"Kitab ile sünnet bu benzemenin meydene geleceğini önceden haber verdiklerine göre bunu yasaklamanın ne faydası olabilir?" diyemeyiz. Çünkü aynı kitab ve sünnet Kıyamet gününe kadar bu ümmet arasında Allah tarafından Peygamberimize gönderilen gerçeklere bağlı bir kesimin her zaman varolacağını ve yine bu ümmetin hiçbir zaman sapıklıkta birleşmeyeceğini de haber veriyor. Böyle olunca diğer ümmetlere benzemeyi yasaklamak hakka bağlı kesimin artmasını, kökleşmesini ve imanının kuvvetlenmesini sağlayıcı etki yapar. Duaların kabul edicisi olan Allah'dan, bizleri de bu hakka bağlı kesimden eylemesini diliyoruz.
Ayrıca bu yasaklama ile hiç kimsenin söz konusu benzerlikten vazgemeyeceği farzedilse bile, verilen bu bilgiler sayesinde bu çirkin tutumun kötülüğü bilinmiş ve buna inanılmış olacaktır. Oysa Allah'ın hoşlanmadığı bir şeyi bilme ve bu konuda inanç sahibi olmak da yararlı bir şeydir. Her ne kadar bu bilginin gerektirdiği gibi davranılmamış olsa bile. Daha doğrusu bilmek ve inanmak, bilgi ile birlikte olmayan ajnelden ve davranıştan daha önemli ve daha faydalıdır. Çünkü insanın iyiliği tanıyıp, kötülüğün kötü olduğunu kabul etmesi ne iyiliği tanıyan ve ne de kötülüğün kötülüğünü bilen ölü kalbi bir kimse olmasmdan çok daha iyidir.
Baksanıza, Peygamberimiz (s.a.v.) Müslim'de yer alan şu hadiste ne buyuruyor:
"İçinizden kim her hangi bîr kötülük görürse onu eli ile değiştirsin (bilfiil ortadan kaldırsın). Eğer buna gücü yetmezse onu dili ile değişirsin (kötülüğün kötü olduğunu dile getirsin). Eğer buna da gücü yetmezse kötülüğü kalbi ile değiştirsin (ona karşı nefret beslesin). Bu imanın en zayıf derecesidir."
Başka bir rivayete göre hadisin son kısmı:"Bunun (kötülüğe karşı kalble nefret duymanın) ötesinde hardal tanesi kadar bile iman yoktur." şeklindedir.
Kalbin kötülüğe karşı çıkışı, söz konusu davranışın kötü olduğuna inanması ve bu yüzden o davranıştan nefret etmesi demektir. Bu durum meydana gelince, kalbde iman var demektir. Buna karşılık kalb, bu doğruyu tanıma ve kötülüğe çıkma yeteneğini kaybedince iman ortadan kalkmış olur.
Ayrıca insan bir günahı ısrarla işlemeye devam ettiği, onu sildirecek hiçbir iyilik yapmadığı halde bu günah için istiğfar edebilir ve yaptığı işin günah olduğunu bildiği takdirde, onu daha az işleyebilir ve işlenmesi uğruna daha az istekli olur.
Bütün bunlar bir yana biz insanların kötülüğü bırakmayacaklarını, hatta yaptıkları kötülüğün kötülük' olduğunu kabul etmeyeceklerini kesinlikle bilsek bile, bu durum Peygamberimizin getirdiği mesajı halka tebliğ etmemize, onlara gerçekleri açıklamamıza engel değildir. Hatta bu durum Ahmed b. Hanbel'den gelen iki rivayetten birine ve bir çok bilginin görüşüne göre tebliğ zorunluluğunu, iyiliği emredip kötülüğü yasaklama gereğini ortadan kaldırmaz. Allah'a hamdolsun ki, Peygamberimizin haber verdiğine göre:
"Kıyamet gününe kadar bu ümmet arasında hakkı tutup destekleyen bîr kesim her zaman bulunacaktır."
Bu söylediklerimiz sırf .ele aldığımız bu yabancılara benzeme konusuna mahsus değildir. Tersine bu durum, Kur'an ve hadiste meydana geleceği önceden haber verilen her kötülük için geçerlidir.
Kur'an'da yer alan kafirlere benzemeyi yasaklayıcı delillerden biri şu ayettir:
"Ey müminler, sakın Raina (bizi gözet) demeyiniz. Onun yerine unzurna (bize bak) deyiniz. Kafirleri acı bir azap bekemektedir." (Bakara: 2/104)
Gerek Katade ve gerekse başka bazı tefsir bihginleri bu ayeti açıklarken "Yahudiler bu sözü alay etmek maksadı ile kullanıyorlardı. Bu yüzden Cenab-ı Allah, müminlerin onlar tarafından kullanılan bir sözü kullanmalarını hoş görmemiştir." diyor. Katade bu konudaki sözlerini "Yahudiler Peygamberimize alay etmek maksadı ile "Raina sama-ka" (işitmenle bizi gözet) derlerdi. Bu söz yahudi dilinde çirkin bir küfür anlamına geliyordu" şeklinde bağlıyor.
Ahmed b. Hanbel'in naklettiğine göre tefsir bilgini Atıyye Avfi bu ayeti açıklarken şöyle diyor: "Bir gurup yahudi Peygamberimize gelerek "Raina sam'aka (işitmenle bizi gözet)" derlerdi. Zamanla bu deyimi müslümanlar da kullanmaya başlayınca Cenab-ı Allah, onların yahudiler tarafından söylenen bu sözü kullanmalarını hoş görmemişti."
Tefsir bilginlerinden Ata, bu konuda "Bu söz, cahiliy-ye döneminde Ensar (Medineliler) arasında kullanılan yöresel bir deyimdi" derken Ebu Aliye aynı konuda "Arap müşrikleri biribirlerine bir şey anlattıkları zaman olayı anlatan taraf arkadaşına "Rainisamak (İşitmenle beni gözet)" derdi. Bu yüzden müslümanlarm bu deyimi kullanmaları yasaklandı" diyor ve Dehhak da bu açıklamaya katılıyor.
Tefsircilerin bu açıklamaları kesinlikle belirliyor ki, bu deyim müslümanlarm dilinde yahudi dilinde olduğu gibi küfür anlamına gelmemesine rağmen, yahudiier tarafından kullanıldığı için müslümanlarm onu ağıza almaları yasaklanmıştır. Sebebine gelince bu noktada yahudilere benzemek, kafirlere benzemenin bir unsuru ve onların amaçlarını gerçekleştirmelerinin bir aracı sayılmıştır. Şimdi de şu ayetleri okuyalım:
"Dinlerinde ayrılığa düşüp gurup gurup bölünenlerle Sen'in hiçbir işin yoktur, onların işi Allah'a kalmıştır. İlerde Allah onlara yaptıklarını tek tek bindirecektir."
(En'am: 6/159)
Bilindiği gibi "Dinlerinde ayrılığa düşüp gurup gurup bölünenler kafirlerdir. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Sakın kendilerine açık deliller geldikten sonra ayrılığa saplanıp ihtilafa düşenler gibi olmayınız."
(Al-iİmran: 3/105)
"Kitab ehli, ancak kendilerine açık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler." (Beyyine: 98/4)
"Biz Hristiyanız diyenlerden de söz almıştık, ama onlar uyarıldıkları konuda paylarını almayı unuttular. Bu yüzden Kıyamet gününe kadar onların arasına kin ve düşmanlık saldık. Allah ilerde onlara ne yaptıklarını bir bir haber verecektir." (Maide: 5/14)
Cenab-ı Allah (c.c.) yahudilerle ilgili olarak da şöyle buyuruyor:
"Hiç şüphesiz, Rabbinden sana indirilen gerçekler onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttıracaktır. Bu yüzden biz onların arasına Kıyamet gününe kadar sürecek bir kin ve düşmanlık saldık." (Maide: 5/64)
Okuduğumuz ayetlerin ilkinde Cenab-ı Allah, Peygamberine:
"Onlarla Sen'in hiçbir işin, hiçbir ilgin yoktur." buyuruyor. Bu ifade Rasulullah'ın kafirlerden her bakımdan ve her konuda ilgisini kesmesini, onlardan uzak olmasını gerektirir. Çünkü her hangi bir özel konuda başkasına uyan kimse o konuda "Ondan" dır. Bilindiği gibi insan "Ben falancadanım" veya "falanca bendendir" demek ister. Çünkü iki tekil şahıs ancak tür bakımından birleşebilirler. Tıpkı Cenab-ı Allah'ın (c.c):
"Onlar biribirlerindendir" şeklindeki ayeti ve Rasulul-Iah'm Ali'ye (r.a.):
"Sen Ben'densin. Ben de Sendenim" demesi gibi. Buna karşılık eğer "biri" "Benim falanca ile hiçbir ilgim, hiçbir işim yok" derse bu söz "Benim onunla hiçbir ortak yönüm yok, ben onun her şeyinden uzak ve ilgisizim" demektir.
Şimdi düşünelim. Cenab-ı Allah, Peygamberi ile kafirler arasında hiçbir ilginin, hiçbir ortak yönün bulunmadığını açıkça belirttiğine göre, gerçekten Peygamber'e bağlı olanların, tıpkı Peygamberimiz gibi kafirlerden uzak ve onlarla ortak yönlerinin bulunmaması gerekir. Buna karşılık kim kafirlerle uyum ve bağdaşma halinde olursa, bu uyum ve bağdaşma oranında Rasulullah'a ters düşüyor demektir. Çünkü ortada dinleri yönünden biribirine taban tabana zıt iki kişi düşünürsek bunlardan birine ne oranda benzersen öbürüne o oranda ters düşmüş olursun.
Şimdi de ayetleri inceleyelim:
"Göklerde ve yerde bulunan varlıkların tümü Allah'a aittir. İçinizdeki duyguları gizlesiniz de açığa vur-sanız da Allah sizi bunlardan hesaba çeker, sonra da di-ledeğini af edip dilediğini azaba çarptırır, Allah her şeye kadirdir. Peygamber, Rabbi'nden kendisine indirilen gerçeklere inandı, müminler de öyle. Hepsi Allah'a, Allah'ın meleklerine, kitablanna ve peygamberlerine inandılar ve "O'nun peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırmayız. Duyduk ve uyduk. Rabbimiz, bizi bağışlamanı dileriz. Dönüşümüz sanadır. Allah, hiç kimseye gücünün dışında bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, işlediği kötülük de kendi zararınadrr. Rabbimiz, eğer unutur veya yanılırsak bizi sorumlu tutma! Bize bizden öncekiler gibi ağır yük yükleme. Rabb'imiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükleri yükleme! Bizi affet bizi bağışla, bize acı! Sen bizim mevlamız-sm (efendimiz, koruyucumuzsun), kafirler güruhuna karşı bize yardım eyle." (Bakara: 2/284-286)
Müslim'de yer aldığına göre sahabilerden Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle diyor:
Yukardaki ayetlerin ilki inince sahabiler sıkıntılı bir şekilde Peygamberimizin yanma koştular. Yanından ayrılmak üzere hayvanlarının sırtına binecekleri sırada:
"Ya Rasulallah, bize yapabileceğimiz kadar namaz, oruç, cihad ve zekat yükle. Fakat sana inen bu ayetin gereğini yerine getirmeye gücümüz yetmez" dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz kendilerine şu karşılığı verdi:
"Yoksa sizden önceki ehl-i kitab gibi -Duyduk ve karşı geldik- mi demek istiyor sunuz? Tersine sizler -Duyduk ve boyun eğdik. Rabbimiz Sen'den mağfiret dileriz, dönüşümüz sanadır- deyiniz."
Sahabiler bu sözleri tekrarlayıp dillerini bunlara alıştırdıktan kısa bir süre sonra Cenab-ı Allah (c.c.) "Peygamber, Rabbinden kendisine indirilen gerçeklere inandı, müminler de Öyle. Hepsi Allah'a, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandılar ve "O'nun peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırmayız. Duyduk ve uyduk. Rabb'imiz Sen'den mağfiret dileriz, dönüşümüz sanadır" anlamındaki ayetleri indirdi.
Sahabiler bu ayetlerdeki buyruğa uyunca, Cenab-ı Allah (c.c.) ilk ayetin hükmünü neshederek (yürüklükten kaldırarak) şu ayeti indirdi:
"Allah hiç kimseye gücünün dışında bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, işlediği kötülük de kendi zararınadır."
"Rabb'imiz, eğer unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma, bize bizden öncekiler gibi ağır yük yükleme! Rabb'imiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükleri yükleme, bizi affet, bizi bağışla. Sen bizim mevlamızsin! Kafirler güruhuna karşı bize yardım eyle"
Görüldüğü gibi Peygamberimiz kendisi ile görüşmeye gelen sahabilere Allah'ın emirlerini daha önceki ehl-i kitab gibi karşılamaktan sakındararak, onlara "Duyduk ve uyduk" demelerini emrediyor. Bunun üzerine de Allah sahabilerin bu tutumlarından hoşnut olarak daha önceki ümmetlerin omuzlarına yüklemiş olduğu ağır yükleri ve yükümlülükleri onların üzerinden kaldırıyor.
Nitekim Cenab-ı Allah, Peygamberimizin niteliklerini belirtirken:
"Üzerlerinde daha önceden kalan ağır yükleri ve taşınması zor sorumlulukları kaldırır" diye buyurarak O'nun, kitab ehlinin sırtlarında bulunan ağır yükleri ve taşınması zor zorunlulukları ümmetinin sırtından kaldırdığını belirtiyor. (A'raf: 7/157) Az önce belirttiğimiz gibi müminler bu yolda Allah'a dua edince peygamberimiz onlara dualarının kabul edildiğini haber vermiştir. Bu durum her ne kadar farz kılmanı ve haram edileni ortadan kaldırmak ise de Cenab-ı Allah, kendisine karşı gelinmesini istemediği gibi izin verdiği kolaylıkların kullanılmasını da sever.
Aynı şey peygamberimiz için de geçerlidir.
Gerçekten peygamberimiz bu tip ağır yükler ve taşımamızı zor zorunluluklar bakımandan kitab ehlinebenzemeyi hoş karşılamadığı için "İslamda Ruhbanlık110 yoktur." diyerek sahabilerini ömür boyu bekar yaşama zorunluluğundan uzak durmaya çağırmış, sahurda yemek yemeyi emrederek geceleri ara vermeksizin oruç tutmayı yasaklamış ve keşişlerden bahsederken "onlar kitab ehlinin manastırlarda kalan artıklarıdır" diyerek bizi onlara benzemekten alakoymuştur. Bu konu gerçekten çok geniştir. Şimdi de şu ayeti okuyalım:
"Ey müminler, sakın yahudiler ile hristiyanlan dost edinmeyiniz. Onlar biribirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse o artık onlardandır."(Maide: 5/51)
Cenab-ı Allah (c.c.) başka bir ayette de yahudileri dost edinen münafıları kınayarak şöyle buyuruyor:"Allah'ın gazabına uğramış bir kavmi dost edinenlere baksana! Onlar ne sizdendirler ve ne de onlardan. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler. Allah onlar için ağır bir azab hazırladı. Onlar nekötü bir iş yapmışlardır! Yeminlerini kalkan yapıp insanları Allah'ın yolundan çevirdiler. Bu yüzden onları küçük düşürcü bir azab bekliyor. Onların ne malları ne de evlatları başlarına gelecek olan Allah'ın gazabı savamaz. Onlar orada ebedi kalmak üzere cehennemliktirler. Allah onların hepsini yeniden dirilttiği gün dünyada söze yemin ettikleri gibi O'na da yemin edip müslüman olduklarını söyleyecekler ve yalan yere yemin etmenin kendilerine bir faydası olacağını sanacaklardır. Haberiniz olsun ki, onlar gerçekten yalancıdırlar. Şeytan onları pençesi altına alarak kendilerine Allah'ı anmaya unutturmuştur. Onlar şeytanın hizbidirler. Haberiniz olsun ki, şeytanın hizbi kaybedecektir. Alah'a ve O'nun Rasulüne düşman olanlar en alçak kimseler arasındadırlar. Allah -Ben ve peygamberlerim kesinlikle galip geleceğiz- diye yazdı. Hiç şüphesiz Allah güçlü ve üstündür. Allah'a ve ahiret gününe inananların, babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları bile olsa, Allah'a ve Rasulullah'a düşman olanlarla dostluk kurduklarını göremezsin. Onlar o kimselerdir ki, Allah kalblerine iman yazmış ve kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Allah onları altlarından ırmaklar akan cennetlere ebedi olarak yerleştirecektir. Allah onlardan razı, onlar da O'ndan razıdırlar. İşte bunlar Allah'ın hizbidirler. Haberiniz olsun ki, Allah'ın hizbine mensup olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." (Mücadele: 58/14-22)
Cenab-ı Allah (cc.) Kur'an'in başka bir yerinde de şöyle buyuruyor:"Onlar ki, iman ettiler, göç ettiler, Allah yolunda malları ve canları ile savaştılar ve onlar ki yurtlarına göçenleri barındırıp korudular. İşte bunlar bir birlerinin dostları (velileri) dırlar. İman edip de göç etmeyerek müşrikler arasında kalanlara gelince kendileri göç edinceye kadar onlara karşı hiçbir koruyuculuk (velilik) sorumluluğunuz yoktur. Fakat eğer din konusunda sizden yardım isterlerse onlara yardım etmeniz gerekir. Yalnız bu yardjım anlaşmalı olduğunuz bir guruba karşı olmamalıdır. Allah yaptıklarınızı görür. İnkar edenler de birbirlerinin dostlarıdır.Eğer bu prensibe uymayarak biribirlerinizi desteklemezseniz yeryüzünde büyük bir fitne ve kargaşalık meydana gelir. Onlar ki, iman ettiler, göç ettiler, Allah yolunda savaşılar ve onlar ki, kentlerine göç eden müminleri barındırdılar, onlara yardım ettiler. İşte gerçek müminler onlardır, onlar için bağış ve keremli rızık vardır. Onlar ki, sonradan iman edip göçederek sizinle birlikte savaştılar. İşte onlar da sizdendirler." (Enfal: 8/72-75)
Görüİdüğü gibi Cenab-i Allah (c.c.) bu ayetlerde MeJc-ke'li (muhacir) ye Medine'li (ensar) müslümanlar arasnda ve bunlarla daha sonra Kıyamet gününe kaçiar'iman edip göçederek Allah yolunda savaşacaklar arasında dostluk ilişkisi kuruyor. Muhacir (göçmen) aslında Allah'ın yasaklarından kaçınan kimse demektir.
Cihad (Allah yolunda savaşmak) da Kıyamet gününe kadar geçerlidir.
Bu iki sıfat her insanda ayrı ayrı bulunabilir. Gerçekten çoğu yumuşak huylu insanlar kötülüklerden sakınmaya yatkındırlar, fakat cihada eğilimli değildirler. Buna karşılık sert mizaçlı ihsanlar da, cihada yatkın olurken kötülüklerden uzak kalmaya eğilimli değildirler. Oysa, Cenab-ı Allah, bu iki sıfatı kişiliklerinde birleştirenler arasında dostluk ilişkisi kuruyor. Bu özelliğe sahip olanlar gerçekten inanmış Muhammed (s.a.v.) ümmetidir.
Kur'an'ın başka bir yerinde şu ayetlerle karşılaşıyoruz:
"Sizin dostunuz ancak Allah, Allah'ın R a sulu ile namazlarını kılan, zekatlarını veren ve rüküa varan müminlerdir. Kim Allah'ı, Allah'ın Rasulünü ve mü'min-leri dost edinirse bilsin ki, galip gelecek olanlar yalnız Allah'ın hizbinin mensupları, Allah'ın taraftarlaridilar. Ey müminler, sizden önce kitab verilmiş olanlardan dininizi alay ve eğlence konusu yapanlarla kafirleri dost edinmeyiniz. Eğer inanıyorsanız sadece Allah'dan korkunuz." (Maide: 5/55-57)
Bu ayetlerin Kur'an'da bir çok benzerleri vardır. Bu ayetlerde Cenab-ı Allah (c.c.) kendisinin hizbi, ordusu ve taraftarları olarak nitelediği müminler arasında gerçek anlamlı bir dostluk kurulmasını emrederken, bu kimselerin kafirleri sevemeyecekleri ve dost edinemey çeklerin i haber vermektedir.
Sevgi ve dostluk kalble ilgili duygular olmakla birlikte görünüş bakımından kafilerden farklı ve başka olmak, mümin için onlarla ilişkileri koparıp zıtlaşmaya girişmekten daha kolaydır. Buna karşılık kafirlere görünüş bakımından ortak olmak, eğer şu veya bu şekilde, uzaktan ve yakından sevginin ve dostluğun sebebi veya bahanesi değilse, bu tutum ilişkileri koparmak ve zıtlaşmaya girişme durumunun yararına değildir, tam tersine şu veya^bn şekilde ilişki kurmaya sürükleyici bir faktördür. Tabii kurallar böyle gerektirdiği gibi, şimdiye kadarâeneyler bunu göstermiştir. Böyle olduğu içindir ki, ilk dönem müslümanları bu ayetleri kamu görevlerinde kafirlerin çalıştırılmaması gerektiğinin delilleri saymışlardır.
Nitekim Alimed b. Hanbel'in rivayet ettiğine göre Ebu Musa el-Eşari şöyle bir olay anlatıyor:Bir defasında Ömer'e:"Benim hristiyan bir sekreterim var, buna ne dersin?" diye sordum. Bana:"Allah canını almasın, niye böyle yaptın? Cenab-ı Allah'ın:"Ey müminler, sakın yahudiler ile hristiyanları dost edinmeyiniz, onlar biribirlerini dostlarıdırlar" şeklindeki ayetini duymadın mı? Bir müslüman sekreter tutsaydın ya" diye karşılık verdi. Kendisine;"Ey Emirül mü'minin, beni ilgilendiren onun yazı yaz-masıdır, dini onu ilgilendirir" deyince de, bana "Allah onları horladığı için ben onları onurlandıramam, Allah onları aşağıladığı için ben onları yükseltemem, Allah onları uzaklaştırdığı için ben onları yakınıma alamam" şeklinde cevap verdi.
Yahudi ve Hristiyanlara Ters Düşmek
Kur'an'ın buyruğu, Peygamberimizin sünneti ve raşid ha--Hfelerin uygulamaları böyle olduğu için bütün fıkıh alimleri, kafirlere ters düşülmesi, onlara özenilmemesi gerektiği hususunda görüş birliğine varmışlardır. Mesela Ebu Hurey-re -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen bir hadise göre Peygamberimiz (s.a.v.):
"Yahudiler ile hristiyanlar saçlarını boyamazlar siz onların yaptıklarının tersini yapınız." buyurmuştur. Yani Rasulullah doğrudan onlara ters düşülmesini kesinlikle emretmiştir.
Buradaki ifade düzenlemesinden açıkça anlaşılıyor ki, saçları boyama emrinin gerekçesi yahudilere ve hristiyanlara ters düşmektedir. Çünkü: "Yahudiler ve hristiyanlar saçlarını boyamazlar, siz onların yaptıklarının tersini yapınız" ifadesi bu ters düşme emrinin gerekçesinin yahudi ve hristiyanlann saç boyamamaları olduğunu gerektirir. Yani "saçlarınızı boyayınız, çünkü onlar boyamazlar". "Boyama" emrinin gerekçesi "Onların boyamaması olunca bu durum onlara ters düşme amacının boyanma emri üzerinde etkisi olmasaydı, boyanma emrinin hemen arkasından "onları" yani yahudilerle hristiyanları anmanın hiçbir .anlamı olmazdı.
Fakat şunu da belirtelim ki, bu hadis onlara ters düşmenin şeriatın amacı olduğunu ispatlıyorsa da, bu durum onlara düşülen davranışın aynı zamanda yararlı olmasına engel değildir. Burada iki önemli nokta vardır.
Biri şu ki, dış görünüş bakımından onlara ters düşmekte, Allah'ın mümin kullan hesabına doğrudan doğruya fayda vardır. Çünkü onlara ters düşmek, onlardan ayrı ve on-İara zıt olmayı, bu da cehennemliklerin davranışlarından uzak kalmayı sağlar. Bu faydayı kalbinde nur bulunanlar kısmen de olsa gorebilirlir. Çünkü böyleleri "Gazaba uğramışlar" ile"sapıkların" tutkunu oldukları manevi kalb hastalığının bütün organik hastalıklardan daha ağır bir illet olduğunun farkındadırlar.
İkinci noktaya gelince onların kimi adet ve gelenekleri ya zararlı veya yetersiz oldukları için yasaklanmış ve yararlılıkla kemale ulaşılsın diye zıdlan enırolunmuştur. Sebebine gelince onların adet, gelenek ve görüşleri içinde bir tanesi bile yoktur ki, ya zararlı ve yetersiz olmasın. Çünkü onların yürürlükten kalkmış olan gelenek, görenek ve davranışları zaten zararlıdır. Bunların içinde asılları yürürlükten kaldırılmamış (neshedilmemiş) olanlar ise, ya eksiltilmiş veya fazlalaştırılmış durumdadır. Sözün kısası onların görüş, davranış ve geleneklerinde kamil hiçbir şey bulunması düşünülemez,
Böyle olunca, her konuda onlara ters düşmek bizim için, yararlı ve uygundur. Hatta dünya işlerindeki bazı titizlikleri bile ya ahiretimizi veya onların üzerinde titizlikle durduklarının dışında kalan daha önemli dünya işlerimizde bize zararlı olabilir. Demek ki, onlara ters olmayı prensip edinmek bizim yararımizadır.
Bu konuyu biraz irdelersek anlarız ki, kafirlik kalb hastalığına benzer, hatta daha ağır bir illettir. Kalb hasta olunca vücudunun hiçbir azası tam anlamı ile sağlıklı olmaz. Buna göre kalbi hasta olana hiçbir davranışı bakımından ben-zememelisin. Eğer organlardan her hangi birisindeki hastalığı farkedemiyorsan, kökteki bozukluğun mutlaka dallarda da etkisini göstereceğini bilmen yeterlidir. Bu gerçeğin farkına varan kimse Allah'ın bu konudaki emirlerinin bazı hikmetlerini, bazı inceliklerini anlayabilir.
Buna karşılık kalbinde hastalık olanlar sırf kafirlere ters düşmek için gelen emirleri kuşku ile karşılar. Ya bunları faydasını kavrayamadığı için kuşkuya kapılır veya bu emirleri, yeryüzündeki egemenliğini pekiştirmek isteyen kralların ve hükümdarların buyruklarının benzeri sanır. Oysa, nübüvvet (peygamberlik) egemenliği, gerçi Allah'ın "kimilerine verip kimilerinden geri aldığı" egemenliğin doruk noktasıdır, ama aynı zamanda Peygamberlerin gerek dünya ve gerekse ahiret ile ilgili direktiflerine uyan kullar için yararlılığın da doruk noktasıdır.
Gerçekten kafirlerin bütün davranış ve düşüncelerinde mutlaka sahiplerine yarar sağlamalarını engelleyen bir bozukluk vardır. Zaten onun herhangi bir davranışı tam anlamı ile sağlıklı bu yüzden ahirette sevap elde etmeyi hake-derdi. Oysa, onların tüm davranış ve düşünceleri ya bozuk veya yetersizdir. Bu böyle olduğu için bize bağışladığı İslam nimetinden dolayı Allah'a hamdediyoruz. O ki, nimetlerin en büyüğü ve hayırların anasıdır.
Açıkça anlaşılmış olmalı ki, sırf yahudi ve hristiyanlara ters düşmek, şeriat koyucunun genel anlamda amacıdır. Bu yüzdendir ki, Ahmed b. Hanbel ve başka bazı imamlar saç boyama emri ters düşme gerekçesine bağlıyorlar. Nitekim îmam-ı Ahmed şöyle diyor: "Ebu Abdullah'dan işittiğime göre insan için en yerinde hareket ihtiyarlık görüntüsü olan beyaz saçın rengini değiştirip kitab ehline benzememektedir. Çünkü Peygamberimiz:
"İhtiyarlığı (ak saçlilık görüntüsünü) değiştiriniz. Kitab ehline benzemeyeniz" buyurmuştur. Aynı konuda İshak b. İbrahim de "Ebu Abdulluh'ın babama şöyle dediğini işitmiştim. Ey Ebu Haşİm, ömründe bir kere bile olsa saçlarını boya, senin saçlarım boyayıp yahudilere benzemekten uzak kalmanı isterim." demiştir.
Ahmed b. Hanbel'in delil gösterdiği bu hadisi, Tirmizi Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir. Öte yandan aynı hadis Zübeyr'den rivayet edilerek Nesai'de de yer almıştır.
Bu hadisin ifadesi, kitap ehline ters düşme gereğini, onlara benzemenin yasak olduğunu daha kesin bir şekilde belirtmektedir. Çünkü bizim hiçbir rolümüz olmaksızın meydana gelmeş bir görüntüde (ak saçlılıkta) kitap ehline benzemek yasak olunca kendi irademezin ürünü olan davranışlarda onlara benzemek haydi haydi yasak olacak, hatta benzerliğin bu çeşidi birinci kategorinin tersine haram olacaktır. Şimdi de hem Buhari ve hem de Müslim'de yer alan ve İbn-i Ömer'den -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen şu hadisi okuyalım:
"Müşrikler gibi olmayınız, bıyıklarınızı kısaltıp sakallarınızı uzatınız."
Görüldüğü gibi bu hadiste müşriklere ters düşmeyi kayıt-sız-şartsız bir şekilde emrettikten sonra:
"Bıyıklarınızı kısaltıp sakallarınızı uzatınız" buyuruyor. Yani her ne kadar ters düşme tutumu belirli bir davranışa bağlanıyorsa da, müşriklere ters düşme İfadesinin başa alınması ve hiçbir kayda bağlanmaması sırf karşı olma tutumunun şeriat koyucunun amacı oluğunu gösteriyor. Çünkü ters düşmeyi öne almak, genel ifadeyi belirlinin önüne getirmek içindir. Tıpkı senin bîrine "misafirini ağırla; ona yemek ver, onunla konuş" demen gibi. Bu sözünden anlaşılacak şey, senin asıl amcının misafirin ağırlanmasının olduğudur. Bu amacını dile getirdikten sonra bu ikramın o andaki gereği olarak bazı belirli davranışları (yemek verme, konuşma) hatırlatıyorsun.
Yine aynı anlamı ifade eden ve Müslim'in Ebu Hurey-re'ye dayanarak yer verdiği bir hadise göre Peygamberimiz "Bıyıkları kısaltıp sakalınızı uzatınız, ateş perestler gibi olmayınız" büyümüştür.
Burada da şeriat koruyucunun ateş perestlere (mecusilere) benzememeyi amaç edindiğini görüyoruz. Bu amaç varılan hükmün ya tek gerekçesi, ya gerekçelerinden biri veya gerekçenin bir bölümüdür.
Bu böyle olduğu için ilk müslümanîar (selef) gerek bu konuda ve gerekse başka konularda ateşperestlere benzemenin yanlışlığını anlayınca Peygamberimiz tarafından'açıkça belirtilmeyen ateşperest geleneklerinden de uzak durmuşlar, onlardan hoşlanmamışlardır. Nitekim Muruz diyor ki:
"Bir defasında Ahmed b. Hanbel'e enseyi traş etmek konusundaki görüşünü sordum. Bana bir mecusi (ateşperest) adetidir, kim bir kavme özenirse onlardandır." diye karşılık verdi. Bu arada aynı İmam-ı Hanbel:
"Kan aldırmadan önce enseyi traş etmenin mahzuru yoktur" demiştir. Yine bu konuda Mu 'temir b. Süleyman diyor ki:
"Babam saçlarını kestirirken, ensesini traş ettirmezdi. Kendisine bunun nedeni sorulunca -Acemlere benzemek mekruhtur da ondan- diye cevap verirdi."
Görüldüğü gibi müslümanlar söz konusu hareketin hoş ol-mayaşını bazan kitab ehline benzemeye ve bazan da acemlere özenmeye bağlıyorlardı. Bilindiği gibi her iki gerekçe de sünnetle belirtilmiştir. Üstelik Peygamberimiz, daha önce belirttiğimiz gibi müslümanların hem berikilere ve hem de ötekilere benzeyeceklerini önceden haber vermişti.
Şimdi de sahabelerden Şeddad b. Evs'den -Allah ondan razı olsun- rivayet edilen şu hadisi okuyalım. Ebu Davud'un yer verdiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Yahudilere ters düşünüz, onlar pabuçları ve mestleri ile namaz kılmazlar."
Görüldüğü gibi yahudilerin pabuçlarım çıkarmaları Ce-nab-ı Alah'ın (c.c.) Musa'ya -selam üzerine olsun-:
"Pabuçlarını çıkar" şeklindeki buyruğuna dayandığı halde yine onlara ters düşülmesi emredilmiştir. (Tana: 12) Öte yandan Müslim'in Amr İbn-i As'a dayandırarak yer verdiği bir hadise göre Peyfamberimiz şöyle buyuruyor:
"Bizim orcumuzla kitab ehlinin orucu arasındaki fark sahur yemeğidir."
Bu hadiste söz konusu zümereleri ibadetlerinin biribir-lerinden ayrı olmasının şeriat koruyucu tarafından amaç edinildiğinini belirtiyor. Nitekim Ebu Davud'un, Ebu Hu-reyre'ye dayanarak yer verdiği bir hadiste Peyfamberimiz bu amacı daha güçlü bir ifade ile vurgulayarak şöyle buyuruyor:
"Müslümanlar akşam olur olmaz vakit geçirmeksizin iftar ettikleri sürece, bu din üstünlüğünü koruyacaktır. Çünkü yahudiler ve hnstiyanlar iftar etmeyi geciktirirler."
Bu hadisin belirttiğine göre vakit gelince gecikmeksizin iftar etme sayesinde bu dinin kazanacağı üstünlük sırf iftar zamanı konusunda yahudi ve hristiyanlara ters düşülmesinin sonucudur. İşin bir de şu yanı var. Bilindiği gibi Peygamberimizin gönderilmesinin amacı "Allah'ın dinini, diğer tüm dinlerden üstün kılmaktır. "Yahudi ve hristiyanlara ters düşmek bu dinin üstünlük kurmasını sağladığına göre demek ki, yahudi ve hristiyanlara ters düşmek Peygamberin gelişinin en Önemli amacıdır. Bu arada İbn-i Mace'nin Abbas'a dayanarak ve îmam-ı Ahmed'in, Saib b. Yezid'e dayanarak yer verdikleri şu hadis bu konuyu daha açık bir şekilde dile getirmektedir:
"Ümmetim yahudilere özenerek akşamı yıldızların doğuşuna ve sabahı da hristiyanlara özenerek yıldızların batışına kadar ertelemedikleri sürece hayırlı yoldadırlar."
Öteyandan Ahmed b. Hanbel'in anlattığına göre Bişr b. Hasasiye'nin eşi Leyla şöyle bir olay anlatıyor:
"Bir defasında akşam iftar etmeden iki gün arka arkaya oruç tutmak istemiştim. Eşim Bişr bunu yapmama engel olarak bana şöyle dedi:
"Vaktiyle Peygamberimiz böyle yapmama engel olarak bana:
"Böylesini hristiyanlar yapıyor. Sizler Allah'ın emrettiği gibi oruç tutunuz ve Allah'ın emrettiği şekilde orucunuzu sona erdiriniz. Allah için -orucu akşama kadar tamamlayınız.- demektedir. Buna göre akşam olunca orucunuzu bozunuz." buyurmuştur. (Bakara: 2/187)
Görüldüğü gibi bu olayda akşam iftar etmeden oruç tutmanın yasaklanmasına bu şekilde oruç tutmanın hristiyan orucu oluşu gerekçe olarak gösteriliyor. Bu adet de Peygamberimizin başka bir hadiste buyurduğu gibi onların kendi kafalarından uydurdukları ruhbanlık anlayışının bir ürününe benzemektedir.
Bir de Müslim'de yer alan şu olayı gözden geçirelim: Hammad b. Sabit'in sahabilerden Eınes b. Malik'e dayanarak anlattığına göre yahudiler bir kadın aybaşı olunca onunla aynı sofrada yemek yemezler, ev içinde onunla birarada kalmazlardı. Sahabiler aybaşılı kadınlara karşı nasıl davranacaklarını Raslulullah'a sorunca Cenab-ı Allah şu ayeti indirdi:
"Sana hayız hakkında soru soruyorlar. De ki, "O bir pisliktir. Hayız döneminde kadınlardan uzak durunuz, temizlenmedikçe onlara yaklaşmayınız. Temizlendiklerinde onlarla Allah'ın emrettiği şekilde münasebette bulununuz. Allah tevbe edenleri temizlenenleri sever"(Bakara: 2/222)
Bu ayetin inmesi Peygamberimiz bu konuda soru soranlara "Cinsi münasebet dışında onlarla birlikte her şeyi yapınız" buyurdu. Peygamberimiz bu sözlerini işiten yahudiler öfkeye kapılarak "Bu adam bizim karşı çıkmadık hiçbir adetimizi barakmamak istiyor, her yaptığımıza karşı çıkmakta kararlıdır" dediler. O sırada sahabilerden Useyd b. Hudayr ve Abbad b. Bişr (r.a.) Peygamberimize gelerek "Ya Rasulallah, yahudiler şöyle şöyle diyorlar. Acaba aybaşılı kadınlarla hiçbir araya gelmesek olmaz mı?" diye sorulur. Bu soru üzerine Peygamberimiz'İn yüzünün rengi değişti. Biz de O'nu soru soran o iki sahabiye kızdığını sandık. Bunun üzerine o iki kişi çıkıp gitti, yolda Rasulullah'a hediye gelen bir tas sütle karilaştılar. Peygamberimiz hemen onları geri çağırtarak kendilerine o sütten ikram etti. Bunun üzerine onlara kızmadığını anladık."
Bu hadis, Cenab-i Allah'ın Peygamberimize bir çok konuda yahudilere karşı çıkmayı emrettiğini, hatta onun bütün yahudi geleneklerine ters düşmeyi ilke edindiğini ve bu yüzden yahudilerin O'nun hakkında:"Bu adam, hiçbir istisna tanımaksızın bizim bütün adetlerimize karşı çıkmak istiyor" dediklerini belgelemektedir.
Ayrıca bu ters düşme bazan hükmün aslında ve bazan sadece şeklinde, biçiminde olur. Cenab-ı Allah'ın aybaşılı kadınlara pisliğin kaynağı dışında yaklaşmayı meşru ve serbest bırakması gibi. Nitekim bazı sahabiler bu konuda yahudilere ters düşmeyi meşru sınırların dışında kalan başka alanlara taşırmak isteyince Peygamberimiz'İn yüzünün renginin değiştiğini görüyoruz.
Aslında bu konu -temizlik konusu- yahudilerin kendilerine ağır yükler yükledikleri, dar sınırlamalar getirdikleri bir konudur. Buna karşılık hristiyanlar Allah'ın hiçbir iznine dayanmaksızın bu sınırlamaların tümünü ortadan kaldırdılar. Gerçi yahudilerin koymuş oldukları sınırlamalar ve kısıtlamalar da meşru değildi. Buna göre bu konuda Allah'ın emretmediği kısıtlamalar tanıyıp, onlardan kaçınmak yahudilere ve Allah'ın kaçınılmasını emrettiği yasakları çiğnemek de hristiyanlara yaklaşmak olur. Yolların en doğrusu Muhammed'in (s.a.v.) yoludur.
[24] İmam Buhari: Asıl adı, Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. el-Muğira, el-Caferi el-Buhari'dir. Künyesi Ebu-Abdullah'dir. Allah'ın kitabından sonra, en sahih kitabın sahibidir. Ümmet, hadis konusunda imam olduğunda birleşmiştir. İbn Hacer el-Takrib isimli eserinde, "Hadis ezberlemede dağ, güvenilir hadisçilikte dünyanın imamıdır." diyor. H. 256'da 62 yaşındayken vefat etti. (Allah rahmet etsin) Takrib el-Tehzib, c.2, s. 144, Biyografi No: 43.
[25] Sahihi Buharı, Kitab el-İ'tisam, Bi el-Kitab ve el-Sünne, Peygamberin "Sizden öncekilerin törelerine mutlaka uycaksınız" sözü babı, H. No: 7319, Feth'ul-Bari, c. 13, s. 200.
[26] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 78-82.
[27] Sahihi Müslim, Kitab el-İman, Münkerden sakındırmanın iman gereği olduğu, imanın artıp eksildiği, Marufla, emr, Münker'den sakındırmanın gereklilİHği babı, H. No: 49, c. 1, s. 69.
[28] Bu sözcükleriyle hadis, yine Müslim'de yer almaktadır. Yukarda geçen kitab ve bab, H. No: 50, c.l, s. 70, Hadis yapmadığını söyleyenler emrolunmadığıni yapanlarla mücadele etme konusundadır.
[29] Emri Bil Maruf Nehyi anil Münker. İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak konusunda daha geniş bilgiyi üstadın (İbn Teymiye) yazdığı, Mecmu el-Fetava c.28, s. 121-171 'de bulabilirsiniz.
[30] Bu alim: Katade b. Deame b. Katade el-Südüsi, Ebul-Hitab el-Basri el-Ama'dir. Tabii'nin sayılı alimlerindendir. îbn Sa'd onu, üçüncü kuşak, Basralı Tabii'lerinden sayar. Ender rastlanır hadis hafizların-dandır. Muhammed b. Şirin:
"O, insanların en güçlü hafızıdır" der. Ahmed bin Hanbel: "Basralılar'm en güçlü belleğine sahip kişisîdir. Tefsir ve Fıkhı ezberinde koruyan bir alimdir" der. Takrib el-Tehzib, "güvenilirliği kanıtlanmış" olduğunu kaydeder, 117. H'de 57 yaşında vefat etti. (Allah rahmet etsin) Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.9, s.313; Takrib el-Tehzib, c.2, s.123. Biyografi No: 81, "Kaf' harfi; İbn-i Sa'd, Tabakat, c.7, s. 229.
[31] Bu bilginlerden amaç: Sahabe ve Selefçe ünlü olan, Ibn Abbas, Ebi el-AHye, Ebi Malik el-Rebi b. Enes ve Atiye el-Avfi'dir. Bkz. Tefsir-i İbn Kesir, c. 1, s.148, 149; Tefsir b. Cerir, el, s.374
[32] Tefsir b.'Ce-rir, el, s.374; Tefsir b. Kesir, el, s. 149; Şevkani, Feth el-Kadir, el, s.374.
[33] Bu kişinin hangi Ahmed olduğunu tesbit edemedim. İbn Cerir'in tefsirinde, c. 1, s. 374; işaret ettiğine göre, Ahmed b. İshak olması mümkündür. Ahmed b. İshak b. İsa, el-Ahvazi, el-Bezzar'dır bu şahsın ismi. Nesai "salih bir kimse" olduğunu söylüyor. H. 150'de vefat etti. Tehzib el-Tehzib, c.5, s. 1514. Biyografi no: 9.
[34] Asıl adı Atiye b. Sa'd b. Cünabe el-Avfi'dir. Kubs kabilesin-dendir. Künyesi, Ebu el-Hasan'dır. Takrib el-Tehzib'de "Çok hata yapmasına rağmen güvenilir bir muhaddistir ve müdelles -Rivayet ettiği hadisi şeyhinin şeyhine isnad ederek (dayandirarark) kendi şeyhini bilerek atlayan ravi- bir şii olduğu kaydediliyor. Ahmed b. Hanbel zayıf olduğunu Yahya b. Main, salih bir kimse olduğunu, İbn Sa'd ise Tabakat'ın-da, "inşaallah güvenilir bir kimsedir, çünkü rivayet ettiği sahih hadisler de vardır, ama bir kısım insanları onun naklettiği hadisleri hüccet kabul etmezler diyor. 111 H'de vef it etti. Bkz. el-Cerh ve el-Ta'dil, c.6, s. 382, Biyografi No: 2125; İbn Sa'd, Tabakat, c.6, s. 304; Takrib el-Tehzib, c. 2, s. 24, Biyografi No: 216.
[35] Tefsir-i İbni Cerir, c.l, s. 374; Tefsır-i îbn Kesir, el, s. 149.
[36] Bu hadisçi. Ata b. Ebİ Rebaha'dır. Ebu Rebaha, babasıdır. Mekke'li Tabii'terin büyüklerindendir. Bilgili ve erdemli bir kimseydi. Çok güvenilir bir hadisçi ve fıkıhçıdir. Sahabi'den bir çoğuna yetişti ve onlardan hadis rivayet etti. H. 114'de 88 yaşında iken vefat etti. Bkz. İbn Sa'd Tabakat uI-Kübra c.5, s.467-470 Takrib el-Tehzib c.2, s.22 Biyografi No: 190, "Ayın" harfi.
[37] Tefsir-i İbni Cerir, el, s. 374; Tefsir-i İbn Kesir, el, s. 149.
[38] Basralı, Beni Temim oymağından olan bu alim, Refi b. Mihran el-Riyahi'dir. Yahya b. Main, Ebu Zer'a'ya göre "güvenilir" dir. Takrib el-Telızib: "Mürsel rivayetlerinin çok olmasına rağmen güvenilir olduğunu kaydediyor. H. 90'da öldü. (Allah rahmet etsin) Bkz. Takrib eJ-Teh-zib, c.l, s. 252. Biyografi No: 105.
[39] Tefsir-i îbni Cerir, c.l, s. 149.
[40] Asıl adı, el-Dahhak b. Müzahim, el-Hilali, el-Horasansdir. Tefsir'de imam olan' u zat, Tabii'nin büyükferindendir. el-Sevri:
"Tefsiri dört kişiden öğrenin: Mücahid, İkrime, Sa'd b. Cübeyr ve Dahhak'dan" diyor. Takrib el-Tehzib'de "Miirsel rivayetlerinin çokluğuna rağmen güveni'nc'ir yazıyor. İbn Hibban ve Ahmed'e (Hanbel'e göre :;i'ka, Yahya b. 3aid el-Kattani'ye göre, zayıftır. H. 105'de Öldü. (Allah rahmat elsin) el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.9, s. 223; Takrib el-Tehzib, c.l, s.373, Biyografi No: 17.
[41] Bu ifade Tirmizi'nin Bera b. Azİb'den rivayet ettiği hadisten bir parçadır. Tamamt, Tirmİzi, Kitab el-Menakib, Ali'nin Menkıbeleri, Bab, 21 *de kaydedilmiş. Tirmizi: "Hadis, "Hasen" ve "Sahih" dir" diyor. Bkz. S. el-Tinnizi, c.5, s. 635, H. No: 3716. Aynı hadisi Buhari, Kitab el-Suluh, altıncı bab, H. No: 2699, c.5, s. 303-304. Feth-ei-Bari'de rivayet ediyor. Yne aynı hadisi, Kitab el-Megazi, Umre'nin Kazası Babı H. No:4251 'de naklediyor: Ahmed b. H. ise, el-Müsned, c.5, s. 204, Üsame b. Zeyd isnadıyla rivayet ediyor.
[42] Sahihi Müslim, Kitab el-İman, Eksikliklerden Uzak Yüce Allah, Gücünün Çekmediği kimseye Teklif Etmez Babı, H. No: 125, c. I, s. 115-116; M. Ahmed (b. Hanbel), c.2, s. 412.
[43] Hadis, el-Müsned'de (Ahmed İbn Hanbel) Abdullah b. Ömer'den rivayet ediliyor. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu: "Kuşkusuz Allah, yasakladıklarım yapmamayı istediği gibi tanıdığı toleransın da kullanılmasını ister (sever) Müsned-i İ. Ahmed, c.2, s.108, Aynı hadisi Sü-yuti, Cami el-Sağir isimli eserinde naklediliyor ve hadis sahihdir diyor. İbn Hibban sahihinde Beyhaki, İmamm bölümleri babında aynı isnad-la rivayet ediyorlar. Bkz. El,Cami, el-Sağir, c. 1, s. 288, H. No: 1894. İbn Huzeyme sahihinde, Kitab, el-Sıyam, H. No: 2027, c.3, s. 259'da tahriç ediyor. Sözcükler şöyle "İnnellahe yuhibbuen tü'ta ruhsatahü kema yu-hibbu en tütreke ma'sıyetühü."(H0) Ruhbanlık: Hristiyan rahiblerin yaptığı gibi İbadet amacıyla insanlardan el etek kesmek ve kendini buna zorlamaktır. Çokluk Hristiyan (rahipler) insanlardan ayrılıp, dünya nimetlerini bırakarak Manastırlarda kendilerini ibadete verirler. Bunları yaparken hakka çağırmayı ve cihadı bir tarafa bırakırlar. Bkz. el-Kamus el-Mu-hit, el-Ra bölümü, c. 1, s. 79.-
[44] Hadis bu sözcüklerle Beğavi'nin Şerh el-Sünne, c. 2, s. 371'de geçiyor. Beğavi hadisi anlattıktan sonra şöyle ekliyor: "Ümmetimin yolculuğu cihaddır..." îslamda ruhbanlık yoktur" bölümünü, senedini (ravi zinciri) zikretmeden rivayet ediyor. Fakat aynı sözcüklerle rivayet edilen bu hadisin İ. Ahmed'in el-Müsned'inde anlatıcıları var. a.g.e; c. 6, s. 226. Rasulullah'ın bu sözü Osman b. Mad'un'adır. Rasulullah şöyle buyuruyor:
"Ya Osman! Kuşkusuz, ruhbanlık bize yazılmadı -mecbur edilmedi- ya da -farz kılınmadı-." Hadisin ravileri güvenilirdir. Dare-mi'nin Süneninde "İnni lem umir bir -Rahbanİyye- Ben ruhbanlıkla em-rolunmadım" ibaresi var. Bkz. Sünen el-Daremi, c. 2, s. 133, Hadise, Sü-yuti de işaret ediyor. Orada şöyledir hadisin sözcükleri: "Ve la Terheb Fi el-İslam" -İslamda ruhbanlık yoktur- el-Cami isimli eserinde Abdur-rezzak, Tavus'dan mürsel olarak rivayet ediyor aynı hadisi. Hadis "zayıftır" diyor. Bkz. age., c. 2, s. 746. Aym hadis için ayrıca bkz. el-Ta'lik, Ala Hamiş şerh Al-Sünne li el-Begavi, c.2, s. 371. el-Aclüni de bu hadisi Keşf el-Hafa, isimli eserinde anlatıyor. Ne var ki, hadis hakkında, İbn Hacer'in "Bu sözcüklere hiçbir yerde rastlayamadım." görüşünden başka bir şey söylemiyor. Bkz. Keşf el-Hafa, c.2, s. 528. H.No: 3154.
[45] Rasulullah: "Sahur yapın zira sahurda bereket vardır" buyuruyor. Buhari-Müslün rivayette hemfikirdirler- Bkz. Buhari, Kitab el-Savm, Zorunluluk Olmaksızın Sahur Yapmak ve Sahurun Bereketli Olması babı, Feth'ul-Bari, H. No: 1923, c.4, s. 129; Müslim-Kitab el-Sıyam-Sahurun Üstünlüğü, Mübahhğın uygulanması (Te'kid edilmesi) babı, H. No: 1095, c. 2, s. 770.
[46] İbn Ömer Rasulullah 'dan rivayet etti. Rasulullah,- "Ara vermeksizin onıç tutmayı yasakladı" Sahih-i Müslim, Kitab El Sayam, Ara Vermeksizin Onıç Tutmanın Yasaklanması, Babı, H. No: 1102, c.2, s. 774; Sahih-i Buhari, Kitab-el-Savm, el-Visal, H.No:1962,Feth-ul Bari, c. 4, s. 203: Müsnedlerde , Sünenlerde ve diğer sahih sünnet kitaplannda hadisin bir çok rivayet tariki ravisi var.
[47] Hadisi Buharı şu sözcüklerle rivayet ediyor:
"Ve el-Muhaciru Men Hecere Ma nehellahu anhü" (Muhacir Allah'ın sakındırdıklarından sakınan kimsedir)... Buhari, Kitab el-îman, Müslüman, Elinden Ve Dilinden Müslümanların Güvenlikte Olduğu Kimsedir. Babı, H. No: 10, Feth'uİ-Bari, c.l, s. 53; Kitab El Rekaik,'Yasaklardan sakındırma Babı, c. 11, s. 316.
[48] Ebu Davud hadisi peygamberlerden şöyle rivayet ediyor: "Cihad, Allah'ın beni göndermesinden ümmetimin en sonunun Deccal'le savaşmasına kadar sürecektir... "Ebu Davud, Kitab el-Cihad, Zalim Krallarla Savaşma Babı, H. No: 2532, c. 3, s. 4O.Hadisİn ravi zincirine Ye-zid b. Ebi Neşbe'yi de ekliyor. İbn Hacer, Tehzib el-Tehzib'de, bu ravi-nin bilinmediğini söylüyor.
Allah yolunda cihad ve savaşın kıyamete kadar süreceğini bildiren bir Çok hadis var. Örneğin, Müslim'in rivayetettiği bir hadiste: "Müslümanlardan bir gurup -Hadisfe "el-Asabe" geçiyor.- Allah 'in dinini ayakta (yü-rürrükte) tuta bilmek içiiriKjairKa sabahına kadar Allah yoîsrsia cihad edip savaşacaknr. "Bkz. Sahih-i Müslim, Kitab el-İmare, Babı, 53, H. No: 1922, c.3, s. L5^Tviüsned-î Ahmed, c. 5, s. 92-94-O8-103 ve 104.
[49] Sahabinin büyüklerindendir. Asıl adı, Abdullah b. Kays b. Selim İbn Hadar b. Harb b. Amir el-Eş'ari'dir. Künyesi, Ebu Musa'dır. Ra-sulullah'la (s.a.v.) Hicret'ten önce Mekke'de karşılaştı. Müslüman oldu ve iki hicrete de katıldı. Mekke'de Rasulullah'a müslüman olduğunu bildiren Üçüncü Yemen'Iidir. Kur'an'ı güzel sesle okurdu.
Vergi toplaması için Rasulullah onu, Zebid, Aden ve Yemen sahillerine gönderdi. Ömer, Küfe Basra'ya vali tayin etti. Ahvaz ve İsfahan'ı fethetti. Kufe'de Öldü. (H.50) Bkz. Nevevi, Tehzib el-Esma ve el-Lügat, Birinci Bölüm, 2.2, s. 268. Biy. No: 425.
[50] Ahmed'in el-Müsned'inde böyle bir olaya rastlayamadım. Yal-juz-Beyhaki' sünenindi -anüalEfm yukarda işaret ettiği kıssayı benzer bir kıssa kaydediyor. Bkz. Süneirel-Beyhaki, c. 3, s. 204, Kiteb el-Cizye izinsiz Mescide^jirmeyin Bala.
İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 82-96.
[51] Sahih el-Buhari, Kitab el-Enbiya, Beni İsrail'lerin Anlatıldığı Bab, Feth'ul-Ban, H. No:3462, c.6 s.496; H. No: 5899. Sahihi Müslim, kitab el-Libas ve el-Zine,.Boyanmakla Yahudiler'e Ters düşün, babı, H. No: 2103, c. 3. s. 1663.
[52] Tirmizi hadisi, şu sözcüklerle rivayet ediyor. "Gayyiru el-Şeybe ve LaTeşbehu Bi el-Yehudi" (saçları boyayarak değiştirin Yahu-düer'e benzemeyin.) ardından Ebu Hureyre'nİn bu hadisi "hasen" ve "sa-hihdif' yargısını ekliyor. Bkî. Sünen el-Tirınîzi, Kitab el-Libas, Boyanma konusunda Gelen Hadisler Babı, H. No: 1752, c. 4, s. 232. Ahmed'inMiisned'inde, c.l, s. 165 Hadisi Ziibeyrb. el-Avvam'danrivayet ediyor, c. 2, s. 261-499'da Ebu Hureyre'den "Ve La Binn-Nesara" faz-lahğıyla naklediyor. Aynı hadisi, sözcük dizgesideki bazî değişiklerle s. 356'da rivayet ediyor; Nesai, Kitab el-Zine, c.8, s. 138'de yine bu hadisi tahriç ediyor. Aynı hadis için ayrıca bkz. (İmam) el-Beğavi, Şeyh el-Sünne, Kitab el-Libas, Boyanma Bölümü H. No: 3175, c. 12, s. 89. Ebu Hureyre'den rivayet ettiği bu hadisi şu sözcüklerle alıyor: "Gayiru El Şey-be Ve La Teşbehü Bi el-Ye-Yahudi Ve el-Nasara" "Saçlarınızı boyayarak değiştiriniz. Böylelikle Yahudi ve Hristiyanlar'a benzemeyin."
[53] Bu alim, Ziyad b. Eyyüb b. Ziyad el-Bağdadi'dir. Künyesi Ebu Ha-şim'dir. Ayrıca Delvİy diye takma adı da vardır. Onuncu kuşağın güve-niür hadîs hafizlanndandır. H. 252'de 86 yaşındayken öldü. Buhari ve onun gibi ünlü hadisçiîer ondan hadis tahriç ettiler. Takrib el-Tehzib, c. l,s.265,Biy.No:6S.
[54] Hadis Buhari'de şu sözcüklerle yer alıyor: "Enhiku el-Şevarib Ve A'fü el-Lihye'' (Bıyıklarınızı kısaltın, sakallarınızı uzatın). Bkz. Feth-el-Bari, Kitab el-Libas, Bıyıklan Kısaltma Babı, H. No:5893, 2. 10, s; 351; Müslim Rivayetinde, Müellifin yukarıda kullandığı sözcükleri kullanıyor. "Afvü, el-Şevarib Ve A'fu el-Liha" sözcükleri yerine "Ceza el-Şevarib Ve Erhu el-Liha Ve Halifu el-Mecuse" sözcüklerini kullanıyor. Görünürde farklı olan bu sözcüklerin anlamı aynıdır. Bkz. Sahih-i Müslim, Kitab el-Tahare Yaratılış Özellikleri Babı, H. No: 259-260. c.), s. 222.
[55] El Murazi: Ahmed b. Muhammed b. el-Haccac b. Abdülaziz eî-Mu-ruzi'dir. Künyesi, Ebubekir olan bu kişi İ. Ahmed'in (İ. Hanbel} yakın arka-daşlanndandır. Ver'a ve erdemde onun yoldaşıydı (benzeriydi). İmamı Ah-med'den bir çok mesele nakletti. H. 275'de vefat etti. Bkz. İbn Ebi Ya'Ia, Ta-bakat el-Hanabile, c. 1, s. 56-63. Biy. No: 50; Şiiruzat el-Zeheb, c.2, s. 166.
[56] Bkz. el-Muğni Ve el-Şerh eî-Kebir, el, s. 75; Ayrıca üstad Ab-durRezzak'ın buna benzer bir rivayeti Ömer b. Hattab'dan naklettiği, c. 11, s. 453-454'e bakınız.
[57] Ebu Muhammed el-Basri künyesiyle tanınan bu zatın asıl adı, Mu'temir b. Süleyman b. Tarhan el-Temimi'dîr. Takma adı lakabı, el-Tu-feyl'dir. İbn Hibban, İbn Main ve İbn Sa'd, güvenilir olduğunu söylüyorlar. İbn Harraş ise, "Ezberden rivayet ettiği zaman hata etmekle birlikte, doğru sözlüdür. Yazdıklarım rivayet ettiğinde sikadır." yargısını veriyor. H. 100'de doğdu, 187'de vefat etti. Bkz. Takrib el-Tehzib c.IO, s. 227. Biy. No: 415.
[58] Büyük bir sahabıdır. Asıl adı, Şeddad b. Evs b. Sabit el-Hazreci el-Ensari'dir. Hasan b. Sabit'in -Allah ondan razı olsun- yeğenidir. Ubade b. Samit, hakkında: "Şeddad b. Evs, İlim ve hilim (huy yumuşaklığı) kendisine verilenlerdendir." Cenab-ı Peygamber de ona: "İnşaaİlah sen ve çocukların, ümmetin imamları olursunuz" buyurdu. Humus 'un fethinden sonra oraya yerleşti. H. 58'de Beyti Mukaddes'de (Kudüs) vefat etti. Allah razı olsun. Bkz. el-İsabe Fi Temyiz el-Sahabe c.2, s. 139-140, Biy. No: 3847.
[59] Burada ifade edilmek istenen maksat, Yahudiler'in pabuç ve mestleriyle namaz kılmadıklarıdır. Bunlara muhalefet için Rasulullah (s.a.v.) bazan pabuçlanyla namaz kılardı. Ancak buna devam etmezdi. Bunun gibi müslümanlann namaz şartlarına engel olmayacak temizlikte olan pabuçlarıyla zaman zaman namaz kılması gerekir. Ama, bazılarının bu şekilde namaz kılmayı sürüdürmclerini (adet haline getirmelerine) dair her hangi bir delil bulamadım. En doğruyu Allah bilir.
[60] Sünen-i Ebu Davud, Kitab el-Salat, Ayakkabıyla Namaz Kılma Babı, H. No: 652, c. I, s. 427. Hakim de el-Müstedrek'inde rivayet ediyor ve "hadisin isnadı sahihtir" diyor. el-Zehebİ de el-Telhİs'de: "Sa-hihdir" dedi. Bkz. el-Müstedrek, Ala el-Sahiheyn Li el-Hakim ve Biha-miş-i el-Telhis Li el-Zehebi c.!. s. 260, Kitab el-Salat.
[61] Bkz. Sahin-i Müslim, Kilab el-Sıyam, Sahurun Fazileti Babı, H. No: 1096, c.2,-s. 771
[62] Sünen-i Ebu Davud, Kitab el-Savm, İftarı olur olmaz yapmanın Hoş bir şey (Miislehab) olduğu Babı, H. No: 2353 c.2, s. 763. Siinen-i İbn Mace, Kitab el-Siyam İftarda ivediliğin Gerekliliği Babı, H. No: 1698, c.l, s. 541-542; Hakim'de Miistedrek'inde bu hadisi tahriç ediyor ve şunu ekliyor: "Bu hadisin sahihlik koşullan Müslim'inkine uymaktadır, fakat o nedense bu hadisi tahriç etmiyor. "el-Miistedrek c.l, s. 431.
[63] Büyük sahabidir. Asıl adı, el-Saib b. Yezid Said b. Osman el-Esved el-Kindi -Ya da el-Ezdi-dir. Babası da sahabidendİ. Rasulullah (s.a.v.) başını okşadı ve ona dua etti. Rasulullah'm abdest suyundan (arta kalandan) içli. Ömer, onu Medine çarşılarında vergi toplamakla görevlendirdi. Medine'de öldü. (H. 95) En son ölen sahabi olduğu söylenir. Bkz. el-İsabe, c.2, s.12-13, Biy. No: 3077.)
[64] Süneh-i Ebi Davud, Kitab El Salat, Akşam Namazının Vakti Babı, H. No: 418, c.l, s.. 291; Sünen-i İbn Mace, Kitab el-Salat, Akşam Namazının Vakti Babı, H. No: 689, c.l, s. 225.
[65] Saygın sahabelerdendir. Adı, Beşirb. Mabid, Dabab b. Sebi'b. Siidüs'dür. İslam öncesi ismi, Zahma'ydı. Beşir ismini ona Rasulullah verdi. el-Hassasiye, dedelerinden birisidir. Basra'da yaşadı. Bkz. Tehzib el-Tehzib, el, s. 467-468, biy. No: 866.
[66] Leyla el-Südüsiye el-Şesbaniye adındaki bu hanım, Sahabiye-dir. Cehdeme olan ismini Rasulullah Leyla'ya çevirdi. Bir önceki notta adı geçen Sahabi'nin eşidir. İbn Hibban, Tabii'nin güvenilir hanım ravi-lerinden olduğundan söz ediyor. Bkz. Tehzib el-Tehzİb, c. 12, s. 406-407. Biy. No: 2753.
[67] Müsned-i Ahmed, c. 4, s. 225; İbnflacer, Feth'ul-Bari, c. 4; s. 202.
[68] Müslim'in kaydettiğine göre Bu ravi, Hammad b. Seleme'dir.
[69] Sabit b. Eşlem, el-Benani, el-Basri adındaki bu ravi, Enes b. Ma-lik'in birlikte olduğu yakın dostudur. Ondan çok hadis rivayet etmiştir. Güvenilir, salih ve abit bir zattır. H. 123 yılında vefat etti. 127 öldüğü de söyleniyor. Bkz. Tehzib el-Tehzib, c.2, s.2, 3, biy. 2.
[70] Sayılır sahabidir, Adı, Üseyd b. el-Hudayr, b. Ubeyr el-Ensa-ri el-Eşheli'dir. Ensar'dan islamı ilk kabul edenlerdendir. Akabe Gecesi Cenab-i Rasul'e bi'at edenler arasındadır. Peygamber, onunla Zeyd b. Haris'i kardeş ilan etti. Rasulullah:
"Useyd b. Hudayr, ne iyi adamdır" sözüyle onu Övdü. Ebu Bekir'in hilafeti sırasında onu komutan olarak tayin etti. H. 20 yılında vefat etti. el-Isabe, c. I, s. 49, Biy. No:285.
[71] Bilinir sahabidir. Asıl adı, Ubad b. Bişr b. Veks, b. Zügbe b. Ze'vera b. Abd el-Eşhel el-Ensari'dir. Hicretten Önce Medine'de miislü-man oldu. Bedir ve diğer savaşlarda Rasulullah'la bilrlikte oldu. Rasulullah onu vergi toplaması için,Süleym, Müzeyne ve Beni el-Mustalik oymaklarına gönderdi. Müseyleme el-Kczzab (yalancı peygamberlik savında bulunan Müseyleme) ile yapılan Yemame savaşına katıldı. En büyük sınavı (Ölüm sınavı) orada .şehid olarak başarıyla verdi. Bu sırada H. 12. yılı ve o, 45 yaşındaydı. Allah ondan razı olsun. İbn Sa'd Tabakat, c.3, S. 440-441.
[72] Sahihi Müslim, Kitab el-Hayd, Hayızh Bir Kadının Eşinin Başını Yıkayabileceği Babı, H. No: 302, c.l, s. 246.
[73] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 97-107.
[74] Ebu Umame: Asıl adı Sadiy b. Adan b. el-Haris b. Vehb el-Ba-hiii'dir. Künyesi, Ebu Ümame olan bu kişi, tanınmış Sahabidir. Uhud'da ve Ali'yle birlikte Huneyn savaşında bulunduğu söyleniyor. Daha sonra Şam'da yaşamaya başladı ve orada öldü. (H. 86) Allah ondan razı olsun. el-İsabe Fi Temyiz el-Sahabe, c.2, s. 182, Biy. No: 4059.
[75] Büyük sahabidir. Adı, Amr b. Abese. Halit b. Amir b. Gadıra el-Sülemi, künyesi, Ebu Nüceyh'dir. Mekke'de ilk müslüman olanlardandır. Müslüman olduktan sonra bir süre ülkesine döndü. Daha sonra Medine'ye hicret etti. Mekke'nin fethine katılan sahabi daha sonra Hu-mus'a gitti ve ölümüne kadar burada yaşadı. Müslüman olmadan önce putlardan nefret ederdi. (Allah ondan razı olsun) el-İsabe, c.3, s. 5-6, Biy. No: 5903.
[76] Bkz. Sahih-i Müslim, Kitab, Salat el-Müsafirin ve Kasnha, Amr b. Abese'nin Müslüman Olması Babı, H.-No: 832, el, s. 569-570-571. Ahmed b. Hanbel el-Müsned, s.4, s. 112.
[77] Ken'anhlar: Ken'an b. Kevş b. Şam, b. Nuh'a nisbet edilen ve Sami ırkından gelen bir kabiledir. Basra körfezi kıyılarında pamuk eki-miyle uğraşırlardı. Daha sonra Suriye ve Filistin'e göçüp orada yerleştiler. Halil Peygamber bu topluluğa gönderilmiş. el-Hidaye Ve el-Niha-ye, c.4, s. 140; el^Calaid, el-Ciman el-Kalkaşandi, s. 32; Lisan el-Arab, c. 8, s. 316.
[78] Hadisi Ebu Davud, Sünen'inde, Kitab el-Salat, Direk ve benzeri şeylere karşı namaz kılma Babı, H. No: 693, c.l, s. 445'de rivayet ediyor: Müsned-i Ahmed, c. 6, s. 4, Salla yerine "yusalli" kelimesi dışında aynen Ebu Davud'un rivayetindcki sözcüklerle anlatıyor hadisi. Ancak hadisin senedi pek kuvvetli değildir. Çünkü raviler arasında bulunan Velid b. Kamil, Leyyin el-Hadis'tîr. (rivayetlerinde gevşek davranan ra-vi) Diba'a binti el-Mikted ise kimliği bilinmiyor. Bkz. Tehzib el-Tehzib, c. 2, s. 335, Velid b. Kamü'in biyografisi, No: 82; s. 604 Diba'a nın biyografisi No: 2, Ayrıca bkz. Avn el-Ma'bud, c. 2, s. 386-387.
[79] Bkz. Sünen-i Ebu Davud, Kitab el-Salat, Namazda Eli Üzerine Yaslanmanın Mekruh Olması Babı, H. No: 994, c.l, s. 605.
[80] Mesruk b. el-Ecda b. Malik el-Hemedani el-Vedai el-Kufi adındaki bu kişi, Tabiin'in güvenilir Fıkıh ve Hadîs alimlerindendir. Kiitüb-i Sİtte (altı sahih hadis kitabı) yazan da ondan hadis rivayet etmişlerdir. H. 63'de vefat etti. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.2, s.242, Biy. No: 1055.
[81] Buhari, Kitab el-Enbiya, Beni İsrail'i Anlatan Bab, H.No: 3458, c. 6, s. 497, Feth'ul-Bari.
[82] S. el-Buhari, Kitab el-Amel, Fi el-Salati, Namazda Elleri Bele Koyma Babı, H. No: 1219, c.2, s. 88, Feth'ul-Bari.
[83] Ziyad b. Sabih el-Hanefi el-Mekki, Bir görüşe göre el-Basri adındaki hadisçi hakkında İshak b. Ruhaye: "Salih ve güvenilir bir adamdır" diyor. Bunun gibi Nesai, İbn Hibban, el-Acluni de güvenilirliğini onaylıyor. Dördüncü kuşak Medine'li Tabii'Serdendir. Bkz. Teh-zib el-Tehzib, c.3, s. 374, Biy. No: 681; Takrib el-Tehzib, c. 1, s. 268, Biy. 115.
[84] Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, c.2, s. 106. ibn Ömer'den rivayet edilen bu hadiste "Felemma Salla"'dan önce, "fe daraba ye-deyye" fazlalığı var.
[85] Sünen Ebİ Davud, Kitab e]-Salat, Namazda Elleri Bele Koyma ve El Üzerine Yaslanma Babı, H. No: 903, c.I, s. 556.
[86] Sünen el-Nesai, Kitab el-Salat, Namazda Elleri Bele Koymanın Sakıncası Babı, c.2, s. 127. Bu imamın rivayet ettiği hadisin sözcük dizgisinde diğerlerinden ayrı bazı değişiklikler vardır. Ama, isnadı sağlamdır
[87] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 108-114.
[88] Büyük Sahabi'dir. Asıl adı, Cabir b. Abdullah, b. Amr b. Haram b. Ka'b b. Ganem el-Ensari el-Sülemi'dir. Rasulullah'dan en çok hadis rivayet eden Sahabilerdendir. Akabe biatmda ve çoğu savaşlarda Rasulullah'la birlikte bulundu. Rasulullah'ın vefatından sonra onun mescidine, ders verdiği bir kürsüsü vardı. H. 74 ya da 75'de vefat etti. Bkz. el-İsabe Fi Temyiz el-Sahabe, c.I, s. 213, Biy. 1026
[89] ilk müslüman, Rasulullah'dan sonra ilk halife olan Ebubekir el-Sıddık'tn asıl adı, Abdullah b. Ebi Kuhafe Osman b. Amir el-Kura-şi'dir. Fil olayından iki buçuk yıl sonra doğdu. Pegamberlik gelmesinden önce de sonra da Rasulullah'la birlikte oldu. Hicret sırasında ona eşlik etti. Bütün savaşlara katıldı. Cennetle müjdelenen on kişiden biri ve Sahabi'nin en üstünüydü. H. I3'de 63 yaşında olduğu sırada öldü. (Allah ondan razı olsun) Bkz. el-İsabe, c.2, s. 341-344, biy. 4817.
[90] Sahih-i Müslim, Kitab el-Salat, İmama Uyanların Bütün Hara-ketlerinde Ona Uymaları Babı, H. No: 413, c.l, s. 309, Sünen Ebi Da-vud, Kitab-el-Salat, İmamın Oturarak Namaz Kıldırması Babı, H. No: 606, c. l.s.405.