinin bir başka isbatıdır. Bütün müslümanların ve akl-ı selim sahibi herkesin sahip olduğu kanaate göre Allah’ın vahyinde çelişki bulunamaz. İnciller üzerinde kesinlikle tasarruf ve tahrif yapılmıştır. Bunu yapan hıristiyan kilisesi İsa’nın hayatını ve öğrettiği dinî esasları nakleden kitapların çoğunda son derece önemli budamalar yapmıştır. Kilise, Yeni Ahid içinde sadece sınırlı sayıda kitaplar alıkoymuştur. Bunların en önemlileri resmî dört İncil, yani Matta, Markos, Luka ve Yuhanna'dır.
Tabiatıyla İncillerin çokluğu neticede onun tahrif edilmesinden kaynaklanıyordu. Kur’an bu tahrifi yapanları şöyle kınamaktadır.
“Allah, Kitap verilenlerden onu insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz diye ahid almıştı. Onlar ise İncil’i arkalarına atıp az bir değere değiştirdiler. Onların alış verişleri ne kötüdür.” (Âl-i İmrân: 3/187)    
 İsa’nın yaptığı tebliğatın tek bir İncil’de bulunması gerekirdi. Kilisenin ve bu arada Roma devletinin yazılması için sipariş verdiği İncillerin İsa’nın tebliğ ettiği Kitap olamayacağı açıktır. Bütün bu gerçeklere rağmen hıristiyanlar tek bir İncil’in varlığını kabul etmeyip onları iki grupta ele alırlar. Birinci gruba ilk üç İncil (Matta, Markos, Luka) girmektedir. İkinci gruba ise Yuhanna İncili girmektedir. Bu üç İncil, Yuhanna İncilinden çok farklıdır. Kendi aralarında da bir insicam yoktur. Zaten bu kitapları okuyan bir kişi, onlardaki çelişkileri kolayca görebilir.
  
 
 
Tarihte yahudi din adamları ve hahamları kutsal kitap olan Tevrat üzerinde nasıl oynamışlarsa, bugün de korumasız kalmış ülkelerdeki durum aynıdır. Günümüzde de son kitap olan Kur'an üzerinde benzer tahrifatlar, kasıtlı ve yanlış yorumlarla yapılmaktadır. Din sahipsiz kalınca, bütün işler resmî din kurumlarına terkedildi. Bu teşkilâtların bağlı olduğu otorite hangi dine ve ne tür bir düzene ve hangi yasalara bağlıysa, din teşkilâtı da o dine bağlı sayılacaktır. Yani bu kurumların İslâm'a, Kur’an’a, müslümanların haklarına sahip çıkması bu şartlarda mümkün değildir. Kaldı ki böyle bir görev de zaten onlardan beklenemez. Bu toplumlarda bu derece sahipsiz kalan dini, her isteyen etkin kişi, istediği gibi tahrif etmeye başlar. Din ve Kitap üzerinde o kadar oynanıyor ki, hakkı hâkim kılmak ve sadece Allah’a kulluk için gönderilen din, özellikle laik ülkelerde, artık statükoyu ayakta tutma ve zorluklar esnasında zâlim yönetimlere koltuk değneği olma görevi görüyor. Her canı isteyen, istediği şekilde Allah'ın âyetlerini amacı dışına çıkarıyor, istismar edebiliyor. Yani Allah'ın vahyi, hevâ ve isteklere göre yorumlanıp şekillendiriliyor.
İşte din, böyle garip bırakalınca, düşmanlar tarafından bid'at, hurâfe, israiliyat ve şirk unsurlarından niceleri Hak Dine katılmaya başlandı. Ve yıllar sonra da bunlar İslâm'dan sayıldı ve câhil halka dinin esası gibi sunulmaya çalışıldı. Bunların Kur'an ve sahih sünnete göre yeniden sağlamasını yapıp bâtıl ve hurâfeleri ayıklamak, ilim sahibi mü'minleri beklemektedir. Bu çok zor görünse de mutlaka yapılmalıdır. Bizim Ehl-i Kitap'tan farklı bir yönümüz vardır ki o da Allah kelâmı olan Kur'an'ın dokunulmazlığı, Allah tarafından korunmasıdır. İşte bu konum itibarıyla biz yeniden Kitabımız'a sahip çıkabiliriz. Yeter ki bu bilinci kazanalım, yeter ki bu konuda yeterince formasyona sahip olalım.
Mûsâ ümmetinin Tevrat'a yaptığının benzerini Muhmmed ümmeti de Kur'an'a yaptı. Onu taşıması ve iki ayaklı Kur'an olması gerekenler Allah'tan değil de, yöneticilerden korktukları için görevlerini ihmal ettiler. Toplum içerisinde hükmedilmek için indirilen âyetler, para karşılığı ölülere okunmaya, muskalar yazılmaya, anma günlerinde "müsekkin" olarak kullanılmaya başlandı. Ümmet-i Muhammed, ümmet-i Mûsâ gibi yahudileşme temâyülüne kapılsa da, Kur'an'ın metni, Tevrat gibi tahrif edilemedi. Çünkü bu iki kitap arasında bir fark vardı. Allah Tevrat'ın korunmasını İsrâiloğulları âlimlerine tevdî etmişken, Kur'an'ın korunmasını bu ümmetin âlimlerine bırakmayıp bizzat kendisi üstlenmişti:
"Elbette Biz, Biz indirdik Zikr'i (Kur'an'ı) ve elbette onu koruyacak olan da Biziz." (Hicr: 15/9).
 
 
Kur'an, Tevrat'ın tahrifini ifade ederken, tahrifin hangi şekillerde yapıldığını farklı kavram ve terimlerle ifade eder:
 
 
Tahrif, "geri dönmek, yolu değiştirmek, yoldan çıkmak, bozmak, eğilmek, ayağı kaymak" anlamlarına gelir. Kur'an'da hepsi de yahudileşenler için kullanılır:
"Allah'ın kelâmını tahrif ediyorlar/kökünden bozup değiştiriyorlar." (Bakara: 2/75)
"Kelimeleri konuldukları mânâdan tahrif ediyorlar/çıkarıyorlar." (Nisâ: 4/46; Mâide: 5/13, 41)
Tahrifin bu çeşidini yahudiler sık sık yapıyorlardı. Kur'an'dan öğrendiğimize göre, Rasulullah'a gelip "bizi dinle" diyorlar, hemen arkasından da "dinlemez olasıca" gibi hakaret ifadesini ekliyebiliyorlardı. "Bizi gözet, kolla" manasına gelen "râınâ" ifadesini, dillerini ayın harfinde kırarak “çobanımız” anlamında "raînâ"ya çeviriyorlardı. "Hıtta" yani, "Ya Rabbi bizi affet" demeleri gerekirken, "buğday" anlamına gelen "hınta" dedikleri de bu örnekler arasındadır. Peygamberimiz döneminde Medine yahudileri de bu tahrifi gündelik hayatlarında bile yapıyorlardı. Âişe'nin şahid olduğu bir olaydan öğreniyoruz ki, onlar Rasülullah'a verdikleri selâmda dahi tahrifat yaparak "es-selâmu aleyküm" yerine "es-sâmu aleyküm" (kahrol) kelimesini geveliyorlardı.
Benzer tahrifler, esefle kaydedelim ki, bazı müslüman bilginler tarafından da yapılabilmektedir. Bazı müslüman âlimlerin kelimeleri ve harfleri değiştirerek yaptıkları tahrife ilginç bir örnek verelim:
"De ki, ben de yalnızca sizin gibi bir insanım" (Kehf: 18/110) âyetindeki "innemâ" daki "mâ"ya olumsuz anlam vererek, âyeti "De ki, ben sizler gibi (sıradan) bir insan değilim" gibi tam tersi bir manaya tahrif etmişlerdir İlginç olan da şudur ki, Kur'an'ın anlamında bu açık tahrifi yapanlar, Peygamber'i yüceltme adına bu cinayeti işliyorlardı.
 
 
Değiştirerek tahrif etmek manasına gelen tebdil, Kur'an'da iki yerde geçer:
"Onu kendilerine söylenenden başka bir sözle değiştirdiler." (Bakara: 2/59).
"Kelâmı, kendilerine söylenmeyen bir lâfla değiştirdiler." (A'râf: 7/162).
Bu tip tahrif Kur'an'da görülmez. Ancak aynı tipte tahrif, aynı gerekçelerle hadis külliyatında çok görülür. Açıklama ve şerhlerin sonradan hadisin metnine dahil edildiğinin sayısız örnekleri vardır. Bu türden rivayetlere hadis ilminde "müdrec" denir. Bazılarınca tek lafzî mütevâtir olarak anılan "Kim benim adıma yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın." hadisine belki de öncekilerin tefsir olarak düştüğü "müteammiden (kasıtlı olarak)" notunun, sonradan metne eklenmesi bunun en çarpıcı örneğidir.
 
 
İsrâiloğulları Musa'ya indirilen kitabın çoğunu gizliyorlardı. Kitaptaki delilleri ve hidayeti gizliyorlardı. Kitap ehlinin gizlediği ilâhî bilgilerden birçok şeyi Kur'an açıklıyordu. Bile bile gerçeği gizliyorlardı.
 
 
Kendilerine gönderilen vahiyle hükmetmeyip onu unutulmaya terkediyorlardı.
"Uyarıldıkları şeyden bir payı unuttular." (Mâide: 5/13).
 
 
Uydurdukları yalanları, ya da tefsirleri bir müddet sonra Kitab'ın metnine ilâve ediyorlar, sonraki kuşaklar onu da Kitab'ın metninden zannediyorlardı. Her tahrif, "tahlit"i (karıştırma) beraberinde getiriyordu. Kur'an buna dikkat çeker:
"Ey ehl-i kitab, niçin hakka bâtılı karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?" (Al-i İmran: 3/71).
Aynı tip tahrifi müslümanlar da kendi şeriatlarında yaptılar. Hadis uydurmacılığı bunun en tipik örneğiydi. Allah'ın koyduğu haramlarla yetinmeyip uydurma hadislerle yeni haramlar ihdas ettiler. Allah tarafından korunmuş kitaplarının tahrif olduğu sonucunu doğuracak yalan rivayetleri en güvenilir kitaplarına (tefsirlerine, hadis kitaplarına) aldılar. Selman Rüşti ve Turan Dursun gibi kendi inancına düşman edilmiş zavallıların elinde İslâm'a karşı kullanacakları birer koza dönüşecek "Garanik" türü rivayetlerle doldurdular kitaplarını.
Nâsih-mensûh ile ilgili tefsir ve te'vil adı altında nice tahrifat içinde Kur'an'a yaklaşımlar söz konusudur.
Müslüman İsrâiloğullarının yahudileşme alâmetleri, ümmet-i Muhammed içerisinde de tezahür etmiştir. Bunların başında din âlimlerinin Kitab'ı birtakım gerekçelerle keyfî yoruma tâbi tutmaları gelmektedir. Bu eğilimin günümüzdeki temsilcileri, Allah'ın hükmüyle hükmetmemek, faiz, zina, içki, piyango, heykel ve tesettür gibi konularda tam bir yahudileşme temayülü sergilemektedirler. Özellikle Bel'am kılıklı âlim müsveddeleri âyetleri işine geldiği gibi yorumlayarak tahrif etmeye çalışmaktadırlar.
"Yoksa, siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?" (Bakara: 2/85)
Sünnetin tahrifi ve İsrâiliyât (hem yahudi ve hıristiyan kaynaklarından ve hem de modern hurâfeler/çağdaş İsrâiliyat) tahrif ve tahripleri insanımızın zihinlerini ve gönüllerini allak bullak etmeye yetmiştir. Çağdaş tahrif akımlarından Bahâilik, Kadıyanilik, Hurufîlik, Ebcedcilik, Cifircilik, Ondokuzculuk, İskender-i Ekber taraftarları, devlet âlimi (kapıkulu ulemâsı) olan Bel'amlar, modernist muharrifler (reformcular) ve daha niceleri sayılabilir.                   
 
 
Hıristiyanlar ve yahûdiler, dinlerini daha çok ekonomik sebepten, dünyevîleşme ve dini geçimlerine âlet etmekten dolayı tahrif ettiler. Yahûdiler gibi altına tapmak, hıristiyan batılılar gibi kapitalizmin sömürü çarklarını çevirmek, onlara benzemek olduğu gibi, hak dini de aynen onlar gibi tahrif etmeye sebep olacaktır. Kur’an, bu konuda çok hassas olmamız gerektiğini hatırlatmak için ısrarla onların yoluna uymamamızı emreder ve onların tahrif yoluna nasıl girdiklerini ibret almamız için belirtir.
"Ey iman edenler, (biliniz ki) hahamlardan (yahudi bilginlerinden) ve (hıristiyan) râhiplerden birçoğu insanların mallarını bâtıl/haksız yollarla yerler ve onları Allah'ın yolundan men ederler. Altın ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlara hemen acıklı bir azabı müjdele!" (Tevbe: 9/34)
Burada dikkati çeken bazı noktalar vardır:
Bâtıl yollarla insanların mallarını yiyenler, bazı din bilginleridir ve bu iş için bu vasıflarından yararlanmaktadırlar. Bu yollarla insanların mallarını yemeleri, onları aynı zamanda Allah'ın yolundan da uzaklaştırmaktadır. Yani bu yolla malını kaybeden insan, yolunu da sapıtmaktadır. Din adamlarının bu yola girmelerine sebep, maddî ihtiraslarıdır; altın ve gümüş, yani para biriktirme arzularıdır. Hıristiyan ve yahudilerdeki bu anlayışların taklit edilmesiyle ilgili meşhur hadis-i şerifi hatırlatalım:
"Sizden öncekilerin yollarına karış karış uyacaksınız. Hatta onlar bir keler/sürüngen deliğine girseler, siz de onların arkasından gireceksiniz."  Biz,
Yâ Rasûlallah, yahudilerle hıristiyanlara mı? dedik.
"Ya kime (olacak)!?" buyurdu.
Bu takip ve taklid, Allah'ın kitabını kazanç konusu yapmada olduğuna göre, yahudiler, konumuzla ilgili âyet-i kerimeye yegâne muhatap olmaktan çıkmış olmalıdırlar. Hitap, aynı anda, takibi karış karış sürdüren müslümanlaradır da:
"Elinizdekinin (Tevrat'ın) aslını tasdik edici olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin! Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız Benden korkun. Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilip dururken hakkı gizlemeyin. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin. (Ey bilginler!) Siz Kitab'ı okuyup gerçekleri bildiğiniz halde, insanlara iyiliği emrediyor, kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmayacak mısınız?" (Bakara: 2/41-44)
Âyetleri az bir paha (semen-i kalîl) karşılığında satmak... Hakkı bâtıl ile karıştırmak... Gerçekleri gizlemek... Dosdoğru namaz kılmamak... Zekâtı vermemek (paraya hırslı olmak)... Başkasına  doğruyu emrettiği halde, kendini (kendi çıkarı için) unutmak... Ve bunların hepsini Kitab'ı okuyup dururken yapmak da söz konusu takip ve taklidin tamamlayıcılarından sayılabilir.
Tahrifin ve hurâfeciliğin ikinci bir sebebi de, siyasal sebeplerdir. Bu da, yine bâtıl zihniyetlerin yönetim anlayışlarını aynen almak ve Allah’ın hükmü yerine, bâtıl yönetimin her çeşit kurallarına mutlak bir şekilde uymak şeklinde olmaktadır. Bâtıl yönetime ve zâlim tâğutlara itaat için hak din en önemli engel olduğu için din, uydurma te’villerle tahrif edilmeye çalışılacak veya hak gizlenecektir. Hakkın râzı olduğu din, halkın ve tâğutların râzı olacağı şekilde çarpıtılacaktır ki, bu da dine bid’at ve hurâfelerin, hatta açıkça şirk unsurlarının katılmasıyla veya bazı hakikatlerin örtbas edilip yok sayılmasıyla gerçekleşecektir. İşte dine bu müdâhele, atma ve katma, tahrif kavramıyla ilgilidir ve hak dine en büyük ihânettir.
 
 
 
Tahrif ve hadis uydurmacılığı bahsinde önemli bir konu da İsrâiliyyât’tır. İsrâiliyyât, önceleri İsrâiloğulları kaynaklı tüm rivâyetlere verilen bir isimken, daha sonra İslâm kültürüne (daha doğrusu bazı müslümanların kültürüne) girmiş tüm yabancı kaynaklı bilgilerin ortak ismi haline gelmiştir. İsrâiliyyât kaynaklarının başında Tevrât ve onun şerhleri gelir.
Uydurma olduğu kesin olan İsrâiliyyâta karşı Rasûlullah’ın tavrına şu rivâyet delildir: Rasûlullah’a elinde İsrâiloğullarına ait kitaplardan –ki bu kitap, bazı hadis şârihlerinin zannettiği gibi Tevrat değildi, baştan sona uydurma rivâyetler içeren yahûdi sözlü geleneğinin kaynağı olan Mişna adlı bir kitaptı- biriyle gelen Ömer’i Rasûlullah kızmıştı.
Kur’an’ın ve sünnetin yaklaşımı esas alınarak İsrâiliyyât, üç kısımda değerlendirilir:
1) Doğruluğu tasdik edilen İsrâiliyyât,  
2) Yalan olunduğundan emin olunan İsrâiliyyât,
3) Doğru ya da yalan olduğu bilinemeyen İsrâiliyyât. Kur’an, Tevrat’ın mihenk taşıdır. Kur’an’ın kabul ettikleri doğru, reddettikleri yalan, sükût ettikleri ise meçhuldür. Meçhul rivâyetler karşısında tavrımızın ne olması gerektiğini Rasûlullah açıklamıştır:
“Kitap ehlini ne yalanlayın, ne de tasdik edin. Deyin ki: ‘Allah'a ve Allah’ın bize ve size indirdiği âyetlere iman ettik.”
Rasûlullah, müslümanlara yaptığı bu tavsiyeyi (her konuda olduğu gibi) önce kendi tutmuş, kitap ehlinin Tevrat’tan İbrânice okuyup da Arapçaya çevirerek anlattıkları kimi hikâyeleri sadece dinlemekle yetinmiştir.
 
 
Bugün, İslâmî kültürü tehdit eden, eski İsrâiliyyât değil; adı İsrâiliyyât olmayan ve çoğu kimsenin dikkatini çekmeyen çağdaş İsrâiliyyâttır. İsrâiliyyât, bizce “tahrif kültürü”nü sembolize eden bir isimdir. İslâm kültürünü tahrife yönelen her kültür, “isrâiliyyât” kapsamına girer. Bu yüzden orta çağda İslâm kültürünü istilâ eden Yunan felsefesi de döneminin isrâiliyyâtıydı. Her yabancı kültür gibi girdiği kültüre hem katkıda bulundu, hem yozlaştırdı. Yüzyıllardır boşu boşuna tartışılan ve “imanın kelâmlaşması” demeye gelen Allah’ın sıfatları meselesi, dünyanın “kadîm/hâdis”liği meselesi, “haşir” meselesi, “cüz’ü lâ yetecezzâ” meselesi hep bu kültürün İslâm kültürüne etkisiyle ortaya çıkan incir çekirdeğini doldurmayan meselelerdi.
Bugünün en tehlikeli isrâiliyyâtı çağdaş ideolojiler ve sistemlerdir.Marksizm, sosyalizm, şövenizm, kapitalizm ve Kemalizm birer isrâiliyyât olduğu gibi, pozitivizm, materyalizm, sekülarizm ve laisizm gibi felsefî ve siyasî akımlar da bugünün İslâm kültürünü ve hatta varlığını ciddi bir biçimde tehdit eden isrâiliyyâttır. Türk-İslâmcılık, İslâmî sol, İslâm sosyalizmi şimdilerde moda olan laik İslâm da “hakkın bâtılla karıştırılarak” bir tür “düşünce şirki” elde edilen yahûdileşme ve gâvurlaşma temâyüllerindendir. Bu gibi düşünce şirklerine fetva tedarik etmekle görevlendirilen resmî din adamları taifesiyle Kur'an’ın “hakka bâtılı karıştırıp bile bile hakkı gizledikleri” için kınadığı yahûdileşmiş din adamları arasında garip bir ilişki var.
Bugün iletişim organları sayesinde çağdaş teknoloji muazzam bir hurâfe haline getirmektedir. İnsanlar makinelerde, onlarda olmayan birtakım güçler vehmeder olmuşlardır. Çağdaş isrâiliyyât, “yazılı âyetler” dışındaki üç âyeti de tahrife yönelmiştir.
1) İnsanın tahrifi: Allah’ın âyetlerinden bir âyet olan insan, hem fiziğiyle hem metafiziğiyle tahrip edilmekte, kitlesel imha silâhlarıyla bedeni tehdit altındayken, kitle iletişim araçlarıyla da duygu ve düşüncesi tahrip ile karşı karşıya kalmaktadır.
2) Olayların tahrifi: Yine, Allah’ın âyetlerinden bir âyet olan “âyât-ı hâdisât” da yahûdi kartellerin elinde tuttuğu uluslararası medya tarafından tahrif edilerek insanların haber alma emniyeti katledilmektedir. Olaylar, olduğu gibi değil; haberi aktaranların istediği gibi, tahrife uğrayarak insanlara sunulmaktadır.
3) Tabiatın tahrifi: Allah’ın âyetlerinden dördüncüsü olan “âyât-ı kâinât”, yani tabiat, teknoloji adlı canavarın tahrifine uğramakta, ekolojik ve biyolojik denge tahrip olmaktadır. Allah’ın kevnî âyeti olan tabiatın tahribine yol açan bu “teknolojik tahrif”i de, insanlığın istikbalini tehdit eden bir tahrif çeşidi olarak görmek yerinde olacaktır.
Türkiye gibi pozitivist eğitimin tutmadığı, bunun sonucunda da genç kitlelerde büyük bir inanç boşluğu meydana gelen taklitçi ülkelerde şimdilerin en moda isrâiliyyâtı, yıldız falcılığı, astroloji ve burç falcılığı, medyumluk gibi sapkınlıklardır. Bir asra yakın zamandır dinî olan her şeyi yok etmek için insafsızca savaşan resmî ideoloji, dinin yerine koyacak bir şey bulamayınca, ortalığı bu sahte dinler, nazar boncuğu, uğur totemleri vs. gibi sosyete putları kapladı. Bu sahte dinlerin peygamberleri de medyum, astrolog, nümerolog, müneccim adı altında ortaya çıkan kimselerdi.
 
 
İnsanlık tarihinde tevhid akîdesini bulandıran bir yığın hurâfe çeşidi olagelmiştir. Bunlar bazen ağaç, ırmak, inek, yıldız, güneş, ateş, yer, gök gibi müşahhas/somut varlıklar olabildiği gibi, bazen de peri, gulyabânî, dev, hortlak vs. gibi mücerret/soyut tasavvurlar da olabilmektedir. İnsanın, olmayan bir şeyi vehmetmesiyle, eşyada olmayan bir gücü onda varmış gibi hissetmesi arasında temelde bir fark yoktur. Bunların tümü birer “tahrif”tir, imanın tahrifi...
Somut birer varlık olan eşyada güç vehmetmekten daha beter bir hurâfe olan soyut birer sembol olan harf ve rakamlarda birtakım sırlar ve manalar vehmetmek, insanoğlunun en eski hurâfelerinden biridir. Bu hurâfeler, kendisine inanan insanlarda gösterdiği etki sayesinde yaygınlaşmakta, bâtıl da olsa, insanın duyuları üzerindeki baskısı sonucunda gerçekleşen birtakım fizikî tezâhürler, “evhamlı” insanların hurâfelere inanmasına delil olmaktadır.
Hurûfîlik, tarihin en eski hurâfe yöntemlerinden biridir. Harfler ve rakamlarla insanların duyguları üzerinde baskı kurma, onları, tabiat üstü varlıkları harekete geçiren birer parola olarak kullanma işinin bir parçası olan rakam değerli harf sistemini (ebced, cifir), yahûdileşen İsrâiloğulları sistematik bir biçimde kullanmışlardır.
Yahûdiler, eski alışkanlıkları gereği hep gizemli şeylerin ardına düşüyorlar, tabiatta insanla uyum içerisinde yaşayan şeffaf güçleri, hasımlarının aleyhine kullanmanın yollarını arıyorlardı. Ayrıca “Ebû Câd hesabı” diye bilinip Türkçeye “ebced hesabı” olarak geçen rakam değerli harf sistemiyle, gelecekte vuku bulacak birtakım olayları bileceklerini iddia ediyorlardı.
 
 
Hurûfîliğin çağdaş bir tezâhürü de 19’culuk akımıdır. Amerika’da yaşamış Türk asıllı bir Mısır vatandaşı olan biyokimya doktoru Reşat Halife’nin bilgisayar analizlerine dayanarak icad ettiği “on dokuz mûcizesi”, piyasaya ilk sürüldüğünde hayli taraftar buldu kendisine. Reşat Halife iddiasını, “on dokuz” sayısının Kur’an’ın kodu olduğu tezi üzerine kurmuştu. Tarihte çıkan her fırka gibi o da delillerini Kur’an’dan getirmeye çalışıyordu. Ama, on dokuz sayısının mûcizeliğinin ispatı yapılırken, Kur’an’da bu rakamla uyuşmayan bazı sayımlar elde edilince, Kur’an’ın bazı âyetleri (meselâ Tevbe sûresinin son iki âyeti) inkâr edilmeye, bu âyetlerin –hâşâ- Kur’an’a sonradan ilâve edildiği gibi çok âdice bir iftiraya varılıyordu. Hurâfenin mantığı, her yer ve her çağda aynı. Uydurulan hurâfeye uymadı diye, hurâfeden vazgeçilmek yerine âyetten vazgeçiliyordu. Buna “Kur’an’a iman etmek” değil; “19’a iman etmek” derler. Halbuki sadece bu iki âyetteki kelimeler değil; nice örnekte görüldüğü şekilde bazı kelimeler yanlış sayılıyor, veya uydurma te’villerle zorlanarak sayı tutmuş gösteriliyordu. 
En sonunda bu iddiaları ortaya atan Reşat Halife, ağzından baklayı çıkardı. O, beklenen “peygamberliğini” ilân ediyordu. “Reşat Halife / Allah”n Rasûlü” imzasını attığı “Allah’ın Dünyaya Bildirisi” başlıklı bir metin ile peygamberliğini dünyaya duyurur ve herkesi kendisine inanmaya dâvet eder. Bu sapık mütenebbî ve bağlıları, bununla da yetinmeyip bazı âyetleri tahrif etmekten geri durmazlar. Kur’an’ın Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini ısrarla söylediği kıyametin kopma tarihini, yahûdilerin yaptığı gibi, hurûf-ı mukattaa’nın cifr hesabındaki toplam rakamsal karşılığı olarak ilân ederler.
Değil hadisleri, tüm sünneti “şeytanî öğreti” adı altında acımasızca süpürüp, ezanda Peygamber Efendimiz’in adının anılmasını “putperestlik” olarak niteleyebilecek kadar modernist ve “Kur’an’cı”, bilgisayara dayalı bir öğreti geliştirecek kadar yenilikçi ve devrimci geçinen 19’cular da pekâlâ tarihin en mistik hurâfe ve hezeyanlarından hiç de aşağı kalmayan bir hurâfenin ve tahrif akımının mimarı olabilmektedirler. Bu durum, bir kez daha göstermiştir ki, hurâfecilik ve tahrif, hiçbir zümreye has değildir; bu bir yahûdileşme mantığıdır. Bu mantığa saplanan insan, kimi zaman sünnet, kimi zaman gelenek, kimi zaman da çağdaşlık adına âyetleri tahrif, dini tahrip edebilmektedir.
 
 
Tahrif, İslâm ümmetinin yahûdileşme tehlikesine en çok mâruz kaldığı bir temayüldür. İsrâiloğulları dinlerini tahrif edince; ahlâkî, sosyal ve siyasal yapıları da tahrip olmuştur. Bu ümmet de dinini tahrif edince aynı âkıbete uğrayarak ahlâkî, sosyal ve siyasal bir çöküş sürecine girmiştir. İsrâiloğullarının Tevrat’a sarılarak öze dönmesi artık mümkün değildir. Çünkü Tevrat’ın muhâfazası benî İsrâil bilginlerine bırakıldığı için aslı kaybolacak bir biçimde tahrif edilmiştir. Ancak ümmet-i Muhammed’in Kur’an’a sarılarak dinini tecdid etmesi mümkündür. Çünkü Kur’an ve Sünnet, bizzat Allah tarafından korunmuştur.
İsrâiloğullarını tahrife yönelten sebeplerin başında iki şey gelir: Kör taassup ve dünyevîleşme. Bu ümmetin tarihindeki tahrifin sebeplerinin başında da bu iki unsur gelmektedir: Siyaset, mezhep, meşrep, soy, ırk, ulus asabiyeti ve makam-mevki, mal-mülk, servet-şöhret ihtirası.
Bu ümmetin muharrifleri Kur’an’ın metninde tahrifat yapamamışlarsa da, onun manasında te’vil, tefsir, nesh, tahsis adı altında birçok tahrifat yapmışlar, bunu müteşâbih âyetler sınırında da tutmayıp muhkem âyetleri dahi mezhep, meşrep ve politik kavgalarında silâhlarının ucuna takmaktan çekinmemişlerdir. İsrâiloğullarının en ünlü tahrif biçimi olan uydurmacılığı Kur’an’da gerçekleştiremeyenler, sünnetin büyük bir bölümünü oluşturan “hadis”te gerçekleştirmişlerdir.
Müslüman İsrâiloğullarının yahûdileşmesinde nasıl eski Mısır, Yunan, Filistin putperest kültürlerinin etkisi olmuşsa, bu ümmetin yahûdileşme temayülüne sapmasında da başta isrâilliyyât olmak üzere Yunan, Roma, Bizans, kadim Türk ve çağdaş Batı kültürlerinin tahrip edici etkileri olmuştur.
Hurâfe, tarih boyunca tahrifin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Tarihte ve günümüzde din ne kadar tahrif edilirse, hurâfe de o kadar itibar kazanmaktadır. Şimdilerde toplumumuzda hayli ilgi toplayan medyumlar, tarotçular, burççular, falcılar, büyücüler, cinciler ve bilumum çağdaş üfürükçüler din düşmanı rejimin açtığı boşluktan istifadeyle ortaya çıkmışlardır.
Bel’am, “din âlimi”ne karşı çıkarılan “devlet âlimi” tipidir. Her din ve dinî toplum, kendi içerisinden çıkardığı “Bel’amların” tahrif ve tahribine mâruz kalmıştır. Bu konuda ümmet-i Mûsâ ile ümmet-i Muhammed’in kaderleri garip bir biçimde birbirine benzemektedir.
Tahrif ile tecdid arasındaki savaş, neredeyse insanlıkla yaşıttır. İlk tahrifçi şeytandır. Tarih boyunca, bir dinin muharrifleri, aynı dinin müceddidlerinin en büyük hasmı olagelmiştir. Bu ezelî kural, bu ümmette de bozulmamıştır. Günümüzdeki İslâmî mücadelenin içinde olanlar, bu tarihî gerçeğin çağdaş tezâhürlerinin acı hâtıralarıyla doludurlar.
Ey Allah’ım, bize hakkı hak olarak göster ve hakka ittibâ etmeyi nasip et. Bâtılı bâtıl olarak görmeyi ve bâtıllardan kaçınmayı nasip et.
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol