HARUN EBU HUSEYIN - YILDIRIM
  Ahlak Mefhumu
 
 
Her dinin kendisiyle yüceldiği ve diğerlerinden ayrıldığı bazı özel şiarları vardır. Şüphesiz ki İslâm'ın, mensuplarını sorumlu tuttuğu ve onlar arasında vazgeçilmez hususlar kabul ettiği başkalarının da bunlardan nasibi bulunmayan muayyen bazı ibâdetleri vardır. Ancak ahlâkî talimat böyle değildir. Müslüman, tüm dünyaya en güzel faziletler takdim etmekle mükelleftir. Onun, müslim veya gayr-i müslim her­kese dürüst davranması vaciptir. Müsamaha, ahde vefa, mü­rüvvet, yardımlaşma, cömertlik vs. hususlarda da böyledir.
Kur'an Yahudî ve hristiyanlarla düşmanlık tohumlarını sa­çacak hiçbir dine faydası olmayan tartışmalara girmememizi emreder. "Düşmanlıkta ileri gidenler müstesna olmak üzere yahudî ve hristiyanlarla en güzel şekilde mü­cadele edin. Bir de deyin ki biz hem bize indirilene hem de size indirilene îman ettik. Bizim ilahımız ve sizin   ilahınız birdir. Biz yalnız ona ibâdet ederiz. "[1]
Kur'an, Musa ve İsa (a.s.) mensuplarının müslümanlarla bu kabil tartışmalara girişmelerini çok garip karşılar. "Ey habibim! Onlara Allah'ın dininde ve ona bağ­lanmakla üstün olmada bizimle çekişip mücadele mi ediyorsunuz? Halbuki O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Yaptıklarımızın mükafatı bize, sizin yaptıklarınızın cezası sizedir. Biz ona özümüzle bağ­lanmışız. "[2]
Bir yahudînin Resullah (s.a.v.)'da alacağı vardı. Birgün borcunu istemeye gelerek şöyle dedi: "Siz ey Abd-el Muttalip oğulları borcunuzu çok geciktiriyorsunuz. Ömer (r.a.) Resulullah'ın huzurunda nezaketsiz konuşan bu adama te'dip etmek gayesiyle kılıcıyla vurmak ister. Fakat Resulullah (s.a.v.) onu durdurarak: "Bana da ona da bundan başkasını söylemen gerek O'na güzel istemeyi, bana da güzel ödemeyi tavsiye etmeliydin".
İslâm, kâfir ve fâcir de olsa adaletle davranmamızı em­retmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Mazlumun duası, günahkâr da olsa kabul edilir. Çünkü onun günahı kendisinedir. "[3]
Yine şöyle buyurur: "Kâfir de olsa zulme uğramışın duası makbuldür. Sen şüphe vereni bırak şüphe vermeyene sarıl." [4] Bu naslarla İslâm, müslüman olmayanlara da kötü mu­amelede bulunmayı yasaklamıştır. Diğer dinlere mensup olanlara güzel muamelede bulunmanın bir diğer delili de şu hadisedir: "Ömer'in oğlunun evinde bir koyun kesilmişti. Eve gelince 'yahudî olan komşumuza ondan verdiniz mi?' Çünkü ben Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle dediğini duydum: "Onu bana vâris kılar zannına düşünceye kadar, Cebrail bana komşuya iyilikte bulunmamı tavsiye etti."[5]
İslâm, kâfir de olsa akrabalara iyilikte bulunmayı em­reder. Çünkü Hakk'a sarılmak, Hak ehline herhangi bir cefada bulunmamakla mümkündür. "Sen anne ve babana dünyada iyilikle muamelede bulun. Bana yönelenin yolunu tut, sonra dönüp bana geleceksiniz. Ben size yaptıklarınızı haber vereceğim."[6] Bunlar şahsî açıdan böyledir. Genel manada ise İslam, tüm milletlerin bekâsını, medeniyetlerin yükselmesini, kuvvetlerinin devamını iyi ahlâkın varlığına bağlamıştır. "Milletlerin ahlâkı çökerse, onlar da çöker. Şair şöyle haykırır: Milletler ahlâk iledir. Ahlâkları kötüye giderse onlar da gider." Bu gerçeği, Re­sulullah (s.a.v.) aşiret ve kavmine ki, onlar arap ya­rımadasında büyük mevki kazanmışlar ve yönetimi ellerine almışlardı. Buna rağmen onlara, bu saltanatlarının de­vamının ancak güzel ahlâkla mümkün olabileceğini an­latarak te'kid etmiştir: Enes bin Malik der ki: "Bizler, Muhacir ve Ensâr'ın bulunduğu bir evde iken Resulullah (s.a.v.) yanımıza geldi. Herkes yanıma oturur umuduyla ona yer göstermek istedi. Fakat O, kalkıp kapı kanadına da­yanarak şöyle dedi:
"Liderlik Kureyş'tedir... Benim sizin üzerinizde büyük hak­kım vardır. Kureyş üç şeyi yaptığı müddetçe bu hakka sahip olur:
1. Kendilerinden merhamet talep edildiği zaman mer­hamette bulunurlarsa,
2. Hükmettiklerinde adaletten ayrılmazlarsa,
3. Söz verdiklerinde yerine getirirlerse. Kim bunları yerine getirmezse Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onun üzerine olsun."[7]
Bu hadis, millet, devlet ve ailenin kıymet ve makamının ancak yüce ahlâk ve şerefli işlerle mümkün olabileceğini kesin ve açık bir şekilde îzah etmektedir. Meselâ, bir hâkim İslâm'ı tatbik ettiğini söylüyorsa fakat hükmünde adaleti ye­rine getirmiyor, ihtiyaçları yerine getirmede, merhamette bu­lunmuyor, sözleşmelerde ahde sâdık kalmıyorsa, böyle biri İslâm ve Kur'an nazarında tüm yüce faziletlerden sıyrılmış yer ve gök âleminde lanete müstehak olmuştur. Hasan (r.a.) şu hadisi rivayet eder: "Allah bir kavme hayır muradettiği zaman yönetimlerini hikmet ehlinin eline, mallarım da cö­mertlerin eline verir. Bir kavme de şerri murad ederse yönetimlerini sefih insanların eline, mallarını da cimrilerin eline kor."[8]
îbn Teymiye şöyle der: "Allah, kâfir de olsa âdil devleti ikâme eder, zâlim devleti müslüman da olsa ikâme etmez.
Kitap ve sünnet nazarında ahlâk en önemli meseledir. O, din ve dünyanın tamamıdır. Bir milletin Allah (c.c.) veya in­sanlar nazarında değeri düşerse bu düşüş, ahlâk ve fa­ziletlerden yoksun kaldığı nisbettedir."


[1] Ankebut: 29/ 46.
[2] Bakara: 2/ 139.
[3] Ahraed b. Hanbel, Buhari, Mezalim, 9.
[4] Ahmed b. Hanbel, 2/367
[5] Buhâri, Edep, 28.
[6] Lokman: 31/ 15.
[7] Taberâni,
[8] Ebû Dâvud, P. Kadir, 1/262.
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol