HARUN EBU HUSEYIN - YILDIRIM
  Rükûdan Sonra el bağlama
 
Namaz Kılan Bir Kimse, Rükûdan Doğrulduktan Sonra Ellerini Nereye Koymalıdır?
Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’den bildirilen sahîh sünnetin delâlet ettiği gibi, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- namazda ayaktayken sağ elini sol elinin üzerine koyarak bağlar, ashâbına da böyle yapmayı emrederdi.
İmam Buhârî-Allah ona rahmet etsin- Sahîhinde “Namazda sağ elin sol elin üzerine konulması” bölümünde şöyle der:
“Abdullah b. Mesleme Mâlik’ten, Mâlik de Ebu Hâzım’dan, Ebu Hâzım da Sehl b. Sa’d’den-Allah hepsinden râzı olsun- rivâyet ettiğine göre şöyle der:
“İnsanlar (sahâbe) namazda iken sağ ellerini, sol kollarının üzerine koymakla emrolunurlardı.”
Ebu Hâzım:
“Ben, onun bunu Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e isnâd etmesinden başka bir şey bilmiyorum” der.
Bu sahîh hadîste, namaz kılan kimsenin ayakta iken rükûdan önce ve sonra sağ eli, sol kolun üzerine koymanın câiz olduğuna delâlet eden yönü, Sehl b. Sa’d’ın:
“İnsanlar (sahâbe) namazdayken sağ ellerini, sol kolları-nın üzerine koymakla emrolunurlardı” diye haber vermesidir.
         Bilindiği gibi sünnet olan, namaz kılan kimsenin, rükûda ellerini dizlerinin üzerine, secdede ise omuz veya kulaklarının hizâsına gelecek şekilde yere koymasıdır.İki secde arasındaki oturuşla teşehhüd oturuşunda uyluklarla dizlerin üzerine koymasıdır.Bunları sünnette açıklandığı gibi yapar.Geriye, ayakta dururken ellerin nereye konulması meselesi kalıyor ki, Sehl b. Sa’d’in naklettiği hadîste kaste-dilen şeyin bu olduğu anlaşılmış olur.Câiz olan, namaz kılan kimsenin ayaktayken sağ elini, sol elinin veya sol kolunun üzerine koymasıdır.Bu durum, rükûdan önce olsun, rükûdan sonra ayakta dururken olsun aynıdır.Çünkü bildiğimiz kadarıyla Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den iki durum arasında fark olduğu hususunda bir şey sâbit olmamıştır.
İki durum arasında fark olduğunu iddiâ edenin delîl getirmesi gerekir.
Vâil b.Hucr’dan rivâyet olunduğuna göre, o şöyle der:
“Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- namazda ayakta dururken, sağ elini sol elinin üzerine bağlardı.” 
Yine, Vâil b.Hucr’dan rivâyet olunan başka bir hadîste, o şöyle der:
 “Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in iftitâh tekbirini aldıktan sonra, sağ elini sol elinin bilek ve kolunu kavrayacak şekilde üzerine koyduğunu gördüm.” 
Bu hadîste, rükûdan önceki ve sonraki ayakta duruş arasında bir ayırım yapılmamıştır.Böylece bu hadîsin, rükûdan önceki ve sonraki her iki ayakta duruşu kapsadığı açıkça anlaşılmış olur.
   Hâfız İbni Hacer-Allah ondan râzı olsun- “Fethu’l-Bârî ” adlı eserinde Buhârî’nin az önce adı geçen konu başlığı ile ilgili olarak şöyle demiştir:
         «Hadîste geçen “(Namazda ayaktayken) sağ elin sol elin üzerine konulması bölümü” ile “İnsanlar (sahâbe) namazdayken, sağ ellerini sol ellerinin üzerine koymakla emrolunurlardı” sözü,merfû hükmündedir. Çünkü; ileride de açıklanacağı gibi sahâbeye emreden bizzât Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’dir.»
         “Kolun üzerine” sözünde, kolun neresine konulacağı açıklanmamıştır.Vâil b.Hucr’dan rivâyet olunduğuna göre, o şöyle der:
 «…sonra sağ elini sol elinin üzerine, bilek ve kolunu kavrayacak şekilde koydu…»  
 [ الرُّسْغُ ]er-Rusğ kelimesi; bilek demektir.
         Namaz bölümünün sonunda, Hz.Ali’den-Allah ondan râzı olsun- buna benzer bir hadîsi zikredeceğiz.
Yine az önce belittiğimiz hadîste ellerin bedenin neresine konulacağı hususunda bir açıklama yapılmamış-tır. Başka bir rivâyette İbn-i Huzeyme-Allah ona rahmet etsin- Vâil b.Hucr’dan “ellerini göğsünün üzerine koydu” diye rivâyet etmiştir.
Bezzâr-Allah ona rahmet etsin- ise “göğsünün yanına (koydu)” diye rivâyet etmiştir.İmam Ahmed de-Allah ona rahmet etsin- Hulb et-Tâî’den buna benzer bir hadîs rivâyet etmiştir.
Yine, “Ziyâdâtu’l-Müsned” (Müsned’in Ziyâdeleri) adlı eserde, Hz. Ali’den nakledilen “ellerini göbeğinin altına koydu” şeklindeki hadîsin isnâdı zayıftır.
ed-Dânî-Allah ona rahmet etsin- “Etrâfu’l-Muvattâ” adlı eserinde Ebu Hâzım’a itirâz ederek “Bu hadîs, illetlidir. Çünkü Ebu Hâzım zanna dayanarak söylemiştir” demiş, ardından da; “Eğer Ebu Hâzım:(Ben,onun bunu Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e isnâd etmesinden başka birşey bilmiyorum) dememiş olsaydı, hadîs merfû’ hükmünü alırdı.Çünkü sahâbenin “bununla emrolunuyorduk” sözünün zâhirine bakılarak, onlara emredenin bizzât Peygamber          -sallallahu aleyhi ve sellem- olduğu sonucuna varılır.Çünkü sahâbî, şeriatı tanıtıcı konumundadır.Dolayısıyla onlara emredenin hüküm koyan konumunda olan Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- olduğuna hükme-dilir.Hz.Âişe’nin-Allah ondan râzı olsun-: “Bizler, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in yanında âdet görür, orucu kazâ etmekle emrolunur, namazı ise kazâ etmekle emrolunmazdık.”
hadîsi bunun gibidir.Çünkü bu şekilde emredenin Peygamber   -sallallahu aleyhi ve sellem- olduğuna hükmedilmiştir.
Beyhakî de-Allah ona rahmet etsin- bir genelleme yaparak: “Bu hususta, âlimler arasında hiçbir ihtilâf yoktur.Yine de Allah daha iyisini bilir ” demiştir.
Ebu Dâvud ve Nesâi’nin sünenleri ile İbni Seken’in      -Allah onlara rahmet etsin- sahîhinde emreden ile emrolunanın tâyini hususunda, Abdullah b. Mes’ud’dan-Allah ondan râzı olsun-konuya ışık tutan şu hadîs nakledilmiştir:
“Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- (namazda) sol elimi sağ elimin üzerine koyduğum halde görünce, sol elimi çekip sağ elimi sol elimin üzerine koydu” 
Denildi ki:
“Eğer hadis merfû’ olsaydı, Ebu Hâzım: «Ben, onun bunu Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e isnâd etmesinden başka bir şey bilmiyorum» demesine gerek duymazdı.”
Buna şöyle cevap verebiliriz:
“Ebu Hâzım, bu sözüyle emredenin Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- olduğunu açıklamak istemiştir.Çünkü birincisine merfû’ hükmündedir, denir ancak “merfû’” denilmez.
 
İslâm âlimleri, “Namazda Elleri Bağlamanın” hikmetini şöyle izâh etmektedirler :
1. Bu davranış, mütevâzi olarak Allah Teâlâ’ya yalvaran kimsenin özelliğidir.
2. Bu davranış, elleri boş şeylerle oyalanmaktan alıkoymaktır.
3. Bu davranış, huşû içerisinde Allah Teâlâ’ya yalvarıp yakarmaya daha uygundur.
 
         İmam Buhârî de bunu idrâk etmiş olmalı ki, bunun ardından “Huşû Bölümü” diye bir bölüm zikretmiştir.
“Namazda Elleri Bağlamak” ile ilgili söylenen güzel sözlerden birisi de bazılarının dediği gibi:
“Kalp, niyetin yeridir. Bilindiği gibi insan, bir şeyi korumak istediği zaman, ellerini o şeyin üzerine koyarak onu korur”.
         İbni Abdilberr de-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:
“Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den ellerin bağlanması hususunda aykırı bir şey rivâyet olunmamıştır”
Bu, sahâbe ve tabiînin çoğunluğunun görüşüdür.
 
İmam Mâlik de-Allah ona rahmet etsin- “el-Muvattâ” adlı eserinde bunu zikretmiştir.İbnul-Münzir ve başkaları, İmam Mâlik’ten bundan başka birşey rivâyet etmemişlerdir. Ancak, İbnul-Kâsım, İmam Mâlik’ten ellerin salınacağını rivâyet etmiş, Mâlikî âlimlerinin çoğu da bu görüşü benim-semişlerdir.
Yine İmam Mâlik’ten, farz ile nâfile arasında ayırım yaptığı da rivâyet edilmiştir.Mâlikîlerin bir kısmı da el bağla-mayı mekrûh görmüşlerdir.İbnul-Hâcib, bunun dinlenmek amacıyla yapılması halinde mekrûh olduğunu nakletmiştir. 
Hafız İbn-i Hacer’in-Allah ona rahmet etsin- söylediği şeyler, bu konuda rivâyet edilenleri açıklamaya tam anlamıyla yeterlidir.
İmam İbn-i Abdilberr’den-Allah ona rahmet etsin- rivâyet edilen, “sağ elin sol elin üzerine bağlanması” namazda iken el bağlamanın, kıyâm halinde olduğuna delâlet eder.Bu, İslâm âlimlerin çoğunun görüşüdür.İmam İbn-i Abdilberr rükûdan önceki ve sonraki kıyâm arasında bir ayırım yapmamıştır.
İmam İbn-i Kudâme-Allah ona rahmet etsin- “el-Muğnî”, İbn-i Müflih-Allah ona rahmet etsin-“el-Furû’” adlı eserlerinde ve diğer âlimlerin, İmam Ahmed’in-Allah ona rahmet etsin–; “Namaz kılan kimsenin rükûdan doğrulduktan sonra ellerini bağlamakla salmak arasında serbest olduğu” görüşünde olduğunun dînî bir delîli olduğunu bilmiyorum.Bilâkis daha önce zikredilen sahîh hadîslerin açık manaları, iki duruşta da el bağlamanın sünnet olduğuna delîl teşkil etmektedir.
         Ayrıca, bâzı Hanefîlerin; “rukûdan doğrulduktan sonra elleri salmak daha faziletlidir” yönündeki görüşleri de, daha önce zikredilen hadîslere muhalif olduğundan dînî delîlden yoksundur.İslâm âlimlerinin belirttikleri gibi “istihsân”   hadîs-lere muhâlif olursa, ona itibâr edilmez. 
         İbn-i Abdilberr’in-Allah ona rahmet etsin– Mâlikîlerin çoğun-luğunun “rükûdan önceki ve sonraki duruşta elleri salmak daha faziletlidir” demelerine gelince, şüphesiz ki Mâlikîlerin bu görüşü, daha önce de belirtilen sahîh hadîslere ve ilim ehlinin çoğunluğunun görüşüne aykırı olduğundan tercih edilmemiştir.
 
Vâil b. Hucr ile Hulb et-Tâî’nin-Allah her ikisinden de râzı olsun-naklettikleri hadîsler, namazda ayakta dururken elleri göğsün üzerine koymanın daha fazîletli olduğuna delîl teşkil etmektedir.Daha önce de belirttiğimiz gibi bu iki hadîsi de İbn-i Hacer nakletmiştir.Her iki hadîs de ‘ceyyid’-iyi- olup, senedleri zararsızdır.
 
Birinci hadîsi, (Vâil’in hadîsi) İmam İbn-i Huzeyme rivâyet etmiş ve “hadîs, sahîh” demiştir.İmam Şevkânî de “Neylu’l-Evtâr” adlı eserinde zikretmiştir.İkinci hadîsi ise (Hulb et-Tâî’nin hadîsi) İmam Ahmed hasen bir senedle rivâyet etmiştir.
Ebu Dâvûd-Allah ona rahmet etsin- Tâvûs’tan, o da Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den Vâil ve Hulb’un hadîsle-rine uygun bir hadîs rivayet etmiştir.Bu hadîs “mürsel” olup, senedi ise ‘ceyyid’dir.
Şayet Ebu Dâvûd’un, Hz. Ali’nin-Allah ondan râzı olsun-“namazda sünnet olan,elleri üst üste koyup göbeğin altına koymaktır” dediğini nakletmiştir, diyecek olursan biz de bu hadîse Hâfız İbn-i Hacer’in “hadîs, zayıftır” dediğini belirtiriz.
Hadîsin zayıf olmasının sebebi ise; Abdurrahman b. İshak el-Kûfî veya el-Vâsıtî denilen şahsın rivâyet etmiş olmasıdır.
Bu şahıs, ilim ehlinin nazarında zayıf olup, rivâyet ettiği hadîslere itibâr edilmemiştir.
İmam Ahmed, Ebu Hâtim, Yahyâ b. Maîn ve başkaları bu şahsın “zayıf” olduğunu söylemişlerdir.
Ebu Dâvûd’un, Ebu Hureyre’den-Allah ondan râzı olsun- merfû’ olarak rivâyet ettiği; “Namazda elleri üst üste göbeğin altına koydu” hadîsi zayıftır.Çünkü; hadîsin râvileri arasında, durumunu yukarıda belirttiğimiz Abdurrahman b. İshak vardır.
Şeyh Ebu’t-Tayyib Muhammed Şemsul-Hak “Avnu’l-Ma’bûd Şerhu Süneni Ebî Dâvûd” adlı eserinde şöyle der:
“Tâvûs’tan mürsel olarak rivâyet edilen Hulb ve Vâil’in hadîsleri, namazda elleri göğsün üzerine koymanın müstehap olduğu-na delâlet eder.Doğru olan da budur.Elleri göbek altından veya üstünden bağlamaya gelince, bu hususta Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den herhangi bir hadîs sâbit olmamıştır.”
Durum, geçen hadîsler hakkında söylediği gibidir.
Şayet, âlim M. Nâsıruddin Elbânî “Sıfetu Salâtin-Nebî     -sallallahu aleyhi ve sellem- (Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in namaz kılış şekli)” adlı eserinin 6. baskı, 145. sayfasının dipnotunda:
“Ayakta dururken (rükûdan sonra) elleri göğsün üzerine koymanın dalâlet bid’atı olduğundan şüphe etmiyorum.Çünkü namaz ile ilgili hadîsler o kadar çok olmasına rağmen hiçbirisinde bu husus zikredilmemiştir.Eğer bunun aslı olmuş olsaydı herhangi bir yoldan bize ulaşırdı. Seleften hiç kimsenin, bildiğim kadarıyla da hiçbir hadîs imamının zikretmemesi bu görüşü doğrulamaktadır.” demektedir, diyen olursa, ona şöyle cevap verilir:
Evet, faziletli kardeşimiz M. Nâsıruddin Elbânî adı geçen kitabının dipnotunda yukarıda anılan görüşleri belirtmiştir.
Buna bir kaç yönden cevap verilir:
1. Rükûdan sonra, sağ eli sol elin üzerine koymanın dalâlet bid’atı olduğunu kesin bir dille ifâde etmesi,açık bir hatadır.Bildiğimiz kadarıyla hiçbir ilim ehli bunu söyleme-miştir.Bu, daha önce zikredilen sahîh hadîslere aykırıdır.Ben, onun ilminden, faziletinden, geniş araştırmasından ve sün-nete verdiği değerden hiç şüphe etmiyorum.Allah Teâlâ onun bilgi ve başarısını arttırsın.Ancak kendisi bu meselede açıkça hatâ etmiştir.
         İmam Mâlik’in-Allh ona rahmet etsin-:
“Bizden hiç kimse yoktur ki başkasının görüşlerini, başkası da bizim görüşlerimizi reddetmiş olmasın.(Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’i) göstererek ancak şu kabirde yatanın sözü müstesnâdır (reddedilmez)”
buyurduğu gibi, her âlimin sözü kabul edilir veya reddedilir.Ondan önceki ve sonraki âlimlerin hepsi böyle demişlerdir.Bu davranış, onların değerlerini eksiltmek veya makamlarını düşürmek demek değildir.
Bilâkis onlar, Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den müctehidin hükmü hususunda sahîh bir hadîste:
“Müctehid, içtihad eder ve içtihadında doğruyu bulursa iki ecir, ictihad eder ve ictihadında hata ederse bir ecir alır.”  
buyurduğu gibi, bir veya iki ecir kazanmaktadır.
2. Daha önce zikredilen (Sehl, Vâil ve başkalarından rivâyet edilen) hadîsleri iyice araştıran kimse, bu hadîslerin namazda, rükûdan önce ve sonra sağ eli sol elin üzerine koymanın câiz olduğuna delîl teşkil ettiğini açıkça görür. Çünkü hadîste rükûdan önce ve sonra diye bir açıklama yapılmamıştır.O halde esas olan, iki davranış arasında ayırım yapmamaktır.
Yine Sehl’in hadîsinde, namazda sağ eli sol kolun üzerine koymakla ilgili emir vardır.Ancak namazın neresinde böyle yapılacağı belirtilmemiştir.
         O halde, hadîslere dikkatle baktığımızda, namazda sünnet olan; elleri rükûda dizlerin üzerine, secdede yere, teşehhüdde ise uyluklarla dizlerin üzerine koymaktır. Geriye, ayakta dururken ellerin konulacağı yer kalıyor ki, Sehl’in hadîsinde kastedilenin bu olduğu anlaşılmış oluyor. Bu da gayet açıktır.
Vâil’in hadîsine gelince, o :
“Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’i namazda ayakta iken sağ elini sol elinin üzerine koyarak bağladığını”   gördüğünü açıkça belirtmiştir.
         Şüphesiz ki Vâil’in bu ifadesi, rükûdan önceki ve sonraki her iki duruşu da kapsamaktadır.Konunun başında da belirttildiği gibi, iki duruş arasında ayırım yapanın delîl getirmesi gerekir.
 
3. Hâfız İbn-i Hacer’in-Allah ona rahmet etsin- daha önce zikredilen sözünde olduğu gibi, İslâm âlimleri sağ eli sol elin üzerine bağlamanın hikmeti hakkında şöyle demişlerdir:
* Bu davranış, mütevâzi olarak Allah Teâlâ’ya yalvaran kimsenin özelliğidir.
* Elleri boş şeylerle oyalanmaktan alıkoymaktır.
* Huşû içerisinde Allah Teâlâ’ya yalvarıp yakarmaya daha uygundur.
         Namaz kılan kimse, bunu rükûdan önce de sonra da yerine getirmesi gerekir.Kabul edilmesi gereken,açık bir delîl olmadan iki duruş arasında bir ayırım yapmamaktır.
Allâme kardeşimizin:
“Namazla ilgili hadîsler pekçok olmasına rağmen hiçbirisinde bu husus zikredilmemiştir.Eğer bunun aslı olsaydı herhangi bir yoldan bize ulaşırdı”
sözüne gelince, buna şöyle cevap verilir:
         Bu husus, sizin dediğiniz gibi değildir.Bilâkis daha önce belirtildiği gibi Sehl, Vâil ve başkalarından rivâyet edilen hadîsler buna delîl teşkil etmektedir.Bu hadîslerden kastedilen mananın dışına çıkanın, bunu ispat etmek için delîl getirmesi gerekir.
Allâme kardeşimizin:
 “Seleften hiç kimsenin bunu yapmaması ve bildiğim kadarıyla da hadîs imamlarından hiçbirisinin bu hususu zikretmemesi bu görüşü doğrulamaktadır.”
sözüne gelince, buna şöyle cevap verilir:
Bu sözünüz çok gariptir.Neye dayanarak seleften hiç kimsenin bunu yapmadığını söyleyebiliriz ki ?
Bilâkis doğru olan, bu durum selefin rükûdan doğrul-duktan sonra ellerini bağladıklarını gösterir.Eğer bunun tersini yapmış olsalardı bu haber bize ulaşırdı.Çünkü daha önce zikredilen hadîsler, ayakta dururken rükûdan önce ve rükûdan sonra el bağlamanın câiz olduğuna delâlet eder.
Nitekim İmam Buhârî-Allah ona rahmet etsin- sözümüzün başında naklettiğimiz konu başlığı da bunu gerektirmekte-dir. Hâfız İbni Hacer’in bu konu başlığı ile ilgili sözü de aynı doğrultudadır.Bundan daha önemlisi Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in rükûdan doğrulduktan sonra ellerini saldığı da rivâyet edilmemiştir.Çünkü böyle yapsaydı, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in bundan daha az öneme hâiz söz ve fiillerini, sahâbe bize nakletmiş oldukları gibi bunu da bize naklederlerdi.
İbni Abdilberr’in:
“Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den el bağlama hususunda aykırı bir şey naklonulmamıştır”
dediğini daha önce belirtmiştik.
Hâfız İbn-i Hacer de onun bu sözünü onaylamıştır. Başkalarının da buna aykırı bir şey söylediklerini bilmiyoruz. Söylediklerimizden açıkça anlaşılmaktadır ki kardeşimiz fazîletli âlim M. Nâsıruddin Elbânî, sözlerine dikkatle bakıp ilim ehlinin uyguladıkları kurallara göre incelediğimizde söylediği sözler onun lehine değil, bilâkis aleyhine delîl teşkil eder.
Allah Teâlâ, bizi ve onu bağışlasın ve hepimize affıyla muâmelede bulunsun.Burada sunduğumuz delîlleri okuduktan sonra kendisinin hakkı açıkça görüp ona dönmesini ümit ederim.Çünkü hak, mü’minin yitik malıdır, onu ne zaman bulursa alır.Allah’a hamd olsun ki, kendisi hakkı arzu edenlerden olup, ona koşan, hakkın açığa çıkması için büyük gayretler sarfeden ve hakka dâvet edenlerdendir.
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol