HARUN EBU HUSEYIN - YILDIRIM
  Doğruluk
 
 
Allah, yer ve gökleri hak ölçüleri ile yaratmış, insanlardan hayatlarını hak ile ikâme etmelerini talep etmiştir. Böylece insanların her sözü hak, her yaptıkları da hak olsun. İn­sanlığın dehşet ve barbarlığı, bu esastan ayrılmalarından, nefis ve fikirlerinde yalan ve hurafelere yönelmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu hususlar onları doğru yoldan ayır­mış, sarılmaları gereken hakikatlerden de koparmıştır. Doğ­ruluğa her yerde her mesele ve hükümde sarılmak müslümanın ahlâkının en güçlü direğidir. O, gidişatına renk veren boyadır. İslâmî cemiyetin temeli; şüphelerle harp, if­tiraları izâle ve zanları yok etme üzerine kurulur. İslâmî cemiyyette, yüce hakikatler çeşitli münasebetlerde görülür ve itimat bulur. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş:
"Zandan sakının çünkü o konuşmada en büyük yalandır." [1]
"Sana kuşku vereni bırak, kuşku vermeyene sarıl, doğruluk kalb huzuru, yalan ise şüphedir."[2] Kuran kişinin gelecek ve hazır olan vakitleri ifsad eden, akıllarını hurafelerle dolduran şüphelerin peşine düşen insanları yerer. "(Onlar) ancak zanna ve nefislerinin sevdalarına tabi oluyorlar. Halbuki kendilerine Rableri katından doğru yolu gösteren Resul geldi."[3] "Onların buna dair bilgileri yoktur, ancak zanna tabi oluyorlar zan ise hak olan ilmin yerini tutmaz." [4]
İslâm, Hakk'a çok kıymet verdiği için yalancıları tardetmiş ve onları nefretle karşılamıştır. Aişe (r.anha) anlatıyor. "Resulullah'in (s.a.v.) indinde yalandan daha kötü bir huy yoktu... Birinde yalanın peyda olduğunun farkına varırsa, tevbe etmeden onun nefreti Resulullah'ın kalbinden çıkmazdı."[5] Bir başka rivayet de şöyledir: "Resulullah'ın na­zarında yalandan daha kötü bir ahlâk yoktu. Birisi onun ya­nında bir defa yalan söylediyse, tevbe etmedikçe Resulullah'ın zihninden kaybolmazdı."[6]
Buna şaşırmamak gerek, çünkü selef-i sâlihin iyilikleri ko­nuşur ve onlarla bilinirlerdi. Onlardan biri davranışlarını bozmuş olsaydı uyuz birinin sağlam kişiler arasında ta­nındığı gibi hemen bilinirdi. Bu şahıs fiilleriyle hemen ta­nınır istikametini düzeltme dikçe ona sohbet ve top­lantılarında yer vermezlerdi. İslâmî bir cemiyette en belirgin özellikler, doğru konuşmak, emanetleri eda etme hassasiyeti ve konuşmalara hâkim olabilmektir. Yalan, aldatma, iftira, cayma gibi huylar nifak ve dinden çıkma alâmetleridir. Ve­yahut bu hususlar yalancı, dolancı ve iftiracılar metoduyla dindarlık taslamaktır... Yalan, sahibinin iç bünyesinde neş’et eden bir pisliktir. O, kötülük îmal eden bir gidişin ne­ticesidir. Bu gidişat, zorlayıcı bir zaruret ve kahredici bir durum olmadan kendini gösterebilmektedir, öte yandan, be­dene musallat hastalıklar gibi kişiyi kirleten diğer bazı kötülükler vardır. İnsan, bu hastalıklardan ancak çok kor­kanların tedbir aldığı veya üzerinde çok titizlikle eğildiği hususlar gibi uzun bir müddet tedavi görmek suretiyle kur­tulabilir. Bazı insanlar cihada titreyerek giderler. Bazıları da mallarının zekatını verirken elleri titrer durur. Korkaklık ve cimrilikte bu kadar tesir gören ahlâk, ölüme koşan ve malım hesapsız verenin ahlâkı değildir.
Harp meydanında hırs ve korku vesveselerini hissedenler için bazı özürler olabilir, fakat yalancılığı bir sanat edip in­sanları onunla aldatanlara hiçbir özür yoktur. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur. "Mü'min her huya bürünebilir, hiyanet ve yalancılığa asla..."[7]
"Resulullah'tan şu soruldu: Bir mü'min korkak olabilir mi? "Evet" Bir mü'min cimri olabilir mi? "Evet," Bir mü'min yalancı olabilir mi? "Hayır "[8]
Bu cevaplar (îzah ettiğimiz gibi) bazı insanlara şiddet anında muhkem farz ve kesin vergiler karşısında musallat olan beşeri za'fiyata işaret etmektedir. Bu cevaplar devamlı cimrilik veya korkaklığa işaret etmemektedirler. Bu nasıl mümkün olabilir? Çünkü zekatı men, cihadı da terketmek insanı küfre kadar götürebilecek nankörlüktür. Bir ya­lancının söylediği yalanın zararı nisbetinde günahın cezası da büyür. Binlerce insana yalan ve bâtıl bir haberi yayan bir gazetecinin, büyük mes'eleleri halka ters göstermeye çalışan politik bir liderin ve değerli erkek ve kadınlara iftira atmayı meslek edinen maksatlı kişilerin uyduracakları yalanlar, başkalarının uyduracağı yalandan daha büyük cinayet ve cürüm sayılırlar. Bunların akıbeti de diğerlerinden daha va­himdir.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor. "Dün akşam iki ada­mın bana gelerek şöyle dediklerini gördüm... Avurdu yırtılan adam bir yalancıydı. O, öyle yalan söylerdi ki ufuklara çı­kıncaya dek yalanları yayılırdı. Bu hali kıyamete kadar devam eder..."[9]
İşte bunlar gibisi halka yalanlar uydurup onları aldatırlar kürsü yalancıları çok şa'şaalı ve meşhur olurlar. Hadis-i şe­rifte şöyle denilmiştir:
"Üç sınıf insan cennete girmez:
1. Zinâkâr yaşlı,
2. Yalancı lider,
3. Kibirli fakir,"[10]
Allah'ın dininde yalan söylemek en çirkin münkerlerdendir. Bunların başında Allah ve Re­sulünün söylemediği birşeyi söylemek gelir. Bu çeşit iftiralar gerçekten   büyük edepsizlik ve neticeleri   çok vahim hu­suslardır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Bana karşı uydurulup söylenen yalan başkası adına söy­lenen yalan gibi değildir. Kim bilerek bana yalan uydurursa ateşte yerine hazırlansın.''[11]
Bu sahaya câhillerin uydurup, İslâm'la alakası bu­lunmayan tüm asılsız bid'atleride girer. Çünkü onları avam tabakası dinden sayar. Fakat o, aslında din değildir. Ancak oyuncak ve eğlencedir. Resulullah (s.a.v.) ümmetini bu kötü bid'atların kaynaklarından ve doğuracakları kötü so­nuçlardan korumuştur. Müslümanların Kur'an'a ve selef yo­luna sarılmalarım tavsiye ederek şöyle buyurmuştur: "Âhir zamanda ne sizin ne de babalarınızın duymadıkları ya­lanları uydaracak yalancı deccaller türeyecektir. Onlardan sakınınız sizi dalâlet ve fitneye sürüklemesinler."[12]
İslâm, doğruluk faziletinin çocukların da ruhlarına iş­lenmesini tavsiye eder. Çünkü bunlarla çocuklar doğruluk ruhuyla yaşarlar ve tüm sözlerinde doğruluğa alışırlar. Ab­dullah b. Amir anlatıyor. "Resulullah (s.a.v.) birgün evimizde duruyorken annem beni çağırıp "Gel sana birşeyler vereyim" dedi. Resulullah: O'na neyi vermek istedin? O'na hurma ver­mek istedim. Resulullah: "Eğer sen ona birşey vermeseydin bu sana bir yalanın yazılmasına sebep olurdu."[13] Ebu Hureyre şu hadisi rivayet eder: "Kim bir çocuğa "Gel sana şunu ve­reyim" deyip vermezse bu sözü kendisi aleyhine bir yalan sayılır."[14] Resulullah (s.a.v.)'m anne ve babaları nasıl doğruluğa alıştırmaları gerektiğini ve yalandan nasıl uzak durmalarını îcab ettiğini öğrettiğine iyice dikkat et, Re­sulullah (s.a.v.) bu hususu basit görüp bu konuya göz yumsaydı çocuklar, büyüdüklerinde yalana küçük bir günah naz­arıyla bakabilirlerdi. Halbuki böyle bir yalan Allah'ın indinde büyük sayılır. İslâm'daki hakkı arama ve doğruluğa riayet etme gerçeği evdeki küçük sayılan meselelere de şâmildir. Şöyle ki: "Yezid kızı Esma Resulullah (s.a.v.)'tan şunu sorar:
“Ey Allah'ın Resulü! Birimizin iştahını çektiği birşeye iş­tahım çekmiyor demesi yalan sayılır mı?
"Evet. Allah indinde her yalan kişinin aleyhine yazılır. Hatta ufak bir yalancık kabul edilen kelimeler bile "yalancık" olarak kaydedilir"[15] dedi. İslâm, yalanın kötülüğünü ve doğuracağı kötü neticeleri tek tek saymış öyleki birine hak­tan ayrılma ve hakkı küçük görme imkanı bırakmamıştır. Kişi bazen yalan olmaz düşüncesiyle mizahlardaki yalanları basit görür. İslâm, kalpleri rahatlatmak maksadıyla mizaha müsaade etmişse de bunun yalan olmasına müsaade et­memiştir. Ancak doğruluk ölçüleri içerisinde buna müsaade edilmiştir. Çünkü kişiyi haramdan koruyacak kadar, onu bâtıldan da koruyacak hususlar vardır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"İnsanları güldürme gayesiyle yalan konuşana yazıklar ol­sun, yazıklar olsun, yazıklar olsun."[16] "Mizah niyetiyle de olsa, yalanı terkedene cennet ortasında bir ev verileceğine kefilim."[17] "Kişi mizah ve tartışmalarda haklı da olsa yalanı terketmedikçe tam iman etmiş olmaz."[18]
Gerçek şudur ki:İnsanlar zevklerine uyarak gülmede had­di aşarlar, dost-düşman demeden insanların diliyle yalan söylemekten bir ar duymazlar. Bunları meşhur olmak veya alay etmek gayesiyle yaparlar. Halbuki İslâm kesin olarak bu üslubu da yasaklamıştır. Şu bir gerçektir ki, bu tip şak­alaşmalara yalan karıştı mı mutlaka çoğu kez düşmanlık ve üzücü hadiseler meydana gelir.
İnsanları methetmek yalana bir basamaktır. Onun için bir müslüman başkasını övdüğünde çok dikkat etmeli ve onda olmayanları söylememelidir. İyilikleri söylemede ve ku­surları gizlemede mübalağa etmemeli, ancak hayır olarak bildiklerini söylemelidir. Methedilen, övülmeye layık ise de onda mübalağa etmek haram olan yalan çeşitlerindendir. Re­sulullah (s.a.v.) kendilerini methedenlere şöyle buyurmuştur: "Hristiyanların Meryem oğlu İsa'yı övdükleri gibi beni öv­meyiniz. Ben bir kulum. Bana Allah'ın kulu ve Resulü" deyiniz.[19] Bazı insanlar büyüklerle(!) temellük gayesiyle boş ve kuru laflarla methiyeler söylerler. Uzun uzun şiirler, nesir yazılar ve hutbeler irad ederler, boş ve ölçüsüz övgüde bu­lunurlar, bilmedikleri şeyleri bile nağmelerler. Hatta bazen zalim ve gaddar yöneticileri adaletle överler. Korkak ve pıs­ırık insanları cesaret ve kahramanlıkla vasıflandırırlar. Tüm bunları değersiz bir dünya menfaati karşısında yaparlar. Bunların hepsi yalancıların amigosudurlar. Resulullah (s.a.v.) yalanlarından yenik bir şekilde dönünceye dek on­larla mücadele etmeyi emretmiştir.
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Resulullah, (s.a.v;) bizlere meddahların yüzlerine toprak savurmamızı emir buyurdu."[20]
Hadis şerhleri buradaki meddahlardan maksadın, on­lardan yemek gayesiyle insanları medhetmeyi kendilerine bir sanat edinenler olduğunu söylemişlerdir. Resul-i Ekrem (s.a.v.) kişiyi kibir ve gurura düşürmeyecek şekilde, söyleyeni de temellük ve mübalağadan koruyacak biçimde övgü ve meth hakkında bir müslümanın dikkat edeceği hususları açıklamıştır. Müslüman bu hudutlar çerçevesinde faydalı ol­acak tarzda gerekenleri karşısındakine söyleyebilecektir. Ebu Bekir (r.a.) şöyle der: Adamın biri Resulullah'ın (s.a.v.) yanında diğer birini övdü. Resulullah bu durum karşısında şöyle buyurdu: "Yazıklar olsun sana sen arkadaşının boy­nunu vurdun. (Bunu üç defa tekrarlamıştır). Daha sonra da şöyle devam etmiş. "Kim müslüman kardeşi hakkında bir şeyler bilirse mutlaka onu methedecekse şöyle desin." Allah daha iyi bilir. Çünkü Allah namına hiç kimse temize çık­arılamaz. Veya "Ben falanı şöyle şöyle tahmin ediyorum" desin. "[21]
Tacir, bazen eşyasının değer ve reklamı için yalan söyler. Genellikle aramızdaki ticaret aşırı kazanç üzerinden yapıl­maktadır. Satıcı yüksek fiyatla alıcıyı da aldatmak ister. Neticede pazar çarşı ticaretine bencillik hâkim olur. işte İslâm, bu ve içine yalan veya tartışma karışan tüm kötü mü­badeleleri yasaklamıştır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Alıcı ve satıcı ayrılmazdan önce pazarlığı devam ettirip et­tirmeme hususunda serbesttirler. Alıcı ve satıcı doğru ko­nuşup her şeyi açık söylerlerse alışverişlerinde bereket hasıl olur. Yok eğer onlar yalan konuşup bazı şeyleri ketmederlerse, belki muvakkat bir zaman için kâr edebilirler. Fakat so­nunda alış-verişlerinin bereketi gider." Başka bir rivayet de şöyledir: "Bereket ve kârları mahvolur." "Yalan yemin, malı satmak için yardımcı olabilir. Fakat tüm kazancı mahveder. "[22]
Bazı tüketiciler mal hususunda bilgileri olmadığı için üret­icilerin mallarını ellerinden ucuz almaya hücum ederler. Za­vallılar, tüketicilerin söylediklerini de hemen tasdik ederler. Bir tacir için kötü malını fahiş fiyatla satmaması ve ayıbını gizlememesi imkan gereğidir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buy­urur: "Bildiği bir malın kusurunu gizleyip söylememek helal değildir."[23]
"Müslüman kardeşin sana güvenip doğru konuştuğu halde, ona yalan konuşman ne büyük hiyanettir."[24]
İbn-i Ebi Evfa'dan: "Birinin, malını başkasına satmak için "Vallahi hiçbir mala verilmeyen fiyat benim malıma verildi" şeklinde yemin etmesi üzerine şu âyet nazil oldu: "Allah'ın ahdini ve kendi yeminlerini birkaç paraya satan kim­seler (var ya) işte onların ahirette hiçbir nasibi yok­tur. Allah onlara kelâmıyla hitap etmeyecek ve kıyam­et günü onlara merhamet nazarıyla bakmayacak. Onlar için çok acıklı bir azap vardır."[25]
Şahitlik hususunda yalan yeminde bulunmak, yalanların en çirkinidir. Müslüman, en sevdiği ve en yakın insan aley­hinde olsa dâhi, hakkı söylemekten çekinmez. Akrabalık veya taraftarlık korku veya rağbet onu haktan ayırmaz.
Her türlü seçimler için oy kullanmak veya propaganda yapmak bir nevi şehadette bulunmaktır. Kim yalancı ve hai­ni seçerse o da yalancı ve hâindir. Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Ey mü'minler! Hak üzere durup adaleti yerine ge­tirmeye çalışan hakimler ve Allah için doğruyu söyley­en şahitler olun. Velevki şahitliğiniz nefsinizin yahut ana ve babanızla, yakın akrabanızın aleyhinde olsun, ister üzerine şahitlik yapılan kimseler zengin veya fakir bulunsun. Çünkü Allah ikisine de zengin ve fakire sizden daha yakındır. Onun için siz haktan yüz çevirip nefis arzusuna uymayın. Eğer adalet üzerine hüküm vermekten, şahitlik ederken doğru söy­lemekten dilinizi bükerseniz veya yüz çevirirseniz şüphe yok ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır". (En- Nisa: 135) Ebu Bekir (r.a.) Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Dikkat edin, size büyük gü­nahların en büyüklerinden haber vereyim mi? (Bunu üç defa tekrarladı). Ashab: Evet, dediler. Resulullah: "Bu günahlar Allah'a ortak koşmak, anne babaya isyan etmek, insan öldürmektir" buyurdu. Resulullah bunları söylerken yanı üze­rine yaslanıyordu, doğrulup şunları ilave etti: "Dikkat edin yalan söylemek, yalan yere şahitlikte bulunmak da bunlardandır". Bunları o kadar tekrarladı ki "Keşke sükût etse diye temennide bulunduk."[26] Yalan, karanlık bulutlardır. İnsan bazen yalanla hakkı ketmetmekle yetinmez. Bilakis bâtılı da ikâme etmek ister yalanın fert ve cemiyetler üze­rinde zararları çok şiddetli ve yokedicidir. Onun için Re­sulullah bu husustan da Ümmetini sakındırmıştır. Meslek ve sanat erbabı için iki tarafın da ona göre hareket edeceği ant­laşma, değişmez vesikalar gerek. Bazı müslümanlarm ar­asında vuku bulan caymalar, sınır ve sözleşmeleri ihlal et­mek gerçekten üzücüdür.
Halbuki îslâm sözde durmamayı nifak alameti olarak ka­bul etmiştir. Resulullah (s.a.v.) konuşmalarına da değer verirdi. Bu peygamberlikten önce de onun en büyük Özelliklerindendi. Abdullah b. Ebi el - Hemse anlatıyor: "Re­sulullah (s.a.v.) ile Peygamberlikten önce bir alışveriş yapmıştım. Onun benden alacağı bir beşi kalmıştı. O'na alac­ağını bulunduğumuz yere getireceğime söz vermiştim. Her nasıl olduysa söz verdiğimi unuttum. Üç gün aradan sonra tekrar hatırladım. O, beni görünce şöyle dedi: "Ey genç beni usandırdın üç günden beri seni burada bekliyorum.."[27]
Resulullah (s.a.v.) devamlı olarak söz verdiği yerde hazır bulunurdu. Resulullah bir defasında Câbir b. Abdullah'a Bahreyn ganimetlerinden birazını vereceğini va'detmişti. Bahreyn fethinden önce vefat ettiği için ona birşey veremedi. Ebu Bekr (r.a.) devrinde Bahreyn'den mal gelince Ebu Bekr şöyle bir îlan verdi: "Resulullah'm kime verdiği söz veya borcu varsa bize müracatta bulunsun".
Verilen sözün nasıl değer kazandığını ve yerine getirilmesinin ne kadar büyük olduğuna bak. Yalan vaadlerin hepsi bazen boşa gitmeyebilir. Fakat maslahatları bozar, in­sanlara zarar verip vakitlerini heder eder. Doğru sözlü ol­mak basit bir mes'ele değildir. Allah (c.c.) doğru sözlü olmayı peygamberlerin bir vasfı olarak zikreder. Bu husus Kur'an'da şöyle geçer: "Kur'an'da İsmail'i de an çünkü o va'dine sa­dıktı ve kavmine gönderilmiş bir peygamberdi. Ümme­tine de namazı kılmayı ve zekat vermeyi emrederdi. Ve Rabbı katında rızaya kavuşmuştu."[28]Bu minval üzere adı geçen sıfatların zikredilmesi sana doğru sözlü olmanın ehemmiyetini gösterir. İsmail (a.s.) babasına ayette geçen sözü söylemekle insanların en doğru sözlüsü olduğunu ispatladı. "Babası ona: “Yavrum ben rüyamda görüy­orum ki seni boğazlıyorum. Artık bak ne düşünüyorsun"[29] deyince; “Babacığım sana ne emredildiyse yap inşaallah beni sabredenlerden bulursun"[30]dedi.
İnsan, bazen yaptığı bir hatadan yalan söylemek suretiyle kurtulmak ister. Ve bunun doğuracağı neticelerden bu şekil ile sıyrılmak ister. Bu ise cehalet ve acizliğin ta kendisidir. Bu durum, kötülüğe daha büyük bir kötülük ile karşılık ver­mektir. İnsana lâzım olan kusurunu kabullenmesidir. Umu­lur ki doğruluğu ve bu durum karşısındaki ızdırabı olan hat­asını örtsün. Nefse dokunacak (hakkı söylediği için) bir korku karşısında müslümana yakışan, yalandan uzak dur­ması ve cesaretle kıyam etmesidir. Resulullah (s.a.v,) şöyle buyurur: "Tehlikeli de olsa doğruluğa sarılınız. Muhakkak ki kurtuluş doğruluktadır."[31] "İnsan yalan konuştuğu za­man çıkaracağı kötü kokudan dolayı melek ondan bir mil uzaklaşır"[32] sözlerinde doğruluğa riayet eden birinin bu ameli onu hareketinde salah ve ahvalinde iyiliğe sevkeder. Kişinin hakka sarılması neticesinde kalp ve fikrinden nur fışkırır. Allah şöyle buyurur: "Ey îman edenler! Allah'tan korkun. Doğruyu söyleyin ki sizin amellerinizi bu sayede düzeltsin. Günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa nail olur."[33] Doğru bir amel yakinden neş'et ettiği için kendisinde hiç şüphe olmaz. Bu amel ihlasın eşiğidir. Haktan fışkırdığı için de onda hiçbir eğrilik yoktur.
Milletlerin kurtuluşu, fertlerin doğru amellerde bu­lunmasıyla mümkündür.Fertlerin doğru amelleri çoksa, ilerlemeleri de o nisbette çok olur. Aksi takdirde yolun ortasında kalırlar. Yalan, soytarılık, şiddet, boş va'adlerde bulunmak; insana hiç birşey kazandırmaz. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Doğruluğa sarılın. Doğruluk kişiyi iyiliğe sevkeder. Kişi doğruluğa sarılmakla Allah'ın indinde "Sâdık olarak yazılır". Yalandan da sakınınız, yalan kişiyi hayasızlığa sevkeder. Hayasızlık ise sahibini cehenneme götürür. Kişi yalan söylemeye devam etmekle Allah indinde "Yalancı" olarak ya­zılır. Yalanın sebep olduğu hayasızlık nefis ve îman için zaa­fın en son zirvesidir. Malik, İbn Mes'ud'dan şunu rivayet eder: "Kişi yalan söyleye söyleye kalbinde siyah bir leke hasıl olur. Bu leke zamanla tüm kalbini kaplar ve Allah indinde yalancılardan sayılıncaya kadar devam eder". Böyle birine Allah'ın şu vaadi gerçekleşir: "Yala­nı ancak Allah'ın ayetlerine uymayanlar uydurur. İşte bunlar asıl yalancı olanlardır. "[34]
Kişiyi iyiliğe sevkeden sadakat ise ancak azim sahibi in­sanların ulaşabildikleri hayır zirvesidir. Bunu anlatmak için şu ayet yeterlidir: "Namazda yüzlerini doğu ve batı tar­afına çevirmeniz hayır ve taat değildir. Fakat hayır ve ibadet Allah'a, Ahiret'e, meleklere, Allah'ın indirdiği kitaplara ve peygamberlere îman edenin ibadetidir.
(Hayır ise), sevgisi üzere yahut mala olan sevgisine rağmen, malı fakir akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere, köle ve esirlere harcayan, namazı gereği gibi kılan, zekatı veren kimsenin, ahitleştikleri zaman sözlerinde sâdık kalanların, ihtiyaç ve sıkıntı hallerinde cihad ve savaşlarda sab­redenlerin hayrıdır. İşte bu vasıfları taşıyanlar hakka uyan sâdıklardır. Ve bunlar takva  sahipleridir. "[35]
 
 


[1] Buhâri, Vesayd,,8, Nikah, 45.
[2] Tirmizi, Sıfatül-Kıyame
[3] Necm: 53/ 23.
[4] Necm: 53/ 28.
[5] Ahmed b. Hanbel.
[6] İbn Hibban.
[7] Ahmedb. Hanbel, 5/252.
[8] Malik, K. Kelam, 19.
[9] Fethu'1-Bari, Ebu Davud. K. edep, 94.
[10] Bezzar, Müslim, iman, 172.
[11] Buhâri, Cenaiz, 2/34.
[12] Müslim, Mukaddime, 6.
[13] Ebû Dâvud, Edep, 8.
[14] Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud, a.y.
[15] Müslim, Ahmed, 6/38.
[16] Tirmizi, Zühd, 9.
[17] Beyhakî, 10/241.
[18] Ahmed b. Hanbel, 2/352,364.
[19] Rezin, Buharı, Enbiya: 21/44.
[20] Tirmizi, Zühd, 55/2396.
[21] Buhâri, Şehadet, 16.
[22] Ahmed b. Hanbel, Müslim, Müsâkât.
[23] Buhâri, Ebu Davud.
[24] Buhâri, Ebu Davud, Edep, 79.
[25] Al-i Imran: 3/ 77.
[26] Buhâri,Şehadet, 10.
[27] Ebû Dâvud, K. Edep, 90
[28] Meryem: 19/ 54-55.
[29] Saffat: 37/ 103.
[30] Saffat: 37/ 103.
[31] İbn-i Ebi Dünya.
[32] Tirmizi, Birr, 46.
[33] Ahzâb: 33/ 70-71.
[34] Nahl: 16/ 105.
[35] Bakara: 2/ 177.
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol