Sonsuz hamd Allah'a mahsustur. Tüm mükemmel vasıfların ona ait olduğunu bildirir, O'na övgülerimizi arze-derîz. Yardımı O'ndan diler, O'ndan bağışlanmak İsteriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden yalnızca O'na sığınırız. Allah'ın hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz; saptırdığını da hiç kimse hidâyete kavuşturamaz. Eşi, benzerî ve ortağı olmayan, bir ve tek olan Allah dışında ibadet edilmeye layık gerçek bir ilah bulunmadığına şahitlik ederim. Muhammed saikllâhu aleyhi ve seilem'in onun kulu ve rasûlü olduğuna tanıklık ederim.
Daha önce Şeyhülislam (Muhammed et-Temimî) kadde-sallahu ruhahu'ya ait olan Kitâbu't-Tevbîd ile ilgili yararlı açıklamalar kaleme almıştık. O kitabımız, içerdiği faydalı ve net açıklamalar dolayısıyla hem halk İçin yararlı oldu; hem de öğreticiler için bir yardımcı eser görevi gördü. Daha sonra yoğun talep üzerine kısa zamanda tükenmesi sebebiyle yeniden basılıp yayınlanması şiddetli bir ihtiyaç halini aldı. Bu basım sırasında Ehl-i sünnet inancını aslî ve talî unsurları çerçevesinde Özlü bir içimde ele alacak özet bir giriş yazısı kaleme alma fikri aklıma geldi. Allah'ın yardımıyla şunları söylemek İsterim:
Ehl-İ Sünnet olanlar;
Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve hayrı ve şerri ile kadere inanırlar.
Allah'ın bütün mükemmelliklere tek başına sahip bulunan rab, ilah ve ma'bud olduğuna şahitlik ederler. Dinî yalnızca O'na has kılarak, ihlasla yalnızca O'na ibadet ederler.
"Allah yaratandır, yoktan var edendir, şekil verendir, rızık bahşedendir, iyilikler nasip edendir, kötülükleri engelleyendir, bütün işleri İdare edendir" derler.
İlah olarak kabul edilen, ibadet edilen, bir ve tek olduğuna inanılan, rızası hedeflenen varlık Allah'tır. O, kendisinden Önce hiçbirşeyin bulunmadığı Evvel'dir. Kendisinden sonra da hiçbir şeyin olmadığı Ahir'dİr. Kendi üzerinde hiçbirşeyin bulunmadığı Zâhir'dir. Kendi altında hiçbir şeyin bulunmadığı Bâtın'dır.
O, tüm manasıyla ve her türlü itibarla aliyyu'l-ala/yüceler yücesidir. Zatı yücedir, zatıyla en yüksektedir. Kadri yücedir. Kahrı yücedir.
O, mutlak yüceliği ve üstünlüğü İle birlikte azametine ve celaline layık olarak yedi kat göğün üzerindeki Arş üzerine istiva buyurmuştur. Ilmİ zahirleri de, batınları da, ulvî âlemi de, süflî âlemi de kuşatır. Kullarının bütün hallerini bilir. O, kullarına yakındır, dualarına karşılık verendir.
O, zatı İle hiçbir yaratığına muhtaç değildir. Bütün yaratıklar ise, tüm zamanlarda hem kendilerinin hem de ihtiyaçlarının var edilmesi konusunda O'na muhtaçtır. Hiçbir kimsenin göz açıp kapayıncaya kadar dahi O'na olan ihtiyacı bitmez. O Rauf ve Rahîm (çok şefkatli ve merhametli)'dİr. Kullara İsabet eden dinî ya da dünyevî herhangi bir nimet ya da nîkmet hep Allah'tandır. Nimetleri celbeden de, nİkmetlerİ def eden de Allah'tır.
Allah rahmetinin eseri olarak her gece dünya göğüne inerek gecenin son üçte biri kaldığında kulların ihtiyaçlarını arzetmelerini İster. Fecir doğana dek "Kullarımdan kendimden başkasını istemem. Kim bana dua edecek karşılık vereyim? Kim benden isteyecek bahşedeyim? Kim benden bağışlanma dileyecek bağışlayayım?" diye seslenir. Allah dilediği gibi iner ve murad ettiğini yapar. "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir." (Şûra, il)
Ehl-İ Sünnet olanlar, Allah'ın Hakim, yani şeriarinde, belirlemiş olduğu ölçü ve miktarlarda ve kaderinde tam ve mükemmel bir hikmet sahibi olduğuna inanırlar. Hiçbir şeyi abes ve boş yere yaratmamıştır. Şeriatini ve hükmünü birtakım maslahatlar ve hikmetlere göre belirlemiştir.
O, tevbeleri çok kabul eden Tevvâb, affedici 'Afuv ve bağışlayan Gafurdur. Kullarının tevbelerini kabul eder. İşledikleri kötülükleri affeder. Tevbe edenlerin, mağfiret dileyenlerin ve kendisine dönenlerin günahlarını bağışlar.
O, Şekâr'dur. Az olan ameli dahi karşılıksız bırakmaz. Şükredenlere kendi fazlından nimetlerini arttırır.
Ehl-i Sünnet olanlar, Allah'ın kendisi İçin ve Rasûlü'nün O'nun için bildirdiği vasıfları kabul ederler. Meselâ; Allah mükemmel manada hayat sahibidir, işitir, görür, tam bir kudret, azamet ve büyüklük sahibidir, mecd (şeref), celâl (yücelik) ve cemâl (güzellik) vasıflarına sahiptir. Mutlak övgü bir tek O'nun hakkıdır. Meşiet ve kudreti ile alakalı fiillere dair rahmet, rıza, öfke, konuşma (kelam) gibi kemal sıfatlara da sahiptir. Allah neyi, nasıl isterse konuşur. Onun kelimeleri bitmez, tükenmez ve solmaz.
Kur'an-ı Kerîm, Allah'ın yaratılmamış olan kelamıdır. Kaynağı da, dönüş yeri de Allah'tır.
Allah murad ettiğini yapma sıfatına önceden de sahipti, şu anda da sahip, gelecekte de sahip olacaktır. Dilediği şekilde konuşur. Kullan üzerinde kaderle, şeriat ve cezalarla ilgili hükümlerle hüküm sahibidir. O Hakim ve Malik'tit. Onun dışında kalan tüm varlıklar ise hükmedilme ve malik olunma konusudur. Hiçbir kulun O'nun mülkünden de, hükmünden de çıkma hakkı ve imkânı yoktur.
Ehl-i sünnet, Kitab'da bildirildiği ve sünnette tevatür yoluyla haber verildiği gibi müminlerin rablerini açık-seçik olarak göreceklerine ve ru'yetullah nimeti ile O'nun nzalığını kazanabilme nimetinin en büyük nimet ve lezzet olduğuna inanırlar.
İman ve tevhid dışında bir hal üzere Ölenin cehennem ateşinde ebediyen kalacağına iman ederler. Büyük günah işleyenlerin ise tevbe etmeden, günahlarına kefaret ve şefaat olacak bir şey bulunmadan öldükleri takdirde cehenneme girseler de ebediyen kalmayacaklarına inanırlar. Kalbinde hardal tanesi ağırlığınca iman bulunanın cehennemde ebedİyyen kalmayacağına, çıkacağına inanırlar.
İmanın kalpten inanılması gereken hususları kapsadığı gibi kalbin amellerini de, organlarla yapılan davranışları ve dilin söylediği sözleri de kapsadığına inanırlar. Bunları en mükemmel biçimde yerine getiren gerçek mümindir. Sevaba hak kazanmış ve cezadan kurtulmuştur. Bunlardan herhangi birinde eksiklik göstetenin imanında da o oranda eksiklik söz konusudur. Bu nedenle iman, taatlar ve hayır içerikli ameller dolayısıyla artar; günah ve kötülükler sebebiyle de eksilir.
Ehl-i sünnetin esaslarından biri de din ve dünyaya dair faydalı konularda Allah'tan yardım dileyerek ciddiyet ve azimle çabalamaktır. Yardım ve desteği Allah'tan dileyerek kendilerine yararı dokunacak hususlara karşı oldukça düşkünlük gösterirler.
Ayrıca tüm hareket ve davranışlarında ihlâsı gözetirler. Ma'buda karşı ihlaslı olmak ve Rasûle İttiba etmek onların yoludur. Nasihat alacak olanlar müminlerdir. Yolu izlenecek olanlar da müminlerdir.
Muhammed'in Allah'ın hidâyetle göndermiş olduğu kulu ve rasûlü olduğuna tanıklık ederler. Diğer bütün dinlere galip olması amacıyla hak din ile gönderildiğine şahitlik ederler. Rasûlullah'm müminler için kendi nefislerinden bile daha önde geldiğine, en son peygamber olduğuna şehadet ederler. İnsanlara da cinlere de müjdeleyici, uyarıcı, Allah davetçisi, aydınlatan bir kandil olarak gönderilmiştir. Allah onu hem dinin, hem de dünyanın düzen ve kurtuluşunun sağlanması amacıyla, yaratılmışlar kulluklarını gerçekleştirsinler ve bu konuda bahşettiği rızıkların yardımına başvursunlar diye göndermiştir.
Ehl-i Sünnet olanlar bilirler ki; Muhammed sallallâhu aleyhi ve seilem yaratılmışların en bilgilisi, en doğru dürüstü, en hayırlısı ve açıklama gücü en büyük olanıdır. Ona saygı gösterir, tazimde bulunurlar. Onu severler. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'e olan sevgileri tüm yaratılmışların sevgisinden önde gelir. Dinin temel esaslarında olsun, fer'î meşelerinde olsun O'nun yolunu takip ederler.
Rasûlullah'm görüş ve uygulamalarını başkalarınınkİnden önde tutarlar.
Allah'ın başka hiç kimseye vermediği birçok fazileti, Özelliği ve mükemmellikleri Peygamber'de bir araya topladığına inanırlar. Yaratıkları arasında makamı en yüce, konumu en üstün ve her tür faziletre en mükemmel olan O'dur. Ne kadar hayır varsa, mutlaka ümmetine göstermiştir. Kötülük namına ne varsa, ümmetini sakındırmış, uyarmıştır.
Ehl-i Sünnet olanlar aynı zamanda Allah'ın indirdiği tüm kitaplara, gönderdiği tüm peygamberlere de iman ederler. Peygamberleri arasında ayırım gözetmezler.
Bütün olarak kadere de inanırlar. Kulların iyi ya da kötü bütün amellerinin Allah'ın ilmi İle kuşatılmış olduğuna inanırlar. Bu amellerin Allah'ın kalemi tarafından yazıldığına, dilemesi ile uygulandığına, hikmeti ile ilişkili olduğuna inanırlar. Şöyle ki; kullan için güç ve irade yaratmıştır. Bu güç ve irade sayesinde kullann söz ve fiilleri kendi İsteklerine göre meydana gelir. Allah bu fiiller konusunda kullarını hiçbir şeye zorlamamaktadır. Bilakis kullar amellerini kendileri seçme hakkına sahiptirler. Allah müminlere özel olarak imanı sevdirmiş, kalplerinde imanı süslemiştir. Küfrü, fasıklığı, isyanı ise adaleti ve hikmeti gereği onlara kötü göstermiştir.
Ehl-i Sünnet'in esaslarından bîri de Allah için, Kitab'ı için, peygamberi için, Müslümanların yöneticileri ve geneli İçin nasihat görevini yerine getirmeleridir. Şeriatın gerektirdiği gibi marufu emreder, münkeri de yasaklarlar. Ana-babaya iyiliği, akraba ilişkilerini korumayı, komşuya, kölelere, ilişkide bulunulan insanlara, hak sahiplerine ve bütün yaratılmışlara iyi davranmayı emrederler.
İyİ ve güzel ahlaka davet ederler. Kötü ve çirkin ahlaktan da sakındırır, yasaklarlar.
İman ve yakın bakımından müminlerin en mükemmeli; İmanı ve ameli en güzel, en dürüst, bütün fazilet ve iyiliklere en iyi biçimde sarılan, kötülüklerden en uzak kalmaya çalışan mümindir.
Dinîn hükümlerinin Peygamber salkllâhu aleyhi ve seüem'den geldiği şekildeki Özellik ve mükemmelliklerine göre uygulanması; bu hükümleri bozacak, eksiltecek unsurların da engellenmesini emrederler.
Allah yolunda cihadın salih olsun fasık olsun bütün Müslüman yöneticiler ile birlikte hâlâ geçerli olduğuna, cihadın dinin en zirve noktası sayıldığına İnanırlar. Cihad iki kısımdır: İlim ve delil cihadı, silah cihadı. İmkan dahilinde ve güç yetirildiğî kadarıyla, dinin savunulması amacıyla cihadın her müslümana farz olduğuna inanırlar.
Ehl-i Sünnet olanların esaslarından biri de Müslümanların söz birliklerinin sağlanmasıdır, kalplerinin yakınlaştırılıp birbirlerine ısındırılması için çaba sarfetmektir. Tefrikadan, düşmanlıktan, araya soğukluk girmesinden sakındırmak ve bu hususta elden gelen tüm imkanları seferber ermektir.
Bîr diğer esasları da can, mal, ırz ve tüm diğer haklar konusunda halka sıkıntı vermekten sakınmak, bütün muamelelerde adalet ve insaf gereğince davranıp iyiliğe ve erdemliliğe teşvikte bulunmaktır.
Ehl-i Sünnet olanlar, ümmetler içinde en hayırlı olanın Muhammed ümmeti olduğuna; bu ümmet içindeki en hayırlı neslin sahabe-i kiram ve özellikle de raşid halifeler, cennetle müjdelenenler, Bedir Savaşı'na katılanlar, Rıdvan bİatında bulunanlar, Muhacir ve Ensar'dan ilk Müslüman olanlar olduğuna inanırlar. Ashab-ı kirama sevgi besler ve bunu Allah'ın dinine bağlılık sayarlar.
Ashabın İyiliklerini, güzelliklerini yayarlar. Kötülükleri hakkında söylenenler üzerinde de konuşmaz, susarlar.
Hidâyet ehli alimlere, adaletli idarecilere, dinde ve çeşitli faziletler konusunda Müslümanlardan daha üst makamda bulunanlara gösterdikleri hürmet ile Allah'ın dinine bağlılıklarını arzederler. Allah'ın kendilerini sekten, şirkten, ayrılığa düşmekten, nifaktan ve kötü ahlaktan sakındırmasını, ölene dek Peygamber salkllâhu aleyhi ve sellem'in dinî üzere ayaklarını sabit kılmasını dilerler.
İşte bu bütüncül esaslara ehl-İ sünnet olanlar inanır, iman eder ve başkalarını da davet ederler.
«B^h cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.» (Zâriyât, 56)
«Andolsun ki biz, 'Allah'a kulluk edin ve Tâğût'tan sakının' diye (emretmeleri için) her ümmete bir rasûl gönderdik.» (Nahl, 36)
«Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti.» (İsrâ,
«Allah'a İbadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın!» (Nisa, 36)
Ibn Mes'ûd radiyallâhu anh §öyle der: "Kim üzerinde Muhammed salkllfihu aleyhi ve sellem'in mührü bulunan en son
vasiyetine bakmak İsterse, şu âyeti okusun: «De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın'. İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah sîze, İyice düşünesinîz diye bunları emretti. Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolundur, ona uyun ondan başka yollara uymayın.»
[2] (En'am, 101-103)
Muâz b. Cehel radıyallâhu anh şöyle anlatmaktadır: "Bir merkep üzerinde Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in arkasında oturuyordum. Bana: «Ey Muâz, Allah'ın kullar üzerindeki hakkı ve kulların Allah üzerindeki hakkı nedir, biliyor musun?» dedi. Ben, "Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler" dedim. Şöyle buyurdu: «Allah'ın kullar üzerindeki hakkı, O'na ibadet etmeleri, hiçbir şeyi ortak koşmamalandır. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise, kendisine hiçbirşeyİ ortak koşmayanlara azab etmemesidir.» "Ey Allah'ın Rasûlü, insanlara bu haberin müjdesini vermeyeyim mi?" dedim. «Onlara müjde verme kİ, güvene kapılmasınlar'.» buyurdu."
[3] Bunu Buharı ve Müslim cahric etmişlerdir.
1. Cinlerin ve insanların yaratılışındaki hikmet
2. İbadet ancak tevhiddir. Çünkü çekişme ve düşmanlık onun hakkındadır.
3. Tevhidi gerçekleştirmemiş olan kişi Allah'a ibadet edİ-yor değildir. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: «Siz de benim ibadet ettiğime ibadet ediciler değilsiniz.
4. Peygamberlerin gonderilmesindeki hikmet
5. Peygamber gönderilmemiş hiçbir ümmet yoktur.
6. Tüm Peygamberlerin dîni tektir
7. Mes'elelerin en büyüklerinden biri: Tâğût'a küfredilme-dikçe Allah'a İbadetin gerçekleşmeyeceğidir. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: «föw tağuta küfredip Allah'a iman ederse, kopmak bilmeyen bir kulpa SarilmiŞtir.» (Bakara, 256)
8. Tâğût; Allah'tan başka kendisine ibadet edilen her bir şeyi kapsamaktadır.
9. En'âm Sûresi'nde yer alan mezkûr üç âyet-İ kerime'-nİn selef-i salihîn nezdinde gerçekten üstün bir öneme sahip olduğudur. Bu üç âyette on mesele üzerinde durulmaktadır. Bunların en başında da şirkin yasaklanması gelir.
10. İsrâ Sûresi'nde yer alan muhkem âyetlerde on sekiz mesele zikredilir. Allah bunları zikretmeye: «Allah ile birlikte başka bir ilah edinme! Sonra kınanmış ve terk edilmiş olarak oturup kalırsın.» (İsrâ, 22) âyeti ile başlayıp: «Allah ile birlikte bir başka ilah edinme! Sonra kınanmış, kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.» (isrâ, 39) âyeti ile son vermİ :İr. Bu meselelerin ne derece büyük öneme sahip olduklarını >il-dirmek için Yüce Allah;
«Bunlar, Rabbinin sana vahyettİği hikmetlerdendir.» (isrâ, 39) buyurmaktadır.
11. «On hak âyeti» adı verilen ve haklardan bahseden Nisa Sûresi'ndeki âyet-i kerimeye Yüce Allah: «Hiçbir şeyi ortak tutmakstzın yalnız Allah'a ibadet edin!» (Nisa, 36) sözü ile başlamıştır.
12. Rasûlullah'ın vefatı esnasındaki vasiyetine dikkat çekilmiştir.
13- Allah'ın bizim üzerimizdeki hakkının bilinmesi.
14. Yüce Allah'ın hakkını yerine getiren kulların Allah üzerindeki haklarının neler olduğu.
15. Hadisde zikredilen tevhid karşılığında elde edilecek mükâfatın birçok sahabi tarafından bilinmiyor olması.
16. Maslahat gereği ilmin gizlenmesinin (ketmedilmesinİn) caiz olması.
17. Muaz'm yapmak istediği gibi Müslümanı sevindirecek müjdeli haberleri vermenin mustehab olması.
18. Allah'ın rahmetİndeki genişliğe dayanıp güvenmekten dolayı endişe beslemek.
19. Cevabını bilmediği bir soruya muhatap olan "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" der.
20. Bilgileri insanların genelinden gizleyerek onlardan sadece bazılarına vermenin caiz oluşu.
21. Peygamber sailallâhu aleyhi ve seliem'in merkebinin arkasına başkasını bindirmesi ile alçakgönüllülüğü.
22. Hayvanın terkisine birisinin alınarak iki kişi birden bin ilebileceği.
23. Mu'âz b. Cebel radıyallâhu anh'ın fazileti.
24. Bu mes'elenin ne derece büyük bir öneme sahip olduğu.
Müellifin kitabına vermiş olduğu bu isim (Kitâbu't-Tevhîd), eserinde, başından sonuna dek hedeflediği konuyu göstermektedir.
Bu nedenle de müellif giriş yazısı kaleme almaya gerek duymamıştır. Çünkü kitabın isminden anlaşıldığı gibi bu eserde ulûhiyyet ve ibadet tevhidini konu edinmiş, hükümlerini, sınırlarını, şartlarını, faziletini, delillerini, esaslarını, detaylarını, sebeplerini, semerelerini, gerektirdiklerini, artmasına, güçlenmesine ve eksilip zayıflamasına etki eden faktörleri, onu mükemmelleştiren etkenleri ve bunun gibi hususları zikretmiştir.
Bil ki; mutlak tevhid, kemal sıfatları ile, Rabb'in birliğinin bilinip İtiraf edilmesi, azamet ve celal sıfatlarının ikrarı ve ibadetlerle O'nun birlenmesidir.
1. Esma ve sıfat tevhidi:
Esma ve sıfat tevhidi, azamet, celal, cemal gibi vasıflara tüm yönlerden en mükemmel biçimde yalnızca Allah'ın sahip olduğuna İnanmak, hiçbir şekilde hiçbir varlığın bu vasıflarda O'na ortak olmadığını ve olamayacağını kabul etmek demektir. Bunun yolu da Allah ve Rasûlü'nün kabul ettiği bütün sıfatları, isimleri mana ve hükümleri ile Kitab ve sünnette bildirildiği biçimde ve Allah'ın azamet ve celaline uygun olacak şekilde kabul etmektir. Esma ve sıfat hususundaki bu kabulde de nefy/ olumsuzlama, ta'tîl/İşlevsiz kılma, tahrif/bozup değiştirme ve temsil/benzetmeden kaçınılması gerekmektedir.
Diğer yandan Allah'ın ve Rasûlü'nün reddettiği eksiklik, ayıp, kusur gibi Allah'ın kemâline aykırı vasıfların kabul ve ikrar edilmeyip reddedilmesi de esma ve sıfat tevhidinin gereğidir.
2. Rubûbiyyet tevhidi:
Yaratma, rızık verme, İşleri çekip çevirmede, Allah'ın bir-lenmesidir. O Rab, bütün mahlukatı nimetleri ile, özel kullan olan peygamberler ve takipçilerini de kalplerin ve ruhların eğitimi için faydalı ve iki cihan saadetini sağlayan sahih akîde, güzel ahlak, faydalı ilim ve salih amellerle eğitip geliştirmektedir.
3. Ulûkiyyet ya da diğer adıyla ibadet tevhidi:
Yaratılmışların tamamının üzerinde ilahlık ve ibadet edilme hakkına sahip olanın yalnızca Yüce Allah olduğunu kabul ve itiraf etmek, İbadetin bütün çeşit ve şekilleri ile Allah azze ve celle'yi birlemek, dini O'na halis kılmak demektir. Tevhidin bu kısmı diğer iki kısmını da kapsar ve gerektirir. Çünkü ulû-hîyyet, bütün mükemmel vasıfları kapsadığı gibi rubûbiyyet ve azamet vasıflarının da hepsini kuşatmaktadır. Azamet ve celal vasıflarına sahip olması ve yarattıklarına üstünlük ve fazilet bahşetmesi bakımından ilahlık ve ibadet makamına sahip olan yalnızca Allah azze ve celle'dir. Mükemmel vasıfların ve rubûbiyyetin tek sahibi Allah olduğu için O'ndan başka hiç kimsenin ibadet edilme gibi bîr hakkı bulunmamaktadır.
İşte bu uluhiyyet tevhidi İlk Rasûl'den sonuncusuna dek tüm peygamberlerin davetidir.
Musannif bu bölümde Allah azze ve celle'nin yaratılmışları kendisine ibadet etmeleri ve bu konuda da İhlaslı olmaları için var ettiğini ve bu hususun yaratılmışlar üzerinde Allah'ın hakkı olduğunu gösteren bazı nasslan zikretmektedir.
Bütün semavî kitaplar ve tüm peygamberler -özellikle de Muhammed sailallâhu aleylıi ve seUem- uluhiyyet ve ibadet tevhidine davet etmiş, bunun zıddı olan şirk ve ortak koşmayı İse yasaklamışlardır.
İşte Kur'an-ı Kerim Önümüzde. Tevhidi emretmekte ve
farzİyyetİnİ bildirmektedir. Üzerine basa basa tevhidden bahsetmekte ve onu beyan etmektedir. Tevhidi gerçekleştirmeden kurtuluşun, felah ve saadetin de gerçekleşmeyeceğini haber vermektedir. Ayrıca aklî, naklî, âfâkî ve enfüsî tüm delillerin tevhidi ve tevhidin vucubiyetinİ gösterdiğini ifade etmektedir. Tevhid, Allah'ın kullan üzerindeki hakkıdır. Dinin en büyük emridir. Bütün asılların aslı ve amellerin esasıdır.
«İman edenler ve imanlarına bîr zulüm bulastırmayanlar... İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar da onlardır.» (En'âm, 82)
'Ubâde b. Sâmit radiyallâhu anh'tan rivayet edildiğine göre Rasûluüah salkllâhu aieyhi ve seîlem şöyle buyurmuştur: «Herkim tek ve ortağı bulunmayan Allah'tan başka, her ilah edinileni reddetmeye! La ilahe illallah'a, Muhammed'in O'nun kulu ve rasülü olduğuna, Isa aleyhİsselâm'ın da Allah'ın kulu, rasûlü ve Meryem'e ilka edilmiş kelimesi ve kendisinden bir ruh olduğuna tanıklık eder, cennetin ve cehennemin hak olduğunu kabul ederse, Allah onu hangi amel üzere bulunursa bulunsun cennete SOkar.»
[4] Buhârî, Müslim rivayet etmişlerdir.
Yine ikisi tarafından rivayet edilen 'Itbân hadisinde Peygamber sallaliâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: «Lâ ilahe illallah diyen ve bununla Allah'ın yüzünü talep eden kimiye Allah cehennemi haram kılmıştır.»
[5]
Ebû Sa'îd el-Hudrî radıyallâhu anh'ten gelen bir rivayette Rasûlullah saliallâhu aleyhi ve seüem şöyle buyurmaktadır: «Mûsâ aleyhisselâm: 'Ya rabbi kendisiyle, seni zikredeceğim, sana dua edeceğim bir sey öğret bana!' deyince, Allah: 'Ey Mûsâ, Lâ ilahe illallah, de!' buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm: 'Ya rabbi, bütün kulların bunu söylüyor' deyince, Allah subhanehu: 'Ey Mûsâ, yedi kat gökler ve benim dışımda orayı şenlendiren tüm varlıklar İle yedi kat yerler bir kefeye, Lâ ilahe İllallah da diğer bir kefeye konulsa, Lâ İlahe illallah ağır basar.' buj/Urdu.»
[6] İbn Hibbân ve Hâkim rivayet etmi§ ve Hâkim sahih oîduğunu söylemiştir.
Tİrmİzt'nin hasen olduğunu söyleyerek naklettiği bir rivayette Enes radıyallâhu anh ŞÖyle anlatır: "Rasûlullah saliallâhu aleyhi ve sellem'in şöyle söylediğini işitmi§tim: «Yüce Allah: 'Ey ademoğlu, isterse yeryüzünü dolduracak kadar günahlarla gelmiş ol, eğer bana hiçbir şeyi şirk koşmadan karşıma çıkarsan, sana yeryüzü doluşunca mağfiretle gelirim.' buyurmuştur»
[7]
1. Yüce Allah'ın fazlı, ikram ve bağışlan oldukça geniştir.
2. Allah katında tevhid karşıhğmdaki sevabın bolluğu
3. Sevapların yanı sıra tevhid, günahlar için de kefarettir.
4- En'âm Sûresi'nde yer alan mezkûr âyetİn(:82) tefsiri.
5. 'Ubâde b. Sâmit radıyallâhu anh hadisinde geçen be| konu üzerinde iyice düşünülmelidir.
6. 'Ubâde b. Sâmit ile 'Itbân radıyallâhu anhumâ hadisleri ve sonraki rivayetler birleştirildiğinde «Lâ ilahe illallah» sözünün anlamı senin için iyice açıklığa kavuşur ve yanılgıya düşen mağrurların hatasını açıkça anlarsın.
7. 'Itbân radıyaiiâhu anh hadisİndeki «şart»; üzerinde durulması gereken hususlardandır.
8. «Lâ ilahe illallâh»m fazileti hakkındaki uyarıya peygamberlerin de ihtiyaç duydukları.
9- Üzerinde düşünülmesi gereken şeylerden bir diğeri de: «Lâ İlahe illallah» kelimesi bütün yaratılmışlardan daha ağır olmasına rağmen bir çok insanın terazisinde hafif gelecektir.
10. Yerlerin de gökler gibi yedi kat olduğunun bildirilmesi.
11. Onların {göklerin} varlıklar ile [melekler ile} şenlendirilmiş olması.
12. Eş'arîlerin benimsediğinin aksine ilâhî sıfatların kabul edilmesi.
13. Enes radıyallâhu anlı hadisi kavrandığı takdirde, 'Itbân radıyallâhu anh hadisindeki: «Lâ ilahe illallah diyen ve bununla Allah'ın yüzünü talep eden kişiye Allah cehennemi haram kılmıştır.» sözünden şirkin terk edilmesinin kelime-i tevhidin dille söylenilmesi olmadığı anlaşılmış olur.
14. Isa ve Muhammed aleyhimâsselâm'ın Allah'ın kulu ve rasûlü olduklarının birlikte zikredilmesi üzerinde düşünülmelidir.
15. İsâ aleyhisselâm hususi olarak Yüce Allah'ın kelimesi olarak anılmıştır.
16. Yine İsâ aleyhİsselâm'ın Allah'tan bir ruh olduğu.
17. Cennete ve cehenneme İman etmenin fazileti.
18. «Allah onu; hangi amel üzere bulunursa bulunsun cennete sokar.» sözünün kavranılması.
19. Ahiretteki amel terazisi Mizanın, iki kefesi bulunduğu.
20. Yüce Allah hakkında vechinİn/yüzünün bulunduğunun öğrenilmesi
Bir önceki konuda tevhidin vucûbundan bahsedilmiş, bütün kullar tarafından gerçekleştirilmesi gereken en önemli farz olduğu ifade edilmişti. Burada da tevhidin fazileti konu edilmektedir. Tevhidin fazileti, sağladığı övgüye değer etkiler ve güzel sonuçlardır. Tevhidin sağladığı güzel etkileri sağlayan ve onun gibi çeşitli faziletleri bulunan başka hiçbirşey yoktur. Dünyanın da ahiretin de hayrı tevhid ile gelen semere ve faziletlere bağlıdır.
Müellifin bâb başlığındaki 'Günahlara Kefaret Olanın Ne Olduğu Babı' sözü hususi olanın umumi olana atfedilmesi ka-bilindendir. Çünkü günahların örtülmesi ve bağışlanması konu içerisinde delilleri de zikredilmiş olduğu gibi tevhidin fazilet ve etkilerindendir.
Tevhidin faziletlerinden olarak şunlar zikredilebilir:
Tevhid,
— Dünya ve ahiret sıkıntılarının giderilmesi, cezalarının def edilmesi için en büyük sebeptir.
— En büyük faydalarından biri de kalpte bîr hardal tanesi ağırlığınca dahî bulunsa, cehennemde ebedi kalmayı engellemesidir.
— Şayet kalbe mükemmel olarak yerleşmişse, cehenneme kesinlikle gİrilmemesİne sebeptir.
— Dünya ve Ahirette sahibinin mükemmel bir hidâyet ve eksiksiz bir güven içinde bulunmasını temin eder.
— Allah'ın rıza ve sevabını kazanmaya yönelik tek sebeptir.
— Muhammed sallaliâhu aleyhi ve seliem'in şefaati ile en fazla sevinen insan, kalpten samimi bir şekilde Lâ ilâbe illallah diyen kimsedir.
— En büyük faziletlerinden biri de gizli ya da açık, sözlü ya da fiilî her türlü amelin kabul edilebilirliğinin, mükemmelliğinin ve sevap kazandırmasının tevhide bağlı olmasıdır.
— Kulun hayır işlerini işlemesini, kötülüklerden sakınmasını kolaylaştırır. Musibetlere karşı teselli eder. Allah için imanında ve tevhidinde İhlâslı olan kimseye taatları işlemek kolay gelir. Çünkü rabbinden sevap ve nzalık ümit eder. Ayrıca azap ve gazabından korkması hasebiyle de nefsinin hoş gördüğü günahlardan daha kolay bir şekilde uzak kalır.
— Tevhid kalpte mükemmel olarak yer ettiğinde Yüce Allah imanı sevdirir ve süsler. Küfrü, fışkı ve İsyanı da çirkin gösterip kulu doğru yolu bulmuş olan raşidler zümresine katar.
— Kulun sıkıntı ve acılarını azaltıp hafifletir. Kul tevhid ve imanının mükemmelliği oranında, sıkıntı ve acılan, geniş bir kalple ve mutmain bir gönülle ve Allah'ın acı verici takdirlerini de rızalıkla karşılar, böylelikle sıkıntıları hafifler.
— Tevhid kulu yaratılmışlara köle olmaktan, onlara bel bağlamaktan, onları korku ve ümit duyulacak makam olarak görmekten, amelî onlar için yapmaktan kurtarır. Gerçek anlamda izzet ve en yüce şeref budur. Böylelikle kul, tek ilah olarak Allah azze ve celle'yi tanıyıp kulluğunu bir tek O'na arzeder. O'ndan başkasına ümit beslemez. Yalnızca rabbinden korku ve haşyet duyar. Yalnızca O'na yönelip tevbe eder. Böylece kul, felaha ve necata kavuşur.
- Tevhid tam bir İhlâsla gerçekleştirilip de kalpte eksiksiz ve mükemmel bir şekilde yer edince, az olan amelin çoğalmasını sağlar. Smır ve hesap söz konusu olmadan, yapılan ameller ve söylenen hayır sözlerinin karşılığı kat kat artar. Ihlâs kelimesi olan kelime-ı tevhid, kulun amel terazisinde ağır basar. öyle ki, gökler, yer ve yaratılmışlardan oluşan şenlendiricİleri dahi kelime-İ tevhid karşısında hafif kalır. Konu içerisinde zikredilen Ebû Sa'îd radıyaiiâiıu anh hadisinden ve Bitâka hadisinden anlaşılan budur. Bitâka hadisinde Lâ ilahe illallah'm. doksan dokuz adet günah defterine ağır bastığı ve bu defterlerden her birinin gözün alabildiği büyüklükte olduğu ifade edilmektedir. Bunun nedeni kelime-i tevhidi söyleyenin mükemmel bir ihlâsa sahip olmasıdır. Kelime-İ tevhidi söyleyen nice İnsanlar bu dereceye varamamaktadırlar. Çünkü bu hadiste bildirilen kulun kalbinde yer etmiş olduğu gibi ya da buna yakın bir vasıfta iman ve ihlâsı mükemmel şekilde gerçekleştirmemişlerdir.
— Allah azze ve celle tevhid ehline dünyada İken fetih, zafer, İzzet, şeref, hidâyet, kolaylık, durumların ıslah edilmesi, söz ve fiillerin düzeltilmesini garantilemektedir.
— Allah subhanehu ve teâlâ İman ehli muvahhidlerİ dünya ve ahİretin kötülüklerine karşı savunmaktadır. Hoş bir hayat, huzur ve İtminan nimetlerini bahşetmektedir. Bu cümlelerin Kitab ve sünnette birçok delili bulunmaktadır. Allah en iyisini bilir.
«ibrahim, başh başına bir ümmet idî; kâniten lillah ve hanîf idi. Hiçbir zaman müşriklerden olmadı.» (Nahl, 120)
Onlar ki Rab'lerİne şirk koşmazlar...» (Müminûn, 59) Husayn b. Abdurrahmân şöyle anlatmaktadır: "Sa'îd b. Cubeyr'in yanındaydım "Dün gece düşen yıldızı kim gördü?" dîye sorunca, "Ben (gördüm)" dedim. Sonra da "Namaz kılıyor değildim, beni bir şey sokmuştu." dedim. "Ne yaptın?" dedi. "Rukye yaptım." dedim. "Senİ buna sevkeden nedir?" diye sordu. "Bize Şa'bî'nin tahdis ettiği hadistir." dedim. "Ne tahdis etti size?" dedi. "Bize Bureyde b. Husayb'ın şöyle dediğini tahdis etti" dedim: "Rukye ancak nazar ve zehirlenmeye karşı yapılabilir."
[8]Bunun üzerine (Sa'îd b. Cubeyr) şöyle dedi: "işittiğini uygulayan ne güzel etmiştir. Fakat bize İbn Abbas radıyallâhu anhumâ Peygamber sallallâhu aleyhi ve selIem'İn ŞÖyle buyurduğunu tahdis etti: «Bana ümmetler arzedildi. Öyle peygamber gördüm, yanında on kişiden daha az sayıda bir grup insan bulunmaktaydı. Başka bir peygamberin yanında bir iki kİşİ vardı. Bİr başka peygamberin yanında hiç kimse yoktu. Büyük bir kalabalık bana gösterildi. Kendi ümmetim sandım. "Bu Müsâ ve kavmidir" denildi. Daha sonra "Ujka bak!" denildi. Bir de baktım ki oldukça büyük bir kalabalık, "işte bu senin ümmetindir" denildi. Beraberlerinde hesap ve azap görmeden cennete girecek yetmiş bin insan bulunmaktadır.» Daha sonra kalktı ve evine girdi. Gerideki İnsanlar hadiste bahsedilen yetmiş bin kişi hakkında konuşmaya başladı. Kimisi: "Bunlar Rasûlullah'ın ashabıdır" dedi. Kimisi de "İslam'da doğup da Yüce Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamış olan insanlardır" dedi. Başka şeyler de dile getirdiler. Ardından Rasûlullah yanlarına çıktı. Aralarında konuştuklarını O'na di anlattılar. Bunun üzerine: «Onlar kendilerine rukye yapılmasın, talep etmeyen, dağlama yöntemiyle tedavi yapmayan, uğursuzluğa inanmayan yalnızca rablerine tevekkül edenlerdir.» buyurdu. 'Ukkâşe b. Mihsan radıyallâhu anh kalkıp "Allah'a dua et de beni onlardan kılsın!" dedi. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ona «Sen onlardansın.» buyurdu. Başka bir adam da kalkarak "Beni de onlar arasına katması İçin Allah'a dua et!" dedi. Rasûlullah da «'Ukkâşe senden önce davrandı ve seni geçti.» buyurdu."
[9]
1. İnsanların tevhid konusundaki mertebelerinin farklılığı.
2. Tevhidin gerçekleştirilmesi hakkında açıklama.
3. Allah subhanehu ve teâlâ İbrahim aleyhİsselâm'ı "Hiçbir zaman müşriklerden olmadı" buyurarak övgüyle anmaktadır.
4. Yüce Allah veliler hakkında şirkten uzak kalmaları sebebiyle övgüde bulunmaktadır.
5. Rukye ve dağlamanın terk edilmesi Tevhidin gerçekleşmesine dahildir.
6. Tevekkül hasletine bu Özelliklerin hepsini bir arada barındıranlar sahiptirler.
7. Bahsedilen mertebeye ancak amel İşlemekle ulaşabileceklerini iyice kavramış olan sahabenin ne denli ilmî derinlik sahibi oldukları ortaya çıkmaktadır.
8. Ashabın hayır işlemeye olan düşkünlüğü.
9. Hem keyfiyetleri açısından hem de çoklukları ile bu ümmetin üstünlüğünün öğrenilmesi.
10. Mûsâ aleyhîsselâm'in ashabının üstünlüğü.
11. Rütun ümmetlerin Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'e arzedileceğİ.
12. Her bir ümmetin ayrı ayrı ve kendi peygamberleri ile hasredilecek olması.
13- Peygamberlerin davetine olumlu karşılık verenlerin azlığı.
14. Davetine hiç cevap alamamış olan peygamberin mahşere yalnız başına geleceği.
15. Bu bilginin faydası ise şudur: Çokluk ile aldanmamak ve azlık yüzünden yalnızlığa çekilmemek gerekir.
16. Nazar ve zehirlenmeler karşısında rukye yapılmasına ruhsat tanınması.
17. "İşittiğini uygulayan ne güzel etmiştir. Fakat..." sözünden anlaşıldığı gibi selefin ne kadar derin bir ilme sahip olduğu ve birinci hadisin ikincisine muhalif olmadığı.
18. Selef birilerini onda bulunmayan özelliklerle Övmez-lerdi.
19. «Sen onlardansın» sözünün peygamberliğine delil olması.
20. 'Ukkâşe radıyallâhu anh'in fazileti,
21. Üstü kapalı sözler kullanılması.
22. Rasûlullah'ın güzel ahlakı.
Bu bâb bir önceki babın devamı ve tamamlayıcısı niteliğindedir.
Tevhidin gerçekleştirilmesi demek, hem büyük-küçük her türlü şirkten, hem de itikadı, sözlü ve amelî her türlü bid'atten ve isyanlardan arındırılması, temizlenmesi demektir. Bunun yolu da söz, fiil ve İradelerde İhlasın tam anlamıyla sağlanmasından, tevhidin aslına aykırı olan büyük şirkten ve kemalini zedeleyen küçük şirkten uzak kalmaktan geçer. Ayrıca tevhidin safiyetini bozan, kemalini engelleyen, etkisinin meydana gelmesine mani olan bid'at ve günahlardan da kurtulmak gerekir.
Kalbi iman ve ihlâsia dolu olarak tevhidi gerçekleştiren, Allah azze ve celle'nîn emirlerine boyun eğmek, yalnızca O'na yönelmek suretiyle amellerle bu tevhidini tasdikleyen ve herhangi bir günahta ısrar ederek tevhidi zedelemekten sakınan kimse, hesapsız olarak cennete girer. Cennete öncelikli sırada girmeye hak kazanmış kimseler arasında bulunarak cennetin çeşitli derecelerine yerleşir.
Tevhidin gerçekleşmesini sağlayan özel hususlardan biri de mutlak anlamda Allah'a yönelmek ve güçlü bir tevekkülle bağlanmaktır. Hiçbir konuda yaratılmışlara kalben yönelmemek, başvurmamaktır. İstenecek şeyin ne lisân-i hâlle, ne de lisân-ı kâlle yaratılmışlardan İstenmemesidir, içiyle dışıyla, sÖ2Üyle, fiiliyle, sevmesi ve nefret etmesiyle, kısacası tüm hal, tavır ve davranışlarıyla insanın tek maksadının rabbinîn rı-zasım kazanmak olması gerekir. Bu konuda da Rasûlullah'ın yolunu takip etmelidir.
insanlar bu önemli konuda çeşitli derecelere sahiptirler: «Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır.» (En'âm, 132)
Tevhidin temenni ve gerçekten uzak bir takım iddialarla, değersiz laflarla gerçekleşmesi mümkün değildir. Tevhidin gerçekleşmesinin tek yolu iman esaslarının ve ihsan gerçeklerinin kalplerde derinlemesine kök salması ve bunun güzel ahlaklarla ve salih amellerle tasdİklenmesİdir.
Bu şekilde tevhidi gerçekleştirmiş olan kimse, bir önceki bâbda zikredilen tüm faziletlere eksiksiz olarak sahip olur. Allah en iyisini bilendir.
«Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar.» (Nisa, 48,116) Halîl aleyhısselam da şöyle demektedir:
«Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!» (ibrahim, 35) Hadis-i şerifte Peygamber saJlailâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: «Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey, küçük şirktir.» Küçük şirkin ne olduğu sorulduğunda, cevaben: «Riyadır» buyurmuştur.
[10]
Mes'ûd radıyallâhu anh'tan rivayet edildiğine göre sallatlâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Herkime ölüm, Allah ile birlikte kendisine dua ettiği bir nidd geforse cehenneme girer.»
[11] Buhârî rivayet etmiştir.
Müslim'in Câbİr radıyallâhu anh'tan rivayet etmiş olduğu hadiste Rasûlullah salkllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: ^Aüak'ın karasına hiçbir şeyi şirk koşmadan çıkan kimse cennete girer, O'na, şirk koşarak kavuşan ise cehenneme girer.»
[12] Müslim rivâVet etmiştir.
1. Şirkten korku duyulması
2. Riyakârlık şirktendir.
3. Riyakârlık küçük şirk kapsamındadır.
4. Salihler hakkında en çok korkulan şey riyadır.
5. Cennet ve cehennemin yakın olduğu.
6. Her ikisinin de yakınlığı aynı hadiste zikredilmiştir.
7. Hiçbir şeyi şirk koşmadan Allah'ın huzuruna varanın ceiınete; şirk koşarak varanın İse, insanların en çok ibadet ehli olanı dahi olsa cehenneme gireceği.
8. İbrahim aleyhisselâm'ın kendisi ve evlatları için putlara tapmaktan uzak tutulmaları dileği en önemli mes'elelerden birisidir.
9. İbrahim aleyhisselâm bu duasında, «Çünkü onlar (putlar), insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular, Rabbim.» (İbrahim, 36) âyetinde de belirtildiği üzere çoğunluğun mubtela olduğu bu durumundan ibret almıştır.
10. İmam Buharı rahimehullah'ın da işaret ettiği gibi bu âyet ve hadislerde «La ilahe illallâh»m tefsiri de yapılmaktadır.
11. Şirkten uzak kalabilenin fazileti de sabit olmaktadır.
Ulûhiyyet ve ibadet tevhidindeki şirk tevhidin tamamını yok eder. Şirk ise iki çeşittir: Açık büyük şirk ve gizli küçük Şirk.
Büyük Şirk
Kişinin Allah'a bir nîdd edinmesi ve Allah'a dua eder gibi ona da dua etmesi, ondan korkması, ondan ümit etmesi veya onu Allah gibi sevmesi veya ibadetin herhangi bir şeklini ona yönekmesidir. Böyle bir şirk, sahibinde tevhid namına hiçbir şey bırakmaz. Allah'ın cenneti haram kıldığı ve mekân olarak cehennemi reva gördüğü müşrik işte budur.
Allah'tan başka bir varlığa yöneltilen bu ibadeti kişi, İster ibadet olarak, isterse tevessül veya bir başka isimle isimlendirsin, bu büyük şirk kapsamındadır. Çünkü nazar-ı İtibara alınan ölçü, eşya için kullanılan lafız ve ibareler değil, anlam ve hakikatleridir.
Küçük Şirk
ibadet makamında bulunmayan şeyler yaratılmışlar konusunda aşırı gitmek, Allah'tan başkası adına yemin etmek, basit riyakârlıklar gibi şirke kapı aralayan tüm söz ve fiiller de küçük Şirk kapsamındadır.
Tevhide zıt olan büyük şirk, ebedi olarak cehenneme girmeye, cennetten mahrumiyete sebep olduğuna ve mutluluğun elde edilmesi için mutlaka şirkten uzak kalınması gerektiğine göre kulun en üst düzeyde korku ve endişeyi şirke düşmek hakkında taşıması gerekir. Şirkin her türlüsünden ve ona yolaçan sebep ve vesilelerinden şiddetle kusmmalıdır. Peygamberler, seçkin ve önde gelen kullar gibi şirkten koruması İçin Allah'a sığınmak ve ondan korunma dilemek gerekir.
Buna göre kula düşen görev, ihlâsı kalbinde geliştirmek ve güçlendirmektir. Bunun yolu da gizli-açık tüm işlerde ve kulun gerçekleştirdiği tüm fiillerde İbadet, itaat, tevbe, ümit, arzu, rızalık ve sevap beklentisi ile Allah'a olan bağını sıkı tutmaktır. Tabiatı gereği ihlâs hem büyük şirki, hem de küçük Şirki def eder. Şirkin herhangi bir türüne kişi, ihlâsındaki zayıflık sebebi ile bulaşır.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
«(Rasûlüm!) De ki: "İşle bu, benim yolumdur. Basiret üzere Allah'a davet ederim, hem ben bem de bana uyanlar, Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben müşriklerden değilim!'"»(Yusuf, 108)
İbn Abbas radıyallâhu auhumâ, §öyle anlatmaktadır: "Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellcm Mu'âz radıyallâhu anh'l Yemen'e gönderdiğinde şöyle dedi: «Sen ehl-i kitaptan olan bir topluma gideceksin. Onları ilk davet ettiğin şey Allah'tan başka gerçek anlamda ibadet edilmeye layık bir başka varlığın bulunmadığına tanıklık etmek olsun!» Bir başka rivayette de: «İlk davetin Allah'ı birlemeye olsun! Bu konuda sana itaat ederlerse, Allah'ın kendilerine her gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığım bildir! Bu konuda da itaat ederlerse, Allah'ın zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek sadakayı (zekatı) farz kıldığını bildir! Bu konuda da itaat ederlerse, değerli mallarını almaktan sakın! Mazlumun duasından da kaçın! Zira mazlumun duası ile Yüce Allah arasında hiçbir engelyoktur.»
[13]
Buhârî, Müslim rivayet etmişlerdir.
Yine ikisinin rivayet ettiği bir hadiste Sehl b. Sa'd rad.yallâhu anh şöyle anlatır: "Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Hayber Günü şöyle dedi: «Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki; Allah ve Rasûlü tarfından sevilir; o da Allah ve rasûlünü sever. Allah onun eliyle fethi nasip edecektir.» insanlar gece olunca aralarında sancağın kime verileceğini konuşmaya başladılar. Sabah olunca Rasûlullah'ın yanına gittiler. Herkes sancağın kendisine verileceğini ümit ediyordu. Peygamber saUaUâhu aleyhi ve sellem: «Ali b. Ebî Tâlib nerede?» dedi. Gözlerinden rahatsız olduğunu söylediler. Haber gönderip çağırttılar. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem tükürüğünü Ali radıyallâhu anh'ın gözlerine sürüp dua edince, gözleri sanki hiç ağrımamış gibi iyileşti. Daha sonra Rasûlullah sancağı ona verdi ve şöyle dedi: «Düşman sahasına varana kadar ağır ol! Daha sonra onları İslam'a davet et! Allah'ın kendileri üzerinde ne gibi hakları olduğunu bildir! Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın senin elinle bir insanı hidâyete erdirmesi kızıl develerden daha hayırlıdır.»
[14] "Konuşmaya başladılar" kısmı, hadisin orijinalinde yedûkûn kelimesi ile ifade edilmiştir.
1. Allah'a davet, Rasûlullah'a ittiba edenlerin yoludur.
2. Ihlâsa dikkat çekilmektedir. Çoğu kimse "hakka davet" için ayağa kalktığı halele insanları kendi nefsine davet etmektedir.
3. Basiret farzlardan bîridir.
4. Tevhidin güzelliklerinden biri de Allah'ı makamına layık olmayan inanç ve düşüncelerden tenzih etmektir.
5. Şirkin çirkinliklerinden biri ise, Allah hakkında yakışıksız bir inanç ve düşünce olmasıdır.
6. Bu mes'elelerin en önemlilerinden birisi: Müslümanın velev ki şirk koşmasın müşriklerden uzaklaşması gereğidir.
7. Tevhid farz olan ilk şeydir.
8. Tevhİd her şeyden hatta namazdan daha önceliklidir.
9. "Allah'ı birleme" ile "Lâ ilahe illallah" kelimesine şeha-det etmenin aynı anlamda olduğu.
10. İnsanlardan bir topluluğun "Ehl-i Kitap" oldukları halde bunu bilemeyebileceği ya da bildiği halde amel etmeyebileceği.
11. Eğİtim-öğretİmde aşamalı bir yol İzlenmesine dikkat Çekilmesi.
12. Önem sırasına göre takip edilmesi.
13. Zekâtın ödenmesi
14. Öğreticinin öğrenende oluşan şüpheleri gidermesinin
15. Zekâtta değerli malları almaktan sakınılması.
16. Mazlumun duasından sakınılması gerektiği.
17. Hiçbir engelin bulunmadığı.
18. Peygamber sallallâhu aleyhi ve seilem ve önde gelen velilerin başlarından geçen sıkıntı, açlık, onulmaz hastalık gİbİ çileler de tevhidin delillerindendir.
19- Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in: "Allah'a yemin olsun sancağı öyle birine vereceğim ki, ..." şeklindeki sözlerinin peygamberlik delillerinden olduğu.
20. Ali radiyallâhu anh'ın gözüne kendi tükürüğünü sürmesinin de yine bir diğer peygamberlik delillerinden olduğu.
21. Ali radiyallâhu anh'in faZİİetî.
22. Bu olayda sahabenin faziletlerine de bir İşaret bulunmaktadır. Mezkûr geceyi ashab-ı kiram, Peygamber sallaîlâhu aleyhi ve seilem'in sancağı kime vereceğini ve fetih müjdesine kimin nail olacağını konuşarak geçirmişlerdir.
23. Kadere iman etmek: Herhangi bîr şeyi elde etmek İçin çaba sarfeden ona kavuşamayabilir; çaba göstermeyen de onu elde edebilir.
24. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'İn Ali radıyallâhu anh'a: «Ağır olı'»sözünde âdabı
25. Savaştan önce İslam'a davetin yapılması
26. İster ilk kez davet yapılıyor olsun isterse daha önce davet veya savaş yapılmış olsun muhataplara yeniden davette bulunmak meşrudur.
27. Rasûlullah'm: «Allah'ın kendileri üzerinde ne gibi haklan olduğunu bildir!» sözü gereği davetin hikmetle yapılması.
28. İslam'da Allah'ın hakkının ne olduğunun bilinmesinin
29. İnsanın kendisi eliyle tek bir kişinin hidâyete kavuşması katşıhğında alacağı sevap.
30. Fetva verirken yemin edilebileceği.
Müellifin bâbların dizilişinde takip ettiği sıralamada oldukça uygunluk görülmektedir. Önceki bâblarda tevhidin vucÛbiyetini ve fazilerini, tevhidin insanın hem iç, hem de dış dünyasında mükemmel olarak gerçekleştirmesi gerektiğini ve tevhid konusundaki teşvikleri ve faziletleri zikrermiş, tevhidin zıddı şirkten endişe edilmesi gerektiği üzerinde durarak kulun ancak bunlarla kemâle erebİleceği belirtmiştir.
Daha sonra da bu babı zikretmek suretiyle kulun kendisi dışındaki İnsanların kemâle ermeleri için yapacağı şeyin «Lâ ilahe illallah» kelimesine davet etmek olduğunu dile getirmiştir. Zira kulun tevhidi vacip olan tüm mertebeleri gerçekleştirerek kemâle ermedikçe ve başkalarını da kemâle erdirmeye çalışmadıkça tamam olmaz. İşte tüm peygamberlerin izlemiş oldukları yol budur. Bütün peygamberlerin toplumlarına yönelttikleri ilk çağrı, «ibadeti yalnızca hiçbir ortağı bulunmayan, bir ve tek olan Allah'a yöneltmek» olmuştur. Peygamberlerin efendisi ve Önderi olan Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'İn tarîkası da budur. O da bu davet vazifesini en iyi biçimde yerine getirmiş, rabbinin yoluna hikmet, güzel öğüt ve en güzel tartışma metoduyla davette bulunmuştur. Ve Allah dinini peygamberi yoluyla kaim kılana ve büyük toplulukları hidâyete sevkedene dek kesinlikle bu konuda gevşeklik ve zayıflık göstermemiştir. Böylece Allah'ın dîni, peygamberi yoluyla yeryüzünün doğularına ve batılarına yayılmış, ulaşmıştır. Rasûlullah, bizzat kendisi davet çalışmalarında bulunduğu gibî elçilerine ve takipçilerine de davette bulunmalarını emretmiştir. Onların daver çalışmalarındaki en başta gelen madde de tüm amellerin sıhhat ve kabulünün kendisine bağlı olduğu «tevhid» idi.
Kulun bizzat kendisinin tevhidi gerçekleştirmesi gerektiği gibi başkalarına da bu tevhid çağrısını en güzel şekilde ulaştırması gerekmektedir. Kendisi vesilesiyle hidâyete erişenlerin aldıkları sevapların aynısını kul, hiçbir eksilme olmadan aynen almaktadır.
Allah'a ve «Lâ ilahe illallah» kelimesine davet her bir kişiye farzdır. Ancak bu herkesin kendi gücü nisbetindedir.
Alim olan kimsenin davet, İrşad ve hidâyet çalışmaları konusundaki görevi alim olmayana göre daha fazladır.
Yine bedeniyle, eliyle ya da makamı ve diliyle davet çalışmasına güç yetirebilenin bu konumda ve güçte bulunmayanlara göre sorumluluğu daha fazladır.
Allah şöyle buyurmaktadır; «Gücünüz yettiğince Allah'a karşı takva sahibi olun!» (Teğâbun, 16) Yarım kelime İle de olsa dine yardımcı olana Allah merhameti İle muamele buyursun! Zira kulun gücü yettiği halde dine daveti terk etmesi helake götüren bir sebeptir.
Allah şöyle buyurmaktadır:
«Onların yalvarıp durdukları bu varlıklar İse Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O'nun rahmetini ut ar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınılacak İr azaptır.» {isrâ, 57)
«B/> z^ot^k İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: «Ben sizin; -beni hiç yok İken yaratan hariç olmak üzere- bütün taptıklarınızdan teberri ediyorum. Bundan böyle O, mutlaka bana yol göstericilik edecektir.» Bu sözü, ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı, umulur ki onlar da dönenlerden olurlar.»
(Zuhmf, 26-28)
«(Yahudiler) Allah'tan başka alimlerini (hahamlarını); (hıris-tiyanlar) da rahiplerini rabler edindiler.» (Tevbe, 31)
«İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denkler edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlannkinden) çok daha fazladır.» (Bakara, 165)
Sahîh'de rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallaliâhu aleyhi ve sellem §öyle buyurmuştur: «föw Lâ İlahe illallah der de Allah'ın yanı sıra her İbadet olunanı reddederse, malt ve kanı haram olur. Hesabı da Allah'a aittir.»
[15]
1. Bu bâbm ve bundan sonraki bâblarm şerhi olacak nitelikteki açıklamalar:
Bunların en önemlisi ve en büyüğü tevhid ve «Lâ ilahe illallah» kelimesine ilişkin açıklamadır. Bu mes'ele aşağıdaki noktalarla daha iyi açıklık kazanmaktadır.
a) İsrâ Sûresİ'ndeki âyet-i kerimede (îsrâ, 57) salih kimselere dua eden müşrikler reddedilmekte ve bunun büyük şirk olduğu belirtilmektedir.
b) Tevbe Sûresİ'ndeki (Tevbe, 31) âyet-i kerimede ehl-i kitabın kendi din bilginleri olan haham ve rahipleri Allah'tan başka rabler edindikleri bildirilmektedir. Onların -başka değil ancak- tek bir İlaha ibadet ile emrolunduklan açıklanmaktadır. Bununla birlikte bu âyeti-i kerime'nin apaçık tefsiri: -kİ bunda hiçbir işkal ve karışıklığa mahal yoktur- alimlere ve diğer kullara dua etmek değil, masiyet konusunda onlara itaat etmek şeklindedir.
c) İbrahim aleyhİsselâm âyet-İ kerimenin ifadesiyle şöyle demektedir: «Ben sizin; -beni hiç yok iken yaratan hariç olmak üzere- bütün taptıklarınızdan teberri ediyorum.» (Zuhmf, 26-27) ibrahim aleyhisselâm bu sözünde yalnızca kendi rabbi olan Allah'ı istisna etmektedir. Allah azze ve celle, i%t^ bu beraeti/teberrî oluşu ve bu muvâlâti/tevellîyi «Lâ ilahe illallah kelimesine sehadet»'m açıklaması olarak zikretmekte ve şöyle buyurmaktadır: «Bu sözü, ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı, umulur ki onlar da dönenlerden olurlar.» (Zuhmf, 28)
d) Allah böyle kafirler hakkında şöyle buyurmaktadır: «Onlar artık ateşten çıkamazlar.» (Bakara, 167) Ayrıca onların denk tuttukları kimseleri Allah'ı sevdikleri gibi sevdikleri zikredilmektedir. Bu onların Allah'ı büyük bir sevgi ile sevdiklerine delâlet etmektedir. Buna rağmen onlar İslam'a giremİyorlarsa, şirk koştuklarını Allah'tan daha fazla sevenlerin ve Allah'ı bıra-kıpta yalnızca şirk koştuklarını sevenlerin durumu nedir?
e) Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem: «Kİm Lâ ilahe illallah der de Allah'ın yanı sıra her ibadet olunanı reddederse, malı ve kanı haram olur. Hesabı da Allah'a aittir.» buyurmaktadır. Bu hadis-i şerif, «Lâ ilahe illallâb»m mana ve mefhûmunu çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Şöyle ki, mal ve canın korunma altına girmesi ve eman sırf bu kelimeyi telaffuzdan dolayı değildir. Hatta manasını kavramak, ikrar etmek, bir ve tek olarak Allah'a dua etmek de yeterli değildir; Allah'tan başka her ibadet olunanı reddetmedikçe kişinin malı ve canı dokunulmaz değildir. Bu konuda herhangi bir şüphe duyan ya da duraksayan kişinin de, malı da kam da dokunulmaz değildir. Bundan daha büyük Öneme sahip bir başka konu var mı ki? Bundan daha iyi açıklayan ve tartışmanın Önüne geçen bir başka söz olabilir mi ki?
Tevhİd ve «Lâ İlahe illallah» aynı anlamdadır. Bâb başlığında aynı anlama gelen bu iki ifadenin kullanılması, eş anlamlı (müteradif) kelimelerin birbirine atfı kabilindendir.
Müellifin de belirttiği gibi bu konu konular arasında en büyük ve en önemlİsidir.
Tevhidin tefsirinin hakikati: «Bütün kemâl sıfatları ve ibadetin ihlasla sırfO'na yapılması açısından Rabbin birliğini bilmek ve itiraf etmektir.» Bu da iki meseleye racidir:
1. Allah'tan başka varlıklar hakkında ulûhiyyetin bütünüyle reddedilmesi. Ne Peygamber, ne de melek veya bu ikisi dışında bir başka varlığın ilahhkta ve ibadetten herhangi bir şeyde kesinlikle hiçbir hakka sahip olamayacaklarını bilmek ve inanmak gerekir. Hiçbir yaratılmış bu konularda en ufak bir paya sahip olamayacağı kesin olarak kabullenilin elidir.
2. İlahlığın eşi ve benzeri bulunmayan bir ve tek olan Allah'a ait olduğunu ve İlah olabilmenin tüm üstünlüklerinin Allah'ın hakkı olduğunu kabullenmek gerekir. Üstün ilahlık özellikleri, en mükemmel sıfatlar, en yüce özelliklerdir. Kul, dini ihlâsla sırf Allah'a mahsus kılmadıkça bu şekildeki bir inanç yeterli olmaz. Allah'ın rıza ve sevabını umarak İslam, iman ve ihsanı hayata geçirmek; Allah'ın ve yaratıkların hukukunu gözetmek gerekmektedir.
Kelime-i tevhidin açıklanmasını ve gerçekleştirilmesini eksiksiz olarak tamamlayan bîr diğer husus da Allah'tan başkalarına ibadet etmeye yanaşmamaktır. Allah gibi sevilen eşler koşmak, onlara Allah gibi itaat etmek ve Allah İçin olduğu gibi onlar için amel etmek «Lâ ilahe illallah» ile taban tabana zıttır.
Müellif rahimehullah kelime-i tevhidin en Önemli anlamlarından birinin Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in §u sözünde görüldüğünü ifade etmektedir: «Kim Lâ ilahe illallah der de Allah'ın yanı sıra her ibadet olunanı reddederse, malı ve kanı haram olur. Hesabı da Allah'a aittir.» Kelime-i tevhidin yalnızca telaffuz edilmesini mal ve kanın korunması için yeterli görülmemiştir. Dahası manası bilerek telaffuz edilmesi, ikrar edilmesi, yalnızca bir ve tek Allah'a dua edilmesi de yeterli görülmemiştir. Malın ve canın korunması için tüm bunlar yanında Allah dışında İbadet olunan varlıkların reddedilmesi de gerekmektedir. Bu konuda İnsanın herhangi bir şüphesi olursa ya da duraksarsa, malı ve kanı haram olmuş olmaz.
Böylelikle şu husus açıklığa kavuşturulmuş olmaktadır: Eşi ve ortağı bulunmayan Allah'a ibader etme gerekliliğine inanmak, bu hususu söz ve inanç olarak ikrar etmek, İtaat ve boyun eğmek anlamında kulluğu yalnızca Allah'a sergilemek ve ayrıca İnanç, söz ve fiil olarak bunlara aykırı olan hususlardan uzak durmak gerekir.
Bunun yolu da tevhidi gerçekleştirenlere sevgi duymak, onlarla velayet bağı kurmak, yardımcı olmak, şirk ve küfür ehline düşmanlık beslemekten geçer.60 Bununla ilgili olarak soyut lafızlar, gerçekten uzak iddialar yeterli olamaz. Bilgi, inanç, söz ve amel arasında uyum bulunması gerekir. Çünkü bunların hepsi birbirine bağlıdır. Biri geri kalırsa, diğerlerinin de geri kalmasına yol açar. Allah en iyi bilendir.
Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek İsterse, Allah'tan başka taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bîr rahmet dilerse, onlar O'nun bu rahmetini önleyebilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O'na güvenip dayanırlar.» (Zümer, 38)
'Imrân b. Husayn radıyallâhu anh'tan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallailâhu aleyhi ve sellem elinde pirinçten yapılma bilezik olan bîr adam gördü. «Bu nedir?» diye sordu. Adam, "Kolumdaki ağrıdan dolayı bunu taktım." dedi. Bunun üzerine Peygamber sallailâhu aleyhi ve sellem: «Onu çıkar! Çünkü bu, ağrını arttırmaktan başka bir qe yaramaz. Şayet bu üzerindeyken ölecek olsaydın, ebediyen kurtulamazdın.» buyurdu."
[16] imam Ahmed beis görülmeyen (lâ be'se bili) bir senedle rivayet etmiştir.
Yine İmam Ahmed, 'Ukbe b. 'Amir radıyallâhu anh'tan merfu olarak şöyle rivayet etmektedir: «Boynuna temime
[17] asanın işini Allah tamam etmesini Vetü'a
[18] takam Allah terketsİn!»
[19]
Bir diğer rivayette: «Temime takan sirk koşmuş rulmuştur.
[20]
Ebû Hâtim'in rivayetine göre Huzeyfe radıyallâhu anh hummadan dolayı eline İp takmış olan bir adam gördü. İpi kopararak şu âyeti okudu: «Onların ekserisi Allah'a -başka türlü değil- ancak müşrik olarak İman ederler.» (Yusuf, 106)
1. Bela ve benzeri olumsuzlukların def edilmesi halka, bilezik, iplik vs. takılmasının tehlikesi ve bu konuda şiddetle titizlik gösterilmesi.
2. Sahabi birinin üzerinde benzer bir şey takılı iken ölmesinin kuttuluşuna engel teşkil etmesinde ashabın küçük şirki en büyük günah saymalarına delil bulunmakradır.
3. Cehaletinin mazeret sayılmadığı görülmektedir.
4. Takılan nazarlıklar, tılsımlar ve benzerleri dünyada da hiçbir fayda sağlamamakta; aksine zarar getirmektedir. Çünkü Rasûlullah: «bu senin ancak ağrını arttırır.» buyurmuştur.
5. Bu tür şeyler takılmasının şiddetli ifadelerle reddedilmesi.
6. Böyle şeyler takanın işletinin ona havale edileceğinin açıklanması.
7. Temime takanın şirk koşmuş olacağının açıkça belirtilmesi.
8. Humma sebebiyle İp bağlamanın da şirk sayıldığı.
9. Huzeyfe radıyallâhu anh'ın âyet-i ketimeyi okumasında, ashabın büyük şitkin zikredildiği âyeti küçük şirk için delil olarak gösterdikleri görülmektedir. İbn Abbas radıyallâhu anhumâ da Bakara Sûresi'nde geçen âyette benzer bir tutum sergilemiştir.
10. Nazara karşı vede'a (nazarlık) takılması da şirk sayılmaktadır.
11. Temime takana Allah'ın İşlerini tamamlamaması; vede'a takana da Allah'ın onu terk etmesi yönünde beddua edilmesi.
Beladan uzak kalmak ve sıkıntıları def etmek amacıyla halka, iplik vb. şeyler takılması şirk sayılmaktadır.
Bu babın anlaşılması ve iyice kavranması sebeplerle ilgili hükümlerin bilinmesine bağlı bulunmaktadır.
Daha deraylandıracak olursak; kulun sebepler konusunda şu üç hususu iyi bilmesi gerekmektedir:
1. Herhangi bir şeyin şer'î açıdan ve kader bakımından sebep olduğu sabit bulunmadığı taktirde sebep olarak kabul edilmemesi gerekir.
2. Sebeplere değil sebepleri yaratan, yöneten ve takdir eden müsebbibe güvenip dayanmak gerekmektedir. Bunun yanında sebeplerin meşru ve faydalı olanlarına sarılmalıdır.
3. Her ne kadar büyük ve güçlü olurlarsa olsunlar sebeplerin Allah'ın kaza ve kaderi ile İrtibatlı oldukları, bunun dışına çıkamayacakları unutulmamalıdır.
Allah sebepler üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Dilerse, sebebin sebep olma özelliğine hikmeti gereğince süreklilik kazandırır. Kullar böylelikle sebeplerle sonuçlan arasındaki bağı görerek sebeplere sarılır ve Allah'ın mükemmel hikmetini kavrarlar. Allah dilerse, sebepler konusunda daha farklı bir tasarrufta bulunabilir. Böylece kullar sebebe güvenip dayanmaz ve yine mükemmel İlâhî kudreti görürler. Mutlak tasarruf ve irade yetkisi yalnızca Allah'a aittir. Kulun tüm sebepler karşısında böyle bîr bakış açısına ve tutuma sahip olması gerekir.
Bunlar güzelce kavrandığı taktirde başa gelmeden önce ya da sonra belaları defetmek kastıyla halka, iplik ve benzerlerini takanların şirke düşmüş oldukları anlaşılmaktadır. Belayı asıl def edenin bunlar olduğuna İnanırsa, bu büyük şirk kapsamına girer. Bu ise yaratma ve yönetmede Allah 'a ortak koşmak anlamında olduğundan rubûbiyyet konusunda şirk koşmak demektir.
Aynı zamanda İbadet konusunda da şirk koşulmuş olmaktadır. Çünkü o sebebi asıl faktör olarak görmek suretiyle ümit ve arzu ile kalbini ona bağlamaktadır. Belayı asıl def edenin yalnız ve yalnız Allah olduğuna inansa ve bunun yanında da taktığı o şeyin belayı def etmeye yardımı olan bir sebep olduğuna inansa, şer'î açıdan ve kader bakımından sebep sayılmayan bir şeyi sebep olarak kabul etmiş olur. Bu da haramdır; şeriatı ve kaderi yalanlamak demektir.
Çünkü şeriat bu tür davranışları en şiddetli biçimde yasaklamıştır. Şeriatın yasakladığı şeyler ise faydalı sebepler olarak görülemezler.
Kader açısından ise, bu sayılanlar bilinen, tanınan, alışılagelen normal sebepler değildirler. Maksadın gerçekleşmesine vesile olan alışılmamış sebepler ya da faydası dokunan mubah tedavi usullerinden de değildirler. Bunlar ancak şirke götüren vesilelerdendir. Çünkü bunları takanların kalpleri bu sebeplere bağlanmaktadır. Bu da şirk çeşitlerinden ve şirke kapı açan vesilelerdendir.
Bu sebepler, Peygamber'İn dili ile Allah'ın rıza ve sevabının umulacağı şer'î sebeplerden değildir. Aynı zamanda mubah tedavi yöntemleri gibi faydası bilinen ve tecrübe edilen kaderle belirlenmiş sebeplerden de değildir. Bunları takanlar fayda beklentisi içinde kalplerini de bunlara bağlamış olmaktadırlar. Dolayısıyla Allah'a bağlanan müminin imanı ve tevhidi kemal bulması için bu gibi sebeplerden şiddetle kaçınması gerekir. Tevhidi mükemmel olan kulun kalbi tevhide aykırı unsurlara bağlı kalmaz. Bu tür tutumlar aynı zamanda akıl eksikliğinin de göstergesidir. Çünkü ilgisi, alakası olmayan, zarardan başka hiçbir faydası bulunmayan bir takım şeylerin takınılması, boyna asılması ahmaklıktan başka bir şey değildir.
Şeriatın hedefi, putperest unsurların yok edilmesi, yaratıklara bağlanma gibi tavırların engellenmesi ile dinin mükemmelliğini sağlamak; hurafe ve asılsız düşüncelerden arındırmak, aklı yücelten, nefsi arındıran, dîn ve dünyaya yönelik ahvali ıslah eden faydalı işlere kafa yormak suretiyle de akılları mükemmelleştirmektir. Allah en İyi bilendir.
Sahîh'de rivayet edildiğine göre Ebû Beşîr el-Ensârî radiyal-lâhu anh bir sefer sırasında Rasûlullah ile birlikteydi. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem birisiyle hiçbir devenin boynunda yay kirişinden yapılma ya da herhangi bir türde gerdanlık bırakıl-mayıp koparılmsı için haber gönderdi.
[21]
Ibn Mes'ûd radıyallâhu anh şöyle anlatmaktadır: "Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu İşittim: «Rukye, temâim (muska) ve tİvele
[22] Sirktİr.»
[23] Ahmed ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
(Hadîsin orijinal metninde zikredilen) Temâim; nazar değmesine karşı çocukların üzerine takılan muskaya denir. Asılan bu muska, Kur'an âyetlerinden oluşuyorsa, seleften bazıları tarafından ruhsat tanınmaktadır. Seleften bazıları ise bu türden olsa dahi yasak kapsamında bulunduğu görüşündedirler. Ibn Mes'ûd radıyallâhu anh de yasak olduğunu söyleyen bu alimlerden biridir.
Rukye; rahatsızlığı bulunan kimsenin bazı şeyler okumak suretiyle tedavisinin sağlanmasına denilmektedir. Bir diğer ismi de azâimdir. Mevcut deliller şirk İçerikli olmayan rukyenin bu genel hükme dâhil olmadığını göstermektedir. Rasûlullah sallaliâhu aleyhi ve sellem nazar ve zehirlenme karşısında rukye yapılmasına ruhsat tanımıştır.
Tivele; kadını kocasına; erkeğin de karısına sevdireceği düşüncesiyle yapılan büyü türüne denilmektedir.
Abdullah b. 'Ukeym'den merfu olarak rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallaliâhu aleyhi ve seilem şöyle buyurmuştur:
«(Muska vb.) Herhangi bir şey takana (yardım olunmaz ve) taktndîğl şeyle baş başa bırakılır,»
[24] İmam Ahmed ve Tirmizî tarafından rivayet edilmiştir.
İmam Ahmed'in Rufeyfİ'den rivayet ettiğine göre Peygamber sallaliâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Ey Rufeyfî', umarım Ömrün uzun olur. Sakalını bağlayandan, muska takandan, hayvan pisliği ile ya da kemikle İstinca yapandan Muhammed'in beri olduğunu insanlara bildir!»
[25]
Sa'îd b. Cubeyr şöyle demektedir: «Bir İnsanda takılı olan muskayı koparmak bir köle azadına denktir.»
[26] Vekî' tarafından rivayet edilmiştir.
Yine Vekî'den gelen rivayete göre İbrahim şöyle demektedir: «{Seleften kavuştuklarımız} Kur'an'dan olan ya da olmayan tüm muskaları kerih görürlerdi.»
[27]
1. Rukye ve temîmenin ne olduğunun açıklanması.
2. Tivelenin ne olduğunu açıklanması.
3. istisna edilmeksizin bu üç hususun da şirk sayıldığı.
4. Tazar ve zehirlenmeye karşı âyetlerle rukye yapmanın şirk kapsamında yer almadığı.
5. Kur'an âyetlerinden olan muskanın da aynı hükme sahip olup olmadığı alimler arasında ihtilaflıdır.
6. Nazardan korunmak amacıyla hayvanlara takılan şeyler de aynı hükme sahiptir.
7. Muska takanlara yöneltilen şiddetli tehdit.
8. Gördüğü muskayı koparmak karşılığında alınacak sevabın büyüklüğü.
9. ibrahim'den nakledilen söz, önceki ihtilafa aykırı değildir. Çünkü O'nun işaret etmiş olduğu kimseler Abdullah b. Mes ûd radıyallâhu anh'ın talebeleridir.
Tmîme, insanın üzerine asıp da kalbinin de bağlı kaldığı leylerdir. (Yani muskalara denilmektedir.) Belalardan korunmak amacıyla takılan halka ve ipliklerle aynı hükme sahiptir.
Şeytanların ve diğer yaratıkların yardımına başvurarak yapılan türlerinde olduğu gibi bunların bir kısmı büyük şirk kapsamındadır. İleride -inşaallah- ele alınacağı üzere yalnızca Allah'ın gücünün yettiği konularda bir başka varlıktan yardım dilenmesi şirktir.
Manası anlaşılmayan bir takım kelimelerin zıkredildiği muskalar da haram kapsamındadır. Çünkü şirke yol açabilmektedirler.
Kur'an âyetleri, hadis-i şerifler ve güzel içerikli dualar bulunan muskaların ise terk edilmesi daha evlâdır. Çünkü bu konu hakkında sâri' tarafından herhangi bir şey bildirilmiş değildir. Ayrıca haram olan diğer muska türlerine de yol aça-bilemektedir. Ayrıca bu tür bir içeriğe sahip olan muskaları takanlar çoğu kez dikkat etmez ve pis olan yerlere girebilirler.
Rukye konusunda İse biraz da detay bulunmaktadır. Şöyle ki;
Rukye Kur'an ve sünnetten ya da güzel sözlerden olduğu taktitde rukyeyî yapan hakkında menduptur. Çünkü böyle bir davranış başkasına yararı dokunan iyilik kabilindendir. Bu tür rukye, rukyenin yapıldığı şahıs açısından da caizdir. Ancak rukye yapılan kişi rukyeyi kendisi istememelİdir. Çünkü rukye ya da bir başka şeyin yaratıklardan istenmemesi kulun tevek-külündekî mükemmellİğİndendİt. Rukye yapılmasını isteyen kimse, kendi maslahatı ile birlikte dua edecek olan kimsenin de maslahatını ve böyle bir kulluğa sebep olmakla yapacağı iyiliği gözetmelidir. Tevhidin gerçekleştirilmesinde ve eşsiz anlamlarında yatan sır da buradadır. Böyle bir inceliğe sahip oluj uygulamaya koyabilecekler ancak kemal sahibi kullardır.
Rukyede Allah'tan başkasına dua edilip şifa başka varlıklardan isteniyorsa, işte bu en büyük şirktir. Çünkü dua ve yardım isteme ameliyesi Allah'tan başka varlıklara yöneltilmektedir.
Bu detayın İyi kavranması gerekir. Sebep ve gayeleri arasındaki değişikliğe rağmen rukye hakkında tek bir hüküm vermekten de s akınımı alıdır.
«Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ'yı? Ve üçüncüleri olan ötekini, Menâfi. Erkek size dişi O'na öyle mi? Öyle ise bu İnsafsızca bir taksim. Onlar sizin ve babalarınızın taktığı kuru isimlerdir ancak. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmedi. Onlar zandan ve nefislerinin hevasından başkasına uymuyorlar. Hâlbuki rablerinden onlara huda gelmiştir.» {Neon, 9,23)
Ebû Vâkid el-Leysî radıyallâhu anh şöyle anlatmaktadır: "Rasûlullah ile birlikte Huneyn Savaşı'na çıktık. Bİ2 küfrü terk edelİ fazla olmamış kimselerdik. Müşriklerin üzerine silahlarını asarak yanında ibadet ettikleri bir sedir ağaçları vardı. Bu ağaca "Zâtu Envât" denirdi. Bir sedir ağacının yanından geçerken: «Ey Allah'ın rasûlü! Müsriklerideki gibi bizim için de bir Zâtu Envât tayin etsen!" dedik. Bunun üzerine Peygamber saliallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allahu ekber! iste yine aynı yol. Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki, siz aynı İsrailoğullarının Musa'ya: "Ey Mûsâ! Onların ilahları olduğu gibi, sen de bizim için bir ilah yap! dediler. Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz, dedi." (A'râf, 138) dedikleri gibi dediniz. Siz sizden önce yalamış, olan toplumların adetlerine sarılmaya çalışacaksınız.»
[28] Tirmizî rivayet etmiş ve sahih olduğunu bildirmiştir.
1. Necm Sûresi'ndeki âyet-i kerimenin tefsiri.
2. İstedikleri şeyin gerçek suretinin ne olduğunun bildirilmesi.
3. Böyle bir isteği yapmamış olmaları.
4. Bu istekte bulunmaları, Allah tarafından seviliyor zannıyla O'na yaklaşabilmek içindi.
5. Onlar bile böyle bir konuda, cahil kalmışlarsa, başka İnsanların daha cahil olacakları.
6. Başkalarına verilmeyen sevaplar ve bağışlanma sözünün ashaba verilmiş olması.
7. Peygamber saliallâhu aleyhi ve seüem'in bu isteklerine karşılık onları mazur görmeyip «Allahu ekber! Bu dediğiniz sizden önce geçmiş olan toplumların adetleridir.» sözü ile reddetmesi ve bu cümleleri İle durumun tehlikesini bildirmesi.
8. En önemli ve asıl olanı da ashabdan bazısının bu İsteklerinin, Israiloğullannın istekleriyle aynı olduğunun bİldİrilmesİ-dir. İsrailoğulları âyet-i kerimede de ifade edildiği üzere Mûsâ aleyhisselâm'a: «Bize de bir ilah yap!» (A'râf, 138) demişlerdi.
9. Bu tür bir İstek ve davranışın yasaklanması da onlara gizli kalan incelikli meselelerden olmasına rağmen «Lâ ilahe illallah»'m manasına dahildir.
10. Peygamber saliallâhu aleyhi ve sellem verdiği fetva üzerine yemin etmiştir.
11. Şirkin büyük şirk ve küçük şirk olarak çeşitlerinin bulunduğu. Çünkü onlar bu sebeple mürted olmamışlardır.
12. "Bİz küfrü terk edeli fazla olmamış kimselerdik." sözlerinden başkasının bu konu hakkında bilgisiz olmadığı anlaşılmaktadır.
13. Mekruh görenlerin aksine hayret edildiğinde tekbir getirilebileceği.
14. Seddu'z-Zerâİ',
15. Cahiliyye ehline benzemenin yasaklanması.
16. Eğitim-Öğretim sırasında kızilabileceğİ.
17. Rasûlullah'ın: «işte yine aynı yol» sözünde genel bir kaidenin bulunduğu.
18. Bunun peygamberliğine delâlet eden alametlerden olduğu. Çünkü Rasûlullah'ın bildirdiği gibi gerçekleşmiştir.
19. Allah'ın Kur'an'da Yahudi ve Hır İs tiy anları kınadığı tüm hususlar bizim için de geçerlidir.
20. Kabul görmüş esas: "ibadetler emir üzerine mebnİ-dir." Buna göre kabirdeki sorular hakkında tenbih bulunulmaktadır. Kabirdeki "Rabbin kim?" sorusudur ki, bu zaten açıktır. "Peygamberin kim?" gayba İlişkin verdiği haberlerle alakalıdır. "Dinin ne?'", «Bizim için bir ilah yap!» sözü delâlet etmektedir.
21. Ehl-i kitab adetleri de müşriklerin adetleri gibi kınanmıştır.
22. "Biz küfrü terk edeli fazla olmamış kimselerdik." sözünden anlaşıldığına göre kalbinin adet haline getirdiği batılı terk eden kimse, kalbinde böyle bir âdetin bıraktığı kalıntılardan yana emin olmamalıdır.
Taşlarla, ağaçlarla ve benzeri şeylerle tebetrükte bulunmak da bir şirk türüdür. Alimler ağaç, taş, mekan, mezar, türbe vb. ile teberrükte bulunmanın meşru olmadığı konusunda müttefiktir. Bu nesnelerle teberrükte bulunulması aşırıya gitmek demektir. Ayrıca aşamalı olarak bu nesnelerin mabud makamına çıkarılıp ibadet edilmeye başlamasına sebep olur. Bu tür davranışlar daha önce de zikredilen tanıma uygunluk arzet-mesi hasebiyle büyük şirk kapsamındadır. Makam-ı ibrahim, Peygamber'in kabri, Mescid-i Aksa'daki kaya ve diğer faziletli mekânlar da bu genel kurala dâhildir.
Hacer-İ Esved'in selamlanması, öpülmesİ, Kabe duvarında bulunan Rükn-i Yemânî'nin selamlanması ise, Allah'a tazim, kulluk ve yüceliğine boyun eğmek anlamındadır. İbadetin ruhu da budur.89
Bu tarafta bahsedilen yaratıcıya gösterilen üst düzeydeki saygı ve kulluğun ifadesi İken; diğeri yaratılana gösterilen tazim ve ibadetin ifadesidir.
İkisi arasındaki fark, İhlâs ve tevhidin göstergesi olarak duanın Allah'a yöneltilmesi ile şirk ve eş koşmanın ifadesi olarak yaratılmışlara dua edilmesi arasındaki fark gibidir.
Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim.» (En'âm, 162,163)
«Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!» (Kevser, 2)
Ali radıyallâhu anh şöyle anlatmaktadır: "Rasûlullah bana şu dört sözü bildirdi: «Allah kendisinden başkası İçin kurban kesene lanet etsin! Ana-babasına lanet edene lanet etsin! Bid'atçiyi himaye edene Allah lanet etsin! Yeryüzünün hudud alâmetlerini değiştirene lanet etSİn!»
[29] Müslim rivayet etmiştir.
Tank b. Şihâb'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellcm §Öyle buyurmuştur: «Bir adam bir sinek sebebiyle cennete girmiş; bir diğeri de yine sinek sebebiyle cehenneme girmiştir.» "Bu nasıl olur ya Rasûlallah?" dediler. Peygamber salkllâhu aleyhi ve sellçm cevaben şöyle buyurdu: «Bir kavmin bir putu vardı. Bu puta kurban sunmadan hiç kimse geçemezdi, iki adam bu kavme uğradılar. Bu adamlardan birine kurban sunmasını söylediler. Adam da 'Yanımda kurban olarak sunabileceğim bir şey yok' dedi. Bİrsinek dahi olsa kurban etmesi gerektiğini söylediler. Bir sinek kurban edince, adamı serbest bıraktılar. Bu yaptığı sebebiyle adam cehenneme girdi. Diğer adama da kurban sunmasını söylediler. Adam da 'Allah'tan başka kimseye hiçbir kurban sunmam!' deyince, boynunu vurdular. Bu Sebeple adam cennete girdi. »
[30] İmam Ahmed rivayet etmiştir.
1. «De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım...» âyetinin tefsiri.
2. «Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!» âyetinin tefsiri.
3. Allah'tan başkası için kurban kesene lanet ederek başlaması.
4. Kendi ana-babasına lanet edene lanet edilmektedir. Bir başkasının ana-babasına lanet okuyarak kendi ana-babasına lanet okunmasına sebep olmak da aynı kapsamdadır.
5. Bid'atçiyi himaye edene de lanet edilmektedir. Burada dikkat çekilen Allah'ın hakkı bulunan bir konuda suç işlemiş olan kimseyi himaye edip koruyandır.
6. Yeryüzünün alâmetlerini değiştirenlere de lanet edilmektedir. Bu alâmetler kişi İle komşusunun mülkiyet hakkını birbirinden ayıran alâmetlerdir.
7. Belirli bir şahsa lanet etmekle, günah işleyenlere genel olarak lanet edilmesi arasında fark bulunmaktadır.
8. Sineğin kurban olarak sunulmasına ilişkin kıssa büyük öneme sahip olan bir kıssadır.
9. Asıl maksadı kurban sunmak değil de kavmin şerrinden kurtulmak olan adam sırf bu sinek sebebiyle cehenneme girmiştir.
10. Şirk bilgisinin Müminlerin kalplerinde ne kadar yer ettiği görülmektedir. Bu putperest kavmin puta kurban sunma isteğini teddettiğinden dolayı canından olmaya karşı yüksek düzeyde sabır göstermiş kişinin amelinde açığa çıkmaktadır. Hâlbuki kurban sunmasını isteyen kavim ondan sadece zahirî bir amel talep etmişlerdi.
11. Hadiste cehenneme girdiği bildirilen adam da müslü-mandıt. Zira kafir olsaydı: «{Sadece} bir sinek sebebiyle, cehenneme girdi» denilmezdi.
12. Burada zikredilen hadisi destekleyen sahih bir hadiste Peygamber salkllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: «Sizden birinize cennet ayakkabısının bağından daha yakındır. Cehennem de aynıdır.»
[31]
13. Putperestler nezdinde dahi en büyük maksadın kalbin ameli olduğunun bildirilmesi.
Bu babın başlığı ile kastedilen Allah'tan başkası adına kurban kesmenin şirk olduğudur. Kur'an ve sünnet nasları kurbanın yalnızca Allah İçin kesilmesi ve bu hususta sırf O'nun rızasının gözetilmesi -tıpkı namaz konusunda olduğu gibi- açık ve nettir. Allah azze ve celle Kitâb'ında birçok yerde namaz ile kurbanı yan yana zikretmiştir.
Yüce Allah için kurban kesilmesi en önemli İbadet ve en üstün itaatlardan sayıldığı sabit olduğuna göre bir başkası için kurban kesmek kişiyi İslam dairesinden çıkaran büyük bir şirk olduğu da anlaşılır.
Tanımını ve türlerini bir arada derleyen tefsirine göre «büyük sirk»: Herhangi bir ibadet çeşidinin Allah'tan başkasına yöneltİlmesidir.
Sâri tarafından emredildİği sabit olan inanç, söz ya da fiilin herhangi birinin sırf Allah'a yöneltilmesi tevhid. iman ve ihlas iken bir başka varlığa yöneltilmesi şirk ve küfürdür.
Büyük şirkle ilgili hiçbir istisnası bulunmayan bu kuralın iyi bellenmesi gerekmektedir.
«Küçük şirk »in tanımı da şu şekildedir: Büyük sirke yol açan veya sebep olan bununla birlikte ibadet derecesine de varmayan her tür İrade, söz ve fiildir.
Büyük ve küçük şirkin bu tanımları İyi kavranılın alıdır. Zira bu tanımlar kitabımızın baştan sona iyi bir şekilde anlaşılmasına yardımcı olacaktif. Böylelikle hakkında çokça şüphe edilen konularda da hakkın ne olduğunu fark ettitecek bir meleke kazandıracaktır. Yardım dilenecek tek makam, Allah'tır.
«Onun içinde asla namaz kılma', ilk günden takva üzerine kurulan mescit (Küba Mescidi) içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.» (Tevbe, Sâbİt b. ed-Dahhâk radiyallâhu anh şöyle anlatmaktadır: "Bİr adam Buvâne'de bir deve kurban etmeyi adamıştı. Peygamber sallailâhu aleyhi ve sellem: «Orada cabilİyye putlarından tapınılan bir put var mıydı?» diye sorunca, "Hayır" dediler. Ardından Rasûlullah: «Bayram kutlaması yaptıkları herhangi bir yer var mıydı?» diye sordu. "Hayır11 dediler. Bunun üzerine Peygamber saliallâhu aleyhi ve sellem: «Adağım yerine getir! Allah'a isyan içerikli adaklar yerine getirilmez ve bir de Ademoğlunun gücü dâhilinde olmayan adakların
yerine getirilmesi gerekmez.»
[32] Ebû Dâvûd tarafından rivayet edilmiştir. İsnadı Buharı ve Müslim'in şartlarına uygundur.
1. «Onun İçinde asla namaz kılma! ...» (Tevbe, ıos) âyetinin tefsiri.
2. Masiyetin de, itaatin da yeryüzüne tesiri bulunmaktadıt.
3. İşkalin giderilmesi için müşkil olan meselenin mübey-yen olan meseleye arzedilmesi.
4- Gerek duyduğunda müftünün açıklama yapması.
5. Mani bulunmadığı taktirde herhangi bir yeri adakta bulunmaya tahsis etmekte bir sakınca yoktur.
6. Herhangi bir cahilİyye putunun var olduğu bir mekânda -put ortadan kaldırılmış olsa dahi- adakta bulunulamayacağı.
7. Bayram kutlamalarının yapıldığı bir mekânda da -böyle bir Özellikten arındırılmış olsa bile- adakta bulunulam ayacağı.
8. Böyle bir mekanda adakta bulunulduğu taktirde yerine getirilmesi gerekmez. Çünkü böyle bîr adakta masiyet bulunmaktadır.
9. Kasıt bulunmasa dahi bayramlar konusunda müşriklere benzemekten s akimim alıdır.
10. Masiyet içerikli konularda adakta bulunulamaz.
11. Ademoğlunun gücü yetmediği bir şeyle adakta bulunması caiz değildir.
Bir önceki babın ardından böyle bir konunun zikredilmiş olması oldukça uygunluk arzetmiştir. Bir Önceki bâb, maksatlardan, büyük şirkten bahsederken, bu bâb vesileleri ve şirkin yakın vasıtalarını konu etmektedir. Müşriklerin kendi İlahlarına yakınlaşma adına ve Allah'a şirk koşarak kurbanlar sundukları mekânlar şirkin şiarlarının sergilendiği yerler haline gelmiştir. Böyle bir mekanda Müslüman Allah'ın rızasını kastederek dahi kurban kestiği taktirde şirk içerikli şiarların hayata geçirilmesinde müşriklere ortak olmuş ve onlara benzemeye çalışmış olur. Görünüşte olsa bile muvafakat etmek gönül dünyasında muvafakara ve müşriklere meyletmeye yol açar.
Bu sebepten dolayı sâri şiarlarında, bayramlarında, kendilerine özgü durumlarında, giyim-kuşamlarında ve onlara mahsus tüm hal ve hareketlerde kafirlere benzemeyi yasak etmiştir. Kafirlere meyletmek ve onlara dayanmak gibi kötü olumsuzluklara yol açan zahirî muvafakattan bile Müslümanları uzak tutmak İstemiştir. Öyle ki; müşriklere benzeme endişesiyle onların Allah'tan başkasına secde edip ibadet ettikleri vakitlerde nafile namaz kılınmasını bile yasaklamıştır.
«O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak adaklarını (verdikleri sözü) yerine getirirler.» (insan, 7)
«Yaptığınız her harcamayı ve adadığınız her adağı muhakkak Allah bilir.» (Bakara, 270)
Sahîh'de Ai§e radıyallâhu anhâ'dan Peygamber saüallâhu aieyhi ve sellem §öyle buyurmuştur: «Allah'a itaat etmek üzere adakta bulunmuş olan O'na itaat etsin1. Allah'a isyan için adakta bulunmuş olan da O'na isyan etmesin!»
[33]
1. Adağı yerine getirmek gerektiği.
2. Adağın Allah'a ibadet olduğu sabit olduğuna göre, bir başka varlık için adanması şirktir.
3. Masİyet İçeren bir adağın yerine getirilmesi caiz değildir.
«Şu da gerçek ki, İnsanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, onların taşkınlıklarını arttırırlardı.» (Cin, 6)
Havle bnt. Hakîm radiyallâhu anhâ şöyle anlatmaktadır: "Ra-sûlullah'ın şunları söylediğini duydum: «Biryerde konakladığında 'E'ûzu bi kelimâtillâhi't-tâmâti mîn şerri mâ balak -Anlamı: Yarattıklarının şerrinden Allah'ın mükemmel kelimelerine sıgıntrım-diyene oradan ayrılana kadar hiçbir sey zarar veremez.»
[34] Müslim rivayet etmiştir.
1. Cin Sûresİ'nde yer alan âyetin tefsiri.
2. Allah'tan başkasının korumasına sığınmanın şirk olduğu.
3. Bu konuya İlişkin olarak bu hadisin delâletine başvurulmaktadır. Çünkü alimler kelimetullahın mahluk olmadığına dair bu hadisi delil olarak göstermekte ve mahlukun korumasına sığınmanın şirk olduğunu söylemektedirler.
4. Kısa olmasına rağmen bu dua oldukça faziletli bir duadır.
5. Herhangi bir şeyin zararı def etmek ya da yarar sağlamak gibi dünyevî bir menfaat temin etmesi, onu şirk olmaktan çıkarmaz.
«Allah'ın yanısıra sana fayda veya zarar veremeyeceklere yalvarma! Eğer bunu yaparsan, mutlaka zalimlerden olursun. {BU ki) Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O'nun keremini geri Çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O Gafurdur, Rahimdir.» (Yunus, 106,107)
«Siz Allah'ı bırakıp bir takım putlara tapıyor ve yalan uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah'ın yanısıra tapıp durduklarınız, sizin için bir rızk vermeye muktedir değillerdir. Onun için rızkı Allah katında arayın. O'na ibadet edin ve O'na şükredin. Ancak O'na döndürüleceksiniz.» (Ankebût, 17)
o kimseden daha sapık kim olabilir ki Allah'ın yanısıra kendisine kıyamete kadar cevap veremeyecek kimselere de yalvarır. ? (Oysa) onlar, bunların yalvarmalarından habersizdirler ve insanlar toplanıp haşroldukları zaman onlara (kendilerine yalvaranlara) düşman kesilirler de onların ibadetlerini reddederler.» (Ahkâf, 5,6)
«(Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah ile birlikte başka bir ilah mı?! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!» (Nemi, 62)
Taberânî kendi İsnadı ile birlikte şöyle bir rivayete yer vermektedir: "Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında müminlere sıkıntı veren bir münafık vardı. Müslümanlardan biri çıkıp 'Haydi Rasûlullah'tan istiğâsede bulunalım!' dedi. Bunun üzerine Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem: «Benden istiğâsede bulunulamaz. Ancak ve ancak Allah'tan istiğâsede bulunulabilir.»
[35] buyurdu.
1. Duanın İstİğâseye atfedilmiş olması âmm olanın hâs olana atfedilmesi kabilindendir.
2. «Allah'ın yanısıra sana fayda veya zarar veremeyeceklere yalvarma!» âyetinin tefsiri.
3. Allah'tan başkasına dua edilmesinin büyük şirk olduğu.
4. İnsanların en sahillerinden olan bir kişinin bile Allah'tan başkasına -onun hoşnutluğunu ve rızasını arayarak- yalvardığı taktirde zalimlerden olacağı.
5. Bİr sonra zikredilen (Yunus, 107) âyetin tefsiri.
6. Allah'tan başkasına yöneltilen dua ve İstİğâsenin küfür olmakla birlikte dünyada iken de hiçbir fayda sağlamadığı.
7. Üçüncü olarak zikredilen Ankebût Sûresi 17. âyetin tefsiri.
8. Cennet nasıl sadece Allah'tan istenebiliyorsa aynı şekilde rızık, ancak ve ancak Allah'tan istenebilir.
9- Dördüncü olarak zikredilen âyet-i kerime (Ahkâf, 5, 6) tefsiri.
10. Allah'tan başkasına dua ve ibadet edenden daha sapık ve şaşkın kimsenin bulunmadığı.
11. Allah dışında dua edilen varlığın bu duadan habersiz ve gafil olduğu.
12. Böyle bir dua, duaya muhatap olan kimsenin, buğzu-na ve düşmanlık beslemesine sebeptir.
13. Bu tür dua, dua edilene ibadet olarak İsimlendirilmiştir.
14. Dua edilenin bu ibadete küfretmesi.
15. Bu kişinin insanların en sapığı sayılmasının sebebi Allah'tan başkalarına yalvarmasıdır.
16. Beşinci olarak zikredilen Nemi, 62. âyetin tefsiri.
17. Onların; başı dara düşenlerin çağrısına ancak Allah'ın karşılık vereceğini kabul etmeleri gerçekten hayret vericidir. Bu nedenle de sıkıntılı zamanlarda dini yalnız Allah'a has kılarak yalvarmaktadırlar.
18. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem tevhidin korunmasına nihaî derecede önem vermiş ve Allah'a karşı takınılması gereken edebi Öğretmiştir.
"Herhangi bir ibadetin Allah'tan başkasına yöneltilmesi-dîr." şeklindeki büyük şirk tanımını iyice kavramış olan, müellif tarafından açıklanan bu üç babı daha iyi anlayacaktır.
Adak, yerine getiren kimsenin Allah tarfından övgüyle anıldığı bir ibadettir. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem de İtaat içerikli adakların yerine getirilmesini emretmiştir. Uygulayıcısı Sâri tarafından medhedilen ve övgüyle anılan her şey İbadettir.
ibadet, Allah'ın sevgi ve rızasını kazanmaya yönelik olarak yapılan ve söylenen zahir ve batın tüm amel ve sözleri kapsayan bir isimdir. Adak da bunlardan biridir,
Aynı şekilde Allah bütün kötülüklerden yalnızca kendisine sığınılmasını emretmektedir. Sıkıntı ve meşakkatler karşısında sadece kendisinden istiğasede bulunulmasını istemektedir. Istiâze ve istiğâsenin ihlâsla sırf Allah'a yöneltilmesi İman ve tevhiddir. Allah'tan başkasına yöneltilmesi ise, şirk ve ortak koşmak anlamındadır.
Dua ve istiğâse arasında şöyle bir fark bulunmaktadır: Dua, bütün halleri kapsar, geneldir. İstiğâse ise, sıkıntı ve şiddet anlarında Allah'a yapılan dua anlamındadır. Her ikisinin de yalnızca Allah'a yöneltilmesi gerekmektedir. Dua edenlerin Çağrısına karşıluk veren, sıkıntıda bulunanların sıkıntılarını gideren yalnızca Allah'tır. Peygamber, melek, veli gİbİ bir başka varlığa dua eden ya da Allah'tan başkasından güç yetİremediği bir konuda istiğasede bulunan şirke ve küfre düşmüş olur. Bu ki§İ dinden çıktığı gibi aklını da bir kenara bırakmış demektir. Hiçbir varlık kendi başına ya da başkalarının yardımıyla zerre kadar bir yarar sağlama ya da zararı def etme gücüne sahip değildir. Herkes bütün işlerinde Allah'a muhtaçtır.
«O'na, o hiçbir şey yaratamayan ve kendileri yaratılıp durmakta olan kimseleri ortak mı koşuyorlar? Hâlbuki o sirk koştukları ne onlara ne de kendilerine bir yardımda bulunmaya güç yetİremezler.» (A'râf, 191, 192)
«O'ndan beride yalvarıp durduklarınızın, bir çekirdeğin zarına bile egemenlikleri yoktur. Dua etseniz duanızı işitmezler. Işitseler bile, size cevap veremezler. Kıyamet günü de şirkinizi reddederler. Kimse haber veremez sana Habîr gibi." (Har, 13, 14)
Sahîh'de rivayet edildiğine göre Enes radıyallâhu anh şöyle anlatmaktadır: "Uhud Günü Peygamber sallailâhu aleyhi ve sel-iem başından yara almış, ön dişi kırılmıştı. Bunun üzerine: «Peygamberlerini yaralayan bir toplum nasıl kurtulabilir?!» dedi. Ardından «... bitişle (onların bağışlanmaları yahut azaba uğramaları işi) ile senin bir ilgin yoktur.» (Âl-i İmrân, 128) âyeti nazil oldu."
[36] Yine Sahîh'de rivayet edildiğine göre Ibn Ömer radıyallâhu anhumâ, Rasûlullah'ı sabah namazının son rekatında ba§ım rükudan kaldırınca semiallâhu limen hamideh dedikten sonra «Allah'ım falana ve falana lanet et!» diye dua ederken İşittiğini anlatmaktadır. Bunun ardından: «... bu işle (onların bağışlanmaları yahut azaba uğramaları işi) ile senin bir ilgin yoktur.» (Âl-i imrân, 128) âyeti nazil olmuştur"
[37]
Bir rivayette de Peygamber sallaliâhu aleyhi ve seüem'in Saivân b. Umeyye, Süheyl b. Amr ve Haris b. Hişam'a beddua ettiği ardından da: «... bu işle (onların bağışlanmaları yahut azaba uğramaları İşi) ile senin bir ilgin yoktur.» (Âl-i imrân, 128) âyetinin nazil olduğu anlatılmaktadır."
[38]
Yine Sahih'de yer alan bir rivayette Ebû Hurayra radıyallâhu anh şöyle anlatmaktadır: "«En yakın akrabalarını uyar!»(Şuari 214) âyeti nazil olunca Rasûlullah saJlalİâhu aleyhi ve sellem ayağa kalktı ve şöyle buyurdu: «Ey Kureyş topluluğu! -ya da buna benzer bir başka söz söyledi- kendinizi satın alın! Allah karşısında ben sizin için hiçbir şeye sahip değilim. Ey Abbas b. Abdulmuttalİb, Allah karşısında ben senin için hiçbir şeye sahip değilim. Ey Allah rasûlünün halası Safiye, Allah karşısında senin İçin de hiçbir şeye sahip değilim. Ey Muhammed kızı Fâtıma, kendi malımdan dilediğini benden İste! Ama senin için de Allah karşısında herhangi bir şey yap'amam.
1. Geçen iki âyetin tefsiri.
2. Uhud Günü meydana gelen olayın anlatılması.
3. Peygamberlerin efendisi ve sonuncusu ile velilerin en önde gelenlerinin "Amîn" diye diye kunut yapmaları.
Sahih: Buhârî (2753, 3527); Müslim (204, 206), Nesâî (6/249) ve Kubrâ'da (6473), Ahmed (2/350, 398, 448)
Kitâbu't-Tevhîd
4. Beddua edilenlerin kafirler oldukları.
5. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in bedduasına maruz kafirlerin, çoğu kafirin yapmadığı şeyleri yapmış olmaları ki, onlar peygamberlerinin başını yarmışlar, onu Öldürmek İçin türlü entrikalara başvurmuşlar ve kendileriyle aynı kandan olan akrabalarının dahî ölmüş bedenlerine işkence uygulamışlardı bunlar onların çirkin eylemlerinden bazılarıdır.
6. Bunun üzerine Allah'ın konuya İlişkin olarak: «... bu işleionlann bağışlanmaları yahut azaba uğramaları işi) ile senin bir ilgin yoktur.» (Âl-i îmrân, 128) âyetini inzal buyurması.
7. Ayetin devamındaki: «...tevbelerini kabul etsin, ya da (ısrar ederlerse) onlara azap etsin...» bölümünden dolayı kimisi iman etmiş ve tevbeleri kabul olunmuştur.
8. Bela ve musibet zamanlarında kunut duası yapılması.
9. Namaz İçerisinde beddua edilen kimselerin hem kendi isimlerinin hem de baba isimlerinin zikredilmesi.
10. Kunut yapılırken belirli şahıslara lanet edilebilmesi.
11. «En yakın akrabalarını uyar!» âyeti nazil olduğunda Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in ne yaptığının anlatılması.
12. Bu konuya ilişkin olarak Rasûluüah'm aşırı bir ciddiyet ve azim göstermesi. Öyle ki, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bu gayreti nedeniyle delilikle itham edilmiştir. Aynı ciddiyeti gösteren günümüz müslümanının durumu da bundan farklı değildir.
13. Uzak-yakın tüm akrabalarına Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in: «Allah karşısında sizin için hiçbirşeye sahip değilim.» demesi. Biricik kızı Fâtıma radıyallâhu anhâ için bile: «Ey Muhammed kızı Fâtıma, senin İçin de Allah karşısında herhangi bir şey yapamam.» buyurmuştur. Peygamberlerin efendisinin tüm alemlerin hanımefendisi, ciğerparesi kızı hakkında söylediği bu sözlere -ki O'nun haktan başka bir şey söylemediğine iman etmekteyiz- bakın! Sonra da İnsanların havasının kalplerine bîr bakın! Tevhİd ve dinîn ne kadar "garip" kaldığı apaçık ortadadır.
Bu bâb «O'na, o hiçbirşey yaratamayan ve kendileri yaratılıp durmakta olan kimseleri ortak mı koşuyorlar?» (A'râf, 191) âyetini konu etmektedir.
Sadedinde bulunduğumuz bâb, tevhidin delil ve burhanlarını açıklamaya atılan ilk adımdır. Tevhİd hakkında, bir başka konuda hakkında benzeri bulunmayan hem hem naklî ve hem de aklî deliller vardır.
Rubûbiyet tevhidi, İsim ve sıfatlarla ilgili tevhid olmak üzere iki tür tevhidin, tevhidin en önemli delillerinden oldukları daha önce dile getirilmişti. Yaratma ve işleri çekip çevirmede tek olan, tüm yönleriyle mutlak mükemmelliğe sahip bulunan zat başkasında olmayacak biçime ibadet olunmay; layık tek zattır. O İse yalnız ve yalnız Allah'tır.
Tevhidin delillerinden bir diğeri de yaratıkların ve Allah'tan başka ibadet edilenlerin vasıflarının bilinmesidir. Melek, İnsan, ağaç, taş gibi Allah dışında ibadet olunan varlıkların hepsi istisnasız Allah'a muhtaçtırlar. Acizdirler. Ellerinde zerre kadar yarar sağlama gücü yoktur. Kendileri yaratılmış varlıklardır. Bir başka kişi ya da nesneyi yaratma güç ve kapasitesine asla sahip değildirler. Zarar ya da fayda verme, öldürme ya da diriltme, hasretme gibi kudretleri bulunmamaktadır. Her mahlukun yaratanı Allah'tır. Herkesin ve her şeyin rızkını veren O'dur. Tüm işleri idare eden O'dur. Fayda ve zarar veren O'dur. Veren de alan da O'dur. Faydayı veren, zarara engel olan O'dur, her şeyin melekûtu O'nun elindedir. Her şey O'na döner. Her şey O'na yönelir. Her şey O'na muhtaçtır. Her şey O'na boyun eğer.
Bundan daha büyük bir delil mî var?! Allah, Kitab'ında ve peygamberlerin dilinde devamlı surette bunu tekrarlamış ve tekrarlatmıştır. Aklî ve fıtrî bir delil olduğu gibi aynı zamanda naklî ve sem'î (işitmeye dayalı) bir delildir. Allah'ı birlemeyi, tevhidin hak olduğunu, şirkin ise batıl olduğunu göstermektedir.
En şerefli yaratılmış dahi kendisine kan bağı bakımından en yakın olan için hiçbir faydaya sahip değilse, diğerlerini varın siz düşünün! Yaratılmış varlıklarla denk tutarak Allah'a şirk koşanlara yazıklar olsun! Böyleleri dinden yoksun oldukları gibi akıldan da yoksundurlar.
En güzel yaratıcı olan Allah'ın mutlak mükemmellik konusundaki nitelikleri ve muazzam sıfatları kendisinden başka hiçbir varlığın İbadet edilmeye müstehak olmadığına dair en büyük delildir.
Bütün yaratıkların sahip oldukları eksiklik, muhtaçlık, her durumda bir rabbe İhtiyaç duymak, rabbinİn İmkân tanıdığının dışında bir mükemmelliğe sahip olmamak gibi sıfatlar, herhangi bir yaratığın ilah olduğunun geçersiz ve temelsiz olduğunun en güzel delilidir.
Allah'ı ve yaratıklarını tanıyan kimse, yalnızca Allah'a İbadet etmeye, dini O'na mahsus kılmaya, O'na övgüde bulunmaya, hamdetmeye, dilî, kalbi ve tüm organlarıyla şükretmeye mecbur olur. Korku, ümit ve arzu olarak yaratıklarla kurduğu ilişkilere son verir. Allah her şeyi en iyi bilendir.
«O'nun katında şefaat de fayda vermez. Ancak İzin verdiği kİm-seninki müstesna. Nihayet onların yüreklerinden korku giderilince; Rabbinİz ne buyurdu? derler. Onlar da: Bak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür.» (Sebe1, 23)
Sahih'de Ebû Hurayra radıyallâhu anh'm Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'den anlattığına göre: «Allah gökte bir q hakkında hükmünü bildirdiğinde melekler boyun eğdiklerini göstermek için kanatlarım çırparlar. Bu ilâhî söz, sanki melekleri yarıp aralarından geçip giden bir kaya üzerindeki zincir gibidir. «Nihayet onların yüreklerinden korku giderilince: Rabbiniz ne buyurdu? Derler. Onlar da: Hak olanı buyurdu, derler. 0, yücedir, büyüktür.» (Sebe 23) Kulak hırsızlığı yapanlar bu sözü dinlerler. Bu kulak hırsızları üst Üste yığılmalardır. -Sufyan b. 'Uyeyne bunu ellerini evirip çevirerek ve parmaklarının arasını ayırarak gösterir.- Kulak hırsızı söylenenleri dinleyerek kendisinden daha aşağıda bulunanlara iletir. 0 da kendisinden daha aşağıdakine aktarır. En sonunda da sihirbaz ya da kâhinin dili İle diğer insanlara iletir. Bazen dinledikleri sözleri iletmeden arkalarından bir alev topu yetişir ya da ilettikten sonra yetişir. 0 kâhinler de bu sözlerin yanında yüz yalan katarlar. İnsanlar da bir sözü tasdik olundu diye tutar {fulan kâhin) 'Bize o gün şöyle şöyle dememiş miydi?' derler. Hâlbuki o sadece gökyüzünde işitilen sözden dolayı tasdik olunur.»
[39]
Nevvâs b. Sem'ân radıyallâhu anh'tan rivayete göre Rasûlullah §öyle buyurmuştur: «Allah bîr şey vahyetmek murad edip de vahyi kelam olarak söylediğinde Allah korkusundan dolayı gökleri şiddetli bir titreme -ya da sarsıntı- alır. Bu sesi duyan gök ehli baygınlık geçirerek ve hemen secdeye kapanırlar. Başını ilk kaldıran Cebrail olur. Allah vahyetmeyi murad ettiği şeyi ona bildirir. Daha sonra Cebrail, meleklerin yanından geçer. Her uğradığı gökte o göğün melekleri Cebrail'e 'Rabbimiz ne buyurdu?' diye sorarlar. Cebrail 'Hakkı söyledi. 0 yüce ve büyüktür.' der. Meleklerin hepsi Cebrail'in dediği gibi derler. Ardından Cebrail Allah'ın emrettiği yere o vahyi ulaştırır,»
[40]
1. Zikredilen âyet-i kerimenin tefsiri.
2. Söz konusu âyet özellikle salih kimselerle alakalı şirkin asılsız ve batıl olduğuna dair deliller içermektedir. Aynı âyetin, kalbi saran şirk ağacının dallarım kesip attığı söylenmiştir.
3. «Onlar da: Hak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür.»
Ayetinin tefsiri.
4. Meleklerin Cebrail aleyhisselâm'a vahiy hakkında sormalarının sebebi.
5. Cebrail aleyhisselâm'ın meleklere "Allah şöyle şöyle bildirdi." diye cevap vermesi.
6. Başını İlk kaldıranın Cebrail aleyhisselârn olduğunun bildirilmesi.
7. Cebrail aleyhisselâm'ın sormaları üzerine tüm gök ehline vahyi bildirmesi.
8. Baygınlığın tüm gök halkını kapsaması.
9. Allah'ın kelamından dolayı göklerin titremesi.
10. Allah'ın emrettiği yere vahyi Cebrail aleyhisselâm'ın ulaştırdığı.
11. Şeytanların kulak hırsızlığı yaptıklarının bildirilmesi.
12. Şeytanların birbirleri üstüne binmeleri.
13. Gökte konuşulanları çalmaya çalışan şeytanların ardından ateş topları atılması.
14. Bu ateş toplarının şeytanlara dinledikleri sözleri insanlara bazen ulaştırmadan önce, bazen de ulaştirdıkran sonra yetişmesi.
15. Kâhinin bazen doğru söyleyebildiği.
16. Şeytanlar tarafından kendisine bildirilenlere kâhinin yüz yalan kattığı.
17. Kâhinin yalanlarının rasdik edilmesi göklerden kendisine ulaştırılan haberler sebebiyledir.
18. Nefislerin batılı kabul etmeye meyyal oluşu. Öyle ki yüz tane yalana itibar etmeyip bir doğruya tutunurlar.
19. Şeytanların duydukları sözleri birbirlerine iletmeleri, hafızalarına kaydetmeleri ve delil olarak kullanmaları,
20. Ta'tîlcİ Eş'arîlerin hilafına sıfatların isbat edilmesi.
21. Sözü edilen baygınlık ve titremenin Allah korkusundan meydana geldiğinin bildirilmesi.
22. Allah karşısında secdeye kapanmaları.
Zikredilen âyet-i kerime, tevhidin vucûbiyetİ ve şirkin asılsızlığı konusunda diğer bir muazzam delildir. Allah'ın azameti ve büyüklüğü zikredilmektedir. Allah'ın azameti kar-Şisında en büyük yaratıklann büyüklükleri sönük kalmaktadır. Tüm melekler dâhil bütün ulvî ve süflî âlem Yüce Allah'ın kelamını işittiklerinde ya da azamet ve yüceliğine tanık olduklarında kalpleri yerinde duramaz ve secdeye kapanırlar. Tüm yaratılmışlar Allah azze ve celle'nİn yüceliğine boyun eğmişlerdir. Onun azamet ve yüceliğini itiraf etmektedirler. Allah'ın emri karşısında korku İçinde boyun eğerler. Böyle bir makama sahip olan zat ibadet, hamd, şükür, tazım ve ilahlık konusunda tek ve yegâne hak sahibidir. Diğer varlıkların bu konuda hiçbir haklan bulunmamaktadır. Mutlak mükemmellik, kibriya, azamet, mutlak celal ve cemal sıfatlan tamamen Allah'a aittir. Bir başka varlık bu vasıflardan hiçbirine sahip olamaz. Zahir ve batın olarak sergilenen herhangi bir kulluk konusunda da hiçbir varlık en basit bir şekilde dahi Allah'a ortak olamaz.
« Kur'an ile Rabkrinin karşısına toplanacaklanndan korkanları uyar. Ki onlar için O'ndan başka ne bir velî ne de bir Şefaatçi var. Umulur ki sakınırlar.» (En'âm, 51)
«De ki: Şefaat tümüyle Allah'ındır.» (Zümer, 44)
«Kimmiş -izni olmadıkça- O'nun katında şefaat edecek olan?» (Bakara, 255)
«Göklerde nice melek var ki, Allah dileyip razı olduğuna izin vermezden evvel, şefaatleri hiçbir İğe yaramaz.» (Necm, 26)
«De ki: Allah'tan başka hakkında- o batıl zanlar beslediklerinize istediğiniz kadar yalvarın! Ne göklerde ne de yerde zerre ağırlığınca bir şeye egemen değildirler. Onların buralarda hiçbir ortaklığı da yoktur, Allah'ın onlardan bir yardımcısı da yoktur. Huzurunda, -izin verdiği kimseler hariç- şefaat fayda vermez.» (Sebe', 22, 23)
Ebu'l-Abbâs'
[41] şöyle demektedir: "Yüce Allah müşriklerin kendi hakkındaki bütün batıl anlayışlarını reddetmektedir. Kendi dışında hiçbir kimsenin egemenlik vasfının tümüne ya da bir bölümüne sahip olamayacağını belirtmiş bundan başka kendisinden "yardımcıları olması" gibi bir şeyi de reddetmiştir. Bunlar haricinde geriye şefaat konusu kalmaktadır. Allah ancak kendisinin izin verdiği kimseler için şefaatin fayda sağlayabileceğini beyan etmiştir. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:
«Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler.» (Enbiyâ, 28)
İşte müşriklerin kendileri için ümit ettikleri şefaat, Kur'an'da bildirilmiş olduğu üzere asla söz konusu değildir. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem "kıyamet gününde gelip rab-bine -önce "şefaat talebinde bulunacağım" demediğine dikkat edilmelidir- secde ve hamd edeceğini daha sonra kendisine 'Kaldır başını! Konuş söylediklerin dinlenilsin! İste verilsin! Şefaat dileğinde bulun şefaatçi kılmasın!' diye seslenileceğim bildirmektedir.43
EbÛ Hurayra radiyallâhu anh, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'e "Şefaatinden dolayı en çok mutlu olan insan kimdir?" diye sorduğunda şöyle buyurmuştur: «Kalbinden ihlasla Lâ ilahe illallah diyen kimsedir.»'
[42] İşte bu şefaat, şirk koşanlara değil Allah'ın izniyle ihlas ehline yöneliktir.
Aslında Yüce Allah hem ihlâs ve tevhid ehline fazlı ile muamelede bulunmakta, hem de kendisine şefaat İçin izin verilenlerin duası vasıtasıyla İhlâs ehline mağfiret etmektedir. Böylece şefaat sahibini {Muhammed sallallâhu aleyhi ve seiiem'İ] de vaad edilen Makam-ı Mahmûd'a yükseltmektedir.
Kur'an'ın reddettiği şefaat içeriğinde şirk unsuru bulunan şefaattir. Bu nedenle şefaat Kur'an'ın değişik yerlerinde Allah'ın iznine bağlanmıştır. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem de şefaatin ancak ve ancak tevhid ve ihlâs ehli kimseler için geçerli olduğunu beyan etmiştir. Alıntı burada son bulmaktadır.
1. Zikredilen âyetlerin tefsiri.
2. Reddedilen şefaatin hangisi olduğu.
3. Kabul edilen şefaatin hangisi olduğu.
4. Büyük Şefaat'in zikri ki buna Makam-ı Mahmûd'da denilir.
5. Peygamber sallallâhu aleyhi ve seüem'in uygulamasının sıralamasına dikkat çekilmesi. Buna göre Rasûluliah Önce şefaatte bulunmayıp secde etmiş ardından izin verilince de şefaatte bulunmuştur.
6. Şefaat sebebiyle en fazla mutlu olanın kim olduğu.
7. Şefaatin Allah'a şirk koşana yöneltilemeyeceği.
8. Şefaatin hakikatinin ne olduğu.
Müellif şefaat konusuna bu kitabın satırları arasında sık sık yer vermiştir. Çünkü müşrikler meleklere, peygamberlere ve velilere yaptıkları dua ve ibadeti şu sözlerle gerekçelendİr-mektedirler: 'Biz onların yaratılmış olduklarını ve başkasının egemenliğinde bulunduklarını bilerek onlara dua ediyoruz. Fakat onların Allah katında çok yüce makamları bulunmaktadır. Onlara bizleri Allah'a yaklaştırsınlar, bizim İçin şefaatçi olsunlar diye dua ediyoruz. Bu da birtakım istek ve ihtiyaçlarını arzedîp gidermek amacıyla yönetici ve kralların huzuruna aracılarla yakınlaşarak çıkılması gibidir."
İleri sürülen bu gerekçe oldukça temelsiz ve asılsızdır. Aynı zamanda Allah azze ve celle'nin ki O en yüce, her şeyin egemenliğini elinde bulunduran, her şeyin kendisinden korktuğu, bütün yaratıkların huzurunda boyun büktüğü yüceler yücesi olandır; işlerin yürütülebilmesi için aracılara, sekreterlere, bakanlara İhtiyaç duyan kral ve yönecilere benzetilmesi söz konusudur.
Allah böyle bir iddiayı reddederek şefaatin tamamıyla kendisine ait olduğunu bildirmiştir. Nasıl ki egemenlik O'nundur şefaat da bütünüyle kendisine aittir. Allah yanında, kendisinin izni olmadan hiç kimse şefaatte bulunamaz. Şefaat iznini de yalnızca amelinden razı olduklarına verir. Bir insanın amelinden razı olunmasının en temel şartı da o İnsanın tam bir tevhİd ve ihlasa sahip olmasıdır.
Allah'ın izin vermesiyle gerçekleşen ve kabul edilen şefaat İse özellikle ihlâs ehlinin şefaatidir. Şefaat tamamıyla Allah'tandır. Bu Yüce Allah'ın Şefaat edene bir rahmeti ve İkramıdır. Şefaat edilen için de merhamet ve bağışlanmadır. Gerçekte şefaate binaen övgüyle anılan Allah'tır. Şefaat konusunda kendisine izin vererek Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'İ övgüyle anılan makama eriştiren de Allah'tır.
Şefaat konusunda detaylı olarak söylenebileceklerle ilgili olarak Kİtab ve sünnetin delâleti bu yöndedir.
Müellif konu hakkında Şeyhülislam Ebu'l-Abbas Takıyyuddin'in sözünü aktarmıştır. Bu sözler de yeterlidir.
Bu babın hedefi, müşriklerin kendi ilahlarına iliştirdikleri bîr takım vesile ve sebeplerin asılsız ve batıl olduklarını gösteren nasların zİkredilmesidir. Buna göre söz konusu İlahlar ne bağımsız, ne de ortak olarak; ne de yardımlaşmak ve üstünlük sağlamak şekillerinde hiçbir surette egemenlik sıfatına sahip değildirler. Şefaat konusunda zerre kadar hak ve yetkileri de bulunmamaktadır. Bütün bu saydıklarımız yalnız ve yalnız Allah'a ait olan özellik ve haklardır. Dolayısıyla tek ilah ancak ve ancak Allah'tır.
sevdiğini hidâyete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidâyet verir.» (Kasas, 56)
Sahîh'de İbnu'l-Museyyeb'in babasından rivayet ettiği bir hadiste anlatıldığına göre; "Ebû Tâlib vefat etmek üzereyken Peygamber salkllâhu aleyhi ve selJem yanına geldi. O sırada Ebû Tâlib'İn yanında Abdullah b. Ebî Umeyye ve Ebû Cehl de bulunmaktaydı, Rasûlullah kendisine şöyle dedi: «Amcacığım! Lâ ilahe illallah de ki, Allah katında bu senin lehine delil olarak göstereyim!» Peygamber salkllâhu aleyhi ve sellem'in bu sözü üzerine
orada bulunan o kişiler: "Abdulmuttalib'in dininden yüz mü çevireceksin?" dediler. Rasûlullah tekrar ettikçe, onlar da kendi söylediklerini tekrarladılar. En sonunda Abdulmuttalib'in dini üzere bulunduğunu söyledi ve Lâ ilahe illallah demekten yüzçevirdi. Bunun üzerine Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem:
«Yasaklanmadığı müddetçe senin için mağfiret dileyeceğim.» dedi.
Ardından Allah:
«(Kafir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara.» (Tevbe, 113) inzal buyurdu." Ebû Tâlib hakkında da: «(Rasûlüm!) Sen sevdiğini hidâyete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidâyet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.» (Kasas, 56) âyetini İndirdi.
[43]
1. «(Rasûlüm!) Sen sevdiğini hidâyete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidâyet verir ve hidâyete girecek olanları en İyi O bilir.» (Kasas, 56) âyetinin tefsiri.
2. «(Kafir olarak Ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara.» (Tevbe, i 13) âyetinin tefsiri.
3. Önemli bir mesele olarak; ilim iddiasında bulunanların görüşlerinin hilafına «Lâ ilahe ilallâh, de» sözünün tefsiri.
4. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem adama «Lâ ilahe İlallâh, de» derken neyi murad ettiğini Ebû Cehl ve beraberindekiler çok iyi biliyorlardı. İslam'ın aslını Ebû Cehl'in kendisinden daha İyi bildiği adamın Allah mustehakmı versin!!
5. Rasûlullah'in, amcasının Müslüman olabilmesi için gösterdiği çaba ve ciddiyet.
6. Abdulmuttalib ve geçmişlerinin Müslüman olduğunu ileri sürenlere de cevap verilmiş olmaktadır.
7. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in mağfiret dileğinde bulunmasına rağmen amcasına mağfiret edilmedi, hatta Rasûlullah'ın bÖyleleri için bağışlanma dileğinde bulunması yasaklandı.
8. Kötü arkadaşların insana verdikleri zarar.
9. Geçmişlerin ve büyüklerin aşırı yüceltilmesinin zararı.
10. Cahiliyye mensuplarının geçmişte yaşayanları kendileri için delil olarak kullanmaları.
11. Amellerin insanın son hallerine göre değerlendirilmesi. Eğer kelîme-i tevhidi söylemiş olsaydı, faydasını görecekti.
12. Dalâlette bulunanların kalplerine yerleşmiş olan en büyük şüpheleri üzerinde kafa yorulması gerekir. Çünkü anlatılan kıssada yer alan kişiler, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem tekrar tekrar söyleyip üzerinde durmasına rağmen bundan başkası ile karşı çıkıp mücadele etmiyorlardı. Kendi düşüncelerine göre büyük derecede öneme sahip, açık ve seçik olması nedeniyle sadece bu şüphe İle yetinmişlerdi.
«(Rasûlüm!) Sen sevdiğini hidâyete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidâyet verir ve hidâyete girecek olanları en İyi 0 bilir.» (Kasas, 56)
Bu bâb da bir öncekine benzemektedir. Peygamber sal-lailâhu aleyhi ve seilem yaratılmışların mutlak olarak en erdemlisi ve üstünü, Allah katında en yüce makama sahip ve O'na en yakın kimse olmasına rağmen tevfik hidâyeti anlamında sevdiği kişileri hidâyete erdirme gücüne sahip değildir. Hidâyet bütünüyle Allah'ın elindedir, Mahlukatı yarattığı gibi kalplere hidâyeti de yalnızca O verebilir. Buradan da mutlak ve gerçek ilahın O olduğu ortaya çıkmaktadır.
«Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yola hidâyet etmektesin.» (Şûra, 52) âyet-İ kerimesindeki hidâyetten maksat beyan hidâyetidir. Peygamber saliallâhu aleyhi ve seilem halkı hidâyete sevkeden vahyi Allah'tan alıp insanlara tebliğ etmektedir.
«Ey ehl-İ kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, haktan başkasını söylemeyin.» (Nisa, 171)
Sahih'de İbn Abbas radıyallâhu anhumâ'nın: «Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Ved'den, Suvâ'dan, Yeğûs'tan, Ye'ûk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin!» (Nuh, 23) âyeti hakkında şöyle söylediği rivayet edilmektedir: "Ayette geçen bu İsimler Nuh kavmindeki salih kimselerin isimleridir. Ölüp gittiklerinde şeytan onların toplumlarına 'Onların oturdukları yerlere birer anıt dikin! O anıtlara bu şahısların isimlerini verin!' diye fısıldadı. Aynen dediği gibi yaptılar. Anıtları yapan nesil de ölüp gidene kadar bunlara İbadet edilmedi. İlim unutuldu ve bunlara İbadet olunmaya başladı."
[44]
İbnu'l-Kayyım'ın kaydettiğine göre seleften birçoğu şöyle demektedir: "Nuh kavmindeki bu kimseler öldüklerinde geri kalanlar kabirlerine gidip gelerek bağlandılar. Daha sonra bu kişilerin tasvirlerini yaptılar. Aradan uzun zaman geçince bu kimselere ibadet eder oldular."
Ömer radıyallâhu anh'tan rivayete göre Peygamber sailallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'ya yaptıkları gibi beni aşırt derecede övmeyin! Ben sadece bir kulum. Benim için 'Allah'ın kulu ve rasûlü' deyin!» Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir.
[45]
Peygamber sallaUâhu aleyhi ve sellem §öyle buyurmaktadır:
«Aşırılıktan sakının! Sizden Öncekilerin helakine sebep olan aşırılıktır.»
[46]
Müslim'in ibn Mes'ûd radıyallâhu anh'tan rivayetine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: «Aşın gidenler helak olmuştur.»
[47] Peygamber sailallâhu aleyhi ve seüem bu sözünü üç kez peş peşe söylemiştir.
1. Bu ve sonraki iki babı kavrayan kimse İslam'ın ne kadar "garîb" kaldığını da anlar, Allah'ın kudretini ve kalpleri evirip çevirm esindeki acaibliği görür.
2. Yeryüzünde zuhur eden ilk şirkin salih kimseler hakkındaki şüpheden kaynaklandığı.
3. Nebilerin dininden İlk olarak tağyir ve tebdil edilen şeyin ne olduğu ve Nebilerin gönderildikleri açığa çıkmaktadır.
4. Şeriat ve fıtrat reddetmesine rağmen bid'atlerin kabul edildiği,
5. Tüm bunların sebebinin hakkın batılla karıştırılması olduğu, öncelikle salİh zatlara duyulan sevgi; İkinci olarak da ilim ve din ehli bazı kimselerin hayır İsteyerek birtakım eylemlerde bulunmaları, sonradan gelenlerin ise bunu daha başka amaçlara yönlendirmeleri.
6. Nuh Sûresi'nde yer alan âyetin tefsin.
7. Kalbinde hakkın eksilip batılın artması şeklinde İnsa-noğlunda bulunan tabiat.
8. Selefin bazısından bid'atlerin küfre sebep olduğu hakkındaki şu sözleri bu bâbda te'ykl olmaktadır: "Bid'atler şeytan nazarında günahlardan daha sevimlidir. Çünkü günahlardan dolayı tevbe edilirken bîd'atlerden dolayı tevbe edilmemektedir."
9. İşleyenin hüsnü niyeti bulunsa dahî şeytanın bid'atİn sonunun nereye varacağını çok iyi bilmesi.
10. Aşırılıktan sakınmak ve ona götüren şeyleri bilmek hakkında külli bir kaidedir.
11. Salih amel amacıyla kabirlere gidip gelerek oralara bağlanmanın yol açtığı zarar.
12. Heykel ve anıtlar konusundaki yasaklamaların ve bunların yok edilmesine dair hikmetlerin bilinmesi.
13. Nuh aleyhisselâm'ın kavmi ile ilgili olarak hadiste anlatılanları bilmenin büyük önem arzettîği ve bu konuya ilişkin hususlara gafil kalınmasına rağmen şiddetle ihtiyaç duyulduğu.
14. Çok İlginçtir kî bu kıssa tefsir ve hadis kitaplarında okunmakta ve bu kıssada bildirilenlerin manası kendilerince çok iyİ bilinmektedir. Ancak Allah kendileri ile kalpleri arasına engel koyduğundan dolayı Nuh aleyhisselâm'ın kavminin bu yaptıklarını en efdal ibadet olarak görmektedirler. Allah ve Rasûlü tarafından yasaklanmış olup kanı ve malı mubah kılan küfre itikad ediyorlar.
15. Yine anlaşılıyor kİ onların salihlerin şefaatlerini istemekten başka bir niyetleri bulunmamaktadır.
16. Tasvirlerini yapan İlim ehlinin bununla aracılık ve şefaat gibi bir maksadı hedeflediklerini zannetmeleri.
17. Peygamber sallalllhu aleyhi ve sellem'in: «Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'ya yaptıkları gibi beni aşırt derecede övmeyin!» sözünde ne yüce bir beyan bulunmaktadır! Allah'ın salât ve selamı açık ve net bir biçimde tebliğ görevini yerine getiren Muhammed üzerine olsun!
18. Rasûlullah ince eleyip sık dokuyarak haddi aşanların helak olduklarını bildirerek bizlere nasihat ermektedir.
19. İlim unutuluncaya kadar sözü edilen anıt ve heykellere ibadet edilmediğinin bildirilmesi. İlmin varlığındaki değerin ve aynı zamanda da yokluğundaki zararın ne derece büyük olduğuna dikkat çekilmektedir.
20. İlmin yok olmasının sebebi alimlerin ölümüdür.
Aşırılık; Allah'a ait olan bazı hakların salihlere de tanınması şeklinde haddi aşmak demektir. Allah'ın hakkı hiçbir kimsenin kendisine ortak olmamasıdır. O mutlak mükemmellik sahibidir. Mutlak zengindir. Mutlak tasarruf yetkisine sahiptir. Allah bu özellik ve yetkilere her yönden sahiptir. Kendisinden başka ilahlık ve İbadet gibi bir hak ve yetki sahibi hiç kimse yoktur.
Yaratılmışlardan herhangi birisi hakkında aşırıya giderek Allah'a ait olan bu haklardan birini o varlığa tanıyan kimse, alemlerin rabbi ile onu denk tutmuş olur kî, bu da en büyük şirktir.
Üç tür hak vardır:
a) Allah'a mahsus haklar: Bu haklar konusunda hiçbir varlık Allah'a ortak olamaz. İlahlık, ibadet, rağbet, tevbe etmekj sevmek, korkmak, ümit beslemek gibi haklar sırf Allah'a aittir. Bu konuda O tektir. Hiçbir ortağı ve eşi yoktur.
b) Peygamberlere mahsus olan haklar: Peygamberlere saygı duyulması, yüceltilmeleri ve kendilerine Özgü hakların yerine getirilmesi.
c) Ortak haklar: Allah'a, peygamberlerine iman etmek, itaat etmek, sevgi duymak. Ancak bu haklar Allah için asıl; Peygamber İçin İse Allah'ın hakkına tabidir.
Hak ehli olanlar{ehl-i sünnet} bu üç sınıf hak arasındaki farkı bilirler. Allah'a olan kulluklarını icra ederek dini yalnızca O'na has kılarlar. Peygamberlerin ve Allah dostlarının mertebe ve konumlarına göre haklarını yerine getirirler. Allah en iyisini bilendir.
Sahih'de Aݧe radıyallâhu anhâ'dan gelen bir rivayete göre: "Ümmü Seleme radıyallâhu anhâ, Habe§ topraklarında gördüğü bir kiliseyi ve içinde bulunan resimleri RasûluUah'a anlatmıştı. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştu: «Onlar kendi aralarında bulunan salih bir zat -ya da kul- vefat edince, kabri üzerine bir mescid inş^a ederler içini de böyle resimlerle süslerlerdi. Böyleleri Allah katında en şerli yaratıklardır.»
[48] Bunlar kabir fitnesi ile heykel fitnesi bir araya getirmişlerdir.
Buharı ve Müslim'in Aİşe radıyallâhu anhâ'dan naklettikleri bir rivayette şöyle anlatmaktadır: "Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem [ölümüne sebep olan] hastalığı sırasında yüzüne bir bez parçası örtmeye başlamıştı. Nefesi daralınca bezi açtı ve şöyle dedi: «Yahudi ve Hıristiyanlara Allah lanet etsin! Peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler.» Peygamber bu sözüyle ehli kitabın bu yaptıklarından sakındırıyordu. Böyle bir çekince olmasaydı kendi kabri de açıkta bırakılırdı. Ancak kabrinin mescid edinilmesinden endi§e etmekteydi."
[49] Buhârî, Muslim rivayet etmişlerdir.
Müslim'in Cundeb b. Abdillah radıyallâhu anh'tan rivayetine göre şöyle anlatmaktadır: "Rasûlullah'ın vefat etmeden beş gün önce şunları söylediğini işitmîştim: «içinizde benim bir ha-lilim bulunmasından Allah'tan sakınırım. Allah ibrahim gibi beni de Halil edindi. Ümmetimden kendime bir halil seçseydim Ebû Bekr'i seçerdim. Dikkat edin! Sizden öncekiler peygamberlerinin kabirlerini mescid edinirlerdi. Dikkat edin, kabirleri mescid edinmeyin! Bunu size yasaklıyorum.»
[50]
Rasûlullah hayatının son anlarında kabirlerin mescid edinilmesini yasaklamış ve aynı bağlamda böyle bir iş yapanlara lanet etmiştir. Yanlarında mescid yapmaksızın kabirler yanında namaz kılmak da aynı kapsama dâhildir. "Kabrinin mescid edinilmesinden endişe etmekteydi." sözünün anlamı bu şekildedir. Ashab-ı kiram, Rasûlullah'ın kabri çevresinde mescid inşa etmiş değildirler, içinde ya da üzerinde namaz kılınmak istenen ya da namaz kılınan her yer mescid olarak adlandırılır. Nitekim bir hadiste Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem: «Yeryüzü bana temiz ve mescid kılındı.»''
[51] buyurmuştur.
İmam Ahmed ceyyid isnadla İbn Mes'ûd radıyallâhu anh'tan merfu olarak şu rivayete yer vermektedir: «insanların en şerlileri bayatta bulunduklar, mada hyametin koptuğu ve kab.rler,
[52] Ayrıca Ebû Hatim Sahîh'indc rivayet etmiştir,
1. Rasûlullah'ın bu sözleri niyet sahih olmakla birlikte salih bir zatın kabri yanında içinde Allah'a İbadet edilen mes-cid İnşa edenlerle alakalıdır.
2. Heykel ve anıtlar hakkında getirilen yasak ve bu konudaki şiddetli İfadeler.
3. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in bu konuya aşırı derecede verdiği önem. Ashab-ı kirama konuyu daha önce açıklamış ve daha sonra vefatından beş gün önce yine tekrarlayarak yukanda geçen sözlerini söylemiştir. Daha sonra da bu sözleri ile yetinmeyerek daha şiddetli İfadeler kullanmıştır.
4. Rasûlullah, daha kendi kabri ortada mevcut değilken bile böyle bir eylemde bulunmayı yasaklamıştır.
5. Yahudi ve Hıristiyanların peygamberlerinin kabirlerine karşı takındıkları tutumun ne olduğu.
6. Bu yaptıklarına karşılık Rasûlullah tarafından lanetlenmeleri.
7. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in bu tavrı ile amacı bizlerin de bu tür bir tehlikeye düşmememiz İçin dikkat çekmek istemesidir.
8. Kendi kabrinin açıkta bırakılırıamasındaki illet.
9. Kabirlerin mescİd edinilmesinin ne anlama geldiği.
10. Kabirleri mescid edinenlerle kabirler yanında dikilip duranlar birlikte zikredilmiştir. Böylelikle şirke kapı aralayan nedene de işaret edilmiş olmaktadır.
11. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in vefatından beş gün önce yapmış olduğu konuşmasında en şerli bid'at ehli olan iki taifeye reddiye bulunmaktadır. Hatta bazı ilim ehli Rafızî/Şiî ve Cehmî olan bu taifeleri yetmiş iki fırka içerisinde görmemektedirler. Şirkin zuhuruna ve kabirperestliğe sebep rafızîliktir. Çünkü kabirler üzerine ilk defa mescid İnşa edenler bunlardır.
12. Peygamber sallallâhu aleyhi ve seilem'in ölüm hastalığında ne derece sıkıntı çektiği.
13. Allah tarafından kendisine bahşedilen halillik ikramı.
14. Halil olmanın sevgiden daha üstün olduğu.
15. Ebû Bekr Sıddîk radiyallâhu anh'ın en faziletli sahabi olduğu.
16. Ebû Bekr radıyallâhu anh'ın halifeliğine işaret edilmesi.
Mâlik'İn Mut/atta'da. rivayetine göre: "Rasûlullah saüallâhu aleyhi ve selJem §Öyle buyurdu: «Allah'ım, kabrimi İbadet edilen bir put haline dönüştürme! Allah peygamberlerinin kabirlerini mescid edinen kavme şiddetli öfke
[53] İbn Cerîr, Sufyân — Mansûr —• Mucahîd senedi ile yer verdiği rivayette Mucahİd, «Lât ve Uzza'yz gördün mü?» (Necm,l9) âyeti hakkında şöyle der: "Ayette bahsedilen put, müşriklere kavut ufalayan
[54] biri idi. Ölünce müşrikler tarafından mezarına gidilip gelinerek bağlılık gösterilmeye başladı."
[55]
Ebu'l-Cevzâ' da İbn Abbas radıyallâhu anhumâ'dan "Lât, hacılara kavut ufalardı." görüşünü nakleder.58
İbn Abbas radıyallâhu anhumâ'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: "Rasûlullah saliallâhu aleyhi ve sellem kabirleri ziyaret eden kadınlara, kabirleri mescid edinenlere ve oralarda kandil
yakanlara lanet etmİŞtİr."
[56] Sünen sahipleri tarafından rivayet edilmiştir.
1. Putların neler olduğunun açıklanması.
2. İbadetin ne olduğunun açıklanması.
3. Peygamber saliallâhu aleyhi ve sellem meydana gelmesinden endîşe duyduğu şeylerden istiâzede bulunmuştur.
4. Peygamberlerin kabirlerinin mescid edinilmesi konusunu da Rasûlullah bu bağlamda zikretmiştir.
5. Allah'ın şiddetli öfke duyduğunun zikredilmesi.
6. önemli bir nokta olarak en büyük putlardan biri olan Lât'a nasıl ibadet edildiğinin bilinmesi.
7. İlk önceleri Lât'ın salih bir insanın kabri olduğu.
8. Lât isminin o kabirde medfun şahsın adı olduğu ve bu isimle anılmasının nedeni.
9. Kabirleri ziyaret eden kadınlara lanet edilmesi. 10. Kabirlerde kandil yakanlara lanet edilmesi.
Musannifin bu iki bâbda zikrettiklerinden salih kimselerin kabirleri yanında yapılanların neler olduğu daha net ortaya çıkmaktadır.
Kabirler yanında yapılanlar meşru ve gayr-i meşru olmak üzere İki grupta değerlendirilir:
Meşru olan kısım, Şâri'nin izin verdiği ve meşru kıldığı kabir ziyaretidir, özel bîr yolculuğa çıkılmadan ve şer'î bı imde yapılan ziyarettir. Müslüman kabri sünnete uygun o ırak ziyaret eder. Kabirlerde medfun bulunan tüm Müslüm; ılar için ve özel olarak da kendi akrabaları, tanıdıkları için dua eder. Onlar için dua edip af, mağfiret ve rahmet dilemekle İhsanda bulunmuş olur. Aynı zamanda sünnete uymak, ahİreti hatırlamak, ibret ve ders almak nedeniyle kendisine de iyilik etmiş olur.
Gayr-i meşru kısım ise;
a) Haram ve şirke vesile olarak görülen türü: Kabirlerle teberrükte bulunmak, kabirde yatanlarla Allah'a tevessül etmek, kabir yanında namaz kılmak, kandil yakmak, üzerine yapı inşa etmek, kabirler ve mevtalar hakkında ibadet derecesine varmayan türlü aşırılıklar sergilemek bu kapsamda değerlendirilir.
b) Büyük şirk olarak görülen türü: Kabirlerde yatan Ölülere yalvarıp seslenmek, onlardan İstiğâsede bulunmak, dünyevî ve uhrevî İhtiyaçların giderilmesini onlardan istemek gibi hususlar da büyük şirk kapsamındadır. Putperestlerin yaptığı da bundan farksızdır.
Böyle bir davranış sergileyenin kabîrdekİlerİn bu İşİ tek başlarına yapabileceğine inanması ya da Allah ile arada aracılık yapacaklarına İnanması arasında fark yoktur. Çünkü müşrikler Şöyle diyorlardı: «... onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz...» {Zumer, 3) «... Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir...» (Yunus, 18)
Asıl failin Allah olduğunu bilip, kabir ehlinin fayda ve zarar vermede bağımsız olduklarına inanmadan kendilerine dua etmenin küfre neden olmadığını söyleyen, onların Allah ile yapılan dualar arasında aracı olduklarını kabul eden küfre dü§mü§ olur.
Bu tür iddiada bulunan Kitab ve Sünnette bildirilenleri, ümmetin icmamı yalanlamış olmaktadır. İster aracı olduğuna, isterse bağımsız olduğuna inanarak Allah'tan başkasına dua edip seslenen kimse her iki durumda da küfre ve şirke düşer.
Bu mesele dînde zaruri olarak bilinmesi gereken konulardandır, insanda hakkı batıldan ayırma melekesi olan furkanı kazandıran bu açıklamalara önem verilmelidir. Dile getirilen bu hususlar nedeniyle hakkı bilip yolundan yürüyenler dışında birçok kimse fitneye düşmektedir.
«Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir. (Ey Muhammedi) Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce Arş1 in sahibidir.» (Tevbe, 128129)
EbÛ Hurayra radıyallâhu anh RasÛlullah sallallâhu aleyhi ve selle-
m'in şu hadîsini rivayet etmektedir: «Evlerinizi kabirlere çevirmeyin! Benim kabrimi de bayram yerine döndürmeyin! Bana salavât getirin! Getirdiğiniz salavatlar nerede bulunsanız da bana ulaştr.»
[57]
Ebû Dâvûd hasen isnadla rivayet etmektedir. Hadisin ravileri sikadır.
Ali b. el-Huseyn hakkında rivayet edildiğine göre; "Bir adamın Peygamber sallallâhu aleyhi ve seUem'in kabrinin yanındaki bir aralığa gelip girdiğini ve orada dua ettiğini gördü. Bu davranışından dolayı adama engel oldu. Daha sonra 'Babamın dedemden dedemin de RasÛlullah'tan aktardığı bir hadisi size bildireyim mi?' dedi ve şu hadisi söyledi: «Kabrimi bayram yerİ-ne dönüştürmeyin! Evlerinizi de kabirlere çevirmeyin! Bana salavat getirin! Sizin getirdiğiniz salat ve selamlar nerede bulunursanız bulunun bana Ulaşır.» el-Muhtâra'da rivayet edilmiştir.
1. Tevbe Sûresi'ndekî âyetin tefsiri.
2. Ümmetini böyle bir tehlikeden Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'İn şiddetle uzaklaştırmaya çalışması.
3. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'İn ümmetine olan düşkünlüğü, şefkat ve merhameti.
4. Amellerin en faziletlilerinden olmasına rağmen Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'İn kendi kabrinin özel olarak ziyaret edilmesini yasaklaması.
5. Kabrini sık sık ziyaret etmeyi yasaklaması.
6. «Evlerinizi kabirlere çevirmeyin!» hadisi ile evde nafile namaz kılmaya teşvik.
7. İlİm ehli yanında kesin olarak kabul edildiğine göre kabristanda namaz kılınamaz.
8. Kabrin yakınında bulunulması gerektiği kuruntusuna kapılanların aksine Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'e getirilen salavatlar insan nerede bulunursa bulunsun kendisine ulaştırılır.
9. Ümmetin salat ve selam şeklinde gerçekleştirdikleri amellerin berzah aleminde Peygamber'e sunulması.
Kİtab ve sünnette bu bâbla ilgili nasları inceleyenler tevhidi kuvvetlendirecek, geliştirecek ve besleyecek amellere teşvik eden birçok nas bulunduğunu görür. Yüce Allah'a yönelmeye, tevbe etmeye, kalbin korku ve ümit İçerisinde Allah'a bağlı kalmasına, fazilet, İhsan ve bu sayılanların elde edilmesi yolunda güçlü bir biçimde arzu duymaya teşvik edilmektedir. Yaratılmışlara kölelikten kurtulmaya, herhangi bir yönden onlara bağlı kalmamaya ya da herhangi yaratılmış hakkında aşın gitmemeye çağrıda bulunulmaktadır. Ayrıca zahir ve batın amellerin en mükemmel şekilde yerine getirilmesine çağrı yapılmaktadır. Özellikle de nasiar tam anlamıyla ihlâslı olmak anlamına gelen ibadet ruhuna teşvik etmektedir.
Bunlara mukabil Allah mahlukatla ilgili aşırılıklar içeren söz ve fiilleri de yasaklamıştır. Müşriklere benzemeyi onlara meyletmeye yol açması sebebiyle nehyetmiştİr.
Şirke yol açmasından endişe edilen söz ve amelleri de yasak etmiştir. Tüm bunlar tevhidin himayesine yönelik tedbirlerdir.
Şirke götüren her sebep yasaklanmıştır. Bunun nedeni, yaratılış gayesi olan AUah azze ve celle'ye zahir ve batın ibadet görevini en mükemmel şekilde gerçekleştirebilmeleri için müminlere gösterilen merhamettir. Böylelikle müminler en eksiksiz biçimde saadet ve felaha kavuşabilirler.
Bu saydıklarımız çok sayıda bilinen delil bulunmaktadır.
«Kendilerine Kitap'tan nasip verilenleri görmedin mİ? Cibte ve tağuta iman ediyorlar da kafirler için: "Bunlar, Allah'a iman edenlerden daha doğru yoldadır" diyorlar!» (Nisa, 5 D
De ^// /l//(«ı6 katında yeri bundan daha şerli olanı size haber vereyim mi? Allah'ın lanetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar çıkardığı kimseler.» (Mâide, 60)
...Yönetimde bulunanlar ise: "Bizler, kesinlikle onların üzerlerine bir mescit yapacağız" dediler.» (Kehf, 21)
Ebû Sa'îd radıyallâhu anh'tan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallailâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Sîzden öncekilerin izlerini adım adım, kanı &arzS ta^P edeceksiniz, öyle ki bir kertenkele deliğine girseler, siz de gireceksiniz.» 'Ey Allah'ın Rasûlü, bunlar Yahudi ve Hıristiyanlar mı?' dediler. «Ya kim olacak?» buyurdu."
[58] Buhârîve Müslim tahrîc etmiştir.
Müslim'de Sevbân radıyallâhu anh'tan gelen bir rivayette Peygamber sallailâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: «Allah benim için yeryüzünü dürdü. Yeryüzünün doğusunu ve batısını gördüm. Ümmetimin mülkü/egemenliği benim Önümde dürülen yerlere kadar varacaktır. Bana kırmızı (altın) ve beyaz (gümüş) olmak üzere iki hazine verildi. Rabbİmden ümmetimi toplu helak etmemesini diledim. Toplumlarını, otoritelerini talan etmek üzere kendileri dışında bir düşmanı başlarına musallat etmemesini istedim. Rabbİm şöyle karşılık verdi: Ey Muhammedi Ben bir hükme vardım. Artık bundan dönülmez, ümmetin için toplu helak edilmemeyi bahşettim. Birbirlerini helak etmedikleri ve esaret altına almadıkları sürece toplumlarını ve otoritelerini talan etmek üzere kendileri dışında bir düşmanı yeryüzünün dört bir köşesinden gelse bile musallat etmeyeceğim.»
[59]
Burkânî Sahîh'inde şöyle bir ziyade İle rivayet etmektedir: «Ümmetim hakkında tek korktuğum şey, saptırıcı liderlerdir. Ümmetimin arasına kılıç güsünce, kıyamete dek bir daha kaldırılmaz. Ümmetimden hayatta olanlar müşriklere katılmadıkça ve ümmetimden bazı kimseler putlara ibadet etmedikçe kıyamet kopmaz. Ümmetim içerisinde otuz tane yalancı deccal olacak. Hepsi de kendisinin peygamber olduğunu iddia edecek. Ben peygamberlerin sonuncu-suyum. Benden sonra hiçbir peygamber yoktur. Ümmetimden bir taife, desteklenmiş olarak hak üzere bulunacak. Onları yıkmaya çalışanlar Allah'ın emri gelene dek hiçbir zarar veremeyecekler.»
[60]
1. Nisa Sûresi'nde yer alan âyetin tefsiri.
2. Mâide Sûresi'nde bulunan âyetin tefsiri.
3. Kehf Sûresi'ndekİ âyetin tefsiri.
4. Bu meselelerin en önemlisi burada cibte ve tağuta iman etmenin manasının ne olduğudur. Bu kalbî bir itikat mıdır? Yoksa batıl olduklarını bile bile ve onlara buğzederek tağut ve cİbt ehline muvafakat etmek midir?
5. Onların, kafir olduklarını bilen kafirlerin müminlerden daha doğru yolda oldukları iddiaları.
6. Bâb başlığında da hedeflendiği üzere Ebû Sa'îd radıyaîlâhu anh hadisinde bildirilen bu ümmetin içinde devamlı olarak hak üzere bir topluluk bulunmuştur.
7. Yine ümmetin birçok grubunda puta ibadet de tahakkuk etmiştir.
8. Hayretler uyandıran bîr durum Kelİme-i şehadeti söylemesine, bu ümmetim ferdi olduğunu açıkça İfade etmesine, Peygamber'İn ve Muhammed sailailâhu aleyhi ve sellem'in en son peygamber olduğunu bildiren Kur'an'ın hak olduğunu kabul etmesine rağmen Muhtar gibi bazı peygamberlik iddiasında bulunanların türemesidir. Peygamber olduğunu İddia etmekte ve böylece tam bir tezat sergilemektedir. Muhtar sahabe çağının sonlarında zuhur etmiş ve birçok insan kendisine tabi olmuştur.
9. Hakkın geçmişteki gibi komple zail olmayacağı; takipçilerinin devamlı surette bulunacağı.
10. Muazzam bir alâmet olarak hak üzere bulunanların az sayıda olmalarına rağmen yıkmaya çalışanlar ve muhalefet edenlerce zarara uğratılanı amal arı.
11. Bu hususun kıyamete dek sürüp gideceği.
12. Önemli hususlardan bazısı da şunlardır:
Allah'ın doğu ve batıyı gözleri önüne durduğunu Peygamber sailailâhu aleyhi ve selkm'in bildirmesi ve güney-kuzey şeklinde değil de aynen bildirdiği gibi çıkması Kendisine iki tür hazine verildiğini bildirmesi.
Ummetİ için yaptığı duadaki iki şeyin kabul edildiğini bildirmesi. Üçüncü İsteğin kabul edilmediğini bildirmesi.
Kılıcın ümmet içine konulacağım ve konulunca da bir daha kaldırılmayacağını bildirmesi. Ümmetin birbirini öldüreceğini, esir edeceğini ve ümmeti İçin saptırıcı liderlerden çekindiğini bildirmesi.
Bu ümmet içinde peygamberlik iddiasında bulunacak
kimselerin zuhur edeceğini bildirmesi.
Destek gören bir taifenin bulunacağını haber vermesi. Bu sayılanlardan her biri alken uzak görülse de bildirildiği gibi zuhur etmiştir.
13. Ümmeti adına Özellikle sadece saptırıcı liderlerden korktuğunu bildirmesi.
14. Putperestliğin ne manaya geldiğine dikkat çekilmesi.
Bu bâb başlığı ile şirkten sakınmak ve şirke karşı korku duymak kastedilmektedir. Ayrıca şirk tehlikesinin bu ümmet içerisinde tahakkuk etmiş bir gerçek olduğuna dikkat çekilmektedir. Ayrıca bu bâbda Lâ ilahe illallah deyip de Müslüman adını bir kere almış olanın kabir ehlinden İstİğasede bulunmak, onlara dua etmek gibi dine aykırı fiilleri işlese ve bu eylemlerini İbadet değil de tevessül diye adlandirsa dahi ebediyete dek Müslümanlığı üzere kalacağını iddia edenlere reddiyede bulunulmaktadır.
Vesen, yani put kelimesi, ağaç, ta§, bina, peygamber, salİh ya da tâlİh zat olması arasında hiçbir ayırım gözetmeden Allah dışında ibadet makamına yerleştirilen her varlık için kullanılan bir İsimdir. İbadet sırf Allah'ın hakkıdır. Allah'tan başkasına dua ya da ibadet eden kendisine bir put edinmiş demektir. Bu sebeple de dinden çıkar. Kendisini ne kadar İslam'a nispet etmeye çalışsa da fayda sağlamaz. İslam'a yamanmaya çalışan nice müşrik, kafir, mülhit ve münafık bulunmaktadır. Asıl nazar-ı itibara alınacak olan gerçekliği olmayan isimler ve lafızlar değil dinin ruhu ve özüdür.
«Halbuki onlar, o sihri satın alan kimsenin ahiretten bir nasibi olmadığım çok iyi biliyorlardı.» (Bakara, 102)
«Cibte ve tağuta iman ediyorlar.»(Nisa, 51)
Ömer radıyallâhu anh cibtin sihir, tağuîun da şeytan olduğunu söyler.
[61]
Câbir radıyailâhu anh da şöyle der: "Tağutlar, üzerlerine şeytanların indiği kahinlerdir. Her bölgenin başka başka kahinleri olur."
[62]
Ebû Hurayra radıyallâhu anh'tan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sdlem §öyle buyurmaktadır: «Yakıp yok edici yedi şeyden sakının!» "Ya Rasûlallah, nedir onlar?" dediler. «Allah'a şirk koşmak, sihir, Allah'ın haram kılmış, olduğu cana haksız yere kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaı meydanından kaçmak, mümine ve ne olduğundan habersiz iffetli kadınlara iftira atmak» buyurdu."
[63]
Cundeb radıyallâhu anh'tan merfu olarak gelen bir rivayette şöyle denilmektedir: «Sihirbaza uygulanacak had kılıçla vurulmasıdır.» Tirmizî rivayet etmiş ve mevkuf olarak sahihtir, demiştir.
[64]
Sahîh-i Buhârî'de yer alan bir rivayette Becâle b. Abde şöyle anlatmaktadır: "Ömer radıyallâhu anh 'Bütün sihirbazları öldürün!' diye bir yazı göndermişti. Biz de üç sihirbaz öldürdük."
[65]
Hafsa radiyallâhu anhâ'mn emri üzerine kendisine sihir yapan bir cariyesi öldürülmüş olduğu sahih olarak sabit olmuştur.
[66] Cundeb radıyailâhu anh hakkında da böyle bir sahih rivayet nakledilmektedir.
[67] Ahmed "Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'İn ÜÇ sahabİsi hakkında benzer rivayet yapılmaktadır." der.
1. Bakara Sûresi'ndeki âyetin tefsiri.
2. Nisa Sûresi'nde bulunan âyetin tefsir edilmesi.
3. Cibt ile tağutun tefsiri ve ikisi arasındaki farkın bildirilmesi.
4. Tağut İnsanlardan da cinlerden de olabilir.
5. Yasaklama kapsamında yer alan yedi büyük günahın zikredilmesi.
6. Sihirbazın küfre girdiği.
7. Sihirbazın tevbe etmesi istenmeden öldürülmesi.
8. Ömer radıyallâhu anh döneminde dahi sihirbazlar bulunduğuna göre daha sonraki zamanlarda nasıl olmasın!?
İmam Ahmed, bize Muhammed b. Cafer —• 'Avf —- Hayan b. el-'AIâ —• Katan b, Kabîsa - babası yoluyla şöyle tahdis etti diyerek Kabîsa'nın Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'den dinlediği §u hadisi aktarmaktadır: «lyâfe,
[68] tark
[69] ve îtyere
[70] dbttendir.»
[71] 'Avf, 'tyâfenin kuşlarla fal bakmak; tarkm da j ;re çizilen çizgiler olduğunu söyler. Cİbt konusunda İse, Ha an
Şeytan olduğunu İfade etmektedir.
[72] Rivayetin isnadı ceyyİddir. :bû Dâvûd, Nesâî ve Ibn Hİbbân Sahih'inde müsned olarak rivayet etmektedirler.
İbn Abbas radıyaliâhu anhumâ'dan rivayete göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Astroloji bilgisi edinen bir sihir türü edinmiş olur. Artıkça da artar.»
[73] Ebû Dâvûd tarafından rivayet edilen bu hadisin isnadı sahihtir.
Nesâîde yer alan Ebû Hurayra radıyaliâhu anh hadisinde şöyle buyurulmaktadır: «Düğüm atıp da üzerine üfleyen sihir yapmış olur. Sihir yapan da şirk koşmuş, demektir. (Nazarlık, muska vb.) herhangi bir şey asanın yaptığı bu iş kendi sırtına yüklenir.»
[74]
İbn Mes'ûd tadıyallâhu anh'tan gelen rivayete göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Adh nedir size bildirmemi ister misiniz? Koğuculuk, insanlar arasında dedikoduculuk yapmaktır.»
[75] Müslim rivayet etmiştir.
Buhârî ve Müslim tarafından İbn Ömer radiyaliâhu rivâyec edilen bir hadiste Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Beyanın/meramını anlatabilme becerisinin bir kısmı sihirdir.»
[76]
1. Kuşların sesleri ve isimleri ile fal bakmak Cıyâfe), taşları vurarak, kumda çizgiler çizerek kehanette bulunmak (tark), ve insanın davranışlarını engelleyen uğursuzluk İnancının (tıyere) cİbt sayılması.
2. 'lyâfe ve tarkın ne anlama geldiğinin açıklanması.
3. Astroloji (yıldızname, yıldızlara bakarak gelecekten haber verme) ilminin bir sihir türü olduğu.
4. Aynı şekilde üfürerek atılan düğümlerin de sihir sayıldığı.
5. Koğuculuğun da sihirden sayılması.
6. Bir takım edebî üslupların da sihirden sayılması.
Sihir ve büyünün tevhidle ilgili bâblar arasında ele alınmasının nedeni, sihrin birçok kısmının şirk koşmadan ve maksadın gerçekleşmesi için şeytanî ruhlarla tevessülde bulunmadan yapılamam asıdır. İnsan, az ya da çok sihrin tümünü terk etmedikçe tevhidîn kemaline erişemez.
Bu nedenle sihir Sâri tarafından şirkle birlikte zikredilmiştir. Sihir iki yönden şirke dahildir:
a) Sihirde şeytanlar kullanılmakta, onlarla ilişki kurulmaktadır. Çoğunlukla da istek ve hizmetini yerine getirmeleri için sihirbaz tarafından şeytanların sevdikleri şeyler yapılarak onlara yakınlık kurulmaya çalışılmaktadır.
b) Sihirde gayb bilgisinin bilindiği, Allah'ın ilmine ortak olunduğu ve buna ileten yollardan yararlanıldığı İddiası bulunmaktadır. Bütün bunlar da şirk ve küfrün şubelerinde ndk.
Aynı zamanda sihirde haram tasarruflar ve çirkin fiiller görülmektedir. Öldürmek, sevenler arasını ayırmak, aklı bozucu, bağlayıcı ve değişime uğratıcı faaliyetlerde bulunmak örnek olarak verilebilir. Bunlar çok büyük ve çirkin günahlardır. Hem Şirk, hem de şirkin vesilelerinden sayılmaktadırlar. Bu nedenle de verdiği aşın zarar ve fesat sebebiyle sihirbazın öldürülmesi gerekir.
Birçok insanın içine düştüğü sihir türlerinden biri de ko-ğuculuktur. Koğuculuk, insanlar arasını ayırmak ve bozmak, sevenlerin gönüllerini çelmek ve kötülük tohumları ekmek bakımından sihirle ortaktır.
Sihrin değişik tür ve dereceleri bulunmaktadır ki, bunlar biri diğerinden daha beterdir.
Müslim Peygamber sallallâhu aleyhi ve scllem'İn hanımlarının birinden şöyle bir rivayete yer vermektedir: "Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Bir kabine/medyuma giderek soru soran ve tasdik edenin kırk gün namazı kabul olunmaz.»
[77]
Ebû Hurayra radıyallâhu anh'tan gelen rivayete göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: «Kabine gidip de söylediklerini tasdikleyen Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellemV İndirilene küfretmiş Olur.»
[78] Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sunenlerde ve Hakim'in eserinde -Hâkim bu rivayetin Bu-hârî ve Müslim'in şartına uygun olduğunu söyler- Ebû Hurayra radıyallâhuanh'tan gelen bir rivayette şöyle buyurulmaktadır: «Bir arrafa ya da kahine (yani medyuma) gidip de söylediklerini tasdikle-yen Muhammed saüallâhu aleyhi ve sellem'e indirilene küfretmiş olur.»
[79]
Ebû Ya'lâ'da da benzer bir rivayet ceyyid isnadla mevkuf olarak yer almaktadır.
[80]
'Imrân b. Husayn radıyallâhu anh'tan merfu olarak şöyle rivayet edilmiştir: «Fal bakan ve kendisi baktıran için bizden değildir. Kehanette bulunan ve kendisi adına kehanette bulunulan bizden değildir. Sihir yapan ve kendisi adına sihir yapılan bizden değildir. Kahine gidip de söylediklerini tasdikleyen Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'e İndİrekm küfretmiş t İr.»
[81] Bezzâr ceyyid isnadla rivayet etmiştir.
Aynı hadisi Taberânî, el-Evsât'da hasen bir isnadla İbn Ab-bas radıyallâhu anhumâ'dan «Kahine gidip ...» kısmı olmadan rivayet etmiştir.
[82]
Beğavî şöyle der: "Arrâf, Bir takım öncüllerden hareketle bazı şeyleri bildiğini iddia eden kimsedir. Bu yolla çalınan bir şeyi, kaybolan eşyayı vb. bildiğini ileri sürer."
[83]
Arrafin kahin anlamına geldiği de söylenmiştir. Kahin, gelecekte meydana gelecek olayları önceden haber veren kimsedir.
Arrafin insanın iç dünyasında, vicdanında olanları bîlen kimse olduğu da İfade edilmiştir.
Ebu'l-Abbâs İbn Teymiyye şöyle der: "Arraf, kahin, müneccim, remilci gibi benzer yollarla bazı şeyleri bildiklerini İleri süren kimseler için kullanılan bir isimdir."
[84]
İbn Abbâs radıyallâhu anhumâ ebûcâd
[85] yazıp yıldızlara bakan bir topluluk hakkında "Böyle bir uygulamanın Allah katında hiçbir nasibe sahip olmadığı kanaatindeyim." demiştir.
[86]
1. Medyumu tasdiklemekle Kur'an'a iman bir arada bulunamaz.
2. Kahine İnanıp onu tasdiklemenin küfür olduğunun açıklanması.
3. Kendisi adına kehanette bulunulanın da zikredilmesi.
4. Kendisi adına fal bakılanın da aynı kapsamda sayılması.
5. Kendisi adına sihir yapılanın da zikredilmesi.
6. Ebûcâdı öğrenenlerin zikredilmesi.
7. Kahin ve arraf arsındaki farkın belirtilmesi.
Bu bâb, herhangi bir yolla gayb ilmine sahip olduğu iddiasında bulunan kimselerle alakalıdır. Bu ilme sahip olan yalnız ve yalnız Allah'tır. Kehanet, medyumluk ve benzeri herhangi bir şekilde gayb ilmi konusunda Yüce Allah'a ortak olduğunu ileri süren ya da böyle bir iddiayı tasdikleyen kimse Allah'a ait Özelliklerde bir başkasını orrak koşmuş; Allah ve rasûlünü yalanlamış demektir.
Şeytanlarla ilgili bulunan çok sayıdaki kehanetin şirkten uzak olmadığı görülmektedir. Gaybî bilgilere sahip olma iddiasına destek olacak bir takım aracı ve vasıtalara yakınlaşmaya çalışmak da sadece kendisine özgü olan gayb bilgisi hususunda Allah ile ortak olma iddiası bakımından ve Allah'tan başkasına yakınlaşmaya çalışmak açısından şirk koşmak anlamındadır.
Bu vesile ile Sâri, insanları din ve akla zarar getiren hurafelerden uzak tutmaktadır.
Câbİr radıyallâhu anh'tan rivayete göre; Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e nuşra hakkında sorulduğunda «şeytan işidir» buyurmuştur.
[88] İmam Ahmed, ceyyid isnadla rivayet etmiştir.
Aynı hadisi rivayet eden Ebû Dâvûd, "İmam Ahmed'e nuş-radan sorulduğunda 'İbn Mes'ûd tüm bunları mekruh görür' demiştir." der.
Buhârî'de yer alan rivayette Katâde şöyle anlatmaktadır: "İbnu'l-Museyyeb'e sihire maruz kalmış ya da hanımına karşi kendisine büyü yapımlış olan bir adamın içinde bulunduğu durumdan kurtulması için büyünün çözülmesinin ya da mısra yapılmasının hükmünü sordum, 'Herhangi bir sakıncası bulunmadığını; bu yapılanla ıslâhın hedeflendiğini ve faydası olan bir Şeyin yasaklanmayacağını' söylemiştir."
[89]
Hasan'dan rivayet edildiğine göre "Sihri sihirbazdan başkası bozmaz." demiştir.
[90]
İbnu'l-Kayyım şöyle der: "Nuşra, büyü etkisi altında kalmış olan kimse üzerindeki sihrin bozulmasıdır. İki türü bulunmaktadır:
a) Yine kendisi gibi olan bir başka büyü ile bozulması. Bu da şeytanın işlerindendir. Hasan'ın sözü buna hamledilir. Büyüye maruz kalanla bu büyüyü bozmaya çalışan kimse, hedefe ulaşabilmek için -hoşlandığı şeyleri yaparak- şeytana yakınlaşmaya çalışırlar. Şeytan da buna karşılık sihrin etkisini kaldırır.
b) Rukye, dualar, çeşitli tedavi yöntemleri ile büyünün bozulması. Sihrin bu yolla çözülmeye çalışılması caizdir."
1. Nuşranın yasaklanması.
2. Yasak olanla ruhsat tanınmış olan nuşra şekilleri arasındaki farkın -muhtemel karışıklığı engellemek amacıyla- belirtilmesi.
Nuşra, büyünün bozularak etki altındaki kimsenin kurtarılmasıdır. Musannif, caiz olan ve olmayan ayırımını ifade eden İb-nu'1-Kayyım'ın görüşünü yeterli olacak şekilde zikretmektedir.
«Bilesiniz ki, onlara gelen uğursuzluk Allah kalındandır, fakat onların qoğu bunu bilmezler.» (A'râf, 131)
«Elçiler şöyle cevap verdi: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa bu uğursuzluk mudur? Bilakis, siz asın giden bir milletsiniz.» (Yâ Sîn, 19)
Ebû Hurayra radıyallâhu anh'tan rivayete göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Adva yoktur. Ttyare yoktur. Hama yoktur. Safer yoktur.»
[91] Buhârî ve Müslim tahric etmişrii.
Müslim, «Nev yoktur. Ğul yoktur,»
[92] ziyadesini zikretmektedir.
Yine Buhârî ve Müslim'de yer alan Enes raciiyallâhu anh'tan gelen bir rivayete göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: «Adva yoktur. Tıyâre de yoktur. Fe'l hoşuma gider.» Nasıl fe'l, diye soruldığunda, «güzel söz.» buyurdu."
[93]
Ebû Dâvûd'da sahih senedle kendisinden gelen bir rivayette 'Ukbe
[94] b. 'Amir radıyallâhu anh şöyle anlatmaktadır: "Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem yanında uğursuzluktan bahsedildi. Bunun üzerine şöyle buyurdu; «En iyisi fe'ldİr. Fe'l hiçbir müslümanı isinden alıkoymaz. Biriniz hoşlanmadığı bir durumla karşılaşırsa, 'Allah'ım, iyilikleri ancak getirirsin; kötülükleri de ancak sen defedersin. Güç ve kuvvet ancak sendedir.' desin.'»
[95]
Yine Ebû Dâvûd'da İbn Mes'ûd radıyallâhu anh'tan rnerfu olarak gelen bir rivayet şöyledir: «Tıyâre şirktir. Tıyâre sirktir, içimizde hiç kimse yoktur ki böyle bir hisse kapıldığında Allah'a tevekkül etsin de kendisinden bu gidrilmesin.»
[96] Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivayet etmiştir. Tirmizî rivayetin sahih olduğunu bildirmekte ve son kısmının İbn Mes'ûd radıyaîlâhu anh'ın sözü olduğunu ifade etmektedir.
İmam Ahmed, İbn 'Amr radıyallâhu anhumâ hadisi olarak şöyle bir rivayete yer vermektedir: «Tıyâre inancı kendisini işinden alıkoyan şirk koşmuş olur.» 'Bunun keffaretİ nedir?' ashab diye sorduklarında, Peygamber sallallâhu aleyhi ve seüem «Allah'ım, hayır ancak, senin hayrındır. Uğur ancak senin uğurundur. Senden başka ilah yoktur, denendir.» buyurmuştur."
[97]
İmam Ahmed'in Müsned'inde yer alan Fadl b. Abbâs'ın rivayetine göre Peygamber salkUâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Tıyâre seni işinde ileri İten ya da geri bırakan şeydir.»
[98]
1. «Bilesiniz ki, onlara gelen uğursuzluk Allah katındandır, fakat onların çoğu bunu bilmezler.» (A'râf, 131) «Elçiler(öyle cevap verdi: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa bu uğursuzluk mudur? Bilakis, siz aşırt giden bir milletsiniz.» (Yâ Sîn, 19) âyetlerine dikkat çekilmesi.
2. Hastalığın bulaşıcı olmasının nefyedİlmesi.
3. Tıyârenin [uğursuzluk inancı] reddedilmesi.
4. Hamanın nefyedİlmesi
5. Saferin nefyedİlmesi.
6. Fe'lin aynı kapsamda değerlendirilmeyip güzel görüldüğü.
7. Fe'lin {güzel söz İle} tefsiri.
8. İstemeden kalbe gelen uğursuzluk vesveselerinden ötürü zarar gelmez. Tevekkül sonucunda Allah bu düşünceleri giderir.
9. Kalbinde bu tür düşünceler hissedenin yapacağı zikir.
10. Tıyârenin şirk olduğunun açıklanması.
11. Reddedilen ve kınanan tıyârenin ne olduğunun açıklanması.
Tıyera, kuşlar, isimler, lafızlar, mekanlar vb. şeylerin uğursuz olduğuna inanmaktır. Sâri uğursuzluk inancını yasaklamakta ve bu inancı benimseyenleri kınamaktadır. Fe'l güzel görülürken uğursuzluk kerih addedilmektedir.
İkisİ arasında şöyle bir fark bulunmaktadır: Güzel anlamdaki iel, İnsanın akidesine de aklına da etkide bulunmaz. Onda Allah'tan başkasına gönül bağlamak da söz konusu değildir. Aksine fe'lde canlılık, sevinç, neşe ve faydalı işler karşısında nefsin takviye edilmesi gibi bir maslahat bulunmaktadır.
Fe'l şu şekilde gerçekleşir: İnsan yolculuk yapmaya, evlenmeye, herhangi bir akit yapmaya ya da bir iş gerçekleştirmeye azmettiğinde kendisini sevindiren bir şey görür ya da kendisini sevindirecek tarzda manası 'ey doğru yolda olan, ey belalardan uzakta ve sağlıklı olan, ey ganimete erişmiş olan' gibi bazı isimler işitir. Kendisine sevinç veren bu sözleri ya da durumları hayra yorarak azmettiği şeyin kolaylaşması için daha bir arzulu olur. İşte bütün bunlar ve sonuçlan tamamen hayırdır. Sakıncalı hiçbir nokta bulunmamaktadır.
Tıyera, yani uğursuzluk ise, kişi din ya da dünyada faydası dokunacak bir işe azmedince hoşuna gitmeyen bir söz işitir ya da sevimsiz bir durumla karşılaşır. Bunun neticesi olarak kalbinde biri diğerinden daha büyük iki sonuç meydana çıkar:
a) tin çağrıya t-..^ vererek azmettiği işi ya terk eder ya da aksi istikamette ^am eder Karşılaştığı hoşnutsuz durum ya da sözün uğursu^^ inanarak yapmaya karar verdiği işi rafa kaldınr. Görül<^ü Ü2ere uğurSuZlukta insan, karşılaştığı hoşnutsuzluğa gönü] bağlamış ve amelini onun üzerine bina etmiştir. Sevimsiz g^i[en 0 dumm bi§inin irad£) a2İm ve ameli üzerinde etkili olnu,,ur Hiç §üphe yok k; bu insanm imanına da etki ederek tevl.y] ve tevekkülüne zarar verir. Daha sonra da bu durumun m%na çıkaracağı kaip zayrfhğj, acizliği, ya-rauklara karşı korku içinde bulunmasi) sebeplere, sebep bile sayılmayan şeylere b^lanıp kaiması ve Allah celle celâluhû ile ilişkisinin kesilmes, ^ neticelere maruz kalır. Tüm bunlar tevhidin, tevekküle, zayıfllğının SOnuçlarındandır. Ayrıca şirke götüren yol ve va,ıtaIanndan sayılır. Akk zarar vereriî fesat karıştıran hurafelerde addedüir.
b) Böyle bir ç^rıya kulak vermeden yalnızca kalben bir hüzün ve gam hiss,I1(: kapılmak_ Bir öncekinden daha alt düzeyde olsa da kul üZtrinde beUi bir kötüiük ve 2ararı bulunur. Kalbini ve tevekkülünü My|f dü§urür. Ho§a gitmeyen bir başka durumla karşıla'ttlğmda bunu da aynı kategoride değerlendirerek uğursuzluk jnana kuvvetlenebilir ve birinci maddede zikredilen seviyesine çlkab{l;r.
Bu açıklamalar sonucu şâri-in uğursu2luk inancını hoş görmeyip kınadığı Ve böyle bir inancm tevhide ve tevekküıe ne şekilde aykırı olduj-,, görülmektedir.
Böyle bir dun,rnla karşıla§ip benzer bic hissi duyumsaya-rak doğal çağrışımla gakbe çaJması endi§esi hisseden kimsenin bunlar, def etmek üzere kendi nefsi üe mucadeie etmesi ve Allah celle ceIâ|Vıhû>dan yardım dilemesi gerekir. Gelecek kötülüğü defetmek Ü2ere kesinlikle bu türden çağrılara kulak asmamal ıdır.
Buharı ^^'inde Karâde'nin şöyle anlattığını nakleder: "Yüce Allah bu yıldızları üç şey için yaratmıştır: Gökyüzünü süslemek için, şeytanları taşlamak için ve yol gösteren işaretle.^ olmaları için. Bundan başka bir yoruma yönelen hata etmiş vı nasibini yitirmiş olur. Ayrıca hakkında bilgisi bulunmadığı bl yükün altına girmiş demektir."
[99]
Katâde, ayın evrelerinin öğrenilmesini mekruh addederdi. İbn 'Uyeyne de bu ilmin öğrenilmesine ruhsat tanımamıştır. Bu görüşleri Harb nakletmektedir.
İmam Ahmed ve Ishak, ayın evrelerine dair ilmîn öğrenilmesine ruhsat vermişlerdir.
EbÛ Mûsâ radıyallâhu anh Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ŞÖy-
le buyurmuştur der ve şu hadisi rivayet eder: «Uç sınıf cennete giremeyecektir: İçki müptelası, akraba ilişkilerini gözetmeyen, sihri
tasdİkkyen.»
[100] Ahmed, ve Sahîb'inde İbn Hlhbân rivayet etmiştir.
1. Yıldızların yaratılmasındaki hikmet.
2. Bu hikmetten farklı bir sebep bulunduğu İddiasını ileri sürenlere karşı cevap.
3. Ayın evreleri ilminin öğrenilmesi etrafındaki ihtilaf
4. Batıl olduğunu bildiği halde herhangi bir sihri tasdikle-yene yönelik tehdit.
Yıldızlarla alakalı olan ilim iki türdür:
a) Tesir ilmi:
Gezegenlerde ve uzayda meydana gelen kozmik durumlardan hareketle kainatta oluşan olaylara delil getirilmesidir. Bu tamamen asılsız ve batıldır. Gayb ilmi konusunda Allah ile ortaklık iddiası ya da böyle bir iddiayı ileri sürenin tasdiklen-mesini İçermektedir. Gerçek dışı batıl iddialar, Allah'tan başkasına gönül bağlamak ve aklın fesada uğraması gibi hususlar içermesi hasebiyle tevhide aykırıdır. Çünkü batıl yollara girmek ve tasdiklemek aklı da dini de bozan etkenlerdendir.
b) Tesytr ilmi:
Güneş, ay, diğer gezegen ve yıldızların delaletine başvurarak kıble, vakit ve yön tayin etmek. Bu tür ilimde herhangi bir sakınca görülmemektedir. Aksine bu tür ilmin çoğu ibadet vakitlerinin ve yönlerin tayininde kullanıldığı taktirde faydalıdır ve Sâri tarafından teşvike mahzar olmuştur.
Sâri tarafından yasaklanıp haram kılınan ile mubah, müs-tehab ya da vacip kılınmış olan arasının ayrılması gerekir. Bi-rincîsİ tevhide aykırı iken ikincisinde böyle bir durum mevzu bahis değildir.
«Allah'ın verdiği rızka karşı şükrü, onu yalanlamakla mı yerine getiriyorsunuz?» (Vakıa, 82)
Ebû Mâlik el-Eş'arî radıyallâhu anh'ın rivayet ettiğine göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Ümmetimde cahİliyyeden olup da terk etmemiş oldukları dört husus bulunmaktadır: Soy-sopla iftihar etmek, kqiyi nesebinden dolayı kötülemek, yıldızlardan yağmur ummak ve Ölünün arkasından ağıt yakmak.» Devamla şöyle demiştir: «Ağıt yakan kadın ölmeden önce tevbe etmediği taktirde üzerinde katrandan yapılma uzun bir elbise ve uyuzlu bir gömlek bulunduğu halde diriltİrİlir.»
[101] Müslim rivayet etmiştir.
Buharı ve Müslim'de yer alan bir rivayette Zeyd b. Hâlid radiyallâhu anh şöyle anlatmaktadır: "Rasûlullah Hudeybİye'de geceden yağmış bir yağmurun ardından bizlere sabah namazını küdırmıştı. Namaz bitince cemaata doğru döndü ve: «Rabbiniz ne buyurdu biliyor musunuz?» dedi. "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir dediler." Ardından şöyle buyurdu: «Allah dedi ki: Kullarımdan bazısı bana iman eder halde ve bazısıda küfr eder olarak sabahladı. Allah'ın fazlı ve rahmeti sayesinde yağmur yağdırıldı, diyen bana mümin yıldıza kafirdir. Falan ve falan yıldız sayesinde yağmura kavuştuk, diyen İse bana kafir yıldıza mümindir.»
[102]
Yine Buharı ve Müslim'de aynı manada bir diğer hadis yer almaktadır. Bu rivayette Peygamber salkllâhu aleyhi ve sellem'İn «Bazıları falan ve falan yıldız dürüst davrandı, dediler ve Allah: «Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir. Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta bulunan değerli bir Kur'an'dır. Ona ancak temizlenenler dokunur. O, âlemlerin Rabbinden indirilmiştir. Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz? Allah'ın verdiği rızka karşı şükrü, onu yalanlamakla mt yerine getiriyorsunuz?» (Vâba, 75-82) âyetlerini inzal buyurdu.»
[103]
1. Vakıa Sûresi'nde yer alan âyetin tefsiri.
2. Cahİliyyeden olan dört hususun zikredilmesi,
3. Bunlardan bazısının küfre neden olduğu.
4. Küfrün bir kısmının dînden çıkarmadığı.
5. Nimet gelmesi sebebiyle «Kullarımdan bazısı bana iman eder, bazısı da küfr eder bir halde sabahladı»
6. Konuyla alakalı olarak imanın iyice kavranıp anlaşılması.
7. Aynı konuyla ilgili olarak küfrün güzel bir şekilde anlaşılması.
8. «Falan ve falan yıldız dürüst davrandı» sözünün iyi anlaşılması.
9. Peygamber salkllâhu aleyhi ve sellem'İn: «Rabbiniz ne buyurdu biliyor musunuz?» sözünde görüldüğü üzere öğreticinin soru sorma yöntemi İle meseleyi öğrenciye kavratmaya çalışması.
10. Ağıt yakan kadınlar için tehdîtkâr vaadlerin bulunması.
Allah'ın nimetleri bahşeden, zorlukları def eden tek makam olduğunu itiraf etmek ve bunu hem söz, hem de fiil ile göstermek tevhidin gereği olduğuna göre 'falan ve falan yıldız sayesinde yağmura kavuştuk' tarzındaki sözler tevhidin maksadına tamamen aykırıdır. Çünkü yağmurun yağdırılması yıldızlara izafe edilmektedir.
Aslında olması gereken yağmurun ve diğer nimetlerin kaynağının Allah olduğunun itiraf edilmesidir. Çünkü tüm nimetlerin bahşedicisi O'dur.
Bununla birlikte yıldızlar ve gezegenler yağmurun yağması İçin hiçbir şekilde sebep teşkil etmezler. Yağmurların inmesinin gerçek sebebi Allah'ın inayeti, rahmeti, kulların ihtiyaçları ve hem lİsan-ı hal ile, hem de üsan-ı kavi ile rablerinden dilemeleridir. Allah hikmeti ve rahmeti gereği kulların ihtiyaçlarına ve zorunluluklarına göre yağmuru yağdırır.
Kul hem kendi üzerindeki, hem de tüm mahlukat üzerindeki zahir ve batın nimetlerin Allah tarafından bahsedildiğini itiraf etmedikçe, bu nimetleri Allah'a izafe edip ibadet, zikir ve şükrüne bu nimetlerle yardımcı olmadıkça mükemmel tevhide erişemez.
Bu konu tevhidin gerçekleşmesini sağlayan mühim konulardandır. İmanın kemal ve noksanlığı bu şekilde bilinebilir.
«insanlardan bir kısmı da Allah'a bir takım benzerler edinirler de onları tıpkı Allah'ı sever gibi severler.» (Bakara, 165)
«De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, esleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Rasûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili İse, artık Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin, Allah fâşıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.» (Tevbe, 24)
Enes radiyallâhu anh'tan gelen rivayete göre Rasûlullah sallallâ-hu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Evladından, ana-babastndan ve tüm insanlardan ben kendisine daha sevimli olmadıkça herhangi biriniz İman etmİŞ olamaz.»
[104] Buhârî ve Müslim tahric etmiştir.
Yine Buhârî ve Müslim'de Enes radıyallâhu anh'tan gelen bir rivayette Rasûlullah şöyle buyurmuştur: «Şu üç şey kimde bulunursa, imanın tadını almış, olur: Allah ve rasülünün diğer varlıklardan daha sevgili olması, sevdiği kimseyi sırf Allah için sevmesi, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar geri dönmeyi ateşe atılmaktan daha çirkin görmesi.»
[105]
Bir diğer rivayette: «Sevdiği kimseyi sırf Allah için sevmeyen imanın tadını alamaz.,.» buyurulmaktadır.
[106]
İbn Abbas radıyallâhu anhumâ şöyle der: "Allah dostluğuna ancak; Allah için seven, Allah için buğzeden, Allah İçin dost olan, Allah İçin düşman olan nail olabilir. Kul -namazı ve orucu ne kadar olursa olsun- böyle olmadıkça imanın tadını alamaz. insanlar arasındaki kardeşliğin geneli dünya işleri üzerine kurulur olmuştur. Bu ise, ehline hiçbir fayda sağlamaz."
[107] İbnCerîr rivayet etmiştir.
İbn Abbas radiyallâhu anhumâ, «Aralarındaki bağlar kopmuştur.» (Bakara, 166) âyetindeki bağların sevgi ve meveddet olduğunu söylemiştir.
[108]
1. Bakara Sûresi'nde yer alan ve en başta zikredilen âyetin tefsiri,
2. Tevbe Sûresi'nde zikredilen âyetin tefsiri.
3. Rasûlullah sevgisinin kişinin öz nefsini, ailesini ve malını sevmesinden daha önde tutulması gerektiği.
4. Hadislerde ifade edilen: «îman etmiş olmaz» tabirinin İslam'dan çıkmış olmak anlamına gelmemesi.
5. İmanın bir tadının bulunduğu ve kimilerince bu tadın alınıp, kimilerince alınmayabileceği.
6. Allah dostluğunun elde edilmesi için şart olan dört kalbî amelin neler olduğu ve imanın tadının ancak bunlarla alınabileceği.
7. Sahabî İbn Abbas radıyallâhu anhumâ'nın vakıayı iyi kavramış olarak kurulan kardeşliklerinin çoğusunun dünyaya yönelik olduğunu belirtmesi.
8. «Aralarındaki bağlar kopmuştur.» (Bakara, 166) âyetinin tefsiri.
9. Bazı müşriklerin Allah'ı çok şiddetlice sevebildikleri.
10. Dünya hayatı, kendisine dininden daha sevimli olan kimselerin tehlikede bulunduklarının bİldirilip tehdit edilmeleri.
11. Sevgisi Allah'ın sevgisi seviyesinde olan bir nidd/denk
edinen büyük şirke düşmüş olur.
«İnsanlardan bir kısmı da Allah'a bir takım benzerler edinirler de onları tıpkı Allah'ı sever gibi severler.» (Bakara, 165)
Tevhidin aslı ve ruhu bütün sevginin halisane bir şekilde sırf Allah İçin olmasıdır, Allah sevgisi, ilah ve mabud olarak Allah'ın kabul edilmesinin remelidir. Hatta sevgi, ibadetin hakikatidir. Kulun rabbine olan sevgisi mükemmel olmadıkça tevhidi de mükemmel olamaz. Mükemmel bir tevhide sahip olmak için Allah sevgisinin tüm sevgilerin önünde ve üstünde bulunması gerekir. Ayrıca Allah sevgisi tüm sevgiler üzerinde hakim olmalıdır. Tüm sevgi türlerinin, kulun kurtuluş ve mutluluğuna sebep olan ilahî sevgiye tabi olması gerekmektedir.
Allah sevgisinin şubelerinden ve aynı zamanda da mükemmelliğini sağlayan unsurlardan biri Allah için sevmektir. İnsan, Allah'nun sevdiği amelleri ve şahıslan sever; buğzettiği amellere ve şahıslara da buğzeder. Allah'ın dost edindiklerini dost; düşman edindiklerini de düşman bilir. İşte böylece kulun iman ve tevhidi mükemmeli esir.
Yaratılmışlar içinden bir takım eşler edinerek onları Allah gibi sevmek, onlara yönelik tâati Allah'a tâatin önüne geçirmek, onların zikirini ve davetlerini düden düşürmemek, bağışlanmayan en büyük şirktir. Böyle bir şirkin sahibi gönül bağını Azız ve Hamîd olan Allah'ın dostluğundan koparmış ve hiçbir Şeye malik olamayanlara bağlanmış olur. Müşriklerin bağlandıkları bu zayıf bağ, kıyamet gününde, kulun amelinin sonucunu görmeye en çok İhtiyaç duyduğu o günde kopup gidecektir. Söz konusu sevgi ve dostluk o gün buğz ve düşmanlığa dönüşecektir.
Sevgi üç kısma ayrılmaktadır:
1. Allah sevgisi: İman ve tevhidin aslıdır.
2. Allah için sevmek: Nebileri, rasulleri, onlara tabi olanları sevmek. Allah'ın sevdiği amelleri, zamanlan, mekanları vb. sevmek. Sevginin bu kısmı Allah sevgisine tabi ve onun tamamlayıcisıdır,
3. Allah ile birlikte sevmek: Bu sevgi de müşriklerin ilah ve ma'bud olarak benimsedikleri ağaç, taş, İnsan, melek, veli, nebi vb. sevmeleridir. Sevginin bu çeşiti de şirkin aslı ve esasıdır.
4. Doğal sevgi: İnsanın yiyecek, içecek, evlilik, giyim vb. şeylere duyduğu sevgidir. Tabii bu sevilenler mubah olduğu taktirde caizdir. Allah'a duyulan sevgi ve itaate yardımcı oluyorsa, İbadetler kapsamında değerlendirilir. Bunun dışında ise ve Allah'ın sevmediği şeylere vesile oluyorsa yasaklar kapsamında yer alır. Bunun dışında bir nitelikte ise mubah olarak değerlendirilir. Allah en iyi bilendir.
«İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.» (Âl-iİmrân, 175)
«Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe İman eden, namazı ikâme eden, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler mamur eder. işte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.» (Teybe, 18)
«İnsanlardan kimi vardır kî: 'Allah'a iman ettik' der; fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah'ın azabı gibi tutar.» (Ankebût, 10)
Ebû Sa'îd el-Hudrî merfu olarak §öyle rivayet etmektedir: «Allah'ı gazaplandırmak pahasına insanları razı etmen, Allah Yazıklandırmasına rağmen insanlara övmen, Allah'ın sana bahşetmediğine karşılık insanları kınaman yakînin zayıflığındandır. Allah'ın rızkını ne hırs celbedebilir; ne de hoşlanmazlık defedebilir.»
[109]
Aİşe radıyallâhu anhâ'dan rivayete göre RaSÛİUİlah sallallâhu aleyhi ve sellem §öyle buyurmuştur: «insanların öfkelenmesi pahasın*.
Allah'ın rızasını arayandan Allah razı olur; insanları da razı eder. Allah'ın gazabı pahasına insanların rızasını kazanmaya çalışana ise Allah gazab eder; İnsanları da ona öfkelendirir.»
[110] ibn Hibbân Sahlh'inde rivayet etmiştir.
1. Al-i İmrân Sûresİ'ndeki âyetin tefsiri.
2. Tevbe Sûresi'nde yer alan âyetin tefsiri.
3. Ankebût Sûresİ'ndeki âyetin tefsiri.
4. Yakın zayıflayabilir de kuvvetlenebilir de.
5. Yakînin zayıfladığının alâmetleri bulunmaktadır ve mezkûr üç husus bu alametlerden bazısıdır.
6. Sırf Allah'tan korku duymak yerine getirilmesi gereken farizalardandır.
7. Bunu gerçekleştİrebilenin nail olacağı sevap.
8. Terk edenin karşılaşacağı ceza.
«işte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur.» (ÂI-i imrân, 175) Müellif bu babı, korku ve haşyetin yalnızca Allah'a yöneltilmesi gereğinden ve yaratıklara bu derecede korku duyulmasının yasak olmasından dolayı açmıştır. Böylelikle tevhidin tamamlanmasının bir şartının da yalnızca Allah'tan korku duymak olduğu açıklanmış olmaktadır.
Bu konuyla ilişkili olarak karışıklık ve yanlış anlamanın önüne geçilmesi İçin bazi noktaların netleştirilmesi gerekmektedir.
öncelikle bilinmesi gerekir ki; korku ve haşyet bazen ibadet; bazen de adet ve tabiat olarak vuku bulur. Bu değişiklik korkunun sebep ve ilgilerinden kaynaklanmaktadır.
Sözü edilen korku ve haşyet, bir ilahtan, ma'buddan duyulan korku derecesinde ise, korku duyulan makama yakınlaşmak amacı güdülüyorsa, duyulan korku kişiyi batını bir İtaate ve işlenen bir günah karşısında da gİzlİ bir endişeye sevkediyorsa, işte böyle bir korkunun Allah'a yöneltilmesi İmanın en mühim gereklerindendir. Allah'tan başka bir varlığa yöneltilmesi ise, mağfiret edilmeyen en büyük şirktir. Çünkü bu nitelikteki bir korku sebebiyle insan, kalbe vacip olan en mühim amellerden biri olan İbadet konusunda bîr başka varlığı Allah'a ortak koşmuş olmaktadır. Böylece de başka varlıklardan duyduğu korku Allah 'tan duyduğu korkudan daha fazla olmaktadır.
Belirtildiği şekildeki korku sırf ve yalnızca Allah'a yönelik ise kişi, ihlâslı ve tevhid ehli demektir. Bir başka varlığa yönelik ise, sevgi ile alakalı olduğu haşyet konusunda da Allah ile birlikte bir eş edinmiş olmaktadır. Kabirde yatan bir Ölünün istenmeyen bir hadise meydana getireceğinden korkmak, gazap ederek bazı nimetlerin engellemesinden endişe etmek vb. korkular bu türe misal olarak verilebilir. Kabirperestlerde benzeri korku ve endişelere sıklıkla rastlanmaktadır.
Düşman korkusu, yırtıcı hayvan, yılan vb. zahirî zararından endişe edilen şeylerden duyulan korku gibi tabu korkular ibadet kapsamında yer almaz. Birçok müminde benzeri korkular görülmekle birlikte bu tür doğal korkular imana aykırı değildir.
Sebebi ortadan kalktığı halde devam eden korkular da kınanan tür altına giren korkular değildir.
Ancak hiçbir sebep yokken ya da zayıf sebeplere mebnî, yalnızca vehme dayalı hayalî korkular sahibini korkaklar sınıfına dahil edecek türden yerilmiş olan korkulardır. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem körü ahlaktan sayılan korkaklıktan Allah'a sığınmaktadır. Bu nedenle eksiksiz İman, tevekkül ve cesaret korkunun bu türünü defetmektedir. Öyle ki seçkin ve kuvvetli müminlerin korkulan bu sayede emniyete ve huzura dönüşmektedir. Çünkü güçlü bir imana, kalpten gelen bir cesarete sahiptirler. Mükemmel bir tevekkülleri bulunmaktadır.
Müellif aradaki ilişkiden dolayı bu babı bir Öncekinin ardından zikretmiştir.
«Eğer müminler İseniz ancak Allah'a tevekkül edin.» (Mâide, 23)
«Müminler -başka değil- ancak o kimselerdir kİ, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanları artar* ve yalnız Rablerine dayanıp güvenirler.» (Enfâl, 2)
«£j peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter.» (Enfal, 64)
Allah'a tevekkül ederse O, ona yeter.» (Talâk, 3)
İbn Abbâs radıyallâhu anhumâ'dan rivayet edildiğine göre: "İbrahim aleyhisselâm ateşe atıldığında: «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» (Âl-iimrân, 173) demişti. Muhammed saiiallâhu aleyhi ve sellem de aynı kelimeleri müşriklerin şu sözü üzerine söylemişti: «Düşmanlarınız olan imanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan, dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve 'Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!' dediler.» (Âl-i imrân,173)
[111] Buhârî ve Nesâî rivayet etmiştir.
1. Tevekkülün yerine getirilmesi gereken farizalardan sayılması.
2. İmanın şartlarından birinin de tevekkül olduğu.
3. Enfâl Sûresi'nde bulunan âyetin tefsiri.
4. Enfâl Sûresi sonundaki âyetin tefsiri.
5. Talâk Sûresi'nde geçen âyetin tefsiri.
6. Sıkıntı anlarında İbrahim aleyhissetâm ve Muhammed saiiallâhu aleyhi ve sellem'in söyledikleri bildirilen sözün ne derece büyük bir öneme sahip olduğu,
«Eğer müminler iseniz ancak Allah'a güvenin.» (Mâide, 23)
Allah'a revekkül, iman ve tevhidin en önemli gereklerindendir. Kulun Allah'a güçlü tevekkülü imanının kuvveti ve tevhidinin tamam olması nisbetindedir. İnsan, din ve dünyasına yönelik İstediği ya da istemediği her tür şey için Allah'a tevekkül etmeye, O'ndan yardım dilemeye mecburdur.
Allah'a tevekkülün hakikati şöyle ifade edilebilir: Kul kesinlikle bilmelidir ki; her şey ve her iş Allah'a aittir. Allah'ın dilediği şey olur, dilemediği İse asla olmaz. Faydayı da, zararı da veren ancak O; veren de, mani olan da O; güç ve kuvvet ancak ve ancak Allah'ındır ve O'nun sayesinde güç ve kuvvete sahip olunabilinir. İnsan bunları bildikten sonra din ve dünyasına yönelik yararlan elde edebilmek ve zararları defedebilmek İçİn kalpten rabbine dayanmalıdır. İsteğine erişebilmek için rabbİne sonsuz bir güven içinde bulunmalıdır. Bununla birlikte insan, yarar getiren sebepleri gerçekleştirebilmek İçin elinden gelen çabayı sarfetmekten de geri durmaz.
Kul bu bilgiyi, bu güven ve itimadı devam ettirdiği sürece gerçek manada rabbine tevekkül etmiş demektir. Allah'ın işlerinde kendisine kifayet etmesi ile ve tevekkül sahiplerine verdiği vaadlerle sevinmelidir. Bu sayılanlar Allah'dan başka bir varlığa yönlendirildiğinde ise, insan şirke düşmüş olur. Allah'tan başkasına tevekkül eden, O'ndan başkasına bağlanan kimse yardımsız bir şekilde tek başına kala kalır ve emelleri boşa çıkar.
«Allah'ın mekrinden emin mi oldular? Ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın mekrinden emin olamaz.» (A'râf, 99)
«(İbrahim) dedi ki: Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?» (Hicr, 56)
Ibn Abbâs radıyallâhu anh rivayete göre şöyle anlatmaktadır: "Rasûlullah salkUâhu aleyhi ve sellem'e büyük günahlar hakkında sorulunca: «Allah'a şirk koşmak, Allah'ın rahmetinden ümit kesmek ve tuzağından emin olmak» buyurdu.
[112]
Ibn Mes'ûd radıyallâhu anh'tan gelen rivayette şöyle demiştir: "En büyük günah, Allah'a şirk koşmak, Allah'ın mekrinden emin olmak, rahmetinden ve merhametinden ümit kesmektir
[113] Abdurrezzâk rivayet etmiştir.
1. A'râf Sûresİ'ndeki âyetin tefsiri.
2. Hicr Sûresİ'ndeki âyetin tefsiri.
3. Allah'ın mekrinden emin olma konusundaki şiddetli va'îd.
4. Rahmetten ümit kesmek hakkındaki tehdit.
«Allah'ın mekrinden emin mi oldular?» (A'râf, 99)
Bu bâb başlığından kastedilen kulun Allah'tan korku ve ümit İçinde olması gerektiğidir. Günahlarına bakıp Allah'ın adalet ve şiddetli ikâbını düşündüğünde rabbine karşı korku ve haşyet duyar. Genele ve özele bahşettiği fazlına ve affına bakarak arzu ve ümit duyar. İtaate muvaffak olursa, taatinin kabul edilmesi ile tam bir nimete erişeceğini rabbinden umar. Taatinde bulunabilecek kusurdan dolayı da reddedilebilece-ğinden korkar. Bİr günahla imtihan edildiğinde rabbinden tevbesini kabul etmesini ve günahını izale etmesini ümit eder. Tevbesinİn zayıflığı ve günaha iltifat etmiş olması nedeniyle azaba maruz bırakılacağından endişe eder. Nimet ve kolaylıklarla karşılaştığında devamlı olmasını, arttırılmasını ve şükrünü eda edebilme gücü verilmesini Allah'tan ümit eder. Şükrünü eda edememesi nedeniyle nimetlerin elinden alınabileceği endişesiyle rabbinden korkar. Karşılaştığı sıkıntı ve musibetleri def etmesini tabbinden umar. Bu sıkıntılardan kurtatacağını Allah'tan ümit eder. Sabır vazifesini yerine getirmesine karşılık rabbinın sevap vereceğini ümit eder. Gerekli sabır görevini eda etmediği taktirde ecri elden kaçırmak ve istenmeyen durumla karşılaşmak gibi iki musibetin bir arada bulunmasından endi-Şe eder. Muvahhid mümin, her hal ve anında korku ve ümidi elden bırakmaz. Bu tutum içinde bulunması gerekmektedir. Asıl fayda ve mutluluk bu yolla elde edilebilir. Kul hakkında iki ahlaksızlıktan endişe edilit;
a) Allah'ın rahmet ve merhametinden ümit kesmesine yol açacak derecede korkunun esiri olmak,
b) Ikâb ve azabından emniyet hissi duyacak derecede aşın ümit beslemek.
Böyle bir hale giren kul, tevhidin asıllarından ve imanın vaciblerinden olan korku ve ümit görevini zayi etmiş olur.
Allah'ın rahmet ve merhametinden ümit kesmenin İki sebebi bulunmaktadır:
1. İnsanın kendisine zulmetmesi ve halamlara karşı cüretkâr davranması: Kul, rahmete mani sebeplerle harış neşir olduğu düşüncesiyle günahlarda ısrar ederek rahmetten ümidini keser. Bu minval üzere devam etmekle de sergilenen tutum insanın bîr vasfı ve ayrılmaz bir ahlakı haline gelir. Zaten şeytanın istediği de budur. Bu aşamaya ulaşmış olan kuldan içinde bulunduğu durumdan tam anlamıyla sıyrılıp nasuh bir tevbe etmeden herhangi bir hayır beklenmez.
2. İşlemiş olduğu cürümler nedeniyle insanın korkusunda güçlenme meydana gelirken Allah'ın rahmet ve mağfireti hakkındaki bilginin zayıflaması. Bunun sonucunda kul, cehaleti nedeniyle Allah'ın tevbe etmesine rağmen kendisini bağışlamayacağı, merhamet etmeyeceği zehabına kapılır, iradesi zayıflar ve rahmetten ümidini keser. Bütün bunlar kulun rabbi hakkında, rabbİnin hakları konusundaki bilgi eksikliğinden, nefsinin acizliğinden ve seviyesizliğinden kaynaklanan zararlı hususlardır.
insan rabbini tanımaya çalışıp tembelliğe saplanıp kalmazsa en basit bir çabanın dahi kendisini rabbine, O'nun rahmet, cömertlik ve keremine kavuşturacağını görecektir.
Allah azze ve celle'nin azabından güvende olduğunu hissetmenin de tehlikeli iki sebebi bulunmaktadır:
1. Kulun dinden yüz çevirip rabbinî ve rabbİnin haklarını tanımak hususunda gafil ve gevşek olması: İnsanın kalbinde Allah korkusu sönüp imanın bir zerresi dahi kalmadığında gaflet, dalalet içinde; haramlara dalmış ve vaciplere karşı kusurlu bir halde bulunmaya devam eder. Çünkü iman, İnsana Yüce Allah'tan, dünya ve ahirette vereceği azaptan korkma hissi kazandırır.
2. İnsanın ameli ile mağrur, kendini beğenmiş cahil bir abid olması: Kul cehalet üzere kaldıkça yaptıklarıyla şımarır ve kalbinden Allah korkusu kalkar. Allah yanında yüce makamlara sahip olduğunu zannederek zayıf ve seviyesiz nefsine güvenir ve kendisinin Allah'ın azabından emniyette olduğu zehabına kapılır. Sonuçta da zelil olarak başarıya ulaşması engellenir. Çünkü kendi eliyle kendisine karşı cinayet işlemiş olur.
Bu açıklamalarla mevzu edilen konuların tevhide aykırılığı açıklanmış olmaktadır.
«Allah'ın izni olmadıkça hiçbir musibet isabet etmez. Her kim de Allah'a İman ederse 0, onun kalbine hidayet verir ve Allah herzeyi bİlİr.» (Teğâbun, 11)
'Alkame bu âyetde ifade edilen kimselerin "Bir musibet dokunduğunda Allah'tan olduğunu bilip rıza ve teslimiyet gösteren kimseler" olduğunu söyler.
[114]
Sahîh-i Müslim'de Ebû Hurayra radıyailâhu anh'tan gelen bir rivayette Rasûlullah sailallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
«insanlar arasında görülen iki ğey kendileri hakkında küfürdür: Soya sövmek ve ölü arkasından ağıt yakmak.»
[115]
160 Buhârî ve Müslim'de İbn Mes'ûd radıyallâhu aah'tan merfu olarak gelen bir rivayet şöyledir: «Yanaklara vuran, yaka yırtan ve cahiliyye davası güden bizden değildir.»
[116]
Enes radıyallâhu anh'tan gelen rivayete göre Rasûlullah saiUUâ-hu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Allah kulu hakkında hayır murad ederse, cezasını çabukla&rıp dünyada verir. Bir kulu hakkında da ierri dilerse, karşılığını kıyamet günü alana dek günahını(n cezasını) tutar.»
[117]
Peygamber sailaliâhu aleyhi ve sellem |öyle buyurmaktadır: «Mükafatın büyüklüğü belanın büyüklüğü oranındadır. Allah bir toplumu severse, onları belalara uğratarak imtihana tabi tutar. Razı olandan razı olur. Öfkelenene de öfkelenir.»
[118] Tirmizî rivayet etmiş ve hasen olduğunu bildirmiştir.
1. Teğâbun Sûresı'nde geçen âyetin tefsiri.
2. Allah'ın kaderine sabır göstermenin İmanın bir gereği olduğu.
3. Soy ve sopuna yaralayıcı mahiyette ifadeler kullanma konusu.
4. Yanaklarına vuran, yaka-bağrmt yırtan ve cahiliyye davası güdenler hakkındaki şiddetli va'îdler.
5. Allah'ın kulu hakkında hayır murad ettiğinin alâmetinin ne olduğu.
6. Kul hakkında şer murad etmiş olmasının İşaretinin ne olduğu.
7. Allah'ın kulu sevdiğinin göstergesi.
8. Allah'ın kaderine öfke duymanın haram oluşu.
9. Belalara rıza göstermenin getireceği sevap.
İtaat konusunda sabır, günahları işlememeye karşı sabn . Her iki sabır türünün de İmanın gereği ve hatta esası ve şı besi olduğu herkesçe bilinmektedir. İman tamamen sabırdiı. Allah'ın sevdiği, razı olduğu, yakınlık duyduğu şeylere ve haramlara karşı sabırdır.
Din üç temel esas etrafında döner:
[1-} Allah ve Rasûlü'nün getirdiği haberi tasdİklemek, {2-} Allah ve Rasûlü'nün emrine uymak ve {3-} yasakladıklarından kaçınmak.
Allah'ın takdir ettiği İnsana acı veren olaylar da bu genel manaya dâhildir. Ancak bilinmesine ve uygulanmasına şiddetle ihtiyaç duyulduğundan dolayı özellikle zikredilmiştir.
İnsan, musibetin Allah'ın iznine bağlı bulunduğunu, Allah'ın takdir ettiklerinde tam bit hikmete sahip olduğunu ve bu takdİratında kul üzerine sağanak yağmur gibi yağan nimetleri İçinde barındırdığını bildiğinde Allah'ın kazasına razı olur; emrine teslim olur ve başına gelen sıkıntılara göğüs gererek sabır gösterin Bu tutumundaki gayesi de rabbine yakınlaşmak, sevabım ummak, cezasından korkmak ve güzle ahlakı özelliklere sahip olmaktır. Böylelikle insanın kalbi huzura kavuşur iman ve tevhidi kuvvet bulur.
«De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, llâh'ınızın, sadece bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi is yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.» (Kehf, ııo)
Ebû Hurayra radıyallâhu anh'tan merfu olarak rivayet edildiğine göre kudsî bir hadiste Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Ben ortaklar arasında ortaklığa hiç ihtiyacı olmayanım. Bir amel İşleyip de bir başkasını bana ortak kılanı şirki ile baş başa bırakırım.»
[119] Müslim rivayet etmiştir.
Ebû Sa'îd radıyallâhu anh'tan merfu olarak gelen rivayette şöyle buyurulmaktadır: «Size benim nazarımda Mesih-i deccalden daha korkunç gelen şeyi bildireyim mi?» "Elbette, ey Allah'ın ra-sûlü!" dediler. «O gizli şirktir. Adam kalkıp namaz kılar, birinin
baktlğmi gördüğü İÇİn namazım SÜ'$ler.»
[120] Ahmed rivayet etmiştir.
1. Kehf Sûresi'nde yer alan âyetin tefsiri.
2. Amele Allah rızasından başka bir gaye karıştığı taktirde reddolunur. Bu da önemli bir meseledir.
3. Sebebi, Allah'ın kesinlikle ve kesinlikle ortağa ihtiyaç duymam asıdır.
4. Bİr sebebi de Allah'ın daha hayırlı olmasıdır.
5. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in ashabı hakkında riyadan endişe etmesi.
6. Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem bu durumu namaz kılan bir adamı misal göstererek vermektedir ki; bu misaldeki kişi bir başkasının kendisine baktığını fark ettiğinde namazını daha itinalı kılarak süslemekte ve riyaya düşmektedir.
«Kim dünya hayatını ve zinetİni istemekte ise, amellerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz ve orada onlar hiçbir zarara uğratılmazlar, iste onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir nasip olmayan kimselerdir; yaptıkları boşa gitmiştir; yapmakta oldukları şeyler (zaten) bâtıldır.» (Hûd, 15, 16)
Sahih'de yer alan rivayete göre Ebû Hurayra radıyallâhu anh RasûluÜah saüallâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu anlatır: «Dinara (altın paraya) kul olanın bumu yerde sürtülsün! Dirheme (gümüş paraya) kul olanın burnu yerde sürtülsün! Giysilerin kulu olanın burnu yerde sürtülsün'. Kadifenin kulu olanın burnu yerde sürtülsün! Verilirse razı olur; verilmezse öfkelenir. Hem yüz üstü sürtülsün, hem de zarar ve ziyana uğrasın, bir diken batsa çıkarttıracak kimse bulamasın. Atının dizginini Allah yolunda tutup, saçı bası dağılan ve ayaklan tozlanan kimseye ise müjdeler olsun! Korumayla vazifeli ise onun sevabnını alır; artçı kuvvetlerde ise onun sevabını alır. Hâlbuki (insanlar nazarında) izin istese izin verilmeyen, aracılık yapsa, aracılığı kabul edilmeyen birisidir.»
[121]
1. Ahirete yönelik yapılan ameller karşılığında insanın dünyayı istemesi.
2. Hûd Sûresi'nde bulunan âyetin tefsiri.
3. Müslüman insanın dinarın, dirhemin ve giysinin kulu diye adlandırılması.
4. Bu isimlendirmenin sebebinin 'verildiğinde razı olmak, verilmediğinde ise öfkelenmek' şeklinde açıklanması.
5. «Zaten hem yüz üstü sürtülmüş, hem de zarar ve ziyana uğramıştır» sözü.
6. «Bir diken batsa çıkarttıracak kimse bulamasın» sözü.
7. Zikredilen sıfatlara sahip mücahidin övgüyle anılması.
Dİnın temel esasının, tevhidin ve ibadetin ruhunun ihlâs olduğu bilinmelidir. İhlâs, kulun her amelinde Allah'ın rızasını, sevabını ve fazlını kazanmayı hedeflemesidİr. Kul, imanın altı temelini, İslam'ın beş ana unsurunu, ihsan manasına gelen imanî hakİkatları, Yüce Allah'ın hukukunu ve kulların haklarını eksiksiz olarak ve sırf rabbinİn rızası için, ahîret yurdunu hedefleyerek yerine getirir. Bu görevleri eda ederken duysunlar, görsünler için değil, baş olma, öne çıkma sevdasıyla değil, yalnız ve yalnız Allah'ın sevgi ve rızasını kazanmak gayesiyle hareket eder. Bu yolla İman ve tevhidi mükemmeliyet kazanır.
İmana ve tevhide aykırı en önemli hususlardan biri insanlara gösteriş yapmak, övgü ve saygılarını kazanmak için ya da dünyalık amaçlarla amelde bulunmaktır. Böyle bir amaç, ihlâs ve tevhidi zedeler.
Riya konusunun detaylandırılması gerekir:
İnsanı amele sevkeden faktör insanlara gösteriş yapmak düşüncesi ise ve bu bozuk gaye üzerinde devam edilirse, yapılan amel boşa gitmiş olur. Bu yapılan küçük şirktir. Büyük şirke yol açmasından endişe edilir.
Şayet insanı amele sevkeden etken Allah rızasını kazanmak isteği İle birlikte insanlara gösteriş düşüncesi ise ve yaptığı amel ile gösterişte bulunmaktan geri durmazsa, nasların zahirine göre böyle bir amel de batıldır.
Kişiyi amele sevkeden saik, yalnızca rabbinin rızasını kazanmak olur da sadece amel esnasında riya düşüncesi arız olur ama kendini kontrol edip bu düşünceyi bertaraf eder ve ihlası-nı muhafaza ederse, bir zarar söz konusu olmaz. Ancak kendi haline bırakarak riya düşüncesini izale etmezse, amelde eksiklik meydana gelir. Kalbindeki riya nisbetinde İman ve ihlasın-da zayıflık oluşur. İnsanın işlediği amelîn Allah için olmasını sağlaması ve şirk şaibesine karşı muhafaza etmesi gerekir.
Riya önemsenmesi gereken büyük bir afettir. Yoğun tedavi gerektiren bir hastalıktır. Riya karşısında nefsin ihlâsa alıştırıl-masi gerekmektedir. Riyanın etkisiyle oluşan düşüncelere ve zararlı hedeflere karşı koyabilmek için nefisle mücahede içinde bulunulmalıdır. Riyanın ortadan kaldırılabilmesi için yardımına başvurmakla Yüce Allah, kulun iman safiyetini sağlayarak tevhidi gerçekleştirmesine yardımcı olacaktır.
Dünya ve dünya menfaatlerinin kazanılması için amel işlemek: Kulun bütün hedef ve maksadı böyle bir amaca yönelik ise ve Allah rızası, ahiret gibi bir gayesi yoksa ahiretten hiçbir nasip elde edemez.
Bu nitelikte bir vasıf, müminden asla sudur etmez. Çünkü mümin, ne kadar imanı zayıf da olsa, Allah rızasını ve ahİreti hedeflemelİdir.
Ancak birbirine eşit ya da yakın derecede hem Allah rızasını kazanmak, hem de dünyayı elde etmek için amel işleyen kimse, mümin bile olsa imanı, tevhidi ve İhlâsı eksiktir. İhlâs mükemmelliğini yitirmesi nedeniyle ameli de eksiktir.
İnsan ameli sırf Allah rızası için ihlâsla yapmakla birlikte dinin ikâmesine yardımcı olmak üzere yaptığı amel ve çalışmadan dolayı -hayır İşlerine yönelik Ödenekler, cihad etmesi dolayısıyla ganimet vb. alan mücahid, cami, okul benzeri dinî vazifeleri ifa edenlere yönelik ödemede bulunan vakıflar gibi-belü bir ödenek alıyorsa, dünyalık bir amaç güdülmedİğinden dolayı kulun imanına ve tevhid inancına zarar vermez. Bununla kastedilen, dinî amaçlardır; dinin ikâmesi için yardımcı olacak hususlardır.
Bu nedenden ötürü Allah zekât, ganimet gibi şer'î gelirlerde dinî ve faydalı dünyevî işleri gerçekleştiren kişiler için önemli bir pay tayin etmiştir.
Yukarıdaki satırlarda yapılan detaylı açıklamalar bu derece önemli bir konunun hükmünün ne olduğunu ve her şeyin yerli yerine konulması gerektiğini göstermektedir. Allah en iyisini bilir.
Ibn Abbas radıyallâhu anhumâ şöyle der; "Üzerinize gökten taş düşmesi yakındır. Ben ' Peygamber saîlallâhu aleyhi ve sellem şöyle söylüyor' diyorum; siz ise 'Ebû Bekr ve Ömer şöyle söyledi' diyorsunuz."
İmam Ahmed b. Hanbel rahimehullâh şöyle demektedir: "İsnadı ve onun sıhhatini bilip de Sufyân'ın görüşünü benimseyen kimselere hayret ediyorum. Allah şöyle buyuruyor: «.. .O'nun emrine aykırı davrananlar, ballarına bir fitne gelmesinden veya kendilerine çok elemli bîr azap isabet etmesinden sakınsınlar.» (Nûr, 63) Fitnenin ne olduğunu bilir misin? Fitne şirktir. O'nun sözleri reddedildiği zaman kalbde bir sapıklık meydana gelir sonrada helak olur."
Rivayete göre 'Adiy b. Hatim radıyallâhu anh Peygamber sal-lallâhu aleyhi ve selîem'in «(Yahudiler ve hıristiyanlar) Allah'ı bırakıp alimlerini (hahamlarını) ve rahiplerini rabler edindiler. Meryem oğlu Mesîh/İsa'yı da... {Halbuki} Tek bir ilaha ibadetten başkası ile em-rolunmamıılardı. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.» (Tevbe, 31) mealindeki âyeti okuduğunu duyunca, "Biz onlara ibadet etmezdik" demiştir. Rasûlullah sal-lallâhu aleyhi ve sellem: «Allah'ın helal kıldıklarım haram kılarlar siz de bunu kabul etmez miydiniz? Allah'ın haramlarını helal kılarlar bunu olduğu gibi kabul etmez miydiniz?» diye sorunca, "Evet, öyle demiştir." Peygamber salkllâbu aleyhi ve seüem: «İşte bu da onların İbadetidir.» buyurmuştur."
[122] Ahmed ve Tirmİzî rivayet etmiş; Tirmizî hasen olduğunu belirtmiştir.
1. Nûr Sûresi'ndekİ âyetin tefsiri.
2. Tevbe Sûresi'ndekİ âyetin tefsiri.
3. Adiy radıyallâhu anh'ın reddine konu olan İbadetin ne anlama geldiği.
4. İbn AbbaS radıyallâhu anhumâ'nitl EbÛ Bekr Ve Ömer radıyallâhu anhumâ'yi; Ahmed rahimehullâh'in da Sufyan'ı örnek olarak göstermesi.
5. Bugün durum öyle bir noktaya varmıştır ki, birçok kimse abid ve zahİdlere ibadet etmekte bunu da -adını velayet koyarak- amellerin en faziletlisi görmektedirler. Alimlere ibadeti de ilim ve fıkıh olarak görmektedirler. Daha sonra öyle bir noktaya vardı kİ Allah'ı bırakıp İbadet ettikleri bu kimseler artık ne salihlerdendîr ne de diğer anlamıyla ancak cahil kimselerdir.
«Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını İleri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a küfretmeleri kendilerine emrolunduğu halde, tâğut'un önünde mubakemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor. Onlara: Allah'ın indirdiğine (Kitab'a) ve Rasül'e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. Elleriyle yaptıkları yüzünden baslarına bir felâket gelince de hemen, biz yalnızca İyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye yemin ederek sana nasıl gelirleri" (Nisa, 60-62)
«Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın', denildiği zaman, 'Biz ancak ıslah edicileriz' derler.» (Bakara, il) edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti çok yakındır.» (A'râf, 56)
û*6ftff»w hükmünü mü arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?»
(Mâidc, 50)
Abdullah b. Ömer radıyaüâhu anhumâ Rasûluüah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: «Sizden biriniz hevasını benim getirdiğime tabi kılmadıkça iman etmiş olamaz.»
[123] Nevevî "Hadis sahihtir. KltabU l-riUCCe'de sahih isnadla tarafımıza rivayet olunmuştur." der.
Şa'bî §öyle demektedir: "Münafıklardan biriyle bir Yahudi arasında bir anlaşmazlık vardı. Yahudi -rüşvet almadığını bildiğinden- 'Muhammed'in hükmüne başvuralım!* dedi. Münafık ise 'Yahudilerin hükmüne başvuralım!' dedi. Çünkü onların rüşvet aldıklarını biliyordu. Hükmüne müracaat etmek için Cuheyne kabilesinde bir kâhine gitmek üzere anlaştılar. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:
[124] «Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a küfretmeleri kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde mu~ hakemelesmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor. Onlara: Allah'ın indirdiğine (Kitab'a) ve Rasûl'e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. Elleriyle yaptıkları yüzünden baslarına bir felâket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak, istedik, diye yemin ederek sana nasıl gelirleri» (Nisa, 60-62)
Mezkûr âyetin davalı iki kişi hakkında indiği de söylenmiştir. Bu kişilerden biri "Durumu Peygamber sallaüâhu aleyhi ve sellem'in hükmüne arzdelelİm!" demiş; diğeri ise "Ka'b b. Eşrafa gidelim" demişti. Daha sonra Ömer radıyallâhu anh'ın hükmüne başvurdular. Birisi aralarında geçeni anlatınca Ömer radıyallâhu anh RasÛlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'İn hükmüne razı olmayana "Böyle mi?" diye sordu. O da "evet" deyince kılıçla vurarak Öldürdü.
[125]
1. Nisa Sûresi'nde bulunan âyetin tefsiri ve bu âyette tağutun. ne demek olduğuna yardım edecek anlamların bulunması.
2. Bakara Sûresi'ndeki «Onlara: 'Yeryüzünde fesat çtkarma-ytn', denildiği zaman, 'Biz ancak ıslah edicileriz' derler.» Ayet-i kerimesinin tefsiri.
3. A'râf Sûresi'nde yer alan «Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.» âyetinin tefsiri.
4. «Yoksa onlar cahîliye hükmünü mü arıyorlar?» âyetinin tefsiri.
5. İlk âyet-i kerimenin İniş sebebi hakkında Şa'bî'nin ifadeleri.
6. Gerçek ve sahte İmanın ne olduğunun açıklanması.
7. Ömer radıyallâhu anh İle münafık arasında geçenler.
8. Heva Rasûlullah'ın getirdiği ilkelere tabi kılınmadıkça imanın gerçekleşmeyeceği.
Müellifin bu satırları dile getirmesindeki hikmet açıktır. Çünkü rab ve ilahlık vasfına sahip olan hem kaderi, hem şer'î hem de cezaî hükümlerin sahibidir. Eş ve ortaksız olarak ilahlığı kabul edilip, ibadet edilen, İsyana yer vermeden mutlak iraat edilendir. Bütün diğer itaatlar O'na itaat etmenin ardından gelir ve ona tabidir, insan İlim ve yetki sahibi kimseleri O'nun konuma yerleştirir de onlara itaati asıl olarak görürse ve Allah ile Rasûlü'ne itaati bu itaate tabi kılarsa, tam anlamıyla küfre girmiş olur. Hüküm ve otorite yetkisi de —tıpkı ibadet gibi- tamamen Allah'a aittir.
Her bir kul üzerine vacip olan şey Allah'tan başka hakim tanımaması, insanlar arasında meydana gelen anlaşmazlıkları Allah ve Rasûlü'nün hükmüne göre çözüm lenmesidir. Kul, sırf rabbinin rızasını kazanmaya yönelik olarak dinini ve tevhidini ancak bu yolla kemale erdirebİlir.
Allah ve Rasûlü'nden başka kimselerin hükmüne başvuranlar tağutun hükmüne müracaat etmiş olurlar. Böylesi mümin olduğunu iddia etse bile yalan söylemiş olur.
Dinin temel esaslarında olsun furûâtında olsun ve müellifin son babda zikrettiği gibi bütün haklar konusunda olsun Allah ve Rasûlü'nün hükmü kabul edilmeksizin iman sahih de olmaz, tamam da.
Allah ve Rasûlü dışında birilerinin hükmüne müracaat eden kendisine bir başkasını rab edinmiş, tağutun hükmüne yönelmiş olur.
«Onlar Rahmân'a küfrediyorlar. De ki: O benim rabbimdir. O'ndan başka ilah yoktur. Ben ona tevekkül ettim ve tevbem O'nadtr.» (Ra'd, 30)
Sahîb-i BuhârTde yer aldığına göre Ali radıyallâhu anh "insanlara anlayabildikleri şeyleri anlatın! Allah ve Rasûlü'nün yalanlanmasını ister misiniz?"
[126] demݧtir.
Abdurrezzâk, Ma'mer ~* Ibn Tâvûs --* babası yoluyla Ibn Abbâs radıyallâhu anhumâ hakkında şöyle rivayet eder: "Ibn Abbas radıyaJlâhu anhumâ, Sıfatlar konusunda Peygamber sallaliâhu aleyhi ve sellem'in bir hadisini duyunca reddedercesine hareket yapan bir adam gördü ve 'Bunları ayıran nedir? Muhkemi İle karşılaşınca yumuşaklık görüyorlar; müteşabihi ile karşılaşınca da helak oluyorlar.' dedi."
[127]
Kureyş kabilesi, Rasûlullah'ın Rahman lafzını söylediğini duyduklarında reddettiler. Bunun üzerinde haklarında Allah: «Onlar Rahmân'a küfr ediyorlar.» âyetini İnzal buyurdu.
[128]
1. İsim ve sıfatlardan birini inkar edenin imanın bulunmadığı.
2. Ra'd Sûresi'nde bulunan âyetin tefsiri.
3. Dinleyenin anlayamacağı konulardan bahsedilmemesi.
4. Direkt olarak bir münker kastedilmiş olmasa da bunun gerekçesinin Allah'ı ve Rasûlü'nü yalanlamaya sebep vermesi.
5. Ibn Abbas radıyallâhu anh'ın bu hususlardan herhangi birinin reddedilmesinin kişinin helakine neden olacağını bildirmesi.
İmanın aslı ve üzerine yapılandırıldığı temel, Allah'a, İsimlerine ve sıfatlarına İmandır.
Kulun bu konudaki ilim ve imanı kuvvetlendikçe, Allah'a ibadetini devam ettirdikçe tevhidi de güçlenir. Allah'ın kemal sıfatlarına sahip olmakta tek, azamet, celal ve cemal sıfatlarında hiçbir dengi bulunmayacak şekilde e§sîz olduğu bilindiği taktirde gerçek manadaki tek ilah olduğu da böylelikle anlaşılmış olur. Diğer varlıkların Hanlıkların asılsız ve batıl olduğu da böylece ortaya çıkar. Allah celle celâluhû'nun isim ve sıfatlarından herhangi birini inkar eden tevhidi bozan ve tevhide aykırı düşen bir şey ortaya atmış demektir. Böyle bir tutum küfrün şubelerinden sayılır.
«Onlar Allah'ın nimetini bilirler (itiraf ederler). Sonra da onu İnkar ederler. Onların çoğu kafirdir.» (Nahl, 83)
Mana olarak Mücahid şöyle der: "Bu âyette İfade edilen, birinin 'Bana ne ki! Bunu ben atalarımdan miras olarak aldım.' Şeklindeki sözüdür.
Avn b. Abdillah: 'Falanca olmasaydı, böyle olmayacaktı.' derlerdi, der."
Ibn Kuteybe de "Bunlar bizim ilahlarımızın şefaati sayesindedir, derlerdi" demektedir.
1- Abbâs içerisinde kudsî hadis olarak: «Kullarımdan 1 bana inanır ve inkar eder olarak sabahladı» -Önceki sayfa-bu hadis geçmişti- ifadelerinin yer aldığı Zeyd b. Halid hadisinin ardından §öyle demiştir: "Kitab ve sünnette bununla İlgili hususlar çoktur. Allah kendi nimetlerini başkalarına nispet edip şirk koşanları kınamaktadır.
Seleften bazısı "Bunlar, 'Rüzgar güzel ve hoştur', 'Kaptan beceriklidir' gibi sözlere benzer. Dillerde buna benzer sözlerin dolaştığına sıklıkla rastlanır.
1. Nimetin tanınması ve İnkar edilmesinin tefsiri.
2. Bunların konuşmalarda insanlar tarafından sıklıkla kullanılmaları.
3. Bu tür sözlerin nimetin İnakrı olarak isimlendirilmesi.
4. İki zıddın bir kalpte bir arada bulunması.
«Onlar Allah'ın nimetini bilirler (itiraf ederler). Sonra da onu inkar ederler. Onların çoğu kafirdir.» (Nahl, 83)
Daha önce de ifade edildiği üzere kullara düşen nimetlerin hem sözle, hem de gönülden kabul yoluyla Allah'a nispet edilmesidir. Tevhid bu yolla kemale erer. Yüce Allah'ın nimetlerini hem kalbi, hem de dili İle inkar eden kafirdir ve din namına hiçbirşeyi kalmamıştır.
Nimetlerin tümünün Yüce Allah'tan geldiğini kalben ikrar edip de -çoğu kimsenin yaptığı gibi- dili ile bazen Allah'a, bazen kendine, bazen çaba ve gayretlerine nispet etmek tevbe-yi gerektiren bir tutumdur. Nimetlerin ancak ve ancak sahibine nispet edilmesi gerekir. Bu konuda insan kendisini ve dilini alıştırmalı, mücadele etmelidir. İmanın kemale ermesinin bir şartı da söz ve kalbî itiraf olarak nimetlerin Allah'a izafesidir.
îmanın başı sayılan şükrün üç rüknü bulunmaktadır:
a) Hem kendisine, hem de diğer yaratıklara verilen nimetlerin Allah celle celâluhû'dan geldiğini kalben itiraf etmek,
b) Bu nimetlerin Allah celle celâluhû'tan olduğunu lisanen ifade edip, Allah celle celâluhû'yu övgüde bulunmak,
c) Nimeti verene itaat ve ibadet görevini eda ederken bu nimetlerin yardımından da istifade etmek. Allah en iyi bilendir.
«Artık bunu bile bile Allah'a niddler edinmeyin.» (Bakara, 22)
Ibn Abbâs radiyallâhu anhumâ bu âyet-i kerimede geçen endâd kelimesi hakkında şunları söyler: "Bu şirk demektir. Karanlık bir gecede kara bîr taşın üzerinde karıncanın ayak izinden daha gizlidir, 'Ey falan! Allah'a, senin ve benim hayatıma yemin olsun!', 'şu kÖpekcağız olmasaydı hırsızlar musallat olurdu!', 'Evde ördek olmasaydı, hırsızlar dadanırdı', 'Sen ve Allah İsterse, ...', 'Allah ve falanca olmasaydı' gibi bütün sözler şirktir."
Ebû Hatim rivayet etmiştir.
Ömer b. Hattab radıyallâhu anh Rasûlullah'ın şu hadisini rivayet eder: «Allah'tan başka bîr varlığa yemin eden küfre girmiş ya da şirke düsmÜŞ olur.»
[129] Tirmizî rivayet edip hasen olduğunu bildirmiştir. Hâkim de sahih olduğunu ifade eder.
İbn Mes'ûd radıyallâhu anh şöyle demektedir: "Allah adına yalan yere yemin etmek, Allah'tan başkası adına haklı olarak yemin etmekten daha sevimlidir."
[130]
Huzeyfe radıyallâhu anh Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'İn §U hadisini rivayet etmektedir: «Allah ve falanca dilerse, demeyin! Ama 'Allah, sonra da falanca dilene' diyebilirsiniz.»
[131] Ebû Dâvûd sahih senedle rivayet etmiştir.
İbrahim en-Neha'î'den nakledildiğine göre; 'Allah'ın ve senin korumana sığınıyorum' demeyi mekruh görür; 'Önce Allah'ın, sonra senin korumana sığınıyorum' demeyi caiz addederdi. 'Allah ve falan kişi olmasaydı' denilemeyeceğini; fakat 'Önce Allah sonra falanca olmasaydı' denilebileceğini İfade etmiştir.
1. Endâdm ne olduğu konusunda Bakara Sûresi'nde geçen âyetin tefsiri.
2. Ashab-ı kiram, büyük şirk hakkında nazil olmuş olan âyeti küçük şirki de kapsayacak şekilde tefsir etmektedirler.
3. Allah'tan başkası adına yemin etmek şirktir.
4. Allah'tan başkası adına yemin edilmesi yemin-i ğamûs-tan daha tehlikelidir.
5. Allah ve sen' ifadesi ile 'Önce Allah, sonra sen' ifadelerine değişik anlam kazandıran vâv (ve) İle sÜmme (sonra) edatları arasındaki fark.
«Artık bunu bile bile Allah'a şirk koşmayın.» (Bakara, 22) Daha önceki bir babda başlık olarak «insanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar (endâd) edinir de onları Allah'ı sever gibi severler.» (Bakara, 165) âyeti zikredilmiştir. Bununla kastedilen büyük şirktir. İbadet, sevgi, korku, ümit vb. ibadetlerde Allah'a ortak koşulmasıdtr.
Sadedinde bulunduğumuz babda ise amaç, Allah'tan başkasına yemin etmek, 'Allah ve sen olmasaydın', 'Allah ve senin adına' gibi sözlerle Allah ile yaratıklarını ortak kılmak. 'Bekçi olmasaydı hırsızlar musallat olurdu', 'şu ilaç olmasaydı hayatını kaybederdi', 'falanın ticarî kabiliyeti olmsaydı bu duruma gelemezdi' tarzındaki sözlerle eşyayı ve eşyanın meydana gelişini Allah'tan başkasına izafe etmek suretiyle gerçekleşen küçük şirkin ele alınmasıdır. Bütün bunlar tevhide zıttır.
Bütün işlerin, meydana gelişlerinin ve sebeplerle sağlanan faydantn daha başlangıçta Allah'a ve iradesine izafe edilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte ardından sebep ve faydası zikredilebilir. Sebeplerin Allah'ın kaza ve kaderine bağlı olduğunu bildirmek için 'Önce Allah sonra şöyle olmasaydı' denilebilir.
Kul kalbinde, kavlinde ve fiilinde Allah'a ortak kılmaktan kaçınmadığı sürece tevhidi mükemmelleşmez.
İbn Ömer radıyallâhu anhumâ'dan gelen rivayete göre Peygamber sailallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Babalarınız adına yemin etmeyin1. Allah adına yemin eden dürüst olsun! Allah adına edilen yemine muhatap olan razı olsun! Kazı olmazsa Allah'a yakın -»
[132] İbn Mâce Hascn senedle rivayet etmiştir.
1. Atalar adına yemin etmenin yasaklanmış olması.
2. Allah adına yapılan yemine muhatap olanın razı olması gerektiği.
3. Razı olmamak karşısındaki va'îd.
Bu bâbla amaçlanan, dürüstlük, hayır ve adil olmakla tanınan davalı kimsenin yeminine muhatap olunduğunda yeminine aza ve kanaat gösterilmesi gerekir. Çünkü aksini gösteren kesin bir bilgi bulunmamaktadır.
Müslümanların rablerinİ yüceltmeleri ve üstün derecede saygı duymaları hasebiyle Allah adına yapılan yemine de razı olmaları gerekmektedir.
Allah adına yemin edilip de talaka yemin etmekten ya da kendisine beddua etmekten başkasına razı olunmuyorsa, bu da va'îd kapsamına girer. Çünkü böyle bir tutum, Allah'a karşı saygısızlık ve edepsizlik demektir. Allah ve Rasûlü'nün hükmüne ekleme yapmak anlamındadır.
Günah işlemek ve yalan söylemekle tanınan kimse, yalan olduğu kesin bilinen bir konuda yemin ettiğinde nzalıkla karşılanmaması mezkûr va'îd kapsamında değerlendirilmez. Çünkü yemin sahibinin kalbinde ettiği yemine İnsanların güvenmelerini sağlayacak kadar Allah saygısı bulunmamaktadır. Durumu kesin bilinmesi dolayısıyla bu kimsenin yeminin n-zalıkla kabul edilmemesi va'îd İle karşılık bulmaz. Allah celle celâluhû en iyisini bilendir.
Kuteyle'den rivayet edildiğine göre bir Yahudi, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'e geldi ve 'Sİz §irk koşuyorsunuz. Çünki'-'Allah ve sen dilersen' diyorsunuz. Ayrıca 'Kabe'ye yemiı olsun ki' diye yemin ediyorsunuz.' dedi. Rasûlullah sallaüâh aleyhi ve sdlem ashaba yemin etmek istedikleri zaman 'Kabe'nîı rabbine yemin olsun ki' diye yemin etmelerini ve 'Önce Allah sonra sen dilersen' demelerini emretti."
[133] Nesâî rivayet etmiş ve sahih olduğunu bildirmiştir.
Yine Nesâî'de İbn Abbâs radıyallâhu anh'tan gelen bir rivayete göre "Bir adam Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'e 'Allah ve sen dilersen' deyince, Rasûîullah: «Beni Allah'a ortak mı kılıyorsun? Yalnızca Allah dilerse» buyurmuştur."
[134]
İbn Mâce'de Aîşe radıyallâhu anhâ'nın ana bir kardeşi olan Tu~ feyl'den rivayete göre şöyle anlatmaktadır: "Rüyada bir grup yahudînin yanına geldim. 'Siz bir kavimsiniz; keşke Uzeyr Allah'ın oğludur, demeseniz.' dedim. Onlar da 'Siz de bîr kavimsiniz; siz de keşke Allah ve Muhammed dilerse' demeseniz' dediler. Daha sonra bir grup hıristiyanın yanına uğradım. Onlara 'Siz bir kavimsiniz; keşke Mesih Allah'ın oğlu demeseniz' dedim. Onlar da 'Siz de bîr kavimsiniz; keşke Allah ve Muhammed dilerse' demeseniz' dediler. Sabah olunca, gördüklerime anlattım. Daha sonra Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'İn yanına gittim ve ona da anlattım. Bana: «Hiç kimseye anlattın mı?» diye sordu. 'Evet' dedim. Allah'a hamd u senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu: «Tufeyl bir rüya görmüş ve içinizden gördüğü kimselere anlatmış. Siz bir söz söylediniz. Şu şu nedenler bu sözü size yasaklamama engel oldu. 'Allah ve Muhammed dilerse' demeyiniz! Yalnız Allah dilerse' dey iniz!
[135]
1. Yahudilerin de küçük şirki bildikleri.
2. İsterse insanın anlayabileceği.
3. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in: «Beni Allah'a ortak mı kılıyorsun?» sözü. Rasûîullah mezkûr İfadeler karşısında böyle diyorsa, 'Ey en mükerrem insan! Ne oluyor kî bana senden başkasına iltica ediyorum!?' gibi söz ve şiirleri söyleyenlere ne denmeli?
4. Rasûlullah'ın: «Şu şu nedenler bu sözü size yasaklamama engel oldu» sözü dolayısıyla bu ifadelerin büyük şirk kapsamında değerlendirilmediği.
5. Salih rüyalar vahyin kısımlanndandır.
6. Salih rüyalar bazı ahkâmın belirlenmesinde sebep teşkil edebilirler.
Bu bâb da bir önceki «Artık bunu bile bile Allah'a şirk koşmayın.» (Bakara, 22) âyetinin konu edildiği bâb kapsamındadır.
«Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yasadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder. Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar.» (Câsiye, 24)
Sahih'de Ebû Hurayra radıyallâhu aoh Peygamber sallaliâhu aleyhi ve sellem'den §u kudsî hadisiyİ rivayet etmektedir: «Ademoğlu zamana söverek bana eziyet etmektedir. Dehr/zaman benim. İşler benim elimdedir. Geceyi ve gündüzü evirip çeviririm.»
[136] Bir diğer rivayette de şöyle buyurulmaktadır: «Zamana sövmeyiniz! Çünkü zaman (diye onların sövüp durduktan} ancak Allah'tır.»
[137]
1. Zamana sövmenin yasaklanmış olması.
2. Zamana sövmenin Allah celle celâluhû'ya eziyet olarak isimlendirilmesi.
3. «Allah dehrdir.» sözü üzerinde düşünülmeli.
4. Kişi kalben kasdetmese de dili ile sövmesi muhtemeldir.
Bahsedilen bu husus, cahileyyede sıklıkla gömlektedir. Fasık, akli dengesi bozuk ve ahmak birçok kimse de onların yoluna uymuştur. Zaman içerisinde meydana gelen olaylar kendi İsteklerinin aksı istikamette cereyan ettiğinde zamana ve vakte sövmeye; hatta lanet etmeye başlarlar. Bunun nedeni din zayıflığı, ahmaklık ve cehalettir. Çünkü zamanın kendisi hiçbir tasarrufa sahip değildir. Zaten zamanın kendisi idare ve tasarruf altındadır. Zaman üzerindeki tasarrufların tümü izzet ve hikmet sahibi Yüce Allah'ın tasarruflarıdır. Dolayısıyla zamana yapılan sövgüler aslında Allah celle celâluhû'ya yapılmış demektir.
Zamana sövmek dinde ve akılda noksanlık alametidir. Bu sebeple musibetler artmakta, büyümekte ve sabır kapılan kapanmaktadır. Bu tarz tavırlar sergilenmesi tevhide aykırıdır.
Mümin tüm tasarrufların Allah'ın kaza, kader ve hikmeti ile gerçekleştiğini bilir. Allah ve Rasûlü'nün ayıp ve kusurlu saydıklarının dışındaki şeyleri ayıplı görmeye yeltenemez. Bilakis Allah'ın tasarruflarına rıza ve teslimiyet gösterir. Çünkü tevhidin mükemmelliği ve huzur bu şekilde sağlanabilir.
Sahİh'de yer alan rivayete göre Ebû Hurayra radıyallâhu anh Peygamber salkliâhu aleyhi ve sellem'den şu hadisini aktarmaktadıt: «Allah katında en çirkin İsim, insanın kendisini melikul emlâk (mülkler sahibi) olarak isİmlendîrmesİdir. Allah'tan başka malik yoktur.»
[138] Sufyan 'Şahlar şahı (şahınşâh) da bunun gibidir.' der.
[139]
Bir diğer rivayette:
[140] «Allah katında kendisine en çok gayz edilen, en pis kişi, ...» olarak İfade edilmektedir.
Hadisin metninde geçen ahna' kelimesi, çirkin, düşük, değersiz anlamına gelir.
1. Melİku'l-emlâk adıyla anılmanın yasaklanmış olması.
2. Sufyan'ın da dediği gibi bu manaya gelen isimlerle anılmak da yasak kapsamındadır.
3. Kalbin manasını kesin olarak hedeflememesİyle birlikte bu ve benzerleri hakkında söylenen şiddetli ifadelerin İyi anlaşılması gerekir.
4. Bunun nedeninin de bizzat Allah sebebiyle olduğu bilinmelidir.
Rİvâyete göre Ebû Şurayh'ın künyesi Ebu'l-Hakem idi. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem kendisine: «Hakem Allah'tır ve hüküm O'na aittir.» dedi. Bunun üzerine Ebû Şurayh, "Kavmim bir konu hakkında anlaşmazlığa düştüklerinde bana geldiler. Ben de aralarında hükme vardım. Davalı İki taraf da hükmümü rızalıkla kabul ettiler." dedi. Ardından Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem: «Ne güzel! Çocukların var mt?» dedi. "Şurayh, Müslim ve Abdullah" dedim. «En büyükleri hangisi?» dedi. sen Ebû Şurayb'sm.» buyurdu.
[141] Ebû etmiştir.
manası kastedİlmese bile Allah'ın isim ve sıfatlarına s gösterilmesi gerektiği.
2. Bu sebeple isimlerin değiştirilmesi.
3. Künye İçin oğulların en büyüğünün isminin seçilmesi.
Bu bâb, bir Önceki babın şubesidir. Niyetlerde, sözlerde ve fiillerde Allah'a hiçbir şeyin ortak kıhnmaması gerekmektedir. Hiçbir kimse kadılar kadısı (kâdı'l-kudât), melikler meliki, hâkimler hâkimi, Ebu'l-hâkem gibi AlIah'In isim ve sıfatlarında ortaklık ifade edecek isimler alamaz. Bütün bunlar tevhidin, AlIah'In İsim ve sıfatlarının muhafazası için birer tedbirdir. Aynı zamanda Allah'ın hak ve Özelliklerinde herhangi bir kimsenin ortak kılındığı kanısı uyandıracak lafızlarda dahi şirke sebep olması muhtemel vesilelerin önüne geçilmesi anlamına gelmektedir.
«Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış yakalamıyorduk, derler. De ki: Allah İle O'nun âyetleriyle ve O'nun peygamberi İle mi alay ediyordunuz?» (Tevbe, 65)
Hadisleri birbiri içine katılmış olarak İbn Ömer, Muhammed b. Ka'b, Zeyd b. Elsem ve Katâde'den rivayet edildiğine göre; "Tebuk Gazvesi'nde bir adam 'Bu kurralarımız gibisini görmedik. En rağbeli bir soya, hiç yalan söylemeyen bir dile, düşman karşısında kırılmaz bir cesarete sahiptirler.' Adam bu sözüyle Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve scllem ve kura ashabını kastediyordu. Avf b. Mâlik radıyallâhu anh ona, 'Yalan söylüyorsun. Sen münafıksın! Yemîn olsun, seni Rasûlullah'a bildireceğim' dedi ve durumu haber vermek için Peygamber'İn yanına gitti. Kur'an vahyinin daha önce davranmış olduğunu gördü. O adam Rasûlullah'm yanına geldi. Devesine binip yolculuk yapmıştı. 'Ey Allah'ın rasûlü' dedi, 'Yolculuk çilesini biraz olsun azaltabilmek için kervandakİlerle böyle muhabbet edip, konu|uyorduk.' ibn Ömer radıyallâhu anhumâ 'Sanki onun Rasûlullah'ın devesinin yularına asılı olduğunu ve taşlar üzerinde sürüklenerek ayaklarının yara bere içinde kaldığını, bu sırada da: «biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk» dediğini ve Peygamber salkllâhu aleyhi ve seiiem'in kendisine iltifat etmeden ve daha fazla bir şey söylemeden sadece: «Allah ile O'nun âyetkriyle ve O'nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz? Bahane göstermeyin! îmanınızdan sonra küfrettiniz.» (Tevbe, 65) âyetini okuduğunu görüyor gibiyim.
[142]
1. önemli bir mesele olarak mezkûr konularla alay edilmesinin kişinin küfrüne sebep olduğu.
2. Zikredilen rivayet, kim olursa olsun bu tür alaycı tutumlar sergileyenler hakkındaki âyeti tefsir etmektedir.
3. Dedikodu ile Allah ve Rasûlü için nasihatte bulunmak arasındaki fark.
4. Allah'ın sevdiği af İle Allah düşmanlarına karşı sergilenen sertlik arasındaki fark.
5. Makbul olmayan bir hususun ileri sürülmesinin bahane sayıldığı.
Sözü edilen istihza! tutum, İmana taban tabana zıttır. İnsanı dinden çıkaran bir husustur. Çünkü dinin aslı Allah'a, kitaplarına ve peygamberlerine inanmaktır.
Bu bağlamda gösterilmesi gereken saygı da imanın gereklerindendir. Bilinmektedir kİ bu hususlar hakkında sergilenecek istihza ve aldırmazlık, mücerred küfürden daha tehlikelidir. Çünkü bu tür davranışlar küfür yanında ziyadesiyle hakaret ve aşağılama içermektedir.
Kafirler iki türdür: Yüz çevirenler ve muhalefet edenler.
Allah ve Rasûlü'ne karşı savaş açmış; Allah'a, dinine ve peygamberini yaralayan muhalif kafirler, küfür ve fesat bakımından en ileridedirler.
Belirtilen hususlardan herhangi birini alaya alanlar da bu kapsama dâhildirler.
«Andolsun ki, kendisine dokunan bir zarardan sonra Biz ona bir rahmet tatttrsak: bu, benimdir, kıyametin kopacağını sanmıyorum, Rabbime döndürülmüş olsam bile muhakkak o'nun katında benim için daha güzel şeyler vardır, der. Biz, İnkar edenlere yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve muhakkak onlara ağır azaptan tattıracağız.» (Fussilet, 50)
Mücahİd, âyette İşaret edilen vasıftakİlerin 'Bu benim alm-terimdir. Benim hakkımdır." dediklerini ifade eder.
Ibn Abbas radıyallâhu anhumâ da bu sözü söyleyenin tattığı rahmetin kendisinden kaynaklandığım söylemek istediğini belirtir.
Allah âyet-i kerimede şöyle bildirmektedir:
«Karun ise: O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi, demişti.» (Kasas, 78)
Katâde bunu şöyle açıklar: "Kazanç yollan hakkındaki bilgim sayesinde verildi,"
[143] Diğer alimlerin açıklamaları da şu şekildedir: "Allah benim kendisine ehil olduğumu bildiğinden bunları bahşetti." Mücahid'in "Şerefim sebebiyle bunlar bana verildi" açıklaması da aynı manadadır. o!"
EbÛ Hurayra radiyallâhu anh Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'İn şu sözünü aktarmaktadır: «İsrailoğullarmdan üç adamn vardı. Bir sedef hastalıklı, biri kel ve biri de kör idi. Allah bunları imtihana tabi tutmak istedi ve kendilerine bir melek gönderdi.
Melek sedef hastalıklı olana geldi ve 'En çok istediğin sef nedir?' dedi. Adam 'Güzel bir renk, güzel bir ten ve insanların beni ayıp-ladıkları ğu durumumun izale olması.' dedi. Melek adamı şöyle bir sıvazladı ve o kötü durumdan kurtuldu. Artık güzel bir renge ve güzel bir tene sahipti. Melek, 'Ene sevdiğin mal hangisi?' dedi. Adam 'Deve ya da sığır' -ravi İshak burada şek etmiştir- dedi. Kendisine on aylık gebe bir deve verildi. Melek 'Allah sana ve bu deveye bereket versin!' dedi.
Daha sonra melek kel olanın yanına geldi. Ona 'En çok ne istersin?' diye sordu. Adam 'Güzel bir saç ve insanlara tiksinti veren şu durumdan kurtulmak' dîye cevapladı. Melek onunda sıvazladı ve bu hali kayboldu. Kendisine güzel bir saç bahşedilmişti. Melek, 'En çok hangi maldan hoşlanırsın?' dedi. Adam 'Sığır ya da deve' dedi. Kendisine gebe bir sığır verildi. Melek 'Allah sana ve bu hayvana bereket versin!' dedi.
Ardından melek körün yanına geldi. 'En çok istediğin şey nedir?'
dedi. Adam, 'Allah'ın gözlerimi bana geri bahşetmesini ve İnsanları görmeyi isterim.' dedi. Melek adamı sıvazladı ve Allah görme gücünü adama tekrar geri bahşetti. Melek, 'En çok hangi malı seversin?' diye sorunca 'davarları' dedi. Adama yavrulu bir koyun verildi. Diğer ikisinin hayvanları da bununki de yavrulayıp ürediler. Birinin bir vadi dolusu devesi; birinin bir vadi dolusu sığın ve diğerinin de bir vadi dolusu davan olmuştu.
Daha sonra melek sedef hastalıklı biri kılığında sedef hastalıklı olan adama tekrar geldi. 'Fakir bir adamım, Yolculuğum sırasında tüm imkânlarım elden gitti. Bugün önce Allah sonra senin sayende yoluma devam eebİlirim. Sana bu güzel rengi, bu güzel teni ve malı veren Allah aşkına bir deve istiyorum ki yoluma devam edebileyim.' dedi. Adam 'Bir sürü hak, hukuk var!' dedi. Melek 'Ben seni sanki atnıyorum. Sen insanların görüntüsünden tiksindiği şu sedef hastalıklı fakır adam değil misin? Allah sana mal-mülk nasip etmişti.' dedi. Adam, 'Ben bu malı büyüklerimden miras olarak aldım' dedi. Melek, 'Eğer yalan söylüyorsan, Alah seni eski haline çevirsin!' dedi.
Sonra melek, kel olan adamın yanma onun eski kılığına bürünerek geldi. Bir öncekine söylediklerini buna da söyledi. Adam da diğeri gibi cevap verdi. Bunun üzerine melek, 'Eğer yalan söylüyorsan, Allah seni eski haline çevirsin!' dedi.
Ardından melek kör biri kılığında daha önce kör olan adamın yanına gitti. 'Ben fakir bir adamım. Yolcuyum. Yolculuğum sırasında tüm imkânlarım tükendi. Bugün önce Allah sonra senin sayende varacağım yere gidebİlirirm. Sana gözlerini geri veren aşkına yolculuğumda istifade edeceğim bir koyun versen bana!' dedi. Adam, 'Ben bir ama idim, Allah bana gözlerimi geri bağışladı, istediğini al; istediğini bırak! Allah'a yemin ederim, bugün Allah için alacağın herhangi bir şey konusunda seni zora sokmayacağım!' dedi. Bunun üzerine melek, 'Malın sende kalsın! Siz bir imtihandan geçirildiniz. Allah senden razı oldu. Diğer iki arkadaşına ise gazab etti.' dedi.»
[144] Buhârîve Müslim tahric etmiştir.
1. Mezkûr âyetin tefisirİ.
2. «Bu, benimdir» sözünün ne manaya geldiği.
3. «Kendİmdeki bilgi sayesinde verildi» sözünün ne manaya geldiği.
4. Anlatılan kıssadan çıkartılacak İbret ve dersler.
«Andolsun ki, kendisine dokunan bir zarardan sonra biz ona bir rahmet tattmak: Bu, benimdir, kıyametin kopacağım sanmıyorum, Rabbime döndürülmüş olsam bile muhakkak O'nun katında benim için daha güzel şeyler vardır, der.» (Fussüet, 50)
Bu başlıkla kastedilen, kendisine verilen nimet ve rızkın kendi mahareti, yetenek ve zekâsı sayesinde olduğunu iddia etmek ya da bu sebeplerle Allah'tan alacağı bir hak olduğunu İleri sürmek, tevhide aykırıdır. Çünkü hakiki mümin, Allah'ın zahir ve batın tüm nimetlerini İtiraf edip bu nimetlerden dlayı rabbini Övgüyle anan kimsedir. Bahşedilen nimetleri kendisine değil rabbinin fazlına ve İhsanına izafe eder. Bu nimetleri rabbine itaatta kullanır. Allah üzerinde alacağı bir hak olarak görmez. Bütün haklar Allah'a aittir. İnsan her yönden yalnızca Allah'ın kuludur. İman ve tevhİd ancak bu yolla kemale erer. Zıddı ile ise nimetlere nankörlük, kendini beğenmişlik ve en büyük ayıplardan sayılan şımarıklık zuhur eder.
«Fakat Allah o ikisine yaraşıklı bir çocuk verince, ikisi de tuttular Allah'a verdiği şey üzerinde birtakım ortaklar koştular. Allah ise onların koştuğu ortaklıktan yücedir.» (A'râf, 190)
İbn Hazm şöyle der: "Omerin kulu (Abdu Ömer), Kabe'nin kulu (Abdulkâbe) gibi Allah'tan başkasının kulu anlamına gelen rüm isimletin haramliğı üzerinde alimler ittifak etmiştir. Abdulmuttalib ismi bunun dışındadır."
[145]
Ayetin manası hakkında İbn Abbas radıyallâhu anhumâ'dan §öyle bir rivayet nakledilmektedir: "Adem aleyhisselâm hanımı ile cima edince, hanımı hamile kalmıştı. İblis yanlarına geldi ve korkutarak 'Ben sizi cennetten çıkaran dostunuzum. Ya bana itaat edersiniz ya da bebeğinize geyik boynuzu gibi boynuzlar takarım karnından çıkarken karnını parçalar. Yemin ederim bunu yapacağım! Mutlaka yapacağım! Ona Abdulharis (Haris'in kulu) adını verin!' dedi. İblis'e itaat etmediler. Bebek Ölü doğdu. Daha sonra tekrar hamile kaldı. İblis tekrar geldi. Aynı şeyleri yeniden söyledi. Yİne itaat etmediler. Bebek yine Ölü doğdu. Daha sonra tekrar hamile kaldı. İblis bir daha geldi. Aynı şeyleri söyledi. Çocuk sahibi olma sevdasına, de-dİği gibi Abdulharis adını verdiler. İşte: «... Allah'a verdiği şey üzerinde birtakım ortaklar koştular» âyeti budur."
[146] İbn Ebî Hatim rivayet etmiştir.
Aynı kaynakta sahih bir senedle rivayet edildiğine göre âyetin anlamı hakkında Katâde şöyle demektedir: "Allah'a ibadet konusunda değil, itaat hususunda ortakiar koştular,"
[147]
Yine aynı kaynakta sahih senedle gelen bir rivayette: «Andohun bize kusuzsuz bir çocuk verirsen...» (A'râf,l89) âyeti hakkında Mücahıd §öyle demektedir: "Doğacak bebeklerinin insan olmayacağından korkuyorlardı."
[148]
Hasan, Sa'îd ve daha başkalarından da bu manada rivayetler nakledilmiştir.
1. Allah'tan başkasına kulluk manası içeren her türlü ismi kullanmak haramdır.
2. Ayetin tefsiri.
3. Hakîki anlamı kastedilmeden sırf isimlendirmenin dahi şirkten olduğu.
4. Eli-ayağı düzgün, kusursuz bir kız evlat Allah'ın insana bahşettiği bir hibedir.
5. Selefin itaatta şirk ile ibadette şirk arasında fark belirtmeleri.
«Fakat (Allah) onlara kusunuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği bu çocuk hakkında (sonradan insanlar) Allah'a ortak koştular. Allah ise onların ortak koştuğu şeyden yücedir.» (A'râf, 190)
Bu babın hedefi, kendisine Allah tarafından bedenen kusursuz bir evlat bahşedilmiş olan kimsenin, çocuğunun dinini de kusursuz ve mükemmel kılmaya çalışarak nimetin daha bir eksiksiz hale gelmesine yardımcı olmaya çalışmasıdır.
Allah'tan gelen nimete şükretmek gerekir. Çocuklara verilen isimlere dikkat etmeli, Allah'tan başkasının kulu anlamına gelebilecek adlandırmalardan kaçınılmalıdır. Hiçbir nimet Allah'tan başkasına izafe edilemez. Bu tür tutumlar nimete nankörlük etmek olması yanında tevhide de zıttır.
«£» güzel İsimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun İsimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.»
(A'râf, 180)
ibn Ebî Hatim, İbn Abbâs radıyaîiâhu anhumâ'dan "Onun isimleri hakkında eğri yola gidenler" âyetinin 'şirk koşanlar1 olarak açıklandığını" rivayet etmiştir.
Yine Ibn Abbâs radıyaliâhu anhumâ'dan rivayet edildiğine göre "müşrikler putlarına İlah kelimesinden bozma olarak Lat; Azîz kelimesinden bozma olarak da Uzzâ ismini vermişlerdir."
A'meş'ten rivayete göre "Onun İsimleri hakkında eğri yola gidenler", bu isimlere olmayan isimleri ekleyenler" olarak açıklanmıştır.
[149]
1. Allah'ın İsimleri bulunduğu.
2. Bu isimlerin en güzel isimler olduğu.
3. Bu isimlerle dua edilmesi emredildiğİ
4. Cahillerden ve eğri yola sapan mülhidlerden aksi tutum sergileyenlerin terk edilmesi.
5. Esma-i husna konusunda ilhadın ne olduğunun açıklanması.
6. Eğri yola sapan mülhidlere va'îdde bulunulması,
«En güzel isimler (el-esmâu'l-husnâ) Allah'ındır. 0 halde O'na o güzel İsimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.»
(A'râf, 180)
Tevhidin aslı Allah ya da Rasûlulullah'ın kabul ettiği esma-i hüsnadır. Bu isimlerin ihtiva ettikleri yüce ve kıymetli manaların en güzel şekilde kavranması, bu isimlerle Allah'a dua ve ibadette bulunulmasıdır.
Kul dünya ve ahirete yönelik olarak rabbinden ne İstekte bulunursa bulunsun, esma-i hüsnadan münasip olanıyla tevessül etmelidir. Rızık isteyen Rezzâk İsmiyle; rahmet ve mağfiret isteyen Rahman, Rahim, Bİrr, Kerim, Afuv, Gafur, Tevvab vb. isimlerle dua etsin!
En efdal olanı, Allah'ın İsim ve sıfatları vesilesi İle ibadet amaçlı dua edilmesidir. Bunun yolu esma-i hüsnânın manalarının kalpte hazır olarak hissedilmesinden geçer. Bu vesileyle kalp, esma-i hüsnânın etkisini ve gereklerini kalbinde hisseder. En kıymetli bilgilerle dolar.
Meselâ; azamet, Kibriya, mecd, celal ve heybet ile alakalı isimler kalpte Allah'a karşı saygı ve ihtiram hissinin oluşmasına neden olur.
Izeer, hikmet, ilim, kudretle İlgili olan isimler Allah celle celâluhû'ya karşı huşu, hudu ve boyun eğmişlik duygusu verir.
İlim, haberdar olmak, kuşatıcıhk, murakabe, müşahede ile alakalı isimler insanın tüm davranışlarının Allah tarafından gözlendiği, bozuk düşünce ve iradelerinin gözlem altında bulunduğu duygusu verir.
Zenginlik ve lütuf anlamı etrafında dönen isimler insanın Allah'a muhtaç olduğu, her an ve halde O'na yönelmeye mecbur olduğu duygusu verir.
Kulun esma-i hüsna hakkındaki bilgilerinden ve bunlar vesilesiyle Allah'a karşı sergilediği ibadet dolayısıyla kalbinde oluşan bu anlayış ve hissiyattan daha yüce, daha efdal ve daha değetli olanı dünyada görülemez. Bunlar Allah tarafından kullara bağışlanan en büyük nimettir. Tevhidin ruhu ve rahmetidir.
İnsanın önünde açılan bu kapı, ancak kamil muvahhidler-de gerçekleşen haüs tevhid ve kamil iman kapısıdır.
Allah'ın isim ve sıfatlarının bulunduğunu kabul etmek, bu yüce hedefin temelini teşkil eder.
Allah'ın İsim ve sıfatları konusundaki ilhad İse bu büyük ve önemli hedef ile taban tabana zıttır.
İlhadın Türleri Ilhada sapan kişi,
* Cehmiyye ve benzerleri gibi esma-i hüsnânın manalarını kabul etmeyebilir.
* Rafızî ve diğer müşebbihe gibi Allah'ın isim ve sıfatlarını yaratıkların sıfatlarına benzetebilir. Meselâ; müşrikler gibi İslahtan bozma olarak Lat; Azİz'den bozma olarak Uzza ve Mennan'dan bozma olarak Menat şeklinde yaratılmışlara Allah'ın İsimlerini verebilirler. Allah'a ait olan isimlerden yeni isimler türeterek Allah celle celâluhû'nun kendine özgü haklarından bazısını, İbadet olunma hakkını bu yaratığa tanıyabilirler.
Allah'ın isimleri hakkındaki ilhadın hakikati, açıklamaları yapılırken, tevil, tahrif vb. yollarla lafız ve manalarıyla kastedilen hedeften saptınlmasıdır. Bütün bunlar tevhide ve İmana aykırıdır.
Sahih'de yer aldığına göre İbn Mes'ûd radıyallâhu anh şöyle anlatmaktadır: "Namazda Rasûlullah ile birlikte iken 'Kullarından Allah'a selam olsun! Falana ve falana da selam olsun!' derdik. Peygamber sallaliâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
«Esselamu alallah -Allah'a selam okun- demeyin. Allah kendisi selamdır.»
[150]
1. Selamın açıklanması.
2. Selamın tahıyye, yani esenlik ve selamet dileme oldu-
3. Allah'a hitaben bu tür dileklerde bulunulanı ayacağı.
4. Böyle bir dilekte bulunulanı ayacağının nedeni.
5. Allah'a nasıl selamlamada bulunulacağının Peygamber salkllâhu aleyhi ve sellem tarafından öğretilmesi.İİA
Peygamber saMlâhu aleyhi ve sellem bu manayı: «Allah kendisi selamdır.» sözüyle açıklamaktadır. Allah, her türlü ayıp ve noksanlıktan, herhangi bir mahluka benzemekten uzak olan selamdır. Kullarını afetlerden, belalardan selamete eriştirendir. Kullar hiçbir surette Allah celle celâluhû'nun seviyesine ulaşamazlar; dolayısıyla Allah'a hiçbir zarar ve fayda veremezler. Bilakis tüm yaratıklar tüm hallerinde Allah'a muhtaçtırlar. Allah Ganî (zengin, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan) ve Hamîd (sonsuz övgüye layık)'dİr.
İlgili hadisin devamında Peygamber iallallâbtı aleyhi ve sellem namazda bilinen tahıyyatın okunmasını tavsiye etmektedir, (çev.)
Sahih'de kaynaklarda Ebû Hurayra radıyallâhu anh'tan gelen bir rivayette Rasûlullah salkllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Herhangi biriniz 'Allah'ım, dilersen benî bağışla! Allah'ım, dilersen bana merhamet et!' demesin! İstediğini azmederek istesin! Çünkü Allah'ı zor altına sokacak kimse yoktur.»
[151]
Müslim'in rivayetinde: «(İstekte bulunan) İsteğe karp ciddiyet göstersin! Çünkü hiçbir şey Allah'a karşı büyük görünmez ve o isteği karşılar!»
1. Duada istisna yapmanın yasaklanması.
2. Bu konudaki iletin ne olduğu.
3. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sdlem'in: «isteğinde azimli davransın!» sözü.
4. İsteği ciddiyetle yapılması.
5. Bu konudaki emrin illeti.
Her şey Allah'ın irade ve meşietine bağlı olsa da rahmet ve mağfiret gibi dînî isteklerle afiyet, rızk gibi dine yardımcı dünyevî isteklerde bulunurken kulun ciddi ve ısrarcı olması ernredilmektedir. Bu istek, kulluğun kendisi ve özüdür.
Bunun yolu da İsteklerin meşiete bağlanarak şartlı bir şekilde değil emredildiği gibi direkt olarak kesin bîr biçimde arzedilmesİdir. Böyle bir tutum sergilenmesi tamamıyla hayırdır ve hiçbir zararı bulunmamaktadır. Allah karşısında büyük olan hiçbir şey bulunmamaktadır.
Bu tür isteklerde bulunmakla maslahat ve menfaati tahakkuk etmeyen ve meydana gelişi insan için hayırlı olup olmadığı kesin bilinmeyen belirli bazı isteklerde bulunulması arasında nasıl bir fark bulunduğu anlaşılmaktadır. İnsan, rabbine dua ederek iki durumdan kendisi için hayırlı olanın seçimini rabbine bırakabilir. Meselâ me'sur bir dua şöyledir: «Allah'ım, hayat benim İçin hayırlı ise beni yaşat! Vefatın benim için daha hayırlı olduğunu biliyorsan, canımı al!» İstihare duası da aynı şekildedir. Faydalı olduğu ve zararı bulunmadığı bilinen şeylerin İstenmesi, kulun bu tür isteklerini kesin bir dille yapıp meşiet şartına bağlamaması ile sonucu bilinmeyen, fayda ya da zarardan hangisinin ağır bastığı kestirilemeyen ve bu sebeple de her şeyi ilim, kudret, rahmet ve lütuf ile ihata eden Allah'ın seçimine bağlanması arasındaki ince fark iyi anlaşılmalıdır.
Sahih'de Ebû Hurayra radiyaîlâhu anh'ın anlattığına göre Rasûlullah sailallâhu aleyhi ve seüem şöyle buyurmuştur: «Herhangi biriniz (kölesine hitaben) 'Rabbini doyur, rabbine abdest aldır' dem> -sin! 'Efendim, sahibim!' desin! Herhangi biriniz 'Kulum!' demesi) ! 'Yardımcım, hizmetçim!' desin!»
[152]
1. 'Kulum, kölem' gibi ifadelerin yasaklanmış olması.
2. Kölenin 'Rabbim' diyemeyeceği; köleye de 'rabbİnİ doyur!' diye hitap edilemeyeceği.
3. Birinciye 'yardımcım, hizmetçim' denilmesinin Öğretilmesi.
4. İkinciye de 'efendim, sahibim' denilmesinin öğretilmesi.
5. Ağızdan çıkan kelime ve lafızlarda dahi tevhidi zedeleyebilecek unsurlara dikkat edilmesi gerektiği.
Bununla hedeflenen kulun uzak da olsa birtakım vehimlere ve sakıncalara yol açması muhtemel olan ifadeleri bırakıp daha zararsız sözcükler kullanmaya teşvik edilmesi. Meselâ 'kulum, kölem' yerine 'hizmetçim, yardımcım' denilmesi gibi. Bu tür İfadelerin kullanılması haram değildir. Fakat dilin muhtemel bir sakıncaya yol açmayacak tabirlere alıştırılın ası müstehabdır. Dilin sakıncalı unsurlardan en güzel şekilde korunması edep ve terbiyedendir. Kullanılan kelimelerde dahi edebe riâyet etmek, İhlasın mükemmellik göstergelerindendİr. Özellikle de bu tür sözcükler konumuz için en güzel örnektir.
İbn Ömer radıyallâhu anhumâ'dan rivayete göre Rasûlullah
saliallâhu aleyhi ve seilem şöyle buyurmuştur: «Al/ab adına istekte bulunana verini Allah adına korunmanıza sığınanı koruyun! Sizi davet edene icabet edin! Size İyilikte bulunanı mükâfatlandırın! Ödül olacak bir şey bulamazsanız mükâfatlandırmış olduğunuzu görene kadar
onun İÇİn dua edin!»
[153] Ebû Dâvûd ve Nesâî sahih senedle rivayet etmiştir.
1. Allah adına korunmak isteyenin korunması gerektiği.
2. Allah adına işsteyene verilmesi gerektiği.
3. Davete İcabet.
4. Yapılan İyiliğin ödüllendirilmesi.
5. Mükâfat vermeye güç yetiremeyenin yaptığı duanın da ödül yerine geçeceği.
6. «Mükâfatlandırmış olduğunuzu görene kadar,..» sözü.
Rivayete göre Câbir radıyaüâhu anh Rasûlullah'ın §u hadisini aktarmaktadır «Allah'ın yüzü ile yalnızca cennet istenir.»
[154] Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
1. Allah rızası vesile edilerek yalnızca arzulananların en zirvesinde olan cennet istenebilir.
2. Allah'ın yüzü olduğunun belirtilmesi.
Bir önceki bâb, kendisinden istekte bulunulan kimselere hitap etmektedir. En büyük vesile olan Allah celle celâluhû adına bir şeyler İstenildiğinde muhatap olanın Allah hakkına saygı ve İhtiram gereği ve Müslüman kardeşinin hakkının ödenmesi kabilinden olarak isteği geri çevirmemesi icab eder.
Sadedinde bulunduğumuz bâb istekte bulunanlara yöneliktir. İstekte bulunacak olanların Allah'ın isim ve sıfatlarına ihtiram göstermesi, Allah rızası İçin birtakım dünyevî İsteklerde bulunmaması gerekir. Allah rızası için istenebilecek en yüce ve üstün istek cennet ve nimetleridir; Allah'ın nzasıdır; O'nun kerîm olan yüzüne bakmakla ve kendisiyle konuşmakla lezzet bulmaktır. Allah aşkına istenebilecek en yüce istek bundan başkası değildir.
Dünyevî ve daha aşağı değere sahip istekler Allah'tan iste-necekse, Allah rızası vesile kılınarak istenebilir.
«Diyorlar ki: 'Eğer bu işten bize bîr yarar olsaydı, burada öl-dürülmezdik.' De ki: 'Eğer siz evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar yatacakları (ölecekleri) yerlere çokıp gidecekti. Allah bunu göğüs lerinizdekini denemek ve kalplerin izdekİn i temizlemek için yaptı. Allah göğüslerin özünü bilir.» (Âi-i imrân, «(Evlerinde) oturup da kardeşleri hakkında: 'Bize uy salardı öldürülmezlerdi' diyenlere, 'Eğer doğru sözlüinsanlar İseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!' de.» (Âi-i imrân, 168)
Sahih'de Ebû Hurayra radıyallâhu anh'ran gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: «Sana fayda veren şeye kant hırslı ol! Allah'tan yardım dile! Aciz olma! Bir musibet dokunursa, 'Eğer söyle yapsaydım, söyle söyle olurdu' deme. Bunun yerine 'Allah böyle takdir etmiş. O dilediğini yapar, 'eğer' sözü şeytanın etkisine kapı aralar.»
[155]
1. Al-i İmrân Sûresi'nde yer alan iki âyet-İ kerimenin tefsiri.
2. Musibet dokunduğunda 'eğer şöyle olsaydı...' gibi sözlerin söylenmesinin açıkça yasaklanması.
3. Bu tür sözlerin şeytanın etkisine kapı aralayacağının bildirilerek illetin ne olduğunun açıklanması.
4. Güzel söz söylemeye yönlendirilmesi.
5. Allah'tan yardım dilemekle birlikte fayda veren şeyler hırs göstermek emredilmesî.
6. Bunun zıddı olan acziyetin yasaklanması.
Şu bilinmeli ki, 'eğer' sözünün kullanımı övülen ve yerilen olarak İki kısma ayrılır.
Yerilen kullanım
İnsanın başına hoşlanmadığı bir hadise gelip de bunun üzerine 'Şöyle şöyle yapsaydım eğer, şöyle olurdu' demesidir.
Bu tür sözler şeytanın ilerindendir. Çünkü İki sakıncası bulunmaktadır:
a) Böyle sözler insanın önünde pişmanlık, öfke, hüzün gibi faydası olmayan ve kapatılması elzem olan kapılar açar.
b) Allah'a ve belirlemiş olduğu kadere karşı edepsizlik söz konusudur. Çünkü büyük olsun, küçük olsun tüm işler ve olaylar Allah celle celâluhû'nun kaza ve kaderine bağlıdır. Meydana gelen olayların önüne geçilemez; olacaksa olacaktır. 'Eğer şöyle olsaydı, böyle olmazdı', 'Eğer şunu yapsaydım, böyle olurdu' gibi sözler Allah celle celâluhû'nunkaza ve kaderi karşısında sergilenen bir tür itiraz, bir nevi iman zayıflığıdır.
Hiç kuşkusuz bu iki sakıncalı durumdan kurtulmadıkça insanın imanı ve tevhidi mükemmelleşemez.
Övülen kullanım
İnsanın hayır temenni ederek ya da bir bilgiyi ve hayrı öğretmek amacıyla 'eğer' sözünü kullanmasıdır.
Meselâ; Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in: "Eğer arkamda bıraktığım şu iş tekrar önüme çıksaydı, hedyi (kurbanlık hayvanı) yanımda getirmez, umreye başlardım."
[156] sözü, hayır temenni edenin: "Eğer falancadaki gİbİ malım olsaydı, onun gibi hayır işlerdim"
[157] demesi ve Mûsâ aleyhİsselâm ile Hızır kıssası konusunda: «Eğer kardeşim Mâsâ sabretseydi, Allah aralarında geçen olayları bize anlatırdı.»
[158] söylenmesi örnek olarak gösterilebilir.
'Eğer' sözü hayır temennisi amavıyla söyleniyorsa, övgüye değerdir. Kötülük temennisi ile söyleniyorsa yerilen türdendir.
'Eğer' sözünün kullanımı, kullanımına neden olan duruma göre farklılık arzetmektedir. Sıkıntı, hüzün, kaza ve kadere yönelik iman zayıflığı ya da kötülük temennisi gibi nedenlerden ötürü kullanılmaktaysa, bu tür kullanım yerilen türdendir. Hayra duyulan istek, başkalrının hayra yönelmesini sağlamak gibi sebeplerle kullanılmaktaysa övgüye değer bir kullanım olur. Bu nedenle müellif bâb başlığını her ikisine de muhtemel olacak şekilde zikretmiştir.
Ubeyy b. Ka'b radıyalîâhu anh'tan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Rüzgâra sövmeyin! Hoşlanmadığınız bir şey gördüğünüzde 'Allah'ım, senden bu rüzgârın ve rüzgârla gelenin ve muhatap olduğu emrin hayrım isterim. Rüzgârın, rüzgârla gelenin ve muhatap olduğu emrin şerrinden
Sana Slğintrim.' deyin!»
[159] Tirmizî sahih olduğunu beyan eder.
1. Rüzgâra sövmenin yasaklanması.
2. İnsanın hoşlanmadığı bîr şeyle karşılaştığında faydalı sözler söylemesinin teşvik edilmesi.
3. Rüzgârın emir altında olduğuna dikkat çekilmesi.
4. Rüzgarın bazen hayırla, bazen kötülükle emredilmemiş olması.
Daha önce zikredilmiş olan zamana sövmekle benzerlik arzetmektedir. Ancak o konu zaman içinde meydana gelen tüm olayları kapsarken bu, yalnızca rüzgârla alakalıdır. Rüzgâra sövmek haram olmakla birlikte, insanın aklî ve fikrî seviyesizliğinin de bir göstergesidir. Çünkü rüzgâr Allah'ın emri ve İdaresi altındadır. Dolayısıyla rüzgâra sövmek, dolaylı olarak rüzgârı İdare edene de sövmek demektir. Rüzgâra söven kimse genel olarak böyle bir maksadı gönlünden geçirmese de durum bundan daha kötüdür. Müslümanm gönlünden böylesi bir düşüncenin geçmesi mümkün değildir.
«Allah'ın hakkında gerçekle ilgisi bulunmayan cabiliyye zan-nında bulunuyorlar ve 'bu işte bize bir yarar var mı?1 diyorlar. De kî: 'bütün is. Allah'a aittir. Onlar içlerinde sana açıklayamadıkları Şeyleri saklıyorlar. Diyorlar ki: 'eğer bu işten bize bir yarar olsaydı, burada öldürülmezdik.' De ki: 'eğer siz evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar yatacakları (ölecekleri) yerlere çıkıp gidecekti. Allah bunu göğüslerinizdekini denemek ve kalpleri-nizdekini temizlemek için yaptı. Allah göğüslerin özünü bilir.» (Âl-i
İmrân, 154)
«(Bir de bunlar) Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir. Müslümanlar için bekledikleri kötülük çemberi başlarına gelsin! Allah onlara gazap etmiş, lanetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!» (Fetih, 6)
Ibnu'l-Kayyım birinci âyet hakkında şunları kaydeder: Bu âyetteki zan, Allah'ın peygamberine destek vermeyeceği ve davasının yok olup gideceği şeklinde tefsir edilmiştir.
Ayrıca başa gelenin Allah'ın kaderi ve hikmeti çerçevesinde gerçekleşmediği düşüncesinde olmak şeklinde de tefsir edilmiştir.
Kaderin, hikmetin, Rasûluüah'ın davasının tamama ermesinin ve Allah'ın onu din konusunda muzaffer kılmasının inkarı olarak da tefsir edilmiştir.
Fetih Sûresi'nde münafıkların ve müşriklerin sahip oldukları bildirilen kötü zan budur.
Bu gerçekten kötü bir zandır. Çünkü Allah'ın zatına, hikmetine, hamdına ve vaadine layık olmaktan oldukça uzaktır. Yakışıksızdır.
Batılı hak üzerine çıkarıp da böylelikle hakkın yok olacağını zanneden veya olan bitenin Allah'ın kaza ve kaderi çerçevesinde cereyan ettiğini inkar eden ya da kaderin hamdı gerektiren üstün bir hikmete mebni olduğunu kabul etmeyip bunun sadece soyut bir dilemeye bağlı bulunduğunu ileri sürenlerin zan ve inkarları küfür ehlinin zannıdır. Küfür ehli olanların tek nasibi cehennemdir.
Çoğu insan, kendileriyle ya da başkalarıyla ilgili hususlarda Allah hakkında su-i zanda bulunmakradır. Bu musibetten tek kurulabilen Allah'ı, isimlerini, sıfatlarını, hikmet ve hamdının gereklerini hakkıyla tamyabİlenierdir.
Nefsine nasihat eden akıllı kimse bu hususlara özen göstermelidir. Allah'a tevbe edip rabbi hakkında su-i zanda bulunmaktan dolayı istiğfar dilemelidir.
Şöyle bir araştırılsa kadere karşı bir hoşnutsuzluk, bir kınama sözkonusu olduğu görülebilir. 'Şöyle olması lazımdı; böyle olması gerekti' gibi sözler duyulabilir. Karşılaştığı şeyleri azımsayan ya da çok bulan kimseler olduğu müşahede edilebilir. Kendini bir yokla bakalım! Bu söylenenlerle senin alakan ne kadar?
Kurtulmuşsan bundan Amışsın yükü sırtından Yoksa saymam seni ben Kurtulmuş olanlardan
1. Al-i İmrân Sûresi'nde bulunan âyetin tefsiri.
2. Fetih Sûresi'nde bulunan âyetin tefsiri.
3. Zannın sayılamayacak kadar türü bulunduğu.
4. Su-i zandan ancak kendisini ve isim ve sıfatlarıyla rab-bini tanıyan kurtulabilir.
«Allah'ın hakkında gerçekle ilgisi bulunmayan cahilİyye zan-nında bulunuyorlar»
İnsan, Allah'ın kendisi hakkında bildirdiği isim, sıfat, mükemmellik gibi hususların tümüne İnanmadan, rabbînin bildirdiği her şeyi, yapacağı fiilleri, dinin muzaffer kılınıp hakkın gerçekleştirileceği, batılın yok edileceği yönündeki vaadleri tasdik etmeden imanı ve tevhidi gerçekleştiremez. Bunlara İnanmak imandandır. Kalbin bu hususlar karşısındaki huzuru İmandandır.
Buna aksi yöndeki tüm zanlar, tevhide aykırı cahiliyye zannıdır. Çünkü Allah hakkında kötü zan beslemek, mükemmelliğine aykırı bir kanıda bulunmak, verdiği haberi yalanlayıp vaadinde şüphe etmek demektir. Allah en iyisini bilir.
Ibn Ömer radıyallâhu anh; "Ibn Ömer'in canını elinde bulundurana yemin olsun ki! (Kader İnkarcılarından) birinin Uhut Dağı kadar altını olsa sonra bunu Allah yolunda infak etse, kadere iman etmedikçe Allah bunu kabul etmez." Dedi ve daha sonra Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in şu hadisinin delaletine baş vurdu: «îman Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, abiret gününe inanman; hayrı ve şerri ile kadere
İman etmendir.»
[160] Müslim rivayet etmiştir.
Rivayete göre 'Ubâde b. Sâmit tadiyallâhu anh oğluna şöyle demi§tir: "Yavrucuğum! Başına gelenlerin gelmemesinin mümkün olduğunu; başına gelmeyenlerin de gelmesinin mümkün olduğunu bilmeden imanın tadına eremezsin. Rasûlullah sal-lallâhu aleyhi ve sellem'İn şöyle buyurduğunu duymuştum: «Allah ilk Önce kalemi yarattı. Yaz' dedi. Kalem 'Ne yazayım, ya rabbi?' dedi. 'Kıyamet kopana kadar her şeyin kaderini yaz!' buyurdu.» Yavrucuğum! Rasûlullah'ın; «Bundan başka bir durum üzere ölen benden değildir.» Dediğini duydum."
[161]
İmam Ahmed'in bir rivayeti şu şekildedir: «Allah ilk önce kalemi yaratmış ve Yaz!' demiştir. 0 anda kıyamete dek olacaklar cari olmuştur.»
[162]
İbn Vehb'in rivayetine göre Rasûlullah saüailâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Hayrı ve şerri ile kadere inanmayanı Allah cehennem ateşi ile yakar (yaksın!)»
Müsned ve Sünenlerde rivayet edildiğine göre İbnu'd-Deylemî şöyle anlatmaktadır: "Ubey b. Ka'b radıyaJlâhu anh'm yanına gittim. 'Kader hakkında bende bir (şüphe) şey var. Bana bir şeyler anlat! Belki Allah kalbimden bu şüpheyi giderir. Bunun üzerine Ubey b. Ka'b radıyallâhu anh şunları söyledi: 'Uhut Dağı miktarınca altın infak etsen de kadere iman etmedikçe ve başına gelenin gelmeme imkânının, başına gelmeyenin de gelme imkânının bulunduğunu bilmedikçe Allah bunu kabul etmez. Bundan başka bîr hal üzere ölürsen, cehennem ehlinden olursun.' Ibnu'd-Deylemî anlatmaya devam eder: 'Daha sonra Abdullah b. Mes'ûd, Huzeyfe b. Yemân ve Zeyd b. Sabit radıyallâhu anhum'un yanına gittim. Hepsi de Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'den rivayet ettikleri aynı hadisi anlattılar.
[163] Hadis sahihtir. Hakim Sahîh'inde rivayet etmiştir.
1. Kadere imanın gerekliliğinin açıklanması.
2. Kadere iman keyfiyetinin beyanı.
3. Kadere iman etmeyenin amelinin boşa çıkacağı.
4. Kadere iman ermedikçe hiç kimsenin imanın tadını alamayacağının bildirilmesi.
5. Allah'ın ilk Önce yarattığı varlığın zikredilmesi.
6. O anda kıyamete kadar olacakların kadereinin yazılması.
7. Kadere iman etmeyenlerden Peygamber sallaüâhu aleyhi ve seilem'in uzak olduğu.
8. Selefin zuhur eden şüpheyi âlimlere sorarak gidermeye çalı§ması.
9. Alimlerin şüpheyi giderecek yanıtlar vermesi ve sÖ2Ü yalnızca Rasûlullah'a nisbet etmeleri.
Kitab, sünnet ve ümmetin icamı İle sabit olduğuna göre kadere iman imanın rükünler İn dendir. Meydana gelen ve gelmeyen her şeyin Allah'ın dilemesine bağlı bulunduğuna inanmak gerekir. Buna böylece inanmayan hakikatte Allah'a da İnanmamıştır.
Kaderin tüm aşamalarına iman etmemiz gerekmektedir, Allah'ın her şeyi en İyi biçimde bildiğine inanırız. Allah'ın levh-i mahfuzda geçmişte olanları ve kıyamete dek olacak olanları yazdığına iman ederiz. Bütün her şeyin Allah'ın yaratması, kudreti ve tedbiri sayesinde meydana geldiğine inanırız. Kadere imanın mükemmellik gereklerinden biri de Allah'ın kullarını kendi isteklerinin aksine zorlamadığını; bilakis itaate de masiyete de serbest bıraktığını bilmektir.
Ebû Hurayra radıyallâhu anh'tan Peygamber sallaUâhu aleyhi ve sellem'İn şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: «Yüce Allah buyurdu ki; Benim yarattığım gibi yaratmaya kalkışandan daha zalim kim olabilir. Bir zerre yaratsınlar bakalım! Tek bir dam yaratsınlar bakalım! Ya da tek bir kıl yaratsınlar bakalım!»
[164] Buhârî ve Müslim tahric etmiştir.
Yine aynı kaynaklarda yer alan Aişe radiyailâhu anhâ tarafından rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasûlullah sallaUâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: «Kıyamet gününde insanlar içinde en şiddetli azaba çarptırılacak olanlar, Allah'ın yarattıklarına benzetmeye çalışanlardır.
[165]
Yine Buhârî ve Müslim'de yer alan bîr hadisi İbn Abbas radıyallâhu anh şöyle anlatmaktadır: "Peygamber sallallfihu aleyhi ve sellcm'İn şu şekilde söylediğini duymuştum: «Her bir musavvir (suret yapan) cehennemdedir. Yaptığı her surete can verilecek ve cehennemde ona onlarla azap olunacaktır.»
[166]
Buhârî ve Müslim'de merfu olarak nakledilen bir rivayette: «Dünyada İken bir suret yapan, bu yaptığı surete ruh vermekle mükellef tutulur. Ama bunu yapabilecek değildir.»
[167]
Müslim'in rivayetinde Ebu'l-Heyyâc şöyle anlatır: «Bana Ali dedi ki: 'Rasûlullah salkllâhu aîeyhi ve selîem'in bana tevdi ettiği bir görevle seni göndereyim mi? Hiçbir suret bırakmayacak hepsini yok edeceksin. Yükseltilmiş tüm kabirleri yerle aynı seviyeye getireceksin.»
[168]
1. Suret yapanlar hakkındaki şiddetli ifadeler.
2. Bu konudaki illet olan, Allah'a karşı edepsizliğin terk edilmesidir. Çünkü yukarıda geçen kudsî hadiste Allahu teâlâ, «Benim yarattıklarım gibisini yaratmaya kalkandan daha zalim kimdir?» buyuruyor.
3. Bİr zerre ya da bîr dam veyahut da bir kıl yaratsınlar bakalım!" sözünden anlaşıldığı gibi Allah'ın kudretine ve kulların acziyetine dikkat çekilmektedir.
4. Suret yapanların en şiddetli azaba uğratılacaklarının açıkça bildirilmesi.
5. Allah'ın yaptığı her suret sayısınca can yaratıp bunlarla cehennemde suret yapanlara azap edeceği.
6. Suret yapanların kıyamet gününde bu yaptıklarına ruh vermekle mükellef tutulmaları.
Yedinci Mes'ele:
Var olan suretlerin yok edilmesinin emredİlmesİ.
Bu bâb, daha önce geçmiş olan babın dallarından biridir. Nİyet, söz ve fiil planında Allah'a (nıdd) eş, ortak koşmak helal değildir. Nidd, uzak bir yönden de olsa Allah ile arasında benzerlik kurulmaya çalışılan varlıktır.
Canlı varlıkların suretlerinin yapılması, Allah'ın yaratıklarına benzetmeye çalışmak demektir. Aynı ilahî yaratmanın yalanlanması, sahtecilik ve muhalefet anlamına gelmektedir. Bu nedenle de Sâri tarafından kınanmıştır.
«Yeminlerinizi muhafaza edin! »
[169] (Mâide, 89)
Ebû Hurayra radiyaltâhu anh şöyle anlatır: "Rasûlullah'ın şöyle söylediğini duymuştum: «Yalan yere yapılan yemin, mala rağbeti arttırır, bereketi ise yok eder.» Buhârî ve Müslim tahric etmiştir.
Selmân radıyallâhu anh'tan rivayete göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve seltem şöyle buyurmuştur: «Uç insan vardır ki, Allah onlarla ne konuşur, ne de temize çıkarır. Onlara acıklı bir azap vardır: ihtiyar zinakâr, kibirli fakir, malını yeminle alıp, yeminle satan kimse. »
[170] Taberânî sahih bir senedle rivayet etmiştir.
Sahîh'de 'İmrân b. Husayn radıyallâhu anh'tatı rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
«Ümmetimin en hayırlısı benim çağımdır. Sonra onların ardından gelenler. Onlardan sonra daha sonra gelenlerdir. -'İmrân radıyallâhu anh, kendi çağından sonra iki nesil mi üç nesil mi zikretti bilemiyorum, der- Daha sonra istenmediği halde şahitlik yapan (yemin eden); hıyanet eden, fakat güvenilmeyen; adak adayan, ama yerine getirmeyen ve aralarında şişmanlık (yeme-igne düşkünlüğü) görülen bir toplum gelecektir,»
[171]
İbn Mes'ûd radıyallâhu anh'tan gelen rivayete göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «insanların en hayırlısı benim çağımdtr. Daha sonra onlardan sonra gelenler; onlardan sonra da daha sonra gelenlerdir. Sonra Öyle bir kavim gelecek kİ, aralarından birinin s_ehadeti yeminini; yemini de şehadetini geçecek.»
[172] ibrahim "Biz küçükken yaptığımız şahitlikten ve verdiğimiz sözden dolayı döverlerdi." der.
[173]
1. Yeminlerin korunmasının tavsiye edilmesi.
2. Yalan yere yemin etmenin mala rağbeti arttırırken bereketi azalttığının bildirilmesi.
3. Ahş-satış işlerini yeminsiz yapmayanlar hakkındaki şiddetli va'îd.
4. Etkenlerin azalmasına rağmen günahların büyüdüğüne dikkat çekilmesi.
5. İstenmediği halde yemin edenlerin kınanması.
6. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in üç ya da dört çağı övgüyle anması ve daha sonra olacakları bildirmesi.
7. Şahitlik yapmaları istenmediği halde şahitlik yapanların kınanması.
8. Şahitlik yapmaları ve söz vermeleri nedeniyle selefin küçük çocukları dövmesi.
Yeminin aslı yemine muhatap olan kişiye durumu tekid etmek ve yaratıcıyı tazim etmek maksadıyla meşru kılınmıştır. Bu nedenle de yalnızca Allah adına yemin etmek gerekir. Başkası adına yapılan yemin şirkten sayılmaktadır.
Söz konusu tazimin gereklerinden biri de Allah adına yapılan yeminin yalan yere değil, doğru ve dürüst bir yemin olmasıdır.
Yine bu tazimi tamamlayan bir diğer unsur, sık sık yemin etmeyerek Allah'ın ismine İhtiram göstermektir. Yalan yara ve sık yemin etmek, tevhidin ruhu olan tazime aykırıdır.
«Antlaşma yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin ve Allah'ı üzerinize şahit tutarak, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Şüphesiz Allah, yapacağınız şeyleri pekiyi bilir.» (NahI, 91)
Rivayete göre Bureyde şöyle anlatmaktadır: "Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selkm bir ordu ya da askerî birlik başına emir tayin ettiği zaman Allah'a karşı takva sahibi olmayı ve beraberindeki müminlere iyilikle muamele etmeyi tavsiye eder ve §öyle derdi: «Allah yolunda Allah'ın adıyla savasın! Allah'a küfredenlerle savasın! Ganimet konusunda hainlik yapmayın! Verdiğiniz sözlerde durmamazlık etmeyin! Müsle yapmayın! Küçük çocukları Öldürmeyin! Müşrik düşmanınla karşılaştığında onları Üç haslete -ya da güzel huya- çağır! Bunlardan hangisini olumlu karşılarlarsa, kabul et, onlara ilişme! Sonra islam'a davet et! icabet ederlerse, kabul et! Daha sonra onları kendi ülkelerinden muhacirlerin yurduna göç etmeye davet eti Böyle yaptıkları taktirde muhacirlerin sahip olduğu haklara sahip olacaklarını; muhacirlerin aleyhlerine olanın kendilerinin de aleyhine olacağını bildir. Göç etmeyi reddederlerse, Müslüman bedeviler gibi muamele göreceklerini bildir. Haklarında Allah'ın hükmü cari olacaktır. Müslümanlarla birlikte cihada katılmadıkları sürece ganimet vefeyden hiçbir hakka sahip olamayacaklar. Bu yukarıdaki davetlerin tümüne olumsuz cevap verirlerse, cizye iste! Kabul ederlerse, dokunma! Bunu da reddederlerse, Allah'tan yardım dile ve onlara karşı savaş!
Bir kale halkını kuşatma altına aldığında senden Allah ve peygamberinin zimmetini (ahdini) isterlerse, onlara Allah ve peygamberinin zimmetini değil, kendinin ve beraberindekilerin zimmetini ver! Çünkü kendi zimmetinizi bozmanız, Allah ve peygamberinin zimmetini bozmanızdan daha hafiftir. Bir kale halkını kuşatırsan ve senden Allah'ın hükmüne göre kendilerini teslim almanı isterlerse, onları kaleden Allah'ın hükmü gereğince hükmetmek üzere değil, kendi hükmüne göre hükmetmek üzere indir! Çünkü Allah'ın hükmüne isabet edip etmeyeceğini bilemezsin I»
[174] Müslim rivayet etmiştir.
1. Allah'ın zimmeti, peygamberinin zimmeti ve Müslümanların zimmeti arasındaki fark.
2. Tehlikesi en az olana yönlendirmek.
3. «Allah yolunda Allah adına savaşın!» sözü.
4. «Allah'a küfredenlerle savaşın!» sözü.
5. «Allah'tan yardım dik ve onlarla savaş!» sözü.
6. Allah'ın hükmü ile alimlerin hükmü arasındaki fark.
7. Sahabinin ihtiyaç duyduğunda Allah'ın hükmüne isabet edip etmediğini bilmediği bir hüküm verebilmesi.
Bu bâb ile arada anlaşma sağlanmış olan düşmanlara Allah ve peygamberinin zimmeti tanındıktan sonra verilen sözlerin ve yapılan anlaşmaların bozulmasına sebebiyet verecek durumlara düşmekten uzak kalmak ve sakınmak kastedilmektedir. Böyle bir durumda Müslümanlar tarafından vuku bulan vefasızlık, Allah'ın ve paygamberİnin zimmetinin delinmesi anlamına gelmektedir. Aynı zamanda da Allah'a tazimin terk edilip, Rasûlullah'ın dikkat çektiği gibi en büyük mefsetletin işlenmesi demektir.
Diğer taraftan dinin ve İslam'ın kafirlerin gözünde basite alınmasına ve değersiz sayılmasına sebebiyet vermek söz konusudur. Anlaşmalara, özellikle de en sağlam şartlarla kesinleştirilmiş olan anlaşmalara bağlı kalmak, insaf ehli düşmanlarını kendi izinden yürümeye çağıran İslam'ın güzelliklerindendir.
Cundeb b. Abdillah radıyallâhu anh'tan rivayete göre Rasûlullah salkliâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Bir adam, 'Allah'a yemin olsun ki, falan kimseyi Allah bağışlamaz1 dedi. Bunun üzerine Allah 'Falan kimseyi bağışlamayacağıma dair kim benim adıma yemin etti? Ben onu bağışladım, senin amelini boşa ÇîkardimJ buyurdu.»
[175] Muslini rivâyer etmiştir.
Ebû Hurayra radiyallâhu anh hadisinde bu sözü söyleyenin "abid bir adam" olduğu bildirilir. Ebû Hurayra radıyallâhu anh "Bu adam, bir söz söyledi dünyasını da, ahİretini de mahvetti." dedi.
[176]
1. Allah adına yemin etmekten sakındırılması.
2. Cehennemin her birimize ayakkabısının bağından daha yakın olduğu.
3. Cennetin de böyle olduğu.
4. «Kul manasını kasdetmediği bir söz söyler de {doğu ile batı arasından daha uzak mesafeden cehenneme yuvarlantverir.}»
[177] hadisinde de aynı manaya delâlet bulunmaktadır.
5. İnsan kendisine hiç hoş gelmeyen bir sebepten dolayı mağfirete kavuşabilir.
Cubeyr b. Mut'İm radıyallâhu anh şöyle anlatmaktadır: "Bir bedevî Rasûlullah'ın yanına geldi ve 'Zayıf düştük, evlatlarımız aç kaldı, mallarımız helak oldu. Rabbinden bizim için yağmur yağdırmasını dile! Biz Allah ile senden; seninle de Allah'tan şefaat isteğinde bulunuyoruz.' dedi. Peygamber sallaljâhu aieyhi ve seüem: «Suphanallah, suphanallah!» dedi. Bunu o kadar çok tekrarladı ki Rasûlullah'ın öfkelendiğini anlayan ashabın yüz hatları değişti. Daha sonra Peygamber şöyle buyurdu: «Yazık sana! Allah'ın ne olduğunu biliyor musun sen? Allah bundan daha büyük ve saygındır. Allah aracılığı İle hiçbir yaratıktan şefaat dilenmez.
[178]
Ebû Dâvûd rivayet etmiş ve hadisin devamını da zikretmiştir.
1. "Allah aracılığı İle senden şefaat istiyoruz." Denilmesinin reddi.
2. Bu söz üzerine Peygamber sallaliâhu aleyhi ve seîlem o derece Öfkelenmiştir ki, ashabın bile yüzü değişmiştir.
3. "Senin vesilenle Allah'tan şefaat diliyoruz" sözü reddedilmemiştir.
4. "Subhanallah" sözünün açıklamasına dikkat çekilmiştir.
5. Müslümanların Peygamber saliallâhu aleyhi ve sellem'den yağmur duasında bulunmasını istemeleri.
Bu iki konu Allah hakkında edepsizliktir. Tevhide aykırıdır. Allah hakkında yemin edilmesi genellikle insanın kendini beğenmişliğinden, şımarıklığından ve edepsizliğinden kaynaklanır. Bu olusuzluklardan sıyrılmadan imanın eksikliği giderilemez.
Allah vesilesi ile yaratıklardan şefaat dilemek ise Allah'ın şan ve azametine yakışmayan bir tutumdur. Çünkü Allah yaratılmış bir varlık için vesile olmaktan çok çok yücedir. Aracılık yapacak olanın rütbesi genellikle aracılıkta asıl hedef olan varlıktan aşağıdadır. Allah hakkında edepsizlik olduğundan böyle bir davranışın terk edilmesi elzemdir. Şefaat edebilecek olanlar, Allah yanında ancak izni dâhilinde şefaatte bulunabilirler. Tüm varlıklar Allah karşısında korku İçinde iken nasıl olur da durum tersine döner ve Allah şefaat izni verilecek olan varlık konumuna getirilebilir. Allah bütün varlıkların huzurunda boyun büktüğü yüceler yücesi, büyük bir varlıktır. Her şeyiyle tüm evren O'nun karşısında aciz ve zelildir.
Abdullah b. Şİhhîr radıyailâhu anh şöyle anlatmaktadır: "Amiroğulları heyeti ile birlikte Rasûlullah'ın yanına vardım. 'Sen bizim seyyidimizsin/efendimİzsİn' dedik. Bunun üzerine:
«Seyyid/Efendi Allah tebareke ve teâlâ'dtr.» buyurdu. 'Sen bizim en üstünümüz, en yücemizsin' dedik. «{Daha Önce} söylediklerinizi ya da bir kısmım söyleyin! Şeytan sizi cüretkâr kılmasın!»
buyurdu."
[179] Ebû Dâvûd ceyyİd isnadla rivayet etmiştir.
Enes radıyallâhu anh şöyle anlatmaktadır: "Bazı kimseler 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ey en hayırlımız! Ey en hayırlımızın oğlu! Ey efendimiz Ey efendimizin oğlu!' dediler. Bunun üzerine: «Ey insanlar! (Daha önce) söylediklerinizden söyleyin! Şeytan sakın sîzin aklınızı çelip bevanızı azdırmasın! Ben Muhammed'im, Allah'ın kulu ve rasûlüyüm. Allah'ın benim için takdir buyurduğu konumdan daha yukarılara çıkarmanız boşuma gitmez.»
[180] buyurdu." Nesâî ceyyid isnadla rivayet etmiştir.
1. İnsanların aşırılığa karşı uyarılmaları.
2. "Sen efendimizsİn" diyene karşı ne denilmesi gerektiği.
3. Kendisine söylenen hak olmasına rağmen Peygamber saikllâhu aleyhi ve sellem'İn: «Şeytan sizi cüretkâr kılmasın!» demesi.
4. «Allah'ın benim için takdir buyurduğu konumdan daha yukarılara çıkarmanız hoşuma gitmez.» sözü.
Buna benzer bir konu daha Önce de geçmişti. Müellif önemine binâen ve konu gereği burada tekrar zikretmiştir. Çünkü tevhid, şirke götüren tüm yol ve vesilelerden kaçıniimadığı müddetçe korunamaz, muhafaza edilemez, mükemmeüeşemez. İki bâb arasında şöyle bir ayrım sözkonusudur: Birincisi eyleme yönelik yolların kapatılması şeklinde tevhidin korunmasını ele alırken; bu bâbda lisanen sarfedilen sözlere dikkat edilmek suretiyle edebe riâyet ederek şirkten sakınılması ele alınmaktadır.
Tevhidin eksiksiz olabilmesi için şirke düşme tehlikesine götürmesi muhtemel her tür sözden sakınılması gerekmektedir. Kısacası tevhid, bir yandan şartlarını, rükünlerini, mükemmellik kazandıracak hususları yerine getirmek; diğer yandan da söz, fiil, irade, inanç olarak zahir ve batın tüm zıtlarından uzak durmakla mükemmelleşir.
Bu konuya dair detaylı açıklamalar daha önce zikredilmişti.
»Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun avucunda gökler de O'nun sağ elinde durulmuş olacaktır. 0, onların ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.»
(Zümer, 67)
İbn Mes'ûd radıyallâhu anh şöyle anlatmaktadır: "Yahudi din birliginlerinden biri Rasûlullah saüaliâhu aleyhi ve sellem'in yanına geldi ve şöyle dedi: "Ey Muhammed! Biz (Tevrat'ta] şöyle bulmaktayız: Allah, gökleri bir parmak üzerinde, yerleri bir parmak üzerinde, ağaçlan bir parmak üzerinde, suyu bir parmak üzerinde, yeryüzünü bir parmak üzerinde ve diğer mahlukatı bir parmak üzerinde kılacak ve bunun ardından da 'Ben melikim' diyecek." Bu sözler üzerine Peygamber sallallâhu aleyhi ve seliem, bu Yahudi din bilginini tasdiklediğİni belli ederek dişlerinin beyazı görünecek şekilde güldü. Sonra (bu anlatılanın şahidi olmak üzere ve Yahudi bilginin verdiği haberin doğruluğuna delil olarak] şu âyeti okudu: «Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun avucundadır. Gökler O'nun sağ elinde dürülmüj olacaktır, O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.» (Zümer, 67)"
[181]
Müslim'in bir rivayetinde "Dağlan ve ağaçları bir parmak üzerinde kıldığını sonra da onları sarsarak 'Ben melikim, ben melikim' dediğini görüyoruz."
[182] Dedikleri İfade edilmektedir.
Buhârî'nin bir rivayetinde de "Gökleri bir parmak üğzrerin-de, yeryüzünü ve suyu bir parmak üzerinde ve diğer yaratıkları da bir parmak üzerinde yarattığını görüyoruz"
[183] ifadeleriyle anlatılmaktadır.
Müslim'de İbn Ömer radıyallâhu anhumâ'dan merfu olarak rivayet edilen bir hadis §u şekildedir: «Allah kıyamet gününde gökleri dürer ve sağ eline alır. Ardından 'Ben melikim. Cebbarlar nerede? Mütekebbirler nerede?' der. Daha sonra yedi yeri dürerek sol eline alır ve 'Ben melikim. Cebbarlar nerede? Mütekebbirler nerede?' der.»
[184]
Rivayet edildiğine göre İbn Abbas radıyallâhu anhumâ şöyle der: "Yedi gök ve yedi yer Rahman'ın avucunda sizden birinizin elindeki hardal tanesi gibidir."
[185]
İbn Cerîr şöyle der: "Bana Yunus tahdis etti. Bize İbn Vehb bildirdi (ahberana) ve dedi ki İbn Zeyd babasının kendisine Rasûlullah'ın şu hadisini tahdis ettiğini söyler: «Kürsiye nisbeten yedi gök bir kalkan içine atılmış yedi dirhem gibidir.»
[186]
Ebû Zer radıyallâhu anh'm da §öyle söylediğini İfade eder: "RasûluÜah'ı §Öyle derken duymuştum: «Arşa nisbetle kürsi, Çorak bir araziye atılmış demir bir halka gibidir.»
[187]
İbn Mes'ûd radıyaJlâhu anh şöyle der: "Dünya seması ile bir sonraki semanın arasında beş yüz yıl bulunmaktadır. Bütün gökler arasında beş yüz yıl bulunmaktadır. Yedinci gök İle kürsi arasında da beş yüz yıl bulunur. Kürsi ile su arasında da beş yüz yıl bulunur. Arş suyun üzerindedir. Yüce Allah da arşın üzerindedir. Sizin yaptıklarınızdan hiç bîri O'na gizli kalmaz."
[188] Bu rivayeti İbn Mehdî O Hammâd b. Seleme O 'Asım O Zirr O Abdullah yoluyla tahric etmiştir. Bir benzerini de Mes'ûdî O 'Asım Ebû Vâil O Abdullah yoluyla rivayet etmiştir. Hafız Zehebî bunları kaydettikten sonra rivayetin daha başka yollarının da bulunduğunu söyler.
[189]
Abbas b. Abdilmuttalib radıyallâhu anh'tan tİvâyet edildiğine göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: «Gök ile yer arasında ne kadar bulunduğunu biliyor musunuz?» diye sorunca ashab, "Allah ve Rasûlü en iyisini bilirler" demişler ve ardından Peygamber sallallâhu aleyhi ve seilem şöyle buyurmuştur: «ikisinin arasında beş yüz yıllık yürüme mesafesi bulunmaktadır. Bir semadan diğerine beş yüz yıllık mesafe bulunmaktadır. Her bir semanın kalınlığı da beş yüz yıl yürüme kadardır. Yedinci sema ile arş arasında bir deniz bulunur. Bu denizin dibi ile en üstü arası, gökle yer arası kadardır. Allah bunun üzerindedir. Ademoğullarmın yapıp ettiklerinden hiçbiri O'na gizli değildir.»
[190] Ebû Dâvûd ve diğerleri tahric etmiştir,
1. «Kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun avucundadır.» âyetinin
[191] tefsiri.
2. Bu ve benzeri ilimler Peygamber sallallâhu aleyhi ve seilem zamanındaki Yahudilerde halen bulunmaktaydı. Bunları ne inkar ediyor ne de te'vİl ediyorlardı.
3. Yahudi din bilgininin anlattıklarını Peygamber saliallâhu aleyhi ve seüem tasdik etmiş ve âyet bunu İkrar eder mahiyette nazil olmuştur.
4. Bu önemli bilgiyi Yahudi din aliminden duyan Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in gülmesi.
5. Allah hakkında iki el zikredilmesi. Göklerin sağ elinde; yerlerin de diğer elinde bulunduğunun bildirilmesi.
6. Bu diğer elin, sol el olarak adlandırılması.
7. Bu sırada cebbar ve mütekebbİrlerin zikredilmesi.
8. "Sizden birinizin elindeki hardal tanesi gibidir" sözü.
9. Semaya nİsbeten kürsinin büyüklüğü.
10. Kürsİye nisbetle arşın büyüklüğü.
11. Arşın, kürsi ve sudan farklı olduğu.
12. Semalar arasında ne kadar mesafe bulunduğu.
13. Yedinci gök İle kürsİ arasında ne kadar mesafe bulunduğu.
14. Kürsi ile su arasında ne kadar mesafe bulunduğu.
15. Arşın su üzerinde bulunduğu.
16. Allah'ın arşın üzerinde bulunduğu.
17. Gök ile yer arasında ne kadar mesafe bulunduğu.
18. Göğün beş yüz yıl kalınlığında olduğu.
19. Gökler üzerinde bulunan denizin dİbİ ile en üstü arasında beş yüz yıllık mesafe bulunduğu.
Allah daha iyi bilir.
Hamd alemlerin rabbine mahsustur. Allah efendimiz Muhammed'e, ailesine ve ashabına salat ve selam eylesin!
«Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler.» (Zumer, 67)
Müellif eserine bu konu ile son vermektedir.
Yüceler yücesi Allah'ın ne kadar büyük ve yüce olduğunu, üstünlüğünü ve mahlûkatın kendi huzurunda boyun bükmüş-iüğünü gösteren nasları zikretmektedir. Bu yüce nitelikler ve mükemmel vasıflar, Allah'ın bir ve tek ma'bud, Övgüyle anılması gereken tek varlık olduğunun en büyük delilidir. İnsanın tazimde bulunacağı, huzurunda acizliğini izhar edeceği, en büyük sevgiyi göstereceği ve ilah olarak kabul edeceği tek varlık Allah'tır. O, hak ilahtır. O'dan başkası İse batıl, asılsız ve temelsizdir. Tevhidin hakikati, özü ve ruhu; İhlasın sırrı buradadır.
Allah'tan kalplerimizi kendisini hakkıyla tanımakla, ken-dİsinî sevmekle ve bol bol tevbe etmekle doldurmasını dileriz. O çok cömert ve ikram sahibidir.
Kitâbu't-Tevbîd üzerine yaptığımız bu veciz çalışma burada son buluyor. Tevhidin önemli konulan ele alınarak bütün ilimlerin temeli olan tevhid İlmine dair faydalı açıklamalarda ve krsımlandırmalarda bulunulmuştur.
Çalışmamızı kolaylaştıran ve yardımsız bırakmayan Allah'a sonsuz hamd olsun!
Muhammed'e, ailesine ve ashabına salat ve selam eylesin!
[1] Bu giriş yazısı Şeyh Abdurrahmân b. Nasır es-Sa'dî tarafından kaleme alınmış olup Ehl-i Sünnet akidesini özlü ve özer bir biçimde ECİtab ve Sünner kaynaklı olarak ele almaktadır.
[2] Sahih: EbÛ Dâvûd (4596), Tirmizî (2640), İbn Mâce (3991), Ahmed (2/332), İbn Hıbban (6247), Hâkim (10, 144, 442). el-Eİbânî Sahîhu'1-Câmı' (1073)'de hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
[3] Sahih: Buhâri (2756), Müslim (30), Tİrmizî (2643), Nesâî Kubrâ1 da (5877), İbn Mâce (4296), Ahmed (5/228, 229, 230) İbn Hıbban (210, 362)
[4] Sahih: Buhârî (3435), Müslim (28)
[5] Sahih: Buhârî (425), Muslim (33), Ahmed (5/449)
[6] Sahih: İbn Hibbân (6218), Hâkim -sahih ley erek- (1936) Zehebîde Hâkime muvafakat etmiştir, Nesâî, Kubrâ'da (10670,10980) Ebu Yala Musned'İnde (13993), Nesâî, el-A mel u'1-Yevmi ve'1-Leyl'de (834), Beğavî, Şerhy's-Sunne'de (1273), Ebu Nuaym, Hdye'de (8/327, 328). Heysemî Mecmau'z-ZevâkTde (10/85): Ebu Ya'la rivayet etmiştir, ricali sikadır, hadiste zayıflık vardır, der. Hafız ibn Hacer ei-Feth'dc (11/208): Nesâî sahih bir sened ile Ebu Said'den diyerek rivayet eder.
[7] Sahih liğayu'hi: Tirmizî(354O), Darİmî<2788), Ahmed (5/148, 154, 172), İbn Hibbân (226), Hâkim (7605), Buhârî, HaJku Efali'1-Ibâd (s: 59) Bu hadisin bir şahidi Müslim'de (2687) Ebu Zerr hadisi olarak bulunmaktadır. el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi' (4437, 4338)'de ve Silsiletu's-Sahîha'da (127) hadisin hasen olduğunu söylemiştir.
[8] Sahih: Muslim (220), İbn Mâce (3513), Ebû Dâvûd (3884), Tirmizî (2057) Buhâri de (5705) Imrân'dan Mevkuf olarak rivayet etmi§tir.
[9] Sahih: Buharı (5705), Muslim (220), Tİrmİzî (2446)
[10] Sahih: Ahmed (5/428,429), Taberânî (4/253). Heysemîel-MecmaVz-Zevâid'de: Ah-med rivayet etmiştir, ricali sahih'in ricalidir, der. el-Elbânî Sahiliu'l-Câmı'de (15 5 5) ve Silsiletu's-Sahîha'da (951) hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
[11] Sahih- Buhân (4497), Ahmed (1/462,464)
[12] Sahih: Müslim (93), Ahmed (3/325, 344, 374, 391)
[13] Buhârî (1395), Müslim (19)
[14] Sahih: Buhârî (2942), Müslim (2406), Nesâî, Kubrâ'da (8403, 8587), İbn Hıbbân (6932)
[15] Sahih: Müslim (23), Ahmed (4/459) (İmam Ahmed "Kim Allah'ı birlerse, ..." şekilde rivayet etmiştir.)
[16] H^k«: Ahmed (4/445), İbn Mâce (353D, İbn Hibbân (6088), Hâkim -sahih ' olduğunu söyleyerek- (8502), Zehebî de Hâkim'e muvafakat etmiştir. Taberânî, el-Kebîr'de (18/159, 172, 179). Bûsîri, ez-Zevâid'de: İsnadı hasendir, der.
[17] Temime: İpe dizilip boyna takılan ve hasedden koruduğuna İnandan tılsım, (çev.)
[18] Vede'a: Beyaz inci anlamına gelir. Cahiliyye döneminde nazardan korunmak için takılırdı, (çev.)
[19] Hasen: Ahmed (4/154), Hâkim -sahih olduğunu söyleyerek- (8501,7289); Zehebî de Hâkim"e muvafakat etmiştir. İbn Hibbân (6086), Ebu Ya'la (1759), Taberânî, el-Kebîr'de (17/297), Beyhakî (9/350)
[20] Sahih: Ahmed (4/156), el-Haris b. Ebî Usâme, Musned'inde (2/600) el-Elbânî Sahîhu'1-Câmı' (6394)'de ve Silsiletu's-Sahîha'da (492) hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
[21] Sahih: Buhârî (3005), Müslim (2115), Ebû Dâvûd (2552), Nesâî, Kubrâ'da (8808), Mâlik (2/937), Ahmed (5/216), İbn Hıbbân (4698)
[22] Tivele: Kadın ile erkeğin birbirlerini sevmesini sağlamak amacıyla yapılan bir türbüyü.(çev.)
[23] Sahih: Ahmed (1/381), Ebû Dâvûd (3883), İbn Mâce (3530), Hâkim -sahih diyerek- (4418), Zehebî de ona muvafakat etmiştir. Ebu Ya'la (5208), Taberânî, el-Kebîr'de (10/213), Beyhakî (9/350). El-Elbânî, Sahîhu Süneni İbn Mâce'de sahih olduğunu söylemiştir.
[24] Hasmı Ahmed (4/310, 311), Tirmizî (2072); Nesâî, Kubrâ'da (3542), Hâkim -sahih diyerek- (4/216); Beyhakî (9/35 D; Taberânî, el-Kebîr'de (22/385-960)
[25] Sahih: Ahmed (4/109), Ebû Dâvûd (36), Taberânî, el-Kebîr'de (5/28). el-Elbânî, Sahîhu Süneni Ebî Dâvûd'da hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
[26] İbn Ebî Şeybe (5/36)
[27] İbn Ebî Şeybe (5/36)
[28] Sahih: Ahmed (5/218), Tirmizî (2181), İbn Hıbbân (6702), Ebu Yala (1441), Taberânî, el-Kebîr'de (3/244), Tayâlisî (1346), el-Humeydî (848). el-EIbânî Sahî-hu'i-Câmı'de (1063) ve Mişkât'da (5408) hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
[29] Sabib: Müslim (1978), Nesâî (7/232) ve Kubra da (4511), Ahmed (1/107)
[30] Sabib: Ahmed, Zuhd (s: 22), Ebu Nuaym (l/203)'de Selman'dan mevkuf olarak rivayet etmiştir. Senedi sahihtir. Hafız Ibn Hacer el-Isâbe'de (3/510): Racih olan görüşe göre şahabıdır. Rasûlullah satlatlâbu aleyhi ve selimi görmüş fakat ondan bir şey dinlememiştir. Rivayeti, sahabe murseli kısmındandır, der. Sahabe murseli hadis ehlinin İcması ile sahilidir.
[32] Sahih: Ebû Dâvûd (3313), Beyhakî (10/83), Taberânî, ei-Kebîr'de (2/75); İbn Hacer et-Telhîs'inde (4/180) sahih olduğunu söylemiştir. el-Elbânî Sahîhu Süneni Ebî Dâvûd'da sahih olduğunu söylemiştir.
[33] Sahih: Buhârî (6696), Müslim (1641), Ebû Dâvûd (3279), Tirmİzî (1526), Nesâî (7/17) ve Kubrada (4748), İbn Mâce (2126), Mâlik (2/475), Dârimî (2338), Ahmed (2/36, 41, 208, 224), İbn Hıbbân (4387, 4390), İbn Huzeyme (2241)
[34] Sahih: Müslim (2708), Tirmİzî (3437), Nesâî, Kubrâ'da (10394, 10395), İbn Mâce (3547), Dârimî (2680), Ahmed (6/377,409), İbn Hıbbân (2700) İbn Huzeyme (2566)
[35] Hasen: Heysemî Mecmâu'z-Zevâid'de (10/159): Taberânî el-Kebîr'de rivayet etmiştir, ricali İbn Lehîa' dışında sahih'in ricalidir, onunda hadisi hasendir, ayrıca Ah-med bu siyakın dışında rivayet etmiştir, der. Bakınız: Zevâidu'l-Musned (5/317), İbn Sa'd (1/375)
[36] Sahih: Buhârî -ta'liken- (112); Müslim (1791), Tirmizî (3003), Nesâî, Kubrâ'da (11088), İbn Mâce (4027), Ahmed (3/99, 206), İbo Hıbbân (6574)
[37] Sahih: Buhârî (4559), Tirmizî (3005), Nesâî, (2/203) ve Kubrâ'da (665, 11075), Ahmed (2/147)
[38] Sahih: Buhârî -ta'liken- (4070), Tirmizî (3004), Ahmed (2/93)- el-Elbânî Sahîhu Süneni Tirmizî'de sahih olduğunu söylemiştir.
[39] Sahih: Buhârî (4701) ve Halku Efâli'1-Ibâd (s:40), Tirmizî (3223), İbn Mâce (94), İbn Hıbbân (36), el-Humeydî (1151)
[40] Hasen: İbn Cerîr et-Taberî, Tefsîr (22/91), İbn Kesîr, Teftîr (3/538), İbn Huzey-me, et-Tevhîd (s: 144), İbn Ebi Asım (515)
[41] Şeyh'ul-İslâm, İbn Teymiyye.
[42] Sahih: Buhârî {99), Nesâî, Kubrâ'da (5742), Ahmed (2/373)
[43] Sahih: Buhârî (1360), Müslim (24), tbn Mâce (1572), İbn Hıbbân (3169)
[45] Aı Sahih: Buhârî (3445), Dârimî (2784), Ahmed (1/23, 24), İbn Hıbbân (6239), Ebu Ya'la (153), et-Tayâlisî (23), el-Humeydî (27). Şeyhülislam rahimehullah hadisi Müslim'e nisbet ettiği halde hadîs Müslim'de bulunamamıştır.
[46] Sahih: Nesâî, (5/268) ve Kubrâ'da (4063), İbn Mâce (3029), Ahmed (1/215, 347), ibn Huzeyme (2867), Hâkim -sahih olduğunu söyleyerek- (1711), Zehe-bî de Hâkim'e muvafakat etmiştir. Beyhakî (5/127), Ebu Ya'la (2427), İbnu'l-Carûd (473)- el-Eibânî Sahîhu'l-Câmı'de (2680) ve Silsile tu "s-Sahîh a'd a (1283) hadisin sahih olduğuna söylemiştir.
[47] Sahih: Müslim, (2670), Ebû DâvÛd (4608), Ahmed (1/386), Ebu Ya'la (5004, 5007, 5242), Taberânî, el-Kebîr'de (10/175)
[48] Sahih: Buhârî (427), Musİİm (528), İbtı Hıbbân (3181), İbn Huzeyme (790), Ebu Yala (3629), İbn Rahûye, Musned'de (768, 769), Beyhakî(4/80)
[49] Buhârî (436), Muslim (531), Nesaî (2/40) ve Kubra da (782, 7089, 7090, 7091), Dârimî (1403), Ahmed (1/218 ve 6/134), İbn Hıbbân (6619)
[50] Sahih: Muslim (532), İbn Hıbbân (6425), Taberânî, el-Kebîr'de (2/168)
[51] Sahih: Buhârî (438), Muslim (521), Nesâî (1/209) ve Kubrâ'da (815), Dârimî(1389, 2467), Ahmed (3/304), İbn Hıbbân (6398)
[52] Hasen; Ahmed (1/405, 435), İbn Hıbbân (2325, 6847), İbn Huzeyme (789), Ebu Yala (5316), Taberânî, el-Kebîrde (10/188). el-Arnavut, Sahîhu İbn Hıbbân tahkikinde hasen olduğunu söylemiştir.
[53] Sahih: Mâlik -Ata b. Yesar'dan mursel olarak- (1/172), Ahmed (2/246), Ebu Ya-'la (6681), el-Humeydî -Ebu Hurayra'dan gelen başka bir tarik ile- (1025), İbn Sa'd (2/241), Mufaddal Cenedî, Fedâilu'l- Medine'de (66/a), Ebu Nuaym, Hıİye'de (6/283). Bu hadisin diğer bîr tanığı da Abdurrezzak'ın (1/406) ve İbn Ebî Şeybe-'nin (4/141) Musanneflerinde bulunmaktadır. el-Elbânî Tahziru's-Sacid'de hadisi genişçe tahric ctmi^ şahitlerini de getirerek hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.
[54] Lât kelimesi İle 'kavut ufalamak' anlamındaki letıe/yelittu fiitî aynı kökten gelmektedir, (çev.)
[55] Sahih: İbn Cerîr et-Tabetî, Tefsir İlgili âyetin tefsiri.
[56] Zaîfbi baza'l-lafo: Ticmizî (320), Nesâİ (4/94) ve Kubrada (2170), Ebû DâvÛd (3236)İbn Mâce (1575), Ahmed (1/229, 278, 324, 337), İbn Hibbân (3179, 3180), Hâkim -sahih olduğunu söyleyecek- (1384). İmam Müslim Kitâbu't-Taf-sİl'de ve el-Elbânî Silsilem'z-Zaife'de (225) ve Tahziru's-Sacid'de bu lafız ile zayıf olduğunu "kandiller" ilavesi hariç sahih olduğunu söyler.
[57] Sahih: Ebû DâvÛd (2042), Ahmed (2/367), Taberânî, el-Evsât (8026). Şeyhülislam İbn Teymiyye Iktidau's-Sırati'l-Mustakîm'de (2/659): İsnadı sikadır, ravileri sika meşhur ravilerdir, der. el-Elbânî Sahîhu Süneni Ebî Dâvûd'da ve Sahîhu'l-Câmı'de (7226) hadisin sahih olduğunu belirtir.
[58] Sahib: Buhârî (3456), Müslim (2669), Ahmed (3/84,89,94), İbn Hıbban (6703). Diğer bir lafız ile Ahmed (4/125), Taberanî, el-Kebîr'de (7/281), İbnu'1-Ca'd, Musned'İnde (3424)
[59] ifr: Müslim (2989), Tirmizî(2176), EbÛ Dâvûd (4252), İbn Mâce (3952), Ahmed (5/278, 284), İbn Hıbban (6714, 8238), Hâkim (8390), Beyhakî (9/181)
[60] Sahih: EbÛ Dâvûd (4252) İbn Mâce (3952) Ahmed (5/278, 284)
[61] İsnadı Kavidir, Buharı -ta'liken- (8/100). Hafız, el-Feth'de: Abd b. Humeyd Tefsİr'inde, Musedded Musned'inde, Abdurrahmanb. Ruste Kitâbu'l-Irnân'mcia muttasıl olarak rivayet etmişlerdir, senedi kavidir, der.
[62] Buhârî -ta'liken- (8/100). Hafız, el-Feth'cîe: İbn Ebî Hâtİm muttasıl olarak rivayet eder, der.
[63] Sahih: Buhârî (2767), Müslim (89), Ebû Dâvûd (2874), Nesâî (6/257) ve Kubrâ-'da (6497), İbn Hıbbân (5561)
[64] Mevkuf Sabih; Titmizî (1460), Hâkim (8073), Taberânî, el-Kebîr'de (2/161),
Beyhakî (S/136)
[65] Sahih: EbÛ Dâvûd (3043), Ahmed (1/190), Beyhakî (8/247), Ebu Ya'la (860), Dârekutnî (2/154), İbnu'î-Carud, Munteka'da(1105). Şeyhülislam rahimehulla-h'ın Buhârî'ye nisbet ettiği bu eser Buhârî'de tesbit edilememiştir.
[67] Buhârî, Târîhu'l-Kebîr (2/222), Beyhakî (8/136), Taberânî, el-Kebîr'de (2/177)
[68] lyâfe: Kuşların sesleri ve isimleri île fal bakmak, (çev.)
[69] Tark: Taşları vurarak, kumda çizgiler çizerek kehanette bulunmak, (çev.)
[70] Tıyere: İnsanın davranışlarını engelleyen uğursuzluk inancı, (çev.)
[71] Merfü olarak Zatf: Ebû Dâvûd (3907, 3908), Nesâî, Kubrada (11108), Ahmed (3/488) ve (5/60), İbn Hıbbân (613D, Beyhakî (8/139), Taberânî, el-Kebîr (18/369)
[72] Ahmed, A4w»&£ no:20081 {çev.)
[73] Sahih: Ebû Dâvûd (3905), İbn Mâce (3726), Ahmed (1/277, 311) el-Elbânî Sa-hîhu'l-Câmı'de (6074) ve Silsİletu's-Sahîha'da (893) hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.
[74] Zaîf: Nesâî (7/112) ve Kubrâ'da (3542), Taberânî, el-Evsât'da (1492). Senede Hasan el-Basrî vardır, o da anane ile rivayet ettiğinde tedliscidir. Bundan dolayı hadis zayıftır. Bak: el-Elbânî Daîfu'1-Câmı' (5702)
[75] Sahih: Müslim (2606), Beyhakî (10/246), Ebu Ya'la (5363)
[76] Sahih: Buhârî (5146), Müslim (869), Ebû Dâvûd (5007), Tirmizî (2028), Mâlik <2/986), Ahmed (2/59), İbn Hıbbân (5795), Ebû Ya'la (5639)
[77] Sahih: Müslim, (2230), Ahmed (4/68) ve (5/380), Beyhakî (8/138), Taberânî, el-Kebîr'de (23/210)
[78] Sahih: Ebû Dâvûd (3904), Tirmizî (135), İbn Mâce (639), Dârimî (1136), Ahmed (2/408, 429, 476) el-Elbânî Sahîbu'l-Câmı'de (5939) hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
[79] Sahih: Tirmizî(135), Ebû Dâvûd (3904), İbn Mâce (639>, Dârimî (1136)
[80] Sahih: Ebu Ya'la (5408), et-Tayâlisî (382), İbnu'i-Ca'd (425, 1951), Beyhakî (8/136)
[81] Sahih: Bezzar, Musned'inde (3044), Heysemî el-MecmauVZevâid'de (5/118): Bezzar rivâvet etmiştir, ricali İshak b. Er-Rabı' dışında sahih'in ricalidİt, o da sikadır, der.
[82] Heysemî Mecma'da (5/118): Bezzat ve Taberânî el-Evsât'da rivayet etmiştir.Onda Zuma b. Salih vardır, zayıftır.
[83] Bak: Şerhu's-Sunne (12/182)
[84] Mecmu' el-Fetâvâ (35/137)
[85] Ebûcâd: Batıl anlamına gelmektedir. Bk. Kâmîisu'l-Mnhıyt, 'C V D' maddesi. Ebî-câd şeklinde zikredilmiştir, (çev.)
[86] Zaîf Ciciden: Beyhakî, el-Kubra'da (8/139), Taberânî, el-Kebîr'de (11/41), HafızHeysemî Mecma'da (5/118): Taberânî rivayet etmiştir, senedinde Halid b. Yezidel-Umerî bulunmaktadır, o da yalancıdır. el-Elbânî Sahîhu'I-Câmı' (3092) ve Silsiletu'd-Daîfe'de (417) hadisin mevzu olduğunu söyler.
[87] Nuşra: Sihre maruz kalmış kişiden sihri çözmek demektir.
[88] Sahih: Ebû Dâvûd (3868), Ahmed (3/294), Beyhakî (9/351) Hafız el-Feth'de (10/233): Ahmed ve Ebû Dâvûd hasen bir sened ile Cabir'den rivayet etmişlerdir. el-Elbânî Salıîhu Süneni Ebî Dâvûd'da hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.
[89] Buhârî -ta'liken- (10/243). Hafız el-Feth'de (10/244): Ebû Bekr el-Esrem Kitâ-bu's-Sunen'inde muttasıl olarak rivayet etmiştir.
[90] Hafız el-Feth'de (10/244): Katade'den zikretmiştir.
[91] Sahih: Buhârî (5757), Müslim (2220), Ebû Dâvûd (3911), Nesâî, Kubrada (7591, 7592), Ahmed (2/267, 397), İbn Hıbbân (6133)
[92] Sahih; Müslim aynı yer.
[93] Sahih; Buhârî (5756), Müslim (2224), Ebû Dâvûd (3916), Tirmizî (1615), İbn Mâce (3537), Ahmed (3/118, 130,154, 173,178,251,275,277).
[94] el-Elbânî Silsiletu'd-Daîfe'de (1719): 'Urve b. Amir tebdil olarak 'Ukbe b. Amir el-Cuhenî olmuştur. Bunu bazı ravilerîn tashîfi olduğunu zannediyorum, der.
[95] Zaîf: Ebû Dâvûd (3919), İbnu's-Sunni, Amelu'l-Yevmi ve'1-Leyl (293), Beyhakî, Kubrâ'da (7/139). el-Elbânî Silsiletu'd-Daîfe (1619) ve Daîfu'I-Câmi'de (199) zayıf olduğunu belirtmiştir.
[96] Sahih: Ebû Dâvûd (3910), Tirmizî (1614), İbn Mâce (3537), Ahmed (1/379, 437, 440), İbn Hıbbân (6122), Hâkim (43, 44) el-Elbânî Sahîhu Süneni Ebî Dâvûd'da hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.
[97] Sabib: Ahmed (2/220), İbnuVSunni, Amelu'l-Yevmi ve'1-Leyl'de (292), Hafız Heysemî el-Mecmau'z-Zevâid'de (5/108): Ahmed ve Taberânî rivayet etmişlerdir, senedinde Ibn Lehîa vardır, hadisi hasendir kendisinde zayıflık vardır, diğer râvileri ise sikadırlar, der.e-Elbânî Silsiietu's-Sahîha'da (1065) hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.
[98] Zaîf: Ahmed 1/213)- Hadiste inkıta' vardır. Mesleme el-Cuhenî Fadl b. Abbas'-dan bir ş,çy dinlememiştir.
[99] Buharı -ta'liken- (6/341). Hafız el-Feth'de: Abd b. Humeyd muttasıl olarak rivayet etmiştir, der.
[100] Hasen: Ahmed (4/399), İbn Hıbbân (5346), Hâkim -sahih olduğunu söyleyerek-(4/146), Zehebî de Hâkİm'e muvafakat etmiştir. el-Elhânî Silsiletu's-Sahîha'da (678) hasen olduğunu söylemiştir.
[101] Sahih: Müslim (934)
[102] Sahih: Müslim (934)
[103] Sahih: Buhârî (846), Müslim (71)
[104] Buhârî(15), Müslim (44), Nesaî(7/114) ve Kubrâ'da(11744,11745), İbn Mâce (67), Dârimî (2741), Ahmed (3/177, 275), İbn Hıbbân (179)
[105] Sahih: Buhârî (16), Müslim (43), Nesâî (8/94) ve Kubrâ'da (11718, 11720), Tir-mizî (2624), İbn Mâce (4033), Ahmed (3/103, 172, 174, 230, 248), İbn Hıbbân (237, 238)
[106] Sahih: Buhârî (6041), Ahmed (3/207, 278)
[107] Basen: İbn Ebi'd-Dunyâ, el-İhvân'da (22), Taberânî, el-Kebîr'de (12/417), EbuNuaym, Hılye'de (1/312), İbnu'l-Mübarek, ez-Zuhd (337). HeysemîEI-Mecma-u'z-Zevâid'de (1/95): Taberânî el-Kebîr'de rivayet etmiştir, senedinde Leys b. EbîSuleym vardır, o da zayıftır, der. el-Elbânî Silsiletu's-Sahîha'da (1728) şevâhidİdolayısıyla hadisin hasen olduğuna hükmetmektedir.
[108] Sahih: İbn Cerîr et-Taberî, Tefsir (2/71), Hâkim -sahih olduğunu belirterek- (3076)
[109] Hasen li ğayrihi: Ebu Nuaym, Hılye'de (5/106), Beyhakî, Şuab'da (203). Aşağıda gelecek diğer hadis ve başka bazı rivayetler gibi şevâhidİ dolayısıyla hadisğıda gelecek diğe has endir.
[110] Hasen: İbn H<bbân (276), İbn Rahûye, Musned'İnde (1170), Abd ibn Humeyd, (1524), İbnu'l-Ca'd, (1594). el-Elbânî Sahîhu'I-Câmı'de (6097), Siisiletu's-Sahî-ha'da (2311) hadisin senedinin ceyyİd olduğunu söyler.
[111] Sabib: Buhârî (4563), Nesâî, Kubrâ'da (10439), Hâkim -sahih olduğunu söyleyerek-(3167)
[112] Hasen: Bezzar (106), Heysemî Mecmau'z-Zevâİd'de (1/104) şöyle der: Bezzar ve Taberânî rivayet etmiştir. Taberânî'nin ricali sikadır. Irakî Şerhu't-Tirmizî'de isnadı basendir, der. Aynı şekilde el-Elbânî Sahîhu't-Câmı'de (4601) hasen olduğunu belirtmiştir.
[113] Sahih Mevkuf: Taberânî, el-Kebîr'de (9/156), Heysemî Mecmau'z-Zevâîd'de (î/109) ŞÖyle der: İsnadı sahihdfr. İbn Kesîr, Tefsir (1/485)
[114] Suyutî, ed-Durru'1-Mensûr (8/183)
[115] Sahih: Müslim, (67).
[116] î»&«6:B«hfiiî (1294), Müslim (103), T^mizî (999), Nesâi (4/19) ve Kubrada (1987, 1989, 199D, İbn Mâce (1584), Ahmed (1/386, 432, 442, 456, 465), İbnHıbbân(3l49)
[117] S*Kfc Tirm.zî (2396), Ebu Yala (4254), Hâkim (8799). el-Sbaiu Sah.hu 1-C.mı'de (308) ve Silsiletus-Sahîha'da(1220)hadisin sahih olduğunu belırtmi|tır.
[118] Hasen: Tirmizî (2396), İbn Mâce (4031). el-Elbânî Sahîhu'l-Câmı'de (2110) hadisin hasen olduğunu söylemiştir.
[119] Sahih: Müslim (2985), İbn Mâce(4202), Ahmed (2/301), İbn Hıbbân (395), İbn Huzeyme (938)
[120] Hasen: İbn Mâce(4204), Ahmed(3/30)el-ElbânîSahîhul-Câmı'de(2607)hasen olduğunu belirtmiştir.
[121] Sahih: Buharı (2887)
[122] Hasen: Tirmizî (3095), Beyhakî, Sunemı'l-Kubra da (10/116), Taberânî, ei-Kebî-r'de (17/92). el-Elbânî Sahİhu Suneni't-Tirmizî'de hasen olduğunu belirtmiştir.
[123] Zaîf. İbn Ebİ Asım, Sunne'de (15), Hatîb el-Bağdadî, Tarih (4/369), Beğavî, Şerhu's-Sunne'de (1/212), Nevevî, el-Erbaîn. Hafız İbn Receb el-Hanbelî, Câ-mİu'1-Ulûm ve'l-Hıkem'de ilgili hadisin şerhinde zayıf olduğuna hükmetmiştir. Yine el-E!bânî Tahricu'l- Mişkât'da zayıf olduğunu söylemiştir.
[124] Sabıb: İbn Cerîr et-Taberî, Tefsir (7816). Hafız el-Feth'de (5/37): İshak b. Rahûye tefsirinde sahih bir senedle Şa'bi'den rivayet etmiştir, der.
[125] Hafız İbn Hacet el-Feth'de (5/37): Kelbî tefsirinde Ebî Salih an İbn Abbas sekilinde rivayet etmiştir, bu sened ile zayıf olmakla birlikte Mucahid'den gelen rivayetle kuvvet kazanmaktadır, der. Beğavî, Tefsir (1/446)
[126] Sabib Mevkuf. Buhârî (127)
[127] Abdurrezzak,Musannef(l 1/423, 20895)
[128] Tefsiru İbn Ebî Hatim (229), Allâme İmam Süleyman b. Abdillah Teysîru'1-Azî-zi'1-Hamid isimli Kitâbu't-Tevhîd şerhinde (s: 587): Senedi ceyyiddir, der.
[129] Sabib: EbÛ Dâvûd (3251), Tirmizî (1535), Ahmed (1/47) ve (2/34, 67, 125), Hâkim, (45, 167, 169), İbn Hibbân (4357). el-Elbânî Sahîhul-Câmı'de (2561) ve Silsilem VSahîha'da (2042) hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.
[130] Sabih: Taberânî, ei-Kebîr (9/205, 8902), Heysemî el-Mçcmau'z-Zevâid'de (4/180): Taberânî, el-Kebîr'de rivayet etmiştir. Ricali sahih'in ricalidir, der. el-Elbânî Silsiletu'd-Daîfe'de (1/130): Taberânî, el-Kebîr'de sahih bir senedle rivayet etmiştir, der.
[131] Sahib: Ebü Dâvûd (4980), Nesaî, Kubrâ'da (10720, 10721), İbn Mace (2117), Ahmed (5/384, 393, 394, 398),Tayâiisî (430), Beyhakî, Sunenu'l-Kubrâ (3/216). el-Elbânî Silsiletu's-Sahîha'da (137) hadisin sahih olduğunu söyler.
[132] Hasen: İbn Mâce (2101). Bûsîrî, ez-Zevâid'de: İsnadı sikâttır, der. El-Elbinî de Sahîhu'l-Câmı'de (7247) hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.
[133] «*: Nesâî (7/6) ve Kubrâfda(47l4, 10822), Beyhakî (3/216), Ahmed (6/271, 272), Hakim -sahih olduğunu söyleyerek- (7815). el-Elbânî Sahîhu'l-Câmı'de (6214) ve S üs ile tu's-Sahîh a'da (1166) sahih olduğunu söylemiştir.
[134] Hasen: Nesâî, Amelu'l-Yevmi ve'1-Leyl (988); Buhârî, el-Edebu'1-Mufred (783), Ahmed (1/214-244), İbn Mâce (2117), Beyhakî (3/217), Ebu Nuaym, Hılye (4/99). el-Elbânî Silsiletu's-Sarıîha'da (139) hasen olduğunu belirtmiştir.
[135] Sahih: İbn Mâce (2118), Darimî (2702), Ahmed (5/72-398), Ebu Ya'la (4655). Bûsîrî, ez-Zevâıd'de Buhârî'nicı şartı üzerine senedin ricali sikâttır, der. el-Elbânî Silsilem's-Sahîha'da (138) hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.
[136] Sahih: Buhârî (4826), Müslim (2236), Ebû Dâvûd (5274), Nesâî, Kubrâ'da (11486, 11487), Ahmed (2/237, 272, 275)
[137] Sabit; Müslim, 2246/5
[138] Sahih: Buhârî (6205,6206), Müslim (2143) EbÛ Dâvûd (4961), Tirmizî(2837): Ahmed (2/244, 310,496), İbn Hıbbân (5835)
[139] bk. Buhârî ve Müslim
[141] Sahih: Nesâî (8/226) ve Kubrada (5940), Buhârî, Edebu'l-Mufred'de (811), Ebû Dâvûd (4955), Hâkim (62), İbn Hıbbân (504). ei-Elbânî Sahîhul-Câmı'de (1745) hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.
[142] Tefsiru İbn Ebî Hatim (6/1829-1830), İbn Cerîr, Tefsir (10/119)
[143] İbn Cerîr, Tefsîr (20/72)
[144] Sahih: Buhârî (2464), Müslim (2964), İbn Hıbban (314)
[145] İbn Hazm, Merâtibul-İcma' (154)
[146] Sahih: Tefsiru İbn Ebî Hatim (5/1634), İbn Cerîr (9/99), Fethu'l-Kadît li'UŞevkânî (2/279).
[149] İbn Ebî Hatim, Tefsîr. Bak: Durru'l-Mensur (3/615)
[150] Sahih: Buhârî (835), Musİim (402)
[151] Sahih: Buhârî (6339), Müslim (2679), EbÛ Dâvûd (1483), Tirmizî (3497), Nasâî, Kubra'da (10418, 10419), İbnMâce(3854), Malik (1/213), Ahmed (2/243,457, 463, 464, 486), İbn Hıbbân (977)
[152] 'Sahih: Buhârî (2552), Müslim (2249), Ebû Dâvûd (4975, 4976), Nesâî, Kubrâ'-da (10070,10072), Ahmed (2/316, 423, 444, 463, 484, 491)
[153] Sahih: Nesâî (2565), Ebû Dâvûd (1672), Ahmed (2/99), îbn Hıbbân, Mevârid (207)
[154] Zaîf: Ebû Dâvûd (1671), Beyhakî Sunenu'l-Kubrâ (4/199) el-Elbânî Daîfu'1-Câ-mı'de (6351) hadisin zayıf olduğunu belirtmiştir.
[155] Sahih: MusÜm (2664), İbn Hıbbân (2896), Ahmed (4/332)
[156] Sahih: Buhârî(25O5), Müslim (1216)
[157] Sahih: Buhİn (7232)
[158] Sahih: Buhârî (3401), Müslim (2380)
[159] Sahibi Tirmizî (2252), Nesâî, Kubrâ'da (10769, 10770), Ahmed (5/123). el-El-bânî Sahîhu'l-Câmı'de (7315) sahih olduğunu söylemiştir.
[160] Sahih: Müslim (8), Ebû Davûd (4695), Tirmizî (2613), Nesâî 8/98), İbn Mâce (63),Ahmed(l/52, 53)
[161] Sahih: Ebû DâvÛd (4700), Tirmizî (2155), Ahmed (5/318). el-Elbânî Sahîhu Su-neni't-Tirmizî'de sahih olduğunu söylemiştir.
[162] Sahih: Ahmed (5/317), İbn Ebî Asım (107)
[163] Sahih: Ahmed (5/185), EbÛ Dâvûd (4699), İbn Mâce (77), İbn Ebî Asım (111), Abd b. Humeyd (247). Hadis şavahidi ile birlikte sahihtir.
[164] Sabih; Buhârî (5953), Musİim (2111), Ahmed (2/232, 259, 391), İbn Hıbban (5759)
[165] Sahih: Buhârî (5954), Müslim (2107), Nesâî (8/214) ve Kubrâ'da (9780, 9790)
[166] Sahih: Buhârî (2225), Müslim (2110), -lafız Müslim'e aİttir.
[167] Sahih: Buhârî (5953), Müslim (2110)
[168] 'Sahih: Muslini (969), Tirmizî (1069), Nesâî (4/88) ve Kubrada (2158), Ebû Da-vûd (3218), Ahmed (1/96, 128, 145, 150)
[169] Sahih: Buhârî (2087), Müslim (1606), Ebû Dâvûd (3335), Ncsâî (7/246) ve Kubrada (6052), Ahmed (2/235, 242, 413), İbn Hıbbân (4906)
[170] Sahih: Taberânî, el-Kebîr (6/246 no: 6111), es-Sağîr (no: 822)
[171] Sahih: Buhârî (3650), Müslim (2535), Ebû Dâvûd (4657), Tîrmizî (2221, 2222), Nesâî (7/17) ve Kubrâ'da (4751), Ahmed (4/426, 427, 436), İbn Hıbbân (6729)
[172] 'Sahih: Buharı (2652), Müslim (2533)
[173] Sahih: Buhârî (2652), Müslim (2533) Müslim'in lafzı: "Biz küçük çocuklar iken söz vermekten ve şahitlikte bulunmaktan nehyedilirdik."
[174] Sahih: Müslim (1731), Tirmizî (1408), Ebû Dâvûd (2112, 2613), Nesâî, Kubtâ1-da (8586, 8680, 8765), İbn Mâce (2858), Darimî (2439, 2442), Ahmed (5/358), İbn Hıbbân (4739)
[175] Sahih: Müslim (2621)
[176] Sahih: Ebû Dâvûd, (4901); Ahmed, (2/323); İbn Mübarek, ez-Zuhd no: (900); Beğavî, Şerhu's-Sunne (14/384,385); İbn Ebi'd-Dunya, Husnu'z-Zan billah no: (45). el-Elbânî Sahîhu Süneni Ebî Dâvûd'da sahih olduğunu belirtmiştir.
[177] Sahih: Buhârî, (6477); Müslim, (2290); Ahmed (3/469), Tirmizî(2316), İbn Mâ-ce(3970)
[178] Zaîf: Ebû Dâvûd (4726), Taberânî, Kebîr (2/128 no: 1547), İbn Ebi Asım (575). El-Elbânî Daîfu Süneni Ebî Dâvûd'da hadisin zayıf olduğunu söylemiştir.
[179] Sahih: Ebû Dâvûd (4806), Ahmed (4/25), Nesâî, AmcJu'I-Yevmi ve'1-Leyl (246)
[180] Sabit>: Nesâî, el-Kubrî (10078), Ahmed (3/153), İbn Hıbbân (6240), Abd b. Humeyd (1309). el-Arnavut Sahîhu İbn Hıbbân'da; İsnadı Müslim'in şartı üzerine sahİhdir, der.
[181] Sahih: Buhârî (4811), Müslim (2786), Tirmizî (3238), Nesâî, Kubrâ'da (7736, 11450, 11452). Ahmed (1/378, 457), İbn Hıbbân (7326).
[182] Sahih: Müslim <2786)
[183] Sahih: Buhârî (4811)
[184] Sahi£>: Muslini (2788), Ebû Dâvûd (4732), Nesâî, Kubrâ'da (7689), İbn Mâce (197), İbn Hıbbân (7689)
[185] İbn Cerîr et-Taberî, Tefeîr'inde (17/27 no: 23280)
[186] İbn Cerîr et-Taberî, Tefsîr'inde (8/3 no: 4522)
[187] Sabih: İbn Cerîr et-Taberî, Tefeir'inde (8/3 no: 4522), İbn Ebî Şeybe, Kitâbu'l-Arş'da (58), Beyhakî, eİ-Esrna ve's-Sıfât'da (510), el-Elbânî Silsile t u's-Sahîha'da (109) hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
[188] Hasen: Dârimî, er-Reddu ale'l-Cehmiyye'de (26), İbn Huzeyme, et-Tevhîd'de (105, 106, 376), Taberânî, eJ-Kebîr'de (9/228), Ebu'ş-Şeyh, Kitâbu'l-A'zame'de (2/689 no:279), Beyhakî, el-Esma'da (301)
[189] Bak: Muhtasar el-Uluv li'1-Aliyyi'I-Ğaffar (103)
[190] Bak: Muhtasar el-Uluv li'1-Aliyyî'l-Ğaffar (103)
[191] Zaîf: Ebû Dâvûd (4723), Tirmizî (3217), İbn Mâce (193), Ahmed (1/206), Hâkim (3137) el-Elbâni Silsilecu'd-Daîfe'de (1247) hadisin zayıf olduğunu söylemiştir.