HARUN EBU HUSEYIN - YILDIRIM
  FÂCİR
 
 
Azmak, günaha dalmak, doğru yoldan ayrılmak, yemin ve sözünde yalancı çıkmak. Allah'ın emirlerinden çıkmak, dinî ölçü ve prensiplere aykırı hareket etmek, fısk ve isyana düşmek.
Kur'an-ı Kerîm'de, bu kelime benzer kalıplarıyla yedi yerde geçmekte, fakat "fücûr" kalıbı halinde sadece bir yerde geçmektedir. O da eş-Şems suresi 8. Ayet-i Kerîmedir ki, meâlen şöyledir: "Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene andolsun ki..." (Diğer ayetler için bkz. "Facir" maddesi)
Bu ayette "fücûr" kelimesi "takvâ" kelimesinin zıddı olarak ifade edilmekte ve "takvâ", "iyilik kabiliyeti" olarak, "fücûr" ise, "kötülük kabiliyeti" olarak ele alınmaktadır. Buradan da "takva" ve "fücûr"'un zıt anlamlar taşıdığını ve her ikisinin de insanda yerleşmiş birer durum olduklarını çıkarmak mümkündür.
Bilindiği üzere "takvâ", insanın Allah'tan hakkıyla korkup, O'na hakkıyla inanıp, bağlanmak, nefsini O'nun himayesi altında tutup kötülüklerden koruma anlamlarını taşımaktadır ki, buna bağlı olarak "fücûr" da, Allah'ı hakkıyla tanımamak, O'ndan hakkıyla korkmamak, tam anlamıyla bağlanmamak ve dolayısıyla O'nun himayesi ve tasarrufunun dışında günah işleyerek, kötülük içinde bulunmak anlamlarına gelmektedir.
Yine aynı ayette "fücûr" kelimesi,
"takva" kelimesinden önce zikredilmiştir. Bu da genel bir kuralı hatırlatmaktadır ki, o da, iyi bir hasletin yerleşmesi için, kötü hasletin terki esas tır. Her ikisinin bir arada bulunabileceğini düşünmek doğru değildir. Bir insan hem fısk-u fücûr içinde bulunup hem de takva üzere yaşamış olamaz. Takva için esas şart, fücûr halini terketmektir. Önce, günaha dalmaktan, Rabbına karşı gelmekten ve asi olmaktan uzaklaşıp, daha sonra da O'nun emrettiği şeyleri tam bir ihlasla yapıp, O'na tam anlamıyla bağlanmak, yani "takva" ya ulaşmak sözkonusudur.
fücûr, her ne kadar Allah'ın emir ve yasaklarını çiğnemek durumlarını ihtivâ etmiş olsa da, bu durumlarda eğer kesin bir inkar görülmüyorsa, fücûru küfürle aynı sayamayız. Küfür ancak açık bir inkâr ve Allah'a ortak koşma söz konusu olduğunda ortaya çıkmaktadır. Kısaca söylemek gerekirse, her küfür fücûr sayılmış olsa da, her fücûr, inkâr olmadığı sürece küfür olarak ele alınamaz.
 
        
‘Fücur’ sözlükte, yarmak, bir şeyi genişçe yarıp açmak anlamına gelmektedir. ‘Fecr’ de aynı anlamdadır.
Bu kökün fiil hali ve ‘fecr’ kelimesi Kur’an’da olumlu anlamda; yarılıp açılmak, fışkırmak, yeri açıp kaynak fışkırtmak manalarında kullanılmaktadır.
Olumsuz anlamdaki yarmak, yırtmak anlamını ise ‘fücur’ kelimesi karşılamaktadır. ‘Fücur’, din veya dindarlık örtüsünü çekinmeden yırtmak, günaha dalmak, haktan batıla sapmaktır.
Bu şekilde din örtüsünü yırtıp atanlara ‘facir’ denir. ‘Facir’in çoğulu ‘füccar veya fecere’ şeklinde gelir.
‘Fücur’ bir başka deyişle haktan sapmak, hak yolu yarıp kötülük ve isyana düşmek, sınır tanımaz bir şekilde günah işlemektir. Zina ve yalan gibi edep dışı günahlara da ‘fücur’ denilmektedir.
Cahiliye devri Araplarının haram aylarda yaptıkları savaşlara ‘günah işlenen günler’ anlamında ‘eyyamu’l ficâr’ adı verilirdi.
‘Fücûr’, şehvet (aşırı istek) gücünün ileri dereceye varması, veya nefsin kişiyi şeriat ve ahlâk ilkelerine aykırı işler yapmaya sevkeden özelliği şeklinde de tanımlanmaktadır.
Kur’an’ın ifadesine göre Allah (cc) insana iki yol göstermiştir. O, bu yollardan birini seçerek isterse şükredici, isterse nankör birisi olur.
Bir yerde ise şöyle buyuruluyor:
“Nefse ve ona ‘bir düzen içinde’ biçim verene. Sonra da ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve takvasını (Allah’tan sakınmasını) ilham edene (andolsun).” (Şems: 91/7-8)
        
        
‘Takva’, Allah’tan hakkıyla korkup sakınmak anlamına geldiği gibi, aynı zamanda din elbisesini giyip onunla kendini korumak, tehlikelerden sakınmak demektir. Kur’an, iman edip salih amel işledikten sonra takvaya sarılanları övüyor ve bunu üç defa üstüste tekrar ediyor. Bir başka âyette ise takva elbisesinin en hayırlı elbise olduğu haber veriliyor.
Bu hayırlı elbiseyi bürünen kendini her türlü kötülük ve günahtan korur, bu elbiseyle beraber kendini sağlama alır. Çünkü takva, Allah’tan korkup çekinmeyi, O’nun rızasına uygun olmayan davranış ve amellerden sakınmayı sağlar.
‘Fücur’ takva’nın zıddı olarak bu perdeyi, bu elbiseyi yırtmak, açmak, üzerindeki koruyucu örtüyü kaldırmak demektir. Bu koruyucu perde veya elbise açıldıktan sonra insan her türlü kötülüğü ve günahı işleyebilecek duruma gelir. Türkçe’deki ‘haya perdesinin yırtılması’ deyimi bunu güzel bir şekilde karşılamaktadır.
Allah (cc) yarattığı nefislere takvayı da fücuru da ilham etmiştir. Takva ile örtünen, korunan, sakınan nefisler; fücur ile açılır, sakınma duygusu yırtılır, koruyucu elbisesi kaybolur. Şems Suresinde bu iki önemli olgunun yanyana zikredilmesi hem ilahí bir fıtrata işarettir, hem de insanların takvayı takva bilip ona sarılmalarını, fücuru fücur bilip ondan uzaklaşmalarını tavsiye etmektir.
        
        
‘Fücur’ sahibi ‘facir’ ile inkârcı kafir arasında anlam benzerliği bulunmaktadır. Kur’an iki yerde bu iki kelimeyi yanyana kullanmakta ve aralarındaki yakınlığa işaret etmektedir. Bu özelliği taşıyan facir kafirler, insanları sapıtıp kötülükte sınırı aşarlar. Kefere (kafirler) ile ‘fecere’ (facirler) yüzleri kara olacak kimselerdir.        
Facir, günah işlemenin son noktasında olan kafir anlamında kullanılmaktadır. Yeryüzünde fesat çıkaran ve Ahireti inkar eden facirler, mü’minlerle aynı işleme tabi tutulmayacaklar. Mü’minlerin yüzü apaydınlık olurken, facirlerin yüzü ise toza bürünmüş, kara olacaktır.
Kur’an, ‘facir’ olanların Cehenneme gideceklerini çok açık bir ifadeyle haber veriyor. Şu ifadeler de ‘facir’ kimselerin kimliği konusunda bir bilgi vermektedir:
“Hayır, facir olanların kitabı şüphesiz ‘Siccín’dedir. ‘Siccín’in ne olduğunu sana öğreten nedir? Yazılı bir kitaptır. O gün, yalanlamakta olanların vay haline. Ki onlar, din gününü yalanlamaktadırlar. Oysa onu, sınır tanımaz-saldırgan, oldukça günahkâr olandan başkası yalanlamaz.” (Mutaffifín: 83/7-12)
‘Fücur’, küfre açılan bir kapıdır. ‘Facir’ bizzat kafir değilse de yaptıkları ameller ve işlediği günahlar yüzünden imandan uzaklaşmakta, küfre varmaktadır. Böylelikle azabı hak etmektedirler.
‘Facir’ olanlar, ‘birr’ sahiplerinin karşıtı olarak kullanılması da, fücur olgusunun iyi olmayan, imana götürmeyen, günah olan davranışlar olduğunu hatırlatır.
Yukarıda geçtiği gibi ‘takva’ din örtüsünü bürünmek, ‘fücur’ ise bu örtüyü yırtıp atmaktır. Kur’an bir yerde takva sahipleri müttakiler ile din örtüsünü yırtıp atan facirlerin bir olmadığını vurguluyor.
Dinin çizdiği çizginin dışına çıkıp günah işleyen ‘fasık’ ile ‘facir’ arasında bir benzerlik görülse de bu iki kavram farklıdır. Fasık anlam yönünden facirden daha geniştir.
İnkâr veya kafir olma bizzat fücur değil, facirin işlediği fücurun bir sonucudur. Söz gelimi, Ahiretin inkarı fücur değil, fücur içinde olmanın bir sonucudur. Bu bakımdan belki her fücur işleyen kafir diye adlandırılmaz ama, kafirin küfrüne sebep olan davranışları ‘fücur’ anlayışı yüzündendir. Eğer onlar, Allah’ın gönderdiği İslâm-takva elbisesini kuşanıverseler, şüphesiz inkâr tehlikesine düşmezlerdi.
Hadislerde ‘facir’; zina eden, yalan söyleyen, faizcilik yapan, yalan yere yemin eden, Kur’an okuduğu halde ondaki emirlere uymaya davet etmeyen, insanları aldatan kimselere denilmektedir. Bunlar elbette günahkâr mü’minlerdir. Bazı hadislerde ise kafir ve münafıklara ‘facir’ denilmektedir.
Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu:
“Kur’an-ı Kerim okuyan mü’minin örneği turunç gibidir. Kokusu da güzel tadı da güzeldir. Kur’an okumayan mü’minin örneği hurmadır. Kokusu yoktur ama tadı güzeldir. Kur’an okuyan ‘facir’in örneği reyhan çiçeğidir. Kokusu güzeldir ama tadı acıdır. Kur’an okumayan ‘facir’in örneği ebu cehil karpuzudur. Kokusu da yoktur tadı ise acıdır…”
Bazı kaynaklarda ‘facir’ yerine ‘münafık’ geçmektedir.
Azan, günâha dalan, yemin ve sözünde yalancı çıkan hakîkatten yan çizen kişi. Allah'ın emrinden çıkan, günâhkâr, İslâm'ın emirlerini çiğneyen, dinî ölçü ve prensiplere aykırı hareket eden kimse.
Kur'an-ı Kerîm'de fâcir kelimesi bu ıstılâhı anlamda yedi yerde geçmektedir:
"Yoksa inanıp yararlı iş işleyenleri, yeryüzünde bozguncular gibi mi tutarız? Yoksa Allah'a karşı gelmekten sakınanları, yoldan çıkanlar gibi mi tutarız?" (Sâd, 28/28);
"Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar, sadece ahlâksız ve çok inkârcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler" (Nûh, 71/27);
"İşte bunlar inkârcı olanlar, Allah'ın buyruğundan çıkanlardır" (Abese, 80/42);
"Allah'ın buyruğundan çıkanlar cehennemdedirler" (İnfitâr, 82/14).
Bu son ayette geçen "fuccâr" kelimesi, "Rabbına karşı terbiyesizlik edip aşırı isyân ve muhâlefete sapanlar" anlamındadır (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VIII, 5642).
"Sakının; Allah'ın buyruğundan dışarı çıkanlar, muhakkak "siccîn" adlı defterde yazılıdır" (Mutaffifin, 83/7);
"Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene andolsun ki..." (eş-Şems, 91/8).
Bu ayette takva ve fücûr kelimeleri yeralmaktadır. Buradan hareketle fücûr, bir bakıma takvânın zıt anlamı olarak kabul edilebilir.
"Ama, insanoğlu gelecekte de suç işlemek ister de, 'Kıyamet günü ne zamanmış' der" (el-Kıyâme, 75/5-6).
Yukârıdaki âyetlerde görüldüğü üzere "fâcir" kelimesi, yoldan çıkmak, ahlâksız, Allah'ın buyruğundan çıkmak, kötülük kabiliyeti ve suç işlemek anlamlarını taşımakta; çoğu yerde de "küfür" kelimesiyle birlikte kullanılmaktadır.
Yukarıda geçen Şems sûresi sekizinci âyetindeki "kötülük kabiliyeti" diye tercüme edilen "fücûr"; haktan sapmak, hak yolunu yarıp nizamından çıkmak, fısk ve isyâna düşmek, bilhassa zinâ etmek, yalan söylemek, daha açıkçası edepsizlik etmek olarak izâh edilip bu tür şer ve ma'siyet olan fiillere de denilebildiği ifade edilmektedir.
el-Kıyâme suresi beş ve altıncı ayetlerde ise fücûr; "suç işlemek" anlamında geçmektedir. Yani, insan suç işlemek, zevk ve sefâda bulunmak için yaşamayı ister; şehvetlerinden, ma'siyetlerinden, lezzetlerinden ayrılmamasını, ilerde onlara devam etmesini ister ve hattâ ebediyyen fısk ve fücûr ile Rabbına karşı terbiyesizlik etmek ister; fücûr içinde bulunmayı, sâlih ve sâlim bir hayata tercih eder de istihzâ ederek, "kıyamet günü ne zamanmış" der. Lâkin kıyamet başladı mı gözü açılır, dünyanın başına yıkılmakta olduğunu görür, dehşetler içinde kalır; fakat iş işten geçmiştir, son pişmanlık fayda vermez.
Bu ayette geçen fâcirin durumu bil başka şekilde de şöyle izâh edilir: O kişi önce günâhı işler, daha sonra da, "yarın tövbe edeceğim ve bir daha bu işi yapmayacağım" der. Fakat, tevbeyi gerçekleştirmez ve o işi yapmaya devam eder; neticede bu böyle devam eder ve o kişi daima fısk ve fücûr içinde kalmış olur.
Ayrıca, fücûr kelimesi, "yalan" anlamına da geldiğinden yalancıya da fâcir denir.
Verilen bu bilgilerin ışığında şöyle bir genellemeye gitmek mümkündür: Fâcir, kâfir anlamına gelmez; ancak küfre götüren ve küfre en yakın bir durum olarak kabul edilebilir. Her kâfir fâcirdir ama her fâcir Allah'ın hükümlerini inkâr etmediği sürece kâfir değildir.
Kısacası fâcir, İslâm dininin kabul etmediği, yasakladığı iş ve hareketleri yapan; aşırı isyâna dalan; özellikle büyük günahlardan olan zinâ etmek, yalan söylemek, adam öldürmek, içki içmek, hırsızlık yapmak gibi fiilleri işleyen, günâhta ısrar eden; başka öz bir ifadeyle, Allah'ın emir ve yasaklarını çiğneyen kimseye denir. Eğer bunları yaparken bir inkâr sözkonusu ise o zaman kişi küfre girmiş olur.
Fücûr bir bakıma fısk ile eşdeğer sayıldığı gibi bir başka açıdan da fısktan daha ileri bir noktada ele alınabilir.
 
 
 
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol