HARUN EBU HUSEYIN - YILDIRIM
  TESETTÜR
 
 
Te’lif; HUSEYİN EBU EMRE
 
Bilinip veya bilinmemesiyle, mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik olmayacak bazı hakikatler vardır. Yani kainatta mevcut olan eşyanın cüzden küle, küçükten büyüğe ne var ise hepsinin var oluşunda, yaratılışında mutlak bir gayesi vardır. Allah Subhanehu ve Teala onu bu hedef ve gaye için yaratmıştır. Çünkü ayeti kerimede buyurduğu gibi:
“Göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları boş yere yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. Ateşe girecek olanların vay haline!...” (Sad Suresi (38)/27)
Allah(c.c) yaratıkları boşuna yaratmadığını haber veriyor. Bilakis onları zatına ibadet etsinler ve O’nu birlesinler için yaratmıştır. Sonra onları mahşer gününde toplayacak, itaat edenleri mükafatlandırırken kafirleri azaba uğratacaktır.
Ama ne var ki bizim için yani, insanoğlu için illa o eşyanın ne için hangi maksatla yaratıldığını bilmemiz mümkün değildir. Bize hangisi hakkında malumat verilmiş ise ancak onun ne için yaratıldığını biliriz. Bazıları da tabiaten vakıa olarak bilinir. Yani bir ineğin , arının, binek hayvanlarının varlığı içtimai sosyal hayatımızda ne için kullanıldığı bilindiği için onun bizim aramızdaki varlığı yaratılış itibarıyla ona ait olan hizmeti eda etmek içindir. Başka hiçbir şey değildir. Ama bazıları bildirilmiştir. –Bu bunun için yaratılmıştır, bu bunun için yaratılmıştır diye. Bu da aynen:
       “Ben cinleri ve insanları, ancak  bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat(51)/ 56)
         Onlara muhtaç olduğumdan değil sadece onlara Bana ibadet etmelerini emretmek için yaratmışımdır. Diyor. İbn Abbas (r.a)’dan gelen rivayette “Bana kulluk etsinler diye yarattım “ kısmını şöyle açıklıyor:
         İsteyerek veya istemeyerek Bana ibadeti kabul ve ikrar etsinler diye yarattım.                                          
         Bunu Kur’an bildiriyor. Biz diyor insanı sadece bize ibadet etmesi için yarattık, diyor. Onun için bilinip veya bilinmemesiyle mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik olmayacak öyle hakikatler, gerçekler vardır ki insanoğlunun bu gerçekleri bilmezlikten gelmesi o gerçeğin mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik yapmaz. Bu ancak şunu gösterir, buna rağmen insan bilmemezlik gibi bir hal arzı endam ederse bu insanoğlunun aptallığını, akılsızlığını, eblehliğini gösterir.
         Aynen; kişinin güpegündüz güneşe karşı gözlerini kapayıp güneşin yokluğunu iddia etmesi gibidir. Bu adam sadece gözlerini kapamıştır. Güneş onun için yoktur. Değilse güneş hakikaten yok değildir. Aynen de böyle insanoğlunun bağnazlığını ifade eden bu olay bir şeyi değiştirmiyor. Binaenaleyh, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın dediği gibi:
         “Sizi biz yarattık, o halde tasdik etmeniz gerekmez mi?”  (Vakıa(56)/ 57)
         İnsanoğlu ister kabul etsin ister etmesin insanı Allah, Subhanehu ve Teala yaratmıştır. İnsanoğlunun bunu inkar etmesi ve -Benim bir yaratıcım yok- demesi, gerçekten, hakikatten hiçbir şey değiştirmiyor.
         Çünkü insan yokken var olan bir mahluktur. Binaenaleyh yaratılmıştır. Yaratılmış ise bir yaratan vardır. İster bunu kabul etsin ister etmesin. Hiç önemli değildir. Hakikat şudur ki insanoğlu sair mevcudat gibi her şey gibi yaratılmış bir varlıktır. Yaratılmışlık yönüyle sairlerinden bir farkı yoktur. Onlar gibidir. İnsanoğlunun varoluşu onu varidenin mevcut oluşunu gösterir.
         Aynen evinizdeki bir komodini, sehpayı düşünün. Burada aklı ve kalbi de devrede olarak düşünen bir insan için bu komodini yoktan var oldu ve yahut bu bir zamanlar ağaçken kendi kendine kesildi, biçildi ölçülü bir hale getirildi, birleştirildi, cem edildi ve yerden maden olarak çıkarılan bir şey kendi kendine ince ince eridi bunlar birleşti çivi oldu. Geldi buraya bu parçaları birbirine birleştirdi demesi ne kadar ahmaklığına delalet ederse, insanın kendisi içinde hiç yoktan öyle bir yaratıcı olmadan var olduğunu iddia etmesi bundan daha aptallığını ifade eder.
         Bunu itiraf etse de etmese de onu Allah yaratmıştır.  Yeryüzündeki mahlukatın en şereflisi insanoğludur. Şu da bir gerçektir ki bir zerrenin dahi varoluşu gayesiz ve maksatsız değilse insanoğlunun hiç değildir. O onlardan daha çok bir gaye için yaratılmıştır. Fakat inkar, insanoğlunun ifade ettiği sözler kendisini sairlerinden de aşağıya “esfeli safilin” dediğimiz bir seviyeye düşürmektedir. Bunun içindir ki Allah Subhanehu Teala şöyle buyurur:
“Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonrada iman edenler ve salih amel işleyenler hariç, onu, aşağıların en aşağısına ittik.”  (Tin Suresi(95)/ 4 – 6)
         Güzel bir şekilde yaratılan; güzel hasletlerle teçhiz edilerek yaratılan, var edilen insanın sonrada aşağıların aşağısına -Esfeli safilin- dediğimiz yere atılması mutlak belli bir tedenni (yani aşağıya doğru iniş) yukarı çıkmanın zıddına bir iniş eylemine tabi tutulduğunu gösterir.
         Demek ki insanoğlu yaratılış itibarıyla hem terakkiye(yükselme) hem de tedenniye (alçalmaya) müsait bir kabiliyet üzere yaratılmıştır. İnsanın hayatı yükselme ve alçalma ile seyrini devam ettirir. Ve daha sonrada bu inişin çıkışın misalini veriyor. Öyle telakki eder ki Alâyı illiyyine çıkar meleklerin dahi gıpta edeceği kıskanacağı bir dereceye hasıl olur. Aksi olursa, inerse –esfeli safilin– aşağıların aşağına inmesi onu hayvan, hatta hayvanlardan daha aşağıya yapar, diyor ayeti kerimesinde Allah Subhanehu Teala. Bunun için Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Biz, cehennem için pek çok cin ve insan yarattık. Onların kalpleri vardır; fakat onlarla anlamazlar; onların gözleri vardır; fakat onlarla görmezler; onların kulakları da vardır; fakat onlarla işitmezler. Bunlar tıpkı hayvan gibidirler; hatta daha sapık.. İşte gaflet içinde olanlar bunlardır.”   (Araf Suresi (7)/ 179)
Evet kardeşlerim, Allah (c.c), onlara bu organları bahşettiği halde bu organlarından hiçbir şekilde yararlanmazlar. Bunu Allah (c.c) hayvanlardan daha aşağı olarak nitelendiriyor. Zira hayvan, çobanın sözünü anlamasa bile, çobanın sürdüğü yere gider. Zira hayvanlar - kafirin hilafına - ya tabiatları veya Allah’ın onların emrine vermiş olmasıyla ne için yaratıldıklarını bilirler. Kafir ise; Allah’a ibadet ve tevhid için yaratılmış olduğu halde, küfre düşüp Allah’a şirk koşmuştur. Bu sebeple kim Allah’a itaat ederse; ahirette benzeri meleklerden daha şerefli olur. Küfredenlerden de hayvanlar daha iyidir. Bu sebeple Allah (c.c) “Onlar hayvanlar gibidirler,hatta daha sapıktırlar...” buyurmuştur.
         Ve yine bir ayeti kerimede:
         “Yoksa sen onlardan çoğunun söz dinleyip akıl ettiklerini mi sanıyorsun? Oysa onlar hayvan gibidirler; hatta yol itibariyle onlardan daha sapıktırlar.”  (Furkan Suresi (25)/44)
         Durumları otlamaya giden hayvanlardan daha kötüdür. Zira onlar niçin yaratıldıklarını bilirler. Bunlar ise tek ve ortağı olmayan Allah’a ibadet için yaratıldıkları halde bir başkasına tapınmakta ve aleyhlerine hüccet koşulmuşken Allah’a ortak koşmaktadırlar.
         Evet, Allah Subhanehu Teala bu şekilde yükselmeye ve alçalmaya  muhatap olanların yarısı da kadınlardır diyor. Binaenaleyh, dünya hayatının iki unsuru olan erkek ve kadın birbirlerine ihtiyaç duyacak hasletlerle techiz edilerek, birbirlerine meyletmeleri fıtratlarının, tabiatlarının gereği olmuştur.
         Yani eşrefi mahlukat, yaratılmışların en şereflisi insan, yani yükselme ve alçalmaya müsait bu insanın yarısı da kadınlardır.
         Yeryüzünün iki unsuru vardır. Kadın ve erkek. İşte yeryüzünün iki unsuru olan bu varlıklar birbirlerine ihtiyaç duyacak, birbirlerini arzulayacak hasletlerle yani duygu ve hislerle yaratılmıştır. Binaenaleyh, bu hasletin akabinde birbirlerine meyletmeleri tabiatlarının, yaratılışlarının bir gereği olmuştur. Bir ayeti kerimede;
         “Size, kendi nefsinizden, kendisiyle huzura kavuşabileceğiniz eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet koyması da O’nun delillerindendir.”   (Rum Suresi (30)/ 21)
         Allah (c.c) Hz. Havva’yı Adem’in sol ve kısa olan kaburga kemiğinden yaratmıştır. Şayet Allah (c.c) Ademoğullarının hepsini erkekler, cinden veya hayvandan olmak üzere kadınları da başka bir cinsten yaratmış olsaydı, gerek onlar arasında ve gerekse eşler arasında birbirine ısınma meydana gelmezdi.
         Buda gösteriyor ki kadın ve erkek aynı cinstendir. Yani bir bütünün yarım iki parçası telakki ediliyor. Ve bu meyanda neden bunu yaptık diyor. –Birbirinize ülfet duyasınız, birbirinizi sükunete kavuşturasınız diye, diyor. Ve sonra aranızda “meveddeten ve rahmeten” bir sevgi ve rahmet kıldık, diyor.
         “Mevedde” kelimesini ele aldığımızda ilk mana sevgi manasındadır. Sevgi kelimesi, toplumun ona yüklediği mana sadece iki tarafın kadın ve erkeğin birbirine çekicilik arz eden fiziki yönleridir. Bunun neticesi ancak bir sevgi hasıl olur. Ama “mevedde” dediğimiz şey yani muhabbet ve sevgi dediğimiz bu şey “mevedde” kişileri birbirine karşılıksız bağlayan esaslardır.
         Yani nasıl ki gençliğinde birbirine ihtiyaç sahibi iseler, ihtiyarlayıp gençliğinde değer verdikleri bazı şeyleri kaybetmişte olsalar gençliklerinden daha çok birbirlerine ihtiyaç duyan ve aralarındaki bağı kasteden sevgiyi bahsediyor. Ve bu rahmet ancak telakki ediliyor.
         Ve kadın ve erkeği birbirine bağlayan “mevedde” yi başka bir şeyde görmemiz mümkün değildir. İşte bunda insanoğlunun ibret alması için, Allah’ın büyüklüğünü, azametini anlayabilmesi için, ibret almaları gereken çok büyük ayetler yani delillerdir, diyor.
         Yukarıda zikrettiğimiz ayette öncelikle şunu vurguluyor;
        “İnsanoğlu kabul etse de etmese de, tasdik etse de etmese de, inansa da inanmasa da onu biz yarattık, diyor.  (Vakıa (56)/ 57)
         Sonra dönüyor bu yaratılışı bir izah ile anlatmaya, tafsile tabi tutuyor. Önce siz aslında birsiniz onu bir olan insanı iki yarım parça halinde yarattığını belirtiyor. Hem de sizin cinsinizden halk ettim, diyor. Ve sizin ibret almanız için aynı cinsten var olan iki yarım parça. Ve hem de bu iki unsur, birbirini tamamlayan iki yarım ve birbirine meyledecek ihtiyaç hissedecek hasletlerle, duygularla fıtratlarının gereği yaratılmışlar.
         Bunu birbirine bağlamada kasıt şu; Eğer insanoğlunun bekasını, devamlılığını sağlayan bu ilişki bizi kul edinen Allah (c.c.)’ın sair emir ve nehiylerine tabi olmaklık gibi kendi irademize, kendi isteğimize bırakılan bir şey olsaydı o zaman şunu beklemek mümkün olmazdı.
         Yani şöyle; Ananın çocuğuna karşı muamelesi ananın tabiatında fıtratında onunla beraber yaratılan bir duygudur. Ananın çocuğuna bakması çocuğu ile ilgilenmesi, onu kötülükten koruyabilmesi için fedakarlığın en üstün seviyesini dahi sergileyebilmesi onun yolunda birçok meşakkate katlanması işte bu şefkatin ve merhametin bir payıdır. Bunu karşılıksız yapıyor. Yani sen bunu yaparsan iyi bir kulsun, sana şöyle şöyle mükafatlar var, demiyor.
         Ama çocuğun ana – babaya karşı yaptığı her şey bir “itaat” aksi Allah’a bir “isyanı” telakki ediyor. Bunu kayda almış. Onlara:
         “Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana–babaya iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya her ikisi de senin yanında yaşlanırsa, onlara -öf bile – deme, onları azarlama ikisine de güzel söz söyle.”[1]
              Buna rağmen açın Kur’anı ve Sünneti çocuklarınıza şöyle şöyle iyi davranın, gece bakın, şunu edin, onlara tahammül edin gibi bir tek delil bulamazsınız. Ama aksi düşünüldüğünde onlara- öf bile- demeyin , diyor.
         Yani ananın babanın çocuğa yaptığı karşılıksız olan bir iş, fakat çocuğun ana  babasına yaptığı bir itaat ve isyan meselesidir.
         Aynen insanlığın devamı bekası için kadın ve erkek ilişkisi de birbirlerine ihtiyaç duyması fıtratlarının bir gereği. Yani ikili ilişkiye geçtiği taktirde şöyle şöyle sevaplar var diye bir şey yok, teşvikte yok. Tabiatının yaradılışının bir gereği kılınmıştır. Buda “mevedde” dediğimiz ve rahmet dediğimiz esaslara bağlı kalarak gidilmiştir.
         İşte böyle birbirine muhtaç olarak yaratılan bu iki yarım varlık birbirinin yarısını tamamlayan tek bir bütündür.
         Birbirlerinden ayrı kaldıkları zaman müddetince yarım şahsiyet oldukları gibi uhrevi yani ahiret hayatını kazanmada da vesile olması hasebiyle dinleri de yarım olarak tabir edilir. Bu hakikate parmak basan bir esasta Allah’ın Resulu (sav) şöyle buyuruyor:
         “Kul evlendiği zaman dinin yarısını tamamlamış olur. Diğer yarısında da Allah’tan korksun.”[2]
         Yukarıdaki sözün manası bu oluyor. Yani ayrı kaldıkları müddetçe bu iki yarım şahsiyet yarım telakki ediliyor. Ancak bir olduklarında yani evlendiklerinde bir bütün oluyorlar. Bu dünyevi hayatlarında olduğu gibi uhrevi hayatlarını kazanmakta da bir yarımlılık sayılıyorlar.
         Hadiste de, kul evlendiğinde dininin yarısını tamamlar, yani evlenmeyen bir kadın ve erkek dünyada yarım şahsiyet telakki edildiği gibi ahirete dönükte yarım dinli ifade edilir. Evlendiklerinde ancak dinlerinin yarısını tamamlayabiliyorlar. Ve geri kalanda da Allah’tan korksunlar diyor.
         Kadına, Allah (c.c) şer’i bir daire çizmiştir. Burada erkeğin kendine de  böyle Allah’ın çizdiği bir şer’i daire yok mudur? sorusunu gündeme getirmez. Ama neden öncelikle kadın ele alınıyordu erkek için böyle bir mesele müşkülat mevzubahis edilmiyor. Neden? Buna biraz sonra değineceğiz. İnşallah.
         Allah’ın kadına çizmiş olduğu Kur’an ve Sünnetteki belirtilen şer'i dairenin dışına çıkan kadın kadının muhakkak toplumun ifsadında büyük bir payı vardır. Yani bu dairenin dışına çıktımı kadın, hem kendini ifsat etmede hem de bulunduğu toplumu ifsat etmede büyük bir payı vardır. Bunların şimdi hep aksini düşünmeyeceksiniz. Yani toplumu ifsadında,toplumu bozmada kadının bu kadar büyük payı varda sanki erkek iyice mi masum, yani aksi manasını çıkarmıyor.
         Kadının fitnesi, ifsadı insanlığın düşmüş olduğu şirkten en büyük çirkin fitnedir. Kadının toplumu ifsadındaki payı insanoğlunun şirkten sonra düşmüş olduğu en büyük pisliktir. Çünkü kadının salahında (yani kendine çizilen şer'i dairenin içinde kalması kadının salahında) hayra, fesadında da şerre esas olma istidadı vardır.
         Yani kadın şerre asıl olduysa korkunç bir fitne vardır. Eğer kadın hayra asıl olduysa muhteşem bir hayır vardır. İkisine de çekirdek olacak istidattadır kadın.
         Çünkü, içtimai yönden yani sosyal hayatımızda insanlığın salahı, insanlığın düzgünlüğü kadının salahına bağlıdır. Yine içtimai hayatımızın bozulması kadının bozulmasına bağlıdır. Binaenaleyh toplumda ilk ifsat edilmeye çalışılan nüve kadındır. Bunu anladınız değil mi.
         Kadının salahında yani iyi olmasında toplumun iyi olmasına, kadının bozulmasında toplumun bozulmasına bir esas alma nüvesi vardır. Onun için kadının salahı toplumun salahı kadının ifsadı toplumun ifsadı telakki ediliyor. Yani içtimai hayatımızın salahı kadının salahına kılınmış erkeğin değil. Burada zıt düşünmeler devam ediyor. Ama daha farklı bir mana kazanarak, neden erkeğin salahına bağlanmıyor da  kadının salahına bağlanıyor. Allah’ın Resulu (sav) bir hadisi şeriflerinde:
         “Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı olanınızdır” diyor.[3]         
         Bu ne yapıyor, şu ifadeden daha da özelleştirilmiş şekle indiriyor.
         Yani neden erkeğin iyi olması, kadına iyi davranmasına bağlı kalıyor. Az öncekini siz aksi düşünürseniz, kadınlar erkeklere de bunu böyle düşünmesi gerekir. Neden benim iyi olmam onlara iyi davranmama bağlı olsun ki der. Ama böyle denmiş. “Sizin iyi olmanız, kadınlara iyi davranmanıza bağlı.”
         Onun için toplumun salahı kadınların salahına, toplumun ifsadı kadının ifsadına bağlıdır. Şimdi bu buna endeksli, orantılı olunca toplumda ilk ifsat edilen kim oluyor! Kadın oluyor. Buna vakıa olarak da baktığımızda toplumlara, her şey ifsat yönüyle kadının üzerinde işlenmeye çalışılıyor. Erkek değil. Çünkü o ifsat edildi mi otomatikman erkekte ifsat olur. Eğer kadını ifsat başarılırsa toplumun diğer yarısını oluşturan erkekleri de rahatlıkla ifsat edebilirsin. Çünkü erkeği ifsat etmede kadından daha tesirli bir vasıta yoktur. Zira Allah’ın Resulu (sav) şöyle buyuruyor:
         “Benden sonra erkekler için kadından daha zararlı bir fitne bırakmadım” diyor.[4]
         Evet benim vefatımdan sonra siz erkeklere en büyük imtihan, kadınlardır diyor. Bunu mücerret bir şekilde olsanız bazılarının yaptığı gibi Allah göstermesin kadını aşağılayıcı  itham edici bir söz cümlesi olarak ele alınıyor. Demek ki fitnenin kaynağında kadından büyük bir fitne yokmuş gibi bir şekilde anlaşılıyor. Bu toplumun hemen anladığı gibi değil öyle. Yani benden sonra yani benimle şirk halledildi bir yere kadar, ama sizin devamlı uyanık kalmanız gereken bir cihet var, o da kadın.
         Buradaki fitne öncelikle zihinlerdeki yanlış anlaşılmasını defetmek için söylüyorum, buradaki fitne kelimesi imtihan manasında.  “Benden sonra size en büyük fitne kadınlardır. Yani onların ifsat olması.”
         Bu, mefhumu muhalifi doğurur. Şimdi bundan ne anlaşılmalı. Sizin hayrınız, sizin salahınız kadınlarınızdır, dikkat edin! Bize söylenen söz arkadaşlar illa da söylendiği şekliyle ele alınmaz. “Kadınlar sizin için büyük bir fitne ama sizin için de çok büyük bir hayır manası taşır.”
         Bu söz yani fitne kelimesi kullanıldığı yere göre mana taşır. Neden? Erkekler büyük fitne değil de kadınlar büyük fitne, erkekler büyük fitne olmadığı için. Neden büyük fitne olmaz? –Hayırda büyük olmadığı için. Şu denk getirilir.
         Mesela; benim elimin üzerinde yarım santimlik bir yarık olsa bir de kalbimin üzerinde yarım santimlik bir yarık olsa hangisi tehlikelidir. İkisi de aynı kelimeyle ifade ediliyor. Ama diğerine göre elin üzerindeki yarım santimlik  yarığın ne önemi var.
         Bunu şimdi fitne isimleriyle ayırt edin. Erkeğin fitnesi el üzerindeki yarım santimlik yara gibidir. Kadının fitnesi kalp üzerindeki yarım santimlik yara gibidir. Kadındaki küçük bir şey çok büyüklere sebep olduğunu düşündüğündendir. Değilse Allah göstermesin Allah’ın Resulu (sav) – “Benden sonra size kadından daha büyük fitne bırakmadım”- sözü onu küçümseyici, aşağılayıcı mahiyette ele alıcı bir söz değildir. Bilakis kadrini anlaması içindir.
         Toplumun salahı kadının salahına orantılı ise ifsadı da aynı olur. Binaenaleyh Allah’ın Resulu(sav)’in bir sözünde bunu ifade eden bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor:
         “... İnsan vücudunda bir et parçası vardır. O iyi olduğu zaman bütün ceset iyi olur. O bozuldu mu bütün ceset bozulur. İşte o et parçası kalptir” diyor.[5]        
         Yani nasıl kalbin salahı cesedin salahına, kalbin ifsadı cesedin ifsadına bağlantılı tutuluyorsa kadında böylece toplumun salahına ve toplumun ifsadına bağlantılı tutulmuş.
         Kadının gündeme gelmesi değerli olduğundandır. Erkeğin fitnesinin gündeme gelmemesi erkeğin fitnesinin hiçbir değeri olmadığındandır. Erkek bu mevzuda fitneye düşürülendir. Onun için zararda hiç önemli değildir. Hadisi şerif bunu anlatır. Geliyor şimdi neden bunu böyle diyor? Zira kadının yaratılış icabı sahip olduğu cazibe, bir çekicilik vardır. Bunu daha başka yönüyle de ele alabilirsiniz aynı hal kadının şefkatiyle gündeme gelse. Bu şefkat kadında da var, erkekte de var. Ama kadınınkiyle erkeğin ki hiçbir zaman ölçülemez. Yani denk olamaz. Ve kadınla erkeği fiziki yönden eşit tutsa bile şefkat yönüyle eşit yapamazsın. Ve erkekte illa kadın gibi şefkatli olacak denemez, bunu yapamazsın.
         Küçük bir çocuğu ele alın. Kadına ve erkeğe - alın buna bakın – deyin. İkiniz de eşitsiniz deyin. Erkek buna iki gece iki gündüz dayanamaz. Ama kadın bunu hiç yüksünmeden yapar. Neden? Bu onun fıtratına müsaittir. Erkeğin fıtratına müsait değildir. Aynen erkeklerde de bir cazibelik mevzubahistir. Ama kadınınki gibi değildir. Neden bu böyle ele alınıyor. Zira kadının yaratılış icabı sahip olduğu cazibe çekicilik erkeği kendisine meylettiren, meylettirmeye vesile olan Allah’ın emirleri dahilinde olunmazsa (demin başta söylediğim gibi) şer'i bir töre içinde kendisine çizilen ölçüler içinde kalmazsa bu korkunç bir ifsat olur. İşte bu cazibede şer'i bir cazibe dahilinde nizama alınmazsa çok büyük fitne olur.
         Burada ilk koyacağımız nokta şu. Kadının cazibeliğini çerçeveye alan ne? Tesettür’dür. Yani bizim tesettürü tatbikimiz, Allah(c.c) kapanmayı emretmiştir. KAPAN tipinde birilerine tebliğ değildir. Bu tesettürün ilk önce şer'i ölçünün çerçeveye aldığı kadının çekiciliğidir.
         Şimdi bu çekicilik cazibe bir hadle mi ele alınmış? Mesela, erkekte denildiği gibi erkeğin tesettürü:
         “Göbekle diz kapağı arasıdır.”[6] 
         Bu bunun haddidir. Onun dışında bir çekiciliğe şer'i ölçüyle kayıt getirmiyor. Kadın gündeme geldiğinde Allah’ın Resulu (sav)’in dediği gibi,
         “Kadın avrettir. Ve süslenerek sokağa çıktığı zaman şeytan onu ayartır .”[7]
         Avret dediğimizde yani kadın çekici ve cazibelidir, dediğimizde bütün kadın ele alınıyor. Erkekler gibi sadece “göbekle diz kapağı arası” gibi değil. İşte bu şer'i ölçü dahiline alınmalıdır. Eğer kadının tesettürünü, kapanmalısın böyle emretmiştir. Tipinde ele alabiliriz ama. Bu sahih olan bir amel olsa da ihlası gündeme almaz.
         Bir amelin kabulü için iki şart vardır. Halis olacak, sahih olacak. Sahihliği nedir? Şer'i ölçülere alınmasıdır. Ama halis olması bunun Allah rızası için yapılmış olmasıdır. Başka bir düşünceyi gündeme getirerek yapmak mümkün değil. Aksi olur. Bazen bunu yaşadığımız ortam farklı gösterir.
         Türkiye ortamında genç bir kız kapanıyorsa bu neyin alametidir? İmanlı olduğunun değil mi? Bu onun dinine bağlılığını gösterir. Ama Suudi Arabistan’da bir genç kızın kapanması illa imanlı olduğunu göstermez. Neden? Toplumda öyle kapanması gerekiyor da ondan. Aynı bizim İç Anadolu’da olduğu gibi. Köylü kadınları geniş şalvar giyer, başını örter ama hiç alnı secdeye varmamıştır. Bu bir adet olarak yapıla gelmiştir. Bu büyük şehirlerde olsun bir genç kız kapandı mı bu onun imanına delalet ediyor. Ama Suud gibi bir ortamda buna delalet etmez.
         Bu neyi gösteriyor şimdi ortamın verdiği imkan bu toplumda kadının kapanması  onun şuurlu olduğunu gösteriyor. Hele okuyan bir talebe kızı düşünün bu ortamda kapanması onun imanlı olduğunun alametidir. İşte bu kapanmada ihlas var. Ama ortam Suud gibi bir ortama kaysa önemli olan orada kapanma değil, kapalı olduğu halde fuhuş bile işleyen çıkabilir. Ama bu toplumdaki alameti farklıdır.
         Bizim işte bu gibi bir toplumdaki kapanmayı muhafaza eden his ve duyguları taşımamız gerekir. Aksi olursa onun erimesi çok basit olur. Ve hem de iman alameti olmaktan çıkar. Yaptığımız iş şekil değil bir iman alameti olmalıdır. Bunu iyi anlamak gerekiyor. Yaptığımız iş şekilcilik değil ana-baba emrettiğinden değil, Allah Subhanehu Teala emrettiğinden yapılmalıdır. Eğer böyle olursa iman alameti olur. Yoksa ana – babanın emriyle kapanma iman alameti değildir.
         Bununla neyi söylemek istiyoruz? Zorla yaşatılan bir iman eyleminin faydası yoktur. Zorla yaptırılan bir küfründe zararı yoktur. Birisi gelip senin alnına tabancayı dayasa zorla dine ters bir şeyi söyleyeceksin dese bu o insana zarar vermiyor. İkrah var. Aynen zorla yaşatılan imanında sahibine bir faydası yoktur. Yaşadığımız şey şekil değil imanımızın bir alameti olması gerekir. Değilse şekilcilikten ileri gitmez. Onun için buradaki kasıt kadının yaratılışında olan çekicilik cazibelik eğer şer'i ölçüler dahilinde bir daire içerisine alınmazsa şekilcilikten öte gitmez. Amelin ihlas yönünü genişlettiği müddetçe ele alabiliriz. Aksinde vuku bulan ifsada Güya rağbeti artıran esas kabul edilmesine rağmen, ama gerçekte hiçbir payı yoktur.
         Bu sözümüzle neyi kastediyoruz şimdi? Açıklık ifade edilirken cazibe ifade edilir. Ama açıklık cazibeyi kaybettiren unsur olur. Bunu anladınız mı? Bakın şimdi. Menfide biz bunu kullandığımızda ifsat yönünden cazibelik diyoruz. ifsat için illa geçerli sebeplerin olması gerekmiyor. Hayır için geçerli sebebiler gündemdedir. Müspete döndü mü açıklık cazibe, çekicilik değil, kapanmak cazibe oluyor.
         Bunu şöyle ifade edebiliriz. Dağda yaşayan bir çoban düşünün. Kadından yani insanlardan uzak kalan birisinin şehre indiği zaman normal ayak topuklarından bir karış yukarıda giyinen bir kadın gördüğü zaman bu hareket o erkeği çok çabuk ifsat eder. Bunun kapanmanın yürürlükte olduğu yerdeki yaşayan bir insan için bu geçerli. Ama şehirde yaşayanların açık saçık giyinmeleri çekmiyor. Artık hayvanlaşmış bir ortamda hiç kimse birbirine ilgi duymaz olmuş.
         Onun için insanlığın devamının bekasında kapanmak cazibedir aslında. Ama gerçek manayı anlıyoruz. Aksi açıklık ifsatta cazibeliktir, hayırda değil. Onun için çerçeve dahiline alınma insanın “mevedde” dediğimiz rahmetin devamıdır. Şöyle ki, Subhanehu  Teala’nın koymuş olduğu bu “mevedde” ve “rahmet” devamlı şer'i kaidelere uyan hanımlara karşı geçerlidir. Ve yahut kocasına karşı geçerlidir. Aksi olduğu halde fuhşun zirveye gittiği bir ortamda neslin kuruduğu, kesildiği açıkça görülmektedir. Bunu Avrupa ve sair yerlerde görmek mümkün. Bu neslin bekasının devamı için olur. Evet kadının fıtratında bulunan bu cazibe eğer şer'i bir daire içine alınmazsa şeytanın erkekleri ifsat etmede kullanacağı en tehlikeli bir vesile olacaktır, ifsatla. Bu tehlikeyi beyan eden bir hadisi şerifte Allah’ın Resulu (sav) efendimiz şöyle buyuruyor:
         “Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde gelir, Şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir.”[8]  
         Ve yine bir hadisi şerifte:
         “Kadın bütün olarak cazibedir. Binaenaleyh dışarı çıktığı zaman şeytan onu tanzim eder” diyor.[9] 
         O çekicilik neymiş, Şeytanın tanzim etmesidir. Evet, kadın dışarı çıktığı zaman şeytan suretinde gelir. Şeytan dışarı çıktığı zaman kadın suretinde gelir. Ve hareketi bu minval üzere olur. Yani artık ifsat edilmek için kullanılır.
         Binaenaleyh, Allah’ın Resulu (sav)’in bu tip meselelere arzında dikkat çekici tarafı ifadelerin çarpıcılığıdır. Yani bu mevzuda salah mevkiinde  oturan herhalde ilk insan kim olur. Yani kadının cazibesine kapılmayacak öyle bir ifsada düşmeyecek tek kişi kim olabilir. Allah’ın Resulu (sav) efendimiz değil mi? Misali verirken de bakın kendinden veriyor.
         “Cabir (r.a) naklediyor: Allah’ın Resulu (sav) efendimiz bir kadın görmüş: Müteakiben zevcesi Zeyneb’e gelmiş. Zeynep kendine ait bir deri örüyormuş. Allah’ın Resulu (sav) hacetini bitirmiş. Sonra Ashabının yanına çıkarak:
         “Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde gelir, şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir”  buyurmuştur.[10]  
         Bakın bu misali kendisinden veriyor. Bir resul, vahiy gelen bir resul, olması sebebiyle de olsa böyle bir cazibenin dairesine girebilir. Binaenaleyh şer’i ölçüde bir hareket etme mecburiyetinde. Yani kadın da olsa şer’i çerçeve çiziliyor, erkek de olsa. Kadın için ama başkasını korumak için gündeme geliyor. Erkeğin korunması için bu gündeme geliyor.
         Yani kadın hem kendisini koruyor hem de başkasını koruyan oluyor. Erkek sadece kendisini koruyan durumda. Hangisinin işi çok. Kadının vazifesi daha çoktur.
         Onun için kadını fitnede odak noktası yaptığı gibi hayırda da odak noktası yapıyor şeriat. Bu bir küçümseme değil. Yani bir şeyin şerre vesile olmasında büyüklüğü varsa hayırda da büyüktür. Bunu daha iyi anlamak için bir misal verelim. Allah Subhanehu Teala şöyle buyuruyor:
         “Kim bir kimseyi öldürürse, onun, insanları topluca öldürmüş olacağı, kimde bir kimseye hayat hakkı tanırsa, onun insanlara topluca hayat vermiş olacağı...” (Maide (5) / 32)
         Yani insanın bu hareketi hem hayra hem de şerre vesile olmaktadır. Hem de büyük bir şekliyle. Kadın bu durumdadır şimdi. Ama erkek aynı duruma alınmamıştır.
         Yine bakıyorsun hadisi şeriflere Allah’ın Resulu (sav) efendimiz şöyle buyuruyor: Cennet anaların ayakları altındadır.* Şimdi kadın kelimesini kullanırken burada “ana” kelimesi olarak ele alınıyor. “cennet kadınların ayakları altında” demiyor. “Anaların ayakları altında diyor.” Bu iki ifade çok farklıdır. Yani ona mana kazandırma yönüyle farklıdır. “Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı olandır” diyor. Hitap erkeklere yine;
         “Üç şey dünya saadetindendir. Geniş bir ev ,iyi huylu bir binek, Saliha bir kadın ki size hayırda yardım eder” diyor. Bunu erkeğe diyor. Salih bir erkek demiyor. Saliha bir kadın diyor. Ama erkeğin salih olması gerekmiyor mu? O başka bir meseledir. Ama erkeğin salih olması kadının salih olması gibi değildir. Hatta kullanılan şöyle bir ifade vardır. “Haya güzeldir. Herkeste güzel. Erkeğin hayalısı iyidir ama haya kadında daha güzeldir[11] diyor.
         Yani hayanın kadına kazandırdığı değer çok farklıdır. Erkeğe de bir şeyler kazandırıyor. Ama kadına kazandırdığı daha çoktur.
         Sahabenin biri gidiyor ve Ey Allah’ın Resulu iyilik yapmama en fazla layık olan kimdir? Diye soruyor. Allah’ın Resulu (sav):
         “Anandır” dedi. Adam: - Sonra kim? – Anan. –Daha sonra kim? Yine anan. Daha sonra kim Ya Resulullah ? deyince. – Babandır, buyurdu.”[12]
Bütün bu mevkiler kadına tayin ediliyor. Bu meseleler kadına tayin edilen mevkiyi müspet ve menfi olarak ele alıyor. Bunu anladınız değil mi?
         Önce bir insan olarak ele alınıyor kadın. Ve sonra tutuyor kadını dişi bir varlık olarak  alıyor. Ondan sonra tutuyor ifsat edici yönüyle ele alıyor. Ama anayı ifsat etme yönüyle katiyen ele alamıyorsun. Ama kadını ifsadta kullanmak mümkündür.
         ifsat ve fitne kelimeleri kullanılırken bakın şimdi:
       “Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız ancak birer fitnedir.”(Enfal (8)/ 28, Tegâbün (64)/ 15)
        “Ey iman edenler! Eşleriniz ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir.” (Tegâbün (64)/ 14)
         Aynı zamanda ziynettir de diyor. Bakın eşleriniz diyor. Çocuklarımız diyor kız erkek ayırt etmeden. Allah çocuklardan ve eşlerden haber vererek buyuruyor ki: “kimi eşler vardır ki, kocalarının, kimi çocuklarda babalarının düşmanıdırlar”. Düşmanlık onları salih amellerden alıkoyma anlamındadır. Bunları fitne olarak ele alıyor.
         Kadını en önce varlık olarak ele alıyor. “Dişi” bir varlık olarak sonra bir “eş” olarak, ondan sonra, “ana” olarak ele alıyor. Sonra da umum manada bırakır. Şimdi:
        “Size benden sonra en büyük fitne kadınları bıraktım.” derken kadın en büyük fitne diyor. Ne “eş” ifadesini kullanıyor nede “ana” ifadesini kullanıyor. Nedeni de ananın yanında ifsat kelimesini kullanmak mümkün değil. Ama;
         “Cennet anaların ayakları altındadır.”[13]
         Derken ifşa eden bir şeyde kullanmaz onu. Ama kadını der. Çünkü umum bir ifadedir. Hususiliğe zarar verecek bir tarafı yoktur. Aynen de “fitne” olarak kimi bıraktım diyor. Kadını değil mi? Bundan şimdi kim gocunacak kadın. Bundan kim gocunmayacak. – Ana – Saliha bir eş –gocunmayacak. Ama kadın olarak herkesin gocunması gerekiyor. Evet bağlandığı yeri anladınız değil mi?
         Ondan sonra dönüyor kadına bu kadına bu kadar değeri verirken onun görünümüne yüklediği bazı emir ve nehiylere uyma manzumesi silsilesi vardır. Nasıl? Bir kapanma ile.
         Kapanmanın şimdi fiziki ve maddi yönü ele alınırsa kadına bir külfet getirir mi? Getirir. Yazın sıcağında erkeğin başını açarak gezmesi, elini kolunu sallayarak icabında kısa bir şeyler giyerek dolanacak.  Erkeğin bu rahatlığının yanında kadının, kapanması gerektiği gibi kapanması, şeffaf elbise giyinememesi, kolunu açmaması, yüzünü dışarıda açmaması, erkeğin kıyafetinin giyinme emrinin yanında, göbekle diz kapağı arasını kapamakla, kadının “avret” olarak bütün vücudunu kapaması aynı seviyede meşakkati getirmez. Bu bir külfettir bir yerde. Bu külfete kadın ona verilen değerlerin hatırı için katlanır. Tabii öyle bir değer basit gelmez. Yani bu değeri basit bir gayretle kazanmak mümkün değildir.
         Hem erkek gibi giyineceksin o yazın sıcağında rahat etmek için, ondan sonrada erkekten o değer bakımından üstün olacaksın. Bu mümkün değil. Şimdi maddi yönden üstünlüğü, kadın için hiçbir önemi olmayan bir olaydır. Neden? İhlasta, onun umumi yönüyle ona kazandırdığı değer ölçülür.
         Bak şimdi ki müşkülat neye getirilir. Tam aksinde erkeğin evinde söz sahibi olması kadınlar üzerinde hakim bir durumda olması:
         “Erkekler, kadınların yöneticisi ve koruyucularıdır.”[14]
           “...Erkeklerin kadınlarından bir üstün derecesi vardır.”    (Bakara Suresi (2) 228)            ve hadisi şerifte şöyle geliyor:
           Kays bin Said (r.a)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir. “Hira’ya geldiğimde (Küfe’de bir yerin adıdır.) ora halkının önderlerine secde ettiklerini gördüm. Bende kendi kendime; Resullullah (sav) secde olunmaya daha layıktır, dedim. Allah’ın Resulu (sav)’e geldim. Ey Allah’ın Resulu ben Hira’ya vardım, onların önderlerine secde ettiklerini gördüm. Ey Allah’ın Resulu bizim sana secde etmemize sen daha layıksın, dedim. Resullullah (sav):
“Sakın bana ve kabrime secde etmeyin, eğer bir kimseye diğer bir kimsenin secde etmesini emretseydim, Allah’ın kadınlar üzerinde erkek için yarattığı haktan dolayı kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim” buyurdu.[15]
         Ona maddi yönden verilen üstünlük. (Teşbihte hata olmaz.) Hadi senin de hatırın olsun. Kadına verilen manevi bir değerin yanında – sen de ona hükmeden birisi ol. Sanki bu erkeği avutmak için verilmiştir. Bunu anladınız değil mi? Bu ibareleri kullanırken de dikkat etmek gerekir.
         Yani erkeğe verilen evinde hakim olması, evinde buyruk olması, evinde en son söz sahibi olması inanın avutmak için bir pay sayılır arkadaşlar.
         Kadına verilenle ölçülecek olursa kadının küçücük bir eziyetine, külfetine, kapanmasına  karşılık verilen  dereceye bak. Erkeğin bu serbestliğine bak. Sen böyle serbest giyineceksin ondan sonra da seviye sahibi olacaksın. İşte alınmasın diye, senin de hatırın olsun, senin de seviyen olsun, senin de gönlün olsun der gibi. Kendi evinin reisi ol. İşte denmiş.
         Şimdi birisi gelip de neden onlara evin reisliği verilmiş diye münakaşa etmeye kalkarsa. Veya, kadın gelip de neden onlara evin reisliği verilmiş diye münakaşa etmeye kalkarsa. Veya, kadın geliyor şimdi erkeğe; -herif neden senin bu evde söz söylemeye hakkın var diye. Bu münakaşaya başladığında kadın, sahip olduğu değerleri mükafatları vermeye başlamıştır. Gider ona şimdi: ben buna razı değilim, bana verilene sana verilen bana verilsin. Bu sefer kadının burada hak iddia etmeye çalışması erkek gibi, eşit olmaya çalışması o mevkide değerini kaybetme ortamıdır. Bunu şimdi gerçek olarak ele aldığımız gibi vakıa olarak da bakabiliriz.
         Türkiye’de Cumhuriyetten bu yana kadın eşitlik iddiasında, erkeğin sahip olduğu hep “maddi” değere sahip olmaya çalışmıştır. Bakın manevi değere değil. Aynen ben de sahip olmak istiyorum diyor. Hak olarak ne almış arkadaşlar? Bu iddia edenlere bakın ne almış. Hiçbir şey. Reddetmiş, Allah Subhanehu Teala’nın verdiği değeri, mükafatı. Önce bir ticaret metaı olmuş. Birisi çiklet satacak, müstehcen bir kadın resmiyle satıyor. Birisi araba tekeri satacak reklamlarda çıplak bir kadın tekeri tutuyor vs. Bir reklam, para kazanma aracı olmuş. Verilen bir değer yok.
         Ve kadın sadece ve sadece fuhuşta bir malzeme olarak kullanılmıştır. İleri gitmemiştir.  Bilakis değeri verilmemiştir. Yine 2. 3. 4. Evliliği reddetmiş hürriyet kazanmak için yüzlerce gayri meşru münasebetin malzemesi edilmiş kadın.
         Eğer kadın, Allah Subhanehu Teala’nın kendisine vermiş olduğu hakları rıza göstermezse onu terk etmeye kalkarsa, bununla yetinmezse, bunun dışında hak iddia etmeye kalkışması, sahip olduğu hakların kaybının başlangıcıdır. Bu misalle bu denli hepsini ölçebiliriz.
         Erkeğin fiziki yönüyle üstünlüğü fazileti değil, kadının fiziki yönden zayıflığı acizlik değildir. Aciz, güçsüz olan değildir, arkadaşlar. Aciz, başka yönüyle mukavemet edemeyendir. Erkeğin bir çocuğun bakımında, sabrını ve şefkatini ölçme mukayese bile kabul etmez. Erkek bu yönüyle kadının karşısında acizdir. Kadının sabrının yanında acizdir. Kadının metanetinin yanında, fedakarlığının yanında acizdir. Erkekte kadında gördüklerini göremiyorsun. Her ne kadar şer’i ıstılah ifadeleri adil kullanılsa bile, kullanılırken, kaybedilen yönüyle hislerde aynı tesiri yapmaz.
         Bunu anlamanız için şöyle bir misal verebilirim. Şer’i hukuk adil ifadeler kullanır. Zina yapan erkek ve kadına tek isim verir. İkisi de zanidir. Bu adildir. Her ne kadar verilen isim adilse bile her hangi bir kötülüğün eyleme dönüşmesinin akabinde bıraktığı lekeler farklıdır,, arkadaşlar vicdanda. Şöyle düşünün; müslüman bir aileyi, bir babayı düşünün. Kızının yabancı bir erkekle çıktığını düşünün, oğlu yabancı bir kızla çıkmış, Müslüman da olsa çocuklar şeriat ikisine de aynı adı vermesine rağmen gönüllerdeki bıraktığı tesir aynı mı? Ama şer’i hukukta aynı adı veriyor. İkisine de zani diyor. Müslüman bile olsa. Yani kızının ve oğlunun yabancı birileriyle cinsel ilişki kursa, kızın bıraktığı tesir ile erkeğin bıraktığı tesir aynı değildir.
         Erkeğe de bu isim verilir ama sanki değerinden bir şey kaybetmeden verilir. Ama kadına verilen bu isim bir daha kazanamayacağı bir şekilde kaybettiği bir değerin adı olur ve lekesi olur.
         Bu vakıalar tesettürü ele alırken düşünülmelidir. Şekli değildir tesettür. O tesettürün ruhuna ihlasına sahip olacak esaslarla ele almak gerekir. Ondan sonra tesettür önem taşır arkadaşlar.
         Şekli olan tesettürde bakın böyle çok kapalı kadın görürsünüz. Pencere açarken, çamaşır asarken kolu yarıya kadar açıktır. İcabında bir kapıdan geçen yabancı bir erkeğin misafir de olsa aniden önüne çıkacağını düşünmelidir. Tedbiri gerektirir. Ve bunun üzerinde hassasiyeti geliştirir.
         Dışarıda tam kapanan bir kadın, evinde aynı ihtimamı gösteremiyorsa her hangi bir doğal müşkülatı karşısında bu kadının şekli kapanması vardır, görünümde. Ama ihlas yönünden ihtimamı yoktur. Aynen Türkiye’de kapanan bir genç kıza bu kapanmasının iman alameti olduğu, Suud’da kapanan bir genç kıza olmaması gibi. Namaz da böyledir. Sair ibadetler de böyledir. Herkesin mecburen namaz kıldığı bir ortamda namaz iman alameti olmaz, her zaman. Göründüğü yerde kılar görünmediği yerde kılmaz. Tesettüre yaklaştığımızda bu esaslarla ele almamız gerekiyor. Ve gündeme bunun neticesinde -ihlas-samimiyet- meselenin ruhu gündeme gelir.
         O meseleler sana ister ispat etme, ister nefyetme yönüyle olsun gündeme geldiğinde müşkülatla karşılaşmasın. Kendini ikna etmek için hiçbir tereddütte vuku bulmaz. Ve bu sefer hassasiyet gündeme gelir. Bu sende olur bir başkasında olur.
         Bunu şöyle izah edebilirim. Devamlı bizimkilerin konuştuğu bir Sütçü İmam vardır. Maraş’ta bu adam. Dindar müslüman birisi. Yoldan geçen müslüman bir kadının yüzündeki peçesini, Maraş’ı zorla işgal eden Fransız askeri açmak ister. Sütçü İmam bu askeri çeker vurur. Şimdi hassasiyete bak. O kadın o adamın akrabası değil hanımı değil, kızı değil ama hassasiyet ister kendi hanımı olsun, kızı olsun ister başka bir müslüman hanımı, kızı olsun dert mi. Topluca namusu iffeti, kendi namusu iffeti kabul etmesi gerekir. Bu birincisi. İkincisi sadece o kadının yüzü açılıyor. Şu ortamda birde bizim bir çoğumuzun yüz açmayı kapamayı hiçbir şeyden kabul etmeyişinden düşünün. Bir de o ortamda bir harbi patlatacak bir harekete sebep olduğunu düşünün hassasiyet ne yapıyor.
Gittikçe kaybolan bu hassasiyeti kazanmak isterseniz tesettürü bir şekil değil, Rabbimiz böyle emrettiği için, böyle yapıyoruz diye ele almalıyız. Ve o  emre ihtimam göstermeliyiz. Cüzünde olduğu gibi küllünde de hassasiyet. Hassasiyet oldukça ihtimam önemli olur. Bakın şimdi, kadının sesini haram kılmıyor. Ama konuşman hassasiyete dönüştüğü noktada “işveli” olmayacak kaidesini koyuyor. Neden? Çünkü hassasiyet gittikçe ziyadeleşmiyor. Ama aksi olduğu zaman bizim şu ortamda çok basit kabul ettiğimiz şeyler  var. (Ahzab suresi 32. ayeti okuyun ve düşünün).
         İslamın hassasiyeti vardır. İslamı yaşamada hassas olan bir toplumda bir kadının birisine bakarken bile takındığı tavır, ölçü öyle hale gelmiş ki normal iki erkeğin iki kadının tokalaştığı gibi kadın ve erkek tokalaşıyor[16] hatta bir yerde hoş geldin deyip yanak yanağa öpüşmesi bile çok basit oluyor. Basitleşiyor bu. Yine bakıyorsun müslümanım diyen ailelerin kadının kadınla oturduğu erkeğin erkekle oturduğu gibi karışık oturuyor ve bu kadar laçkalaşmış ve basitleşmiştir ki hassasiyet ve ihlas kalmamıştır. İşte burada tesettür şekilden öteye geçememiştir.
         Ahzab suresinde bir ayet var. Bizim için çok önemli. Bakın Allah Subhanehu Teala ne buyuruyor:
         “Peygamberin eşlerinden bir şey istediğinizde perde arkasından isteyin. Böyle yapmanız hem sizin kalpleriniz için, hem de onların kalpleri için daha temizdir.[17]
         Önce demek istediğim ayet bu şimdi. Onlar derken kimi kastediyor? Peygamberin hanımları derken, kadınlardan bir şey isterken perde arkasından isteyin demiyor. Peygamberin hanımlarından diyor. Kim olur? Müminlerin anneleri. Yine bu sureye baktığımızda müminlerin anneleriyle alakalı bakın Rabbimizin bir emri var:
“Ey Peygamber! Biz, mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden sahip bulunduğun cariyelerini, amcanın ve halalarının, dayının ve teyzelerinin seninle beraber hicret eden kızlarını sana helal kıldık. Birde kendini peygambere hibe eden ve Peygamberinde kendisini nikah suretiyle almak istediği mümin kadını sana helal kıldık. Bu hüküm diğer müminlere değil ancak sana mahsustur.”(Ahzab suresi 50)
Bakın, Peygamberden  sonra nikahı başkalarına haram kadınlar. Misal verdiklerine bakın. Bize nikahı haram olup, annemiz mevkiinde ama tesettürde yabancı kabul edilenler. Sana öz annenden misal veremez değil mi? Böyle bir şey mevzubahis değil bakın.
Nikahı haram, anne mertebesinde ama tesettürde sana bir yabancı, Peygamber hanımları bunlar. Sahabeye  bakıyorsun. Allah’ın Kur’anda çokça methettiği insanlar. Dikkat edin misaldeki hassasiyeti vurgulamak istiyorum.
Yani, onlardan bir şey, istediğinizde perde arkasından isteyin, onlar ve sizin kalpleriniz için en hayırlı bu olur, demek. Bu mücerret lafızlar arkadaşlar. Çok ama çok istifade edilmesi gereken yerdir. İfadenin muhteviyatını anlayın.
Peygamberin hanımları, müminlerin anneleri, çocukları da kabul edilen insanlarla karşı karşıya kalsalar, kalplerinden bir kötülük geçmesi mümkün mü? Bu düşünülemez bile.
Peygamberin arkadaşları, Allah’ın Kur’an da methettiği, imanda kıyamete kadar bütün insanlığın üstadı olan bu insanların anneleri hakkında kalplerinden bir kötülük geçmesi mümkün mü? Buda değil.
Bütün bunun yanında “sizin ve onların” kalpleri için en hayırlı olandır demekte murat ne olur? Hassasiyeti anladınız değil mi arkadaşlar.
Bakın karşı karşıya kaldığınız annenizde olsa kadına dönük, çocuklarınızda olsa nikahınız haram biride olsa tesettürde yabancı kabul edilip en yakın olana bile takınacağınız tavır işte bu.
Sana nikahı haram olmayan annen mertebesinde olmayanlara takınacağın tavır herhalde daha farklı olmalı. Bu burada meselenin hassasiyetini yani şeytana, fitneye ifsada açık yani küçücük bir delik dahi bırakmamak için bu misali veriyor.
Neden misaller itaatlerde isyanlarda devamlı zirveden verilir. Mesela:
“Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutun ve kendiniz, ana- babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olun...”(Nisa suresi 135)
 Bir insanın babası aleyhine şahitliği zor iştir. Lehinde çok kolay. Yabancı birinin aleyhinde de kolaydır, lehinde zordur. Onun için en yakını misal veriyor.
Nikahı haram, anan hükmünde, oğlu mesabesinde, ama tesettürde en uzak sayılan insan oluyor. Eğer Peygamberin hanımlarına, sahabelerine bu emredilmişse biz ne demek oluruz. Bu çok açıktır­­          _ Bilene ___
 Birisi dese şimdi; “canım oradaki perde arkasından isteme Peygamberin hanımlarına hastır. Haslık menfide mi olur, müsbetlikte mi olur?” Müsbetlikte olur. Benim annemin dışarıya çıkarken kapanmasıyla benim yanımda kapanması aynı mı?
Yani kapanmayı Peygamberin hanımlarına has kılamazsın. Aksi has olur. Çocuklarının yanında kapanma has mı olur. Annelerinin yanında onların kapanması has mı olur. Değildir. Tam aksine buradaki hususiyet müminlerin hanımlarına sairlerine kabul edilir. Yani onların daha çok kapanmaları gerekir.
Önce bu ayetleri bu yönlü ele almalıyız. Hemen metni yönüyle değil. Metin amelimizin salih olduğunu gösterir. Yani, Kur’an ve Sünnete dayandığını. Yani okuduğumuz metin ya Kur’an olmalı yada Sünnet veya her ikisi. Farkına vardıysanız burada hem Kur’an hem Sünnet ama sahabenin yaşantısıyla veriyor. Mesela Allah Subhanehu Teala Kur’an da:
“Eğer sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, şüphesiz hidayete ererler. Yok eğer yüz çevirirlerse, onlar, muhakkak, düşmanlık içindedirler...”        (Bakara suresi 137)
Sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, derken neyi kastediyor? Neden? Resule senin iman ettiğin gibi demiyor da, “sizin iman ettiğiniz gibi” diyor.
Çünkü sahabenin iman ettiği Resulun onlara canlı olarak yaşattığıdır. Binaenaleyh müminlerin anneleri bu mevzuda tek örnek verilecek insandır.
    Onların iman ettiği gibi derken, onların örtündüğü gibi, örtünürseniz gerçek iman etmiş olursunuz. Tesettürde bu ayeti böyle alırız. Onların oruç tuttuğu gibi onların namaz kıldığı gibi, onların Peygambere iman ettiği gibi evet “iman” umum bir kelimedir arkadaşlar. İman etmen için hepsini yapman gerekiyor. Çıkman için illa hepsini inkar etmen gerekmiyor birini inkar etsen kafi.
             Yani bu iman meselesi tesettürde düz olarak ele alınırsa “Onların iman ettiği gibi iman ederseniz siz ancak hidayette olursunuz”, yani onlardan kasıt Sahabelerdir. Yani onlar gibi kapanırsanız. Bu çok açıktır.
          Kur’andan delil alıyoruz, Sünnetten delil alıyoruz. Kur’an ve Sünnet üzereyiz demek öyle yaşıyorum demek doğru yolda olduğumuzun alameti midir? Hayır.
         Çünkü KUR’AN ve SÜNNET doğrunun kendisidir.Onun üzerinde olduğumuzun bizde bir alameti olması gerekir. Herkes “KİTAB  ve SÜNNET” diyor. Aksini diyen var mı? Yok. Aslı “KİTAB  ve  SÜNNETİN” üzerinde olduğumuzun alameti şimdi ne oluyor anladınız mı? Sahabenin iman ettiği gibi iman etmek, onların bu ayeti anlayıp, yaşadıkları gibi yaşamak, onların hacc ettikleri gibi hacc etmek, onların oruç tuttukları gibi oruç tutmak, onların namaz kıldıkları gibi namaz kılmak vb. ancak o zaman hidayet üzere olursunuz.
           Bu konuda ikinci aldığımız ayet yine Ahzab suresinde ; Allah Subhanehu Teala şöyle buyuruyor:
          “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle ki...” diyor. (Ahzab suresi 59)
         Burada ki hicab emri birine farklı birine farklı mı, yoksa üçüne bir mi? Üçüne bir değil mi? Hanımlarına, kızlarına, müminlerin hanımlarına üçüne de emir aynı. Peygamberin hanımlarına has diyecek bir şey yok, burada . müminlerin hanımları daha farklı örtünebilirler veya daha az örtünebilirler böyle bir ifade yok burada. Bu hususiyeti ayıran tek bir şey var. Bakın Nur suresinde Rabbimiz:
         “Evlenme ümidi kalmamış yaşlı kadınların ziynetlerini açığa vurmaksızın üslerini çıkarmalarında üzerlerine herhangi bir günah yoktur. Fakat sakınıp örtünmeleri, kendileri için daha hayırlıdır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir” diyor. (Nur suresi 60)
           Buradaki hususiyet nasıl? Erkeğe ihtiyaç duymayan bir kadının dış örtüsünü çıkarmasında bir beis yok diyor. Ama taşırlarsa bu onlar için daha hayırlıdır. Bu bile hayırlı olarak ifade ediliyor.
         Yani bakın çok dikkat edin. Mükellefiyet bitmiş bu konuda, sorumluluk kalkmış indirebilir, açabilir. Bir çekicilik kalmamış artık, bırakabilir. Bu mümkündür. Ama diyor, örtünürse bu onun için daha hayırlıdır. Sübhanallah, Rabbim! biz nankör kulların sana ne kadar hamd etsek azdır. Sen ki bizi en ufak bir açık kapı dahi bırakmadan uyarıp doğru yolu gösteriyorsun. Ya Rabbi! bizleri, ehlimizi dininde sabit kıl, kalplerimizi dininde sabit kıl __AMİN__
“Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi onlarda izin istesinler.” (Nur suresi 59)
         Burada yaş belirtilmiyor. Buluğa erdiğinde diyor. Ama bir hadisi şerifte konuya biraz ışık tutması açısından diyorum. Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:
         “ Çocuk on beş yaşına geldiğinde, artık şeri cezalar onda tatbik edilir.”[18]
         Buluğ çağına erdiği andan itibaren örtünmesi farzdır. Şöyle diyebilir miyiz? Tamam benim kızım açık gezsin buluğa erdiği an kapatırım, diyebilir miyiz? O yaşta farz ise bunu diyebilir miyiz? Bu şekilde lakayt davranma yetiştirmenin en kötü noktasıdır. Bu çocuğu münafık olarak yetiştirmedir. Daha önce alıştırılmalıdır. Bu daha hayırlıdır.
         On iki – on üç yaşına gelmiş bir kızın o yaştan sonra kapanması kolay mı? Bu mümkün değil. Kapansa bile çocuk anasından babasından korktuğu için kapanacak. Çocuğu münafık yapan anası babası olur bakın.
         Ama küçükken çocuk buna alışmış kendinden bir parça olarak bunu kabullenmişse bu ona hiç yük olmaz. Bu yüklüğün tesirini azaltmak için geleneksel tipini demekte istemiyorum. Hiçbir zaman geleneksel örtünmeye fırsat vermemek gerekiyor.
         Yine bunda unutmamak gerekir ki, kız çocuğunu bir kız gibi erkek çocuğunu da bir erkek gibi yetiştirmek gerekiyor. Bu küçükten olur. Küçük bir kız çocuğunu düşünün erkek çocuklarla büyüyor. Bir bakarsınız onlar gibi yumruk atmalar, onlarla top oynamalar, sert tabiat. Aksi bir erkek çocuğunu da kızlarla büyütürseniz yani onlarla oynatırsanız gider evcilik oynar, ip atlar, bebekle oynar. Terbiyeyi ufak yaşta vermeliyiz. İnsan yetiştiği yere göre huy alır. Bu insanın tabiatında var. Bu konuda Allah’ın Resulünun şu sözünü çokça duymuşsunuzdur.
         “Kırda yaşayan kabalaşır, av peşinde koşan gafil olur, devlet, adamına yaklaşan ya dininden ya canından olur.”[19] 
 Yine,
         “Her Peygamber muhakkak koyun çobanlığı yapmıştır. Koyun çobanı mülayim, deve çobanı aksi olur.”[20]    
         Evet insan yaşadığı yetiştiği yere göre özellik alır. Bir hadis daha zikredelim ve konumuza böldüğümüz yerden devam edelim. İnşallah,
         “Allah (c.c), Adem’i yeryüzünün hepsinden avuçladığı bir avuç topraktan yarattı. Bunun için Ademoğulları, yeryüzünün renkleri ve tabiatları kadar değişik şekillerde geldiler. Onlardan kimi kızıl, kimi beyaz, kimi siyah, kimi bunların karışımı, kimi yumuşak, kimi sert, kimi kötü, kimi de iyi geldi.”[21]      
         Bakın koyun çobanlığı insanı mülayim yapıyorsa, deve çobanlığı insanı küfürbaz aksi yapıyorsa, köyde yaşamak insanı kabalaştırıyorsa, çocuğun yetiştiği ortama çok dikkat etmeliyiz. Misali yakaladınız mı? Hayvanların güdülmesi bile insanı menfi ve müspet yönde etkiliyorsa gerisini siz hesaplayın.
         O zaman ne yaparız? Kızı tabiatından, fıtratından uzaklaştıran, erkeği fıtratından uzaklaştıran bir terbiye usulünü evden kaldırmak gerekiyor. Bunu küçükken hissettirmemiz gerekiyor. Erkeğe, hiç erkek çocuk kadınların yanına girer mi? Kapıyı vurur izin alırsın, dersin. O terbiyeyi Kur’an da bile verirken;
         “Ey İman edenler! Ellerinizin altında bulunan köle, cariye veya hizmetçilerinizle, içinizden ergenlik çağına erişmemiş olanlar odanıza girmek için sizden üç defa izin istesinler.” (Nur suresi 58)
         Anaların babaların odalarına girerken bile izin isteyerek girmeyi emrediyor. Bu terbiyeyi verdiğimiz zaman, erkek erkekliğini hisseder. Kıza verdiğin zaman kızlığını anlar. Bu tabiatının verilişidir. Ondan sonra örtünmek, kadın erkek ilişkisinde ölçü ona artık ağırlık vermez. Aksi olursa öyle bir yaralar açılır ki ömür boyu bu yaralar telafi edilemez.
         Anadolu’ya baktığımızda bir kayınbirader yengenin yanına çok rahatlıkla girer çıkar ama bu büyük bir beladır bunun farkında bile olmaz. Kimse de bunu halletme yoluna gitmez. Bakın Allah’ın Resulu (sav) efendimiz ne diyor?
         “Tek başlarına iken, kadınları ziyaret etmekten sakının. Bunun üzerine Ensar’dan bir adam. –Ya Resulullah, ya koca tarafından olursa (kardeşi tarafından). Buyurdu ki – Koca tarafından akraba olursa o ölümdür.”[22]
         Ayrıca Tirmizi de şu ziyadelik vardır.
         “...bir erkek bir kadınla baş başa kalmasın! Aksi takdirde üçüncüleri mutlaka şeytandır.”[23]
         Görüyorsunuz İslam’daki hassasiyeti. Bir de bizim yaşadığımız topluma bakın, bizi İslam esaslarından tamamen nasıl uzaklaştırmış. Yani, hah şimdi düzeldik dediğimiz bir yerde dahi bir çok müşkülatlar çıkıyor. Neden? Temelde birçok şey zamanında halledilmemiş. Büyürken çocuğa dikkat edilmemiş.
         Demek ki biz bu davayı yüklenmeliyiz ki bizden sonraki gelenler daha rahat İslam’ı yaşayacakları ortamı bulabilsinler. Aksi olursa bu pislikten kurtulmak mümkün değil. Buda yani kurtulamamamız meselenin hep şekliyle  meşgul olduğumuzdan kaynaklanıyor.
           Bir hadis daha zikretmek istiyorum. Bakın Allah’ın Resulu (sav) bizim için ne diyor?
         “Kocaları yanında olmayan kadınları ziyaret etmeyin. Nitekim şeytan herhangi birinizin damarlarında kanın dolaşımı gibi dolaşmaktadır. Biz – Sende mi? Dedik. Buyurdu ki: benim de. Fakat şeytana karşı Allah bana yardım etti ve o, benim şeytanım boyun eğdi.”[24]          
         Evet, misaldeki dersi alabildik değil mi? Allah’ın Resulu misali kendinden veriyor. Daha fazla üzerinde durmayacağım- bu anlattığımız esaslarla bu hadisi bir düşünün neden söylüyor.
             Buluğa ermiş bir çocuğa elini yüzünü kapatacaksın, bir araya geldiğinde aileler haremlik selamlık uygulanacak demek, bu şekil, bizi kurtarmıyor arkadaşlar.
         İnanın şu ortamda kapandığı halde, peçe taktığı halde kocası da müslümanım dediği halde daha hala kayınbirader, enişte veya aileden kabul edilen güya insanlarla bir oturup kalkan insanlar vardır. Bu aşılamamıştır. Neden? Halen şekilcilikten kurtulup eğitimi veremediğimizden bu müşkülatlar doğuyor. Bakın Allah’ın Resulu (sav) efendimiz bize ne nasihat ediyor:
         “Kişi, dostunun üzeredir. Bu yüzden her biriniz, dost edindiği kişiye dikkat etsin.[25]            
         İnsan iyiye de kötüye de meyillidir. Bu yüzden Allah’ın Resulu (sav) uyarıyor. Dikkat edin diyor. Uyarıyorsa bu bizim başımıza gelecek demektir.
         Şimdi meselenin nass yönünü, ihlas yönünü ele aldığımızda nasslardaki sebatı şöyle tespit etmeliyiz. Ahzab suresindeki:
        “Ey peygamber! Müminlerin annelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle. Cilbablarından bir kısmıyla örtünsünler bu onların tanınıp eziyet edilmemeleri için en hayırlı olandır. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”   (Ahzab Suresi (33)/ 59)
İfade bu. Cilbablarıyla demiyor, bir kısmıyla örtünsünler diyor. Ama bir çok meale baksanız bu ifadeyi bulamazsınız. Bunu iyice anlamak için. Müminlerin annesi Aişe (r.a) ‘ın ifk hadisesine bir bakalım.
            “Aişe (r.a) dedi ki: Resulullah yapmak istediği bir gazvede aramızda kura çekti ve bu kurada benim adım çıktı. Ben Rasulullah’ın beraberinde sefere çıktım. Bu sefer Hicab ayeti indikten sonra idi. Ben hevdecimin içinde taşınır ve onun içinde olarak yere indirilirdim. Bütün yolculuğu bu şekilde yürüdük. Nihayet Resulullah bu gazvesinden ayrılıp da döndüğü ve Medine’ye yaklaştığımızda bir yerde konakladı. Geceleyin hareket edilmesini bildirdi. Hareket emrini verdiği zaman ben kalkıp hacetimi yerine getirmek için yalnız başıma ordunun konakladığı bölgeyi seçtim. Hacetimi yerine getirdiğim zaman dönüp yerime geldim. Baktım ki Yemen boncuğundan dizilmiş gerdanlığım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığı aradım. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. Benim yol nakliyatımı yapmakta olan kimseler gelip benim hevdecimi yüklemişler ve binmekte olduğum deve üzerinde götürmüşler. Onlar beni hevdecin içinde sanıyorlarmış. O zaman kadınlar hafif hafif  idiler, şişmanlamazlardı, et ve yağ onları ağırlaştırmazdı. Çünkü az yemek yerlerdi. Bu sebeple bana hizmet edenler hevdeci ağırlık derecesine bakmadan yüklemişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum. Akabinde ben ordu birliklerinin konakladığı yere geldim. Fakat oralarda kimse kalmamış. Ve onlar beni hevdecde bulamazlarda beni aramak üzere yanıma gelirler diye düşündüm. Ben bu düşünce ile yerimde otururken uyumuşum.
Safvan İbnul Muattal es-Sulemi sonra ez-Zekvani arkadan gelmekte, kalmış olan eşyalarını toplamak ve diğer konak yerine götürerek sahiplerine vermekle görevli idi. Bu zat askerin arkasından sabaha kadar yürümüş. Benim bulunduğum yere gelmiş. Uyuyan bir insan karaltısı görünce benim yanıma gelmiş ve beni görünce tanımış. Bu zat beni Hicab’tan önce görür idi. Ben onun beni tanıdığı sırada onun:
           “ İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”   (Bakara (2)/ 156) istirca sözlerini söylemesiyle uyandım.
           Uyanınca hemen feraceme bürünüp yüzümü örttüm. Allah’a yemin ederim ki, o bana bir tek kelime söylemedi, bende ondan “inna lillahi ve inna ileyhi raciun” istirca sözünden başka bir kelime işitmedim. Devesini ıhtırıp çöktürdü. Benim binmem için devenin ön ayağına bastı, bende deveye bindim. Safvan, bindiğim deveyi önünden çekerek yürüdü. Nihayet kafile konak yerine indikten sonra, öğle sıcağında orduya yetiştik...”[26]  
            Aişe annemiz ne diyor, istirca sözüyle uyandım, onu karşımda görünce hemen yüzümü kapadım diyor. Ve o beni Hicab’tan öncede tanırdı diyor.
          Şimdi bu kelimelerin üzerinde biraz durun. Hicab’tan önce derken, hicab emri ne burada? Üzerini örtünmüyor bakın, sadece yüzünü örtüyor. Hicab katiyen kadının üzerini örtmesi değildir. Üzerinde olan cilbabın bir parçasıyla yüzünü örtmesidir. Aişe annemizin yaptığı gibi
            Yani hicab dediğimizde eli ve yüzü örtme emridir. Değilse vücudu bedeni örtme değil. Ondan önce kadınlar açık saçık mı geziyorlardı. Hatta Mekke’de bile müslüman kadınlar örtünüyordu.
           Misal mi, Allah’ın Resulu (sav), Arafat’ta hacılara tebliğ ederken yoruluyor ve bir ağacın altına oturuyor dinlenmek için. O sırada kızı Rukiye (r.a) geliyor. Elinde su kabı ile. Allah’ın Resulu (sav)’in eline su döküyor, elini yıkıyor su içiyor. O sırada Rukiye’nin gerdanı açılmış. Allah’ın Resulu (sav) – Kızım gerdanını kapat diyor.[27] 
              Yani bakın daha Mekke’de iken bile tesettürün bu kısmına dikkat edilen taraf var. Değilse hicab gelmeden evvel müslüman kadınları açık saçık gezemiyorlardı. Oradaki hicab emri yüzünün kapanmasıdır. Üstünü örtme değil. Aişe validemiz üstünü örtmüyor. Örtülüydü. Sadece uyku haliyle yüzü açıktı. O beni Hicab’tan öncede tanırdı, diyor. Ve yüzünü kapatıyor.
           Şimdi ayetle tanınıp eziyet edilmemeleri sözüyle o beni Hicab’tan öncede tanırdı deyip yüzünü kapamayı alakalandırdınız değil mi?
           Hicab yüzü örtmedir. Tanınmama onu kapamadır. Açık tutarsan kapanır. Şimdi bu ayetin tefsirini biz ne ile yaptık., sahabenin yaşantısıyla. Bakın bir hadiste Aişe annemiz:
             “Biz ihramlı olarak Resulullah (sav)’le beraber bulunurduk. Kafileler bizim yanımızdan geçerlerdi. Tam hizamıza geldikleri vakit biz kadınlardan herhangi birimiz başından örtüsünü yüzüne indirir, kafile geçince yine açardık. “[28]
  Yine bir hadisi şerifte,
         “Abdül Habır bin Kays Şemmas (r.a)’dan – Ümmü Hallad denen bir kadın yüzü peçeli olarak Allah’ın Resulu (sav)’e geldi. Oğlunu soruyordu. Halbuki oğlu harpte öldürülmüştü. (SAV)’in ashabından birisi ona; yüzün peçeli olduğu halde mi geldin, oğlunu soruyorsun? Dedi. Kadın,”Oğlumun ölmesiyle musibete uğradımsa da, hayam hususunda da mı musibete uğradım.” Cevabını verdi...”[29]
       Bunlar şimdi neyi gösteriyor? Sahabenin yaşantısını. “Onlar gibi iman ederseniz” ayetini anladınız değil mi? Ayriyeten kadının ihramı ne? Allah’ın Resulu (sav):
        “İhramlı kadın yüzüne peçe vurmasın ve ellerine eldiven giymesin” buyurdu.[30]
        Bu neyi gösteriyor? Demek ki hacdan evvel “el ve yüz” kapanıyormuş. Şimdi bu kat’i ifadeyi yakaladınız değil mi?
         Ondan sonra bu mevzuda şüphe getiren nassların izahını farklı bir boyutta ele alamazsınız şimdi gelen şüphelerden bir tanesi şu:
      “Mümin erkeklere söyle de, gözlerini haramdan sakınsınlar...”
     “Mümin kadınlara da söyle, onlarda gözlerini haramdan sakınsınlar...” (Nur suresi 30- 31)
           Bazıları şimdi bu ayeti ele alarak diyor ki; şimdi “gözlerini yere diksinler” den maksat ne? Demek ki diyor. – gözlerini yere dikmeleri yüzü açık ta ondan diyor. Şimdi bu bir gerçek. Peki yüzleri yere dikmek ille de yüz açıklığından mı? Hayır katiyetle. Neden? O ortamda sadece müslümanlar mı yaşıyor? Yahudi ve Hıristiyan kadınlarda vardı.
           Gelelim bu topluma bu toplumda bu mümkün mü, herkesin aynı şekilde kapanması. Mümkün değil. Burada gözleri korumak başka bir maksat için. O ortamda bir kadın hiç kapanmasa da gelse birileri de görse – Ha bakın müslüman kadınlar hiç kapanmıyormuş – manasını çıkarabilir mi. Bunun manası çıkmaz. Orada görünen bir tane insan o kadar. Ne zaman bakmak caiz olur şeriatta ancak evlenme kastı olursa bunu nereden çıkarıyoruz tabii ki yine Kitap ve Sünnetten.
             “Bir gün Allah’ın Resulu’nün huzuruna bir kadın geldi de nefsini Resullullah’a arz etti. – Ya Resurullah! Bana ihtiyacın var mı, yani beni nikahlar mısın dedi. Peygamber (sav) gözlerini kadına dikip tepeden tırnağa süzdü ve indirdi sukut etti...”[31]
        Kadına baştan aşağı bakıyor, ihtiyaç duymadım, diyor. Nasıl bakıyor. Bir erkek bir kızı istediğinde onun yüzüne bakabilir.
         “Ebu Hureyre (r.a) dedi ki, ben Allah’ın Resulu’nün yanında idim. O sırada bir kimse geldi ve Ensardan bir kadınla evlenmek istediğini Peygambere haber verdi. Allah’ın Resulu ona: - O kadına baktın mı? diye sordu. O zat, hayır bakmadım dedi. Allah’ın Resulu; öyleyse git ve o kadına bakıp gör. Çünkü Ensarın gözlerinde  bir küçüklük vardır.” [32]            
Onun yüzüne bakabilirsin diyor, ama evlenme kastıyla. Yine bir hadisi şerifte:
         “Cerir bin Abdullah (r.a)’dan dedi ki:”Allah’ın Resulu(sav)’e ani olarak bir yabancı kadına bakmanın hükmünü sordum ve derhal gözümü çekmemi emretti”.[33] 
        Gelen bir müşkülatı böyle defetmen mümkün. Çünkü önce asıl öğrenilmeli. Ayete bakıyorsun, Sünnete bakıyorsun ve “Onların iman ettiği gibi”, yani sahabelerin anladığı gibi yaşıyorsun. Olay bu kadar basit. Gerisi hiç önemli değil.
     Konu şimdilik burada bitti. Velhamdülillahi Rabbilalemin.
         “Ey İman edenler sizi, size hayat verecek şeye davet ettiklerinde, Allah’a ve Resülu’ne icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz, mutlaka O’na varıp toplanacaksınız.” (Enfal Suresi(8)/24)
                                                        HUSEYİN EBU EMRE


[1] (İsra Suresi (17)/ 23 , Ankebut Suresi (29)/8), (Taberani (5/272) Müslim(2551- 85.)
[2] Keşful Hafa(214) Mecmauz Zevaid(4/252) Zübeydi İthaf(5/288) Camiüs Sağir(8591) Kenz(44433) Nevafihul Atira(2105) Iraki el Muğni(1389) ihya(2/23) Tergib veTerhib (4/203; Beyhaki, Taberani ve Hakim’den) zayıftır. Ebu Ya’lanın benzer bir rivayeti için bkz.:Ramuzül Ehadis(489) Mecmauz Zevaid(4/252)
[3] Tirmizi(2743,1171) Hakim, Müstedrek(1/53) İbn Mace(1609) Camiüs Sağir(3990) hasendir.
[4]Buhari(7/11) Müslim(zikr 26) Tirmizi(2780) Ahmed(5/200) Beyhaki(7/91) Beyhaki Sagir(2470) Şuabul İman(5410) Taberani(1/133) Mişkat(3085) Kurtubi(12/311) İbniAsakir(2/395) Hatib(12/339) Hilye(3/35) Zübeydi İthaf(7433) Fethul Bari(9/137) Nevafihul Atire(1712) İbni Mace(3998) Şiratul İslam(324)
[5] Buhari(4/1900) Müslim(1599,2564) Dârimi(2535)İbn Mace(3984) Nesai(443)
[6] Taberani Mucemus Sağir(709)
[7]Tirmizi(1173) Deylemi(6713) Tac(3/596) Kenz(45158) Taberani(10/132) Mecmauz Zevaid(4/314) Keşful Hafa(2705) İbni Kesir(3/491) Beyhaki Şuab(7819) Mişkat(3109) Şa'rani Hukukil Uhuvve(266) Nasbur Raye(1/298) İbni Hibban(Mevariduz Zaman(s.103) İbni Huzeyme(3/93) Feyzul Kadir(6/267) Iraki Muğni(1572) Kunuzül Hakayık(8006) Elbani Sahihul Cami(6/14) Tergib Ve Terhib(2/269) Nevafih(1855) İbnu Katan Kitabun Nazar(s.137) ittifakla sahihtir.
[8] Müslim(1403)
[9] Taberani /  Mecmauz Zevaid(2/35)
[10] Müslim(1403)
[11]Deylemi’den; Kunuzul Hakayık(3405) el Mesanid(2/160)
[12] (Tergib ve Terhib 5/126 – Buhari    Müslim )
[13] Ahmed(3/429) Nesai(6/11) İbni Mace(2781) Hakim(2/70,4/151) Deylemi(2611) Ebu Bekr eşŞafii Rubaiyyat(2/25) Ebuş Şeyh Fevaid(s.253) Hatib Cami(2/289) Dulabi Kuna(2/138) Kudai(119) Keşful Hafa(1/335) Dürerül Müntesira(68) Ahadisul Kussas(70) İbni Adiy(6/2347) Şa’rani Bedrul Münir(1124) Kenz(45439) Elbani Daife(593) Daiful Cami(s.394 no;2666) Camiüs Sağir(3642) Tergib ve Terhib(5/5) Nevafihul Atira(610) Hafız Yemani; sahih, Suyuti hasen dedi, Elbani mevzu olduğunu iddia eder. Doğrusu Muaviye Bin Cahime’den gelen rivayet sahihtir. Zehebi de bunu doğrular. Elbani’nin Mevzu dediği rivayet ise, Enes Radıyallahu anh.’den gelmiş olup zayıftır.
[14] (Nisa Suresi(4)34, E.Davud/ 2142, İbn Mace/1850)
[15] (E. Davud/ 2140)
[16] Hadiste;"Kişinin başına demirden çivi çakılması yabancı kadına dokunmasından daha iyidir." Buyruluyor. Bu sahih hadisi; Taberani Mucemul Kebir’de(20/212) Suyuti Camius Sagir’de(7216) Elbani Sahiha’da(226) Beyhaki Şuab’da(5455) Ru'yani Müsned’de(2/323) Münziri Tergib’de(3/66) Deylemi Müsnedül Firdevs’de(7859) İbni Sünni(43/b) Ebu Nuaym Tıbbun Nebevi’de(2/33) Nebhani Fethul Kebir(9665) Heysemi Mecmauz Zevaid’de(4/326) rivayet etmişler.
[17] Ahzab suresi 53
[18] Beyhaki “Hılafiyyat” ta Enes (r.a)’ dan rivayet ediyor.)
[19] Nesei(4289) Tirmizi(2357)
[20] Buhari
[21] (Tirmizi(3130) Ebu Davud(4693)
[22] Buhari(nikah 11/1-6/159) Müslim(selam 20) Tirmizi(1171) Darimi(2645) Ahmed(4/149) İbnu Katan Kitabun Nazar(s198) Cemül Fevaid(4347) Tergib(4/195) Beyhaki(7/90) Beyhaki Şuab(5437) Tac(3/615) Fethul Kebir(4871) Deylemi(1551) Kunuz(2467) Kenz(13060) Makdisi Umdetul Ahkam(306) Nesai İşretün Nisa(338) Fethul Bari(9/330) İbni Cevzi Zadul Mesir(6/34) Nüzhetül Muttakin(2/339) Rıyazus Salihin(1630) Iraki Tarhut Tesrib(7/39) 
[23] Müslim(hac 1341) Tirmizi(2165) Nesai(3898) Ahmed(1/18,26) Hakim(1/114) Beyhaki Şuab(5454) Zeylai Nasbur Raye(4/249) Kunuzul hakayık(9537) Kenz(13042) Tergib(4/196) Ramuz(172/7) Tac(3/616) Tarhut Tesrib(7/40)
[24] (Tirmizi / 1181, – Müslim / 2174, – Darimi 2785, – Ebu Davud / 4719) bkz.:Müslim(selam 22) Tirmizi(2779) Beyhaki Şuab(5444) Buhari(9/290) Cemül Fevaid(4350) Rıyazus Salihin(1631) Nüzhetül Muttakin(2/339) Tarhut Tesrib(7/40)
[25] Tirmizi(2484) Ebu Davud(Edeb / 16)
[26] Buhari(megazi 34) Müslim(tevbe 58) Tirmizi(3180) Ebu Davud(4735) İbni Kesir(3/1584) Cemül Fevaid(7104) Taberi(2/111) İbni Hişam(4/10) Vakıdi(2/426) DürrüMensur(190) İbni Seyyidin Nas Uyunül Eser(2/128) Zadul Mead(3/1223) İbni Mace(1970) Beyhaki Delail(4/64) İbni Sad(2/65)
[27] Ahmed b. Hanbel
[28] Ebu Davud(1833) İbni Rüşd Bidaye(2/166) İbni Sa'd(8/71) İbni Mace(2935) İbnu Katan Kitabun Nazar(s149) Ezraki(2/14) Cemül Fevaid(3246)
[29] Ebu Davud(2488) Beyhaki(9/175) İbni Sad(3/83) Suyuti Babus Seadeteyn(43/17) Cem'ül Fevaid(6133) Hayatus Sahabe(3/201) Kenz(2/157)
[30] Malik(730) Buhari(3/146) Ebu Davud(1827) Tirmizi(763) Cemül Fevaid(3235) Müslim(2012) Nesai(2616) İbni Mace(2920) Ahmed(4252) Darimi(1730) Tarhut Tesrib(5/40)
[31] Buhari(11/5210)
[32] Müslim(1424) İbni Mace(1964)
[33] Müslim(1699) Ebu Davud(2148) Tirmizi(2776) Hakim(2/396) Beyhaki(7/90) Ahmed(4/358) Tayalisi(s.93) Darimi(2646) Cem'ül Fevaid(4352) Tac(3/618) İbnu Katan Kitabun Nazar(s.71)
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol